Türk diLİ tariHİ Başlangıcından Yirminci Yüzyıla


KÖKTÜRK YAZILI METİNLERİNİN BULUNUŞU



Yüklə 4,22 Mb.
səhifə48/181
tarix13.10.2023
ölçüsü4,22 Mb.
#127472
1   ...   44   45   46   47   48   49   50   51   ...   181
0260-Turk Dili Tarihi-Bashlangicinda Yirminci Yuzyila(Ahmet B. Ercilasun)

2.2. KÖKTÜRK YAZILI METİNLERİNİN BULUNUŞU,
OKUNUŞU VE ÜZERLERİNDE YAPILAN ÇALIŞMALAR
13. yüzyılda Târîh-i Cihangüşâ'yı yazan İlhanlı tarihçisi Alâeddin Ata Melik Cüveynî Köktürk yazılı metinleri görmüştür. Cüveynî şöyle diyor:
"Bir Uygur efsanesine göre, onların dünya yüzüne çıktıkları ilk yer Orhon nehrinin kıyısıdır. Bu nehir, Karakorum denilen bir dağdan çı­kar...Bunlardan başka bir nehrin kenarında eskiden Ordu-Balık, sugün ise Mavu-Balık denilen bir şehir vardır. Bu şehrin yakınında bulunan kayalara yazılar yazılmıştı. Ben onları gördüm." (Öztürk 1988: 116).
Cüveynî'nin bahsettiği şehir Karabalgasun'dur; gördüğü yazılı kayalar da büyük bir ihtimalle Karabalgasun yazıtlarıdır.
Ünlü tarihçi İbni Arabşah da Köktürk harflerinden bahseder. 15. yüzyı­lın ilk yarısında yazdığı "Acâibü'l-Makdûr fi Nevâib-i Teymur" adlı eserin­de şöyle diyor:
"Çin'de onların (Türklerin) dulbercin diye adlandırılan yazıları vardır. Ben gördüm, 41 harfi var. Çokluğunun sebebi şudur ki onlar kalın ve inceleri ayıran işaretleri harf saymaktadırlar. Neticede ilâveler ve ek harfler meydana çıkmıştır." (Kahire Halk Kütüphanesi 3543 nu.lu yazmanın 286a sahifesinden naklen Abdurahmanov-Rustemov 1982: 12). •
Batıda Yenisey yazıtlarından ilk bahseden Romen seyyah ve şarkiyatçı­sı Nicolaie Gavriloviç Milescu'dur. Rus elçisi olarak Çin'e giderken 1675 yılı Temmuzunda Yenisey kaya yazıtlarını görmüş ve "kayanın üzerinde taşa kazılmış, bilinmeyen bir yazı" olduğunu günlüğünde ifade etmiştir. Gh. I. Constantin'e göre bu kaya yazıtı Kara Yüs olmalıdır (Constantin 1989: 3-6).
Batıda Yenisey yazıtlarından ikinci olarak bahseden, Amsterdam Bele­diye Başkanı Nicolaes Witsen'dir. Rusya'da uzun seyahatlerde bulunan, 1687'de Rusya ve Sibirya haritasını çizen Witsen, 1692'de yayımladığı Noord-en Oost Tartarye (Kuzey ve Doğu Tataristan) adlı eserinde "Tobol'a dökülen Tura nehri üzerindeki Verhoturye kasabası civarında rastladığı kaya üzerine yazılı meçhul harflerden bahsetmektedir (Temir 1991: 37).
1721 yılının son günleridir. Güney Sibirya'da, Yenisey ırmağının ve kollarının suladığı Abakan bölgesinde genç bir doktor ve genç bir harita subayı, dağ bayır dolaşarak araştırmalar yapmaktadırlar. Bölgede yaşayan hayvan ve bitkilerden toprağın altındaki madenlere; yerli kavimlerin dil, âdet ve an'anelerinden mezar taşlarına kadar her şeyi inceliyorlar, örneklerini topluyorlar, resimlerini yapıyorlar, adlarını defterlerine yazıyorlardı. Genç doktor; Danzig'in Rus çarı 1. Petro tarafından işgali üzerine Rus hizmetine giren ve 1719 yılı sonlarında Moskova'dan hareket ederek Kazan'a uğradık-
TÜRK DİLİ TARİHİ 151
tan sonra Tomsk şehrine gelen, 4 Mayıs 1721'de Tomsk'tan hareketle Abakan bölgesine ulaşan Almanyalı bilgin Daniel Gottlieb Messerschimidt idi. Genç subay ise Poltava savaşında, 8 Temmuz 1709'da Ruslara esir düşe­rek Sibirya'da ikamete mecbur tutulan İsveçli yüzbaşı Johann Philipp Tabbert (von Strahlenberg) idi.
Genç bilginler araştırmalarına devam ederken, 1721 yılının 31 Aralı­ğında Messerschimidt'in yanına bir Kazak köylüsü gelerek bazı taşlardan ve heykellerden bahseder. Ocak ayının (1722) ilk günlerinde, anlatılan yere giden doktor Daniel Messerschimidt; Yenisey'e dökülen Uybat ırmağının kollarından Bey nehri kıyısında, Çarkov köyü yakınlarındaki bir tepeciğin üstünde, 53,5 derece kuzey enlemiyle 90,5 derece doğu boylamının kesiştiği yerde 3.20 metre yüksekliğinde yere yatık bir taş görür. Üzerinde tuhaf ya­zılar bulunan bu taş, Yenisey bengü taşlarından Üçüncü Uybat yazıtıdır. Messerschimidt Abakan şehrine dönünce, dostu yüzbaşı Johann Tabbert'e heyecanla bu keşfini anlatır. İki arkadaş yeni taşlar bulmak ümidi içinde merakla araştırmalarına devam ederken yine bir Kazak köylüsünden insan boyundaki bir taş heykelin haberini alırlar. 1722 yılının 24 Ocağında yüzbaşı Tabbert birkaç yardımcısı ile birlikte Yenisey'i atlarla geçerek Tes ırmağı kıyılarına gelir. Burada, yüzü doğuya dönük, 1.76 metre boyunda, bıyıklı bir yaşlı adam heykeli vardır. Heykelin arkasında yine o tuhaf yazılar. İkinci olarak keşfedilen bu taş Yenisey-Tes yazıtıdır.
Yüzbaşı Johann Tabbert'in esaret hayatı 1722'de sona erer ve memleketi İsveç'e döner. Güney Sibirya bozkırlarının yorulmaz araştırıcısı Messerschimidt'in notlarının yayımlanmasını sabırsızlıkla bekler. Fakat ne notlar yayımlanır, ne de Messerschimidt'ten bir haber gelir. Aslında genç doktorun topladığı bütün malzeme Petersburg İlimler Akademisindedir. Notların ancak bir kısmı, 1729'da Akademi mazbatalarında yer alır. Bu not­ların tamamı ancak 1960'larda Berlin'de altı cilt hâlinde yayımlanacaktır. Messerschimidt'ten hiçbir haber alamayan Johann Tabbert von Strahlenberg, Stockholm'de 1730 yılında meşhur eserini neşreder: Das Nord und Östliche Teil von Europa und Asia. Eserde, Yenisey kıyılarında bulunan iki taştaki yazılar ile madenî bir ayna üzerindeki tek satırın kopyaları da vardır. Ro­manyalı elçi Milescu ve Holandalı yönetici Witsen'in kayıtları pek dikkati çekmemiştir. Strahlenberg'in yayını ise belgelidir ve haklı olarak Batı bilim dünyasının dikkatini çekmiştir.Taşlar üzerindeki bu meçhul yazı, böylece ilim âlemine sunulmuş oluyordu. Şimdi artık, Avrupalı âlimler çeşitli tahmin ve nazariyeler yürütmeğe başlar. Kimilerine göre bu yazılar eski Prusyalıla­ra, kimilerine göre eski Yunan ve Romalılara, kimilerine göre Gotlara aitti. Strahlenberg ise bunların İskit yazısı olduğu fikrindeydi. Ön Asya kültür ve dilleri uzmanı Theophil Bayer'e göre (1729) bu yazılar Kelt yazısıydı. Bir
152 Ahmet B. ERCİLASUN
yandan yazıların hangi millete ait olduğu üzerinde fikirler yürütülürken, bir yandan da yeni ilmî seferler tertipleniyor ve yeni taşlar keşfediliyordu. 18. yüzyılın büyük gezgini ve tabiî ilimler bilgini Peter Simon Pallas, 1793'te yayımlanan seyahatnamesinde, Uybat'ta bulduğu IV. ve V. taşların kopyası­na yer vermişti. Sibirya tarihi üzerinde çalışan Grigoriy Spasskiy 1818'de "Sibirya'nın Eski Eserleri Üzerine Notlar" adlı kitabını yayımlıyor ve burada iki yeni metni tanıtıyor, birçok metnin de resimlerini veriyordu. Spasskiy'nin konuyla ilgili bir makalesinin Latinceye çevrilmesiyle meçhul yazı üzerin­deki tartışmalar birden bire hızlandı. Oryantalist Olaus G. Tychsen aynı yıl yazıların Got yazısı olduğunu ileri sürmüş; hatta buna göre okuma deneme­lerinde bile bulunmuştu. Spasskiy'nin eseri üzerine tenkit yazan Abel Remusat yazıtların, eski Türklerin yaşadıkları yerlerde bulunduğunu söyle­mekten kendini alamamıştı; ama ona göre bu yazıtlar Got asıllı olan Usunlara aitti. Spasskiy ise buralarda Türklerin yaşamadığını söylüyor, ya­zıtların Moğol veya Kalmuklara ait olabileceğini ileri sürüyordu. Rommel ise bu yazıların İskit kökenli olabileceğini düşünüyordu. Ancak tanınmış oryantalist Heinrich J. Klaproth 1824'te yazıtların Türkçe olabileceğini ifade ediyordu; yazı ise ona göre Grek-Runik kökenli olmalıydı. 1847'de Finlandi­yalı ünlü Ural-Altay bilgini Matthias A. Castren de bölgeye seyahat etmiş; Tuba I ve Oznaçennoye yazıtını bulmuştu. Artık keşifler birbirini kovalıyor, köylüler de buldukları yazılı taşları ilgililere haber veriyorlardı. Bölge valile­rinden N. A. Kostrov 1857'de Acura yazıtını, bir Hakas köylüsü ise 1878'de Altın Köl I-II yazıtlarını bulmuştu. Sonraki yıllarda arka arkaya Kemçik Kayabaşı (Kaya Ucu), Oya, Uybat II, Tuba II ve Ak Yüs yazıtları keşfedilir. Tanınmış Fin arkeologları Johan R. Aspelin ile Aarne M. Tallgren 1870 ve 1880'lerde yazıtların Hunlara ait olduğunu, Türk ve Moğollar arasında ya­yıldığını ileri sürmüşlerdi. Yüzyılın sonlarına doğru araştırmalar daha da ciddileşmiş, bölgeye ilmî seferler düzenlenmeğe başlanmıştı. 1888'de Aspelin'in başkanlığında bir Fin sefer heyeti Altaylara doğru yola çıkmış, önce Çaa Köl yazıtlarını, daha sonra Ottuk Daş ve nihayet o güne kadar bu­lunanların en uzunu olan 12 satırlık Elegest yazıtını keşfetmişti. Yola devam eden heyet, Uyuk Arhan, Uyuk Tarlag, Tuba yazıtlarını da bulduktan sonra, Finlandiya'ya döner. Yeni keşiflerle ve eski keşiflerin mükemmel yeni kop-yalarıyla dönen heyetin bu çalışması 1889'da Helsinki'de neşredilir: Inscriptions de l'Ienissei recueillies et publiees par la societe finlandaise d'archeologie (Finlandiya Arkeloji Derneğince Toplanan ve Yayımlanan Yenisey Yazıtları). Bu neşirde Yenisey'deki 32 yazıtın kopyası yer almıştır. İlim adamlarının elinde şimdi bu tuhaf ve meçhul yazının yeni ve mükemmel kopyaları vardır. Hararetle yazıyı çözmeye koyulurlar. Hattâ Fin bilgini Otto Donner 1892'de kelimeler arasına konan üst üste çift noktalardan hareketle
TÜRK DİLİ TARİHİ 153
bu bilinmeyen yazının indeksini bile yapar: Wörterverzeichniss zu den Inscriptions de l'Ienissei. Fakat nafile! Meçhul harfler bir türlü kendilerini ele vermemektedirler.
1889 yılındaki yeni bir haber, bilginleri heyecanlandırır ve ümitlerini yükseltir. "Rus Coğrafya Cemiyeti Doğu Sibirya Bölümü tarafından ilmî bir sefer heyetinin başında Moğolistan'a" gönderilen etnograf ve gazeteci Nikolay M. Yadrintsev, Moğolistan'da araştırmalar yaparken aynı meçhul yazıyı taşıyan daha büyük taşlar bulmuştur. N. M. Yadrintsev, 1889 yılının 18 Temmuzunda, Orhun ırmağının suladığı mukaddes topraklarda, Ulan Bator'un 400 km kadar batısındaki Koşo-Çaydam gölü yakınlarında, 47,5 derece kuzey enlemiyle 103 derece doğu boylamının kesiştiği yerde, kap­lumbağaya benzer bir taş heykelin yanına uzanmış 3.75 metre boyunda be­yaz mermerden bir abide görür. Abidenin üzerinde, bir vakitten beri şu Yenisey boylarında bulunan kitabelerdeki o tuhaf yazılar vardır. İşte bu abi­de, daha sonra Köktürk şehzadelerinden kahraman Köl Tigin'e ait olduğu anlaşılan bengü taştır. Bir kilometre mesafede, üç parçaya bölünmüş, bir kısmı kumlar altında kalmış gri granitten yapılma bir abide daha vardı. Yadrintsev'in bulduğu bu ikinci abide Köktürklerin büyük hükümdarı Bilge Kağan'a aitti.
Yadrintsev'in aynı yıl Rusça olarak yayımlanan raporu hemen İngilizce ve Fransızcaya çevrilmiş ve haber Avrupa bilim çevrelerinde duyulmuştu. Fin bilginleri de 1890'da, Moskova'daki bir arkeoloji kongresinde haberi duymuşlardı. Haberi duyar duymaz Finliler, filolog ve etnograf Axel O. Heikel'in başkanlığında bir heyeti Moğolistan'a göndermişlerdi. Heyet 15 Mayıs 1890'da hareket etmiş ve 1891 Haziranında dönmüştü. Ruslar da W. Radloffun başkanlığında bir ilim heyetini Moğolistan'a gönderdiler. Heyet 1891 baharında hareket etmiş ve 2,5 ay Moğolistan'da çalışmıştı. Radloff, Pekin'e uğrayıp Çince metinlerin tercümesini yaptırmış ve deniz yoluyla St. Petersburg'a dörmüştü. Her iki heyetin seyahatinin neticesi 1892'de neşre­dildi: Inscriptions de L'Orkhon (Orhon Abideleri) Helsingfors, 1892 ve Atlas der Alterthümer der Mongolei (Moğolistan'daki Eski Abidelerin Atlası), St. Petersburg, 1892. Bu arada Yadrintsev, Moğolistan'daki araştırmalarına de­vam etmiş, 1891'de, İşbara Tamgan Tarkan'a ait olan Ongin bengü taşını da keşfetmişti. Başka bir araştırıcı, D. A. Klementz de Moğolistan'a gitmiş ve 1893 yılında Hoytu-Tamir kaya yazıtlarını bulmuştu (Orkun 1936: 18-19; Caferoğlu 1958: 107-108; Ligeti II 1970: 3-6; Ercilasun 1985: 62-63; Temir 1991: 37-43; Sertkaya vd. 2001: XI-XIII).
Köl Tigin ve Bilge Kağan bengü taşlarının bulunuşu, yazıyı çözmeye çalışan bilginlere yeni ufuklar açar. Bir kere yeni elde edilen yazılar, öyle
154 Ahmet B. ERCİLASUN
birkaç satır değil, oldukça hacimlidir. Üstelik her iki bengü taşın batı cephe­lerinde birer Çince metin vardır. Bu metinler okunmuş, tercüme ettirilmiş ve abidelerin Köktürklere ait olduğu anlaşılmıştır. Finlandiya Fin-Ugur Cemi­yetinin ve Rus İlimler Akademisinin neşrettiği mükemmel fotoğraflar ve atlaslar üzerinde âlimler heyecanla çalışmaya koyulurlar. Ömrünü, Türk dünyasını araştırmakla geçiren, Sibirya'dan Asya içlerine kadar uzanan uçsuz bucaksız topraklar üzerindeki Türk kavimlerini adım adım dolaşan, Türkolojinin babası, daha sonra Sultan 2. Abdülhamid tarafından mecidiye nişanıyla taltif edilecek olan büyük bilgin Wilhelm Radloff; o sıralarda üze­rinde çalışmakta olduğu Uygur harfli Kutadgu Bilig'i bırakmış ve Türklerin bu esrarlı yazılarının anahtarını bulmaya girişmiştir. Kopenhag'da bir başka âlim, Danimarka Kraliyet İlimler Akademisi âzası, ondan fazla dil bilen ünlü mukayeseli diller profesörü Vilhelm Thomsen de aynı esrarlı yazıların a-nahtarını keşfetmeye çalışmaktadır. İki bilgin arasında heyecanlı bir yarış başlamıştır. Yazının sağdan sola mı, soldan sağa mı yazıldığı bile meçhul­dür. Eldeki fotoğraflar bir o yana yatırılır, bir bu yana yatırılır; fakat bir türlü netice elde edilemez. Thomsen, Köl Tigin ile Bilge Kağan anıtlarındaki ben­zer metinlerden yararlanarak satırların sağdan sola sıralandığını anlar. Niha­yet en çok kullanılan işaretlerin, özellikle iki yanında aynı işaret bulunan üş işaretli kelimenin ortasındaki işaretin ünlü (sesli) olacağını düşünerek bun­lardan üç tanesini ayırır. İkisini doğru tahmin eder: i, o/u. Fakat aslında ö/ü olan üçüncüsünü e tahmin ederek yanılır ve bu yüzden çıkmaza girer. Sonra başka bir yol dener. Çince metinde geçen şahıs adlarını aramaya başlar. Ya­zının içinde sık sık tekrarlanan harf kümelerinin bu şahıs adlarına ait olabile­ceğini düşünmektedir. Fakat Çince metinde geçen Türk kişi adları, bütün diğer Çin kaynaklarında olduğu gibi anlaşılmaz bir vaziyettedir. Meselâ Bilge'nin adı Pi(t)-kia, Köl Tigin'in adı K'iueh-ti(k)-k'in şeklindedir. Yine de anıtlarda sık geçen kelimelerin kişi adları olduğunu düşünerek onları a-raştırmaya devam eder. Yenisey yazıtlarında da çok sık geçen dört harflik bir kelimenin peşine düşer. Üstelik bu kelimenin sonundaki i harfini de önceden keşfetmiştir. Şimdi gazete bulmacalarını çözerken yapıldığı gibi, diğer üç işaretin yerine çeşitli harfler tatbik ederek kelimenin ne olduğunu bulmaya çalışır. Sonunda o mukaddes kelimeyi yakalar: Teŋri (Tanrı). Şimdi elinde t, ŋ, r harfleri de vardır. Çok geçen başka bir harf kümesinin Türk, bir diğeri­nin de Kül/Köl Tigin olduğunu keşfeder. Böylece e zannettiği harfin ö/ü olduğunu da anlar. Arkası çorap söküğü gibi gelir. Danimarkalı dil bilimci esrarlı harflerin sırrını artık çözmüştür: 25 Aralık 1893 (Thomsen 2002: 12-17). Mukayeseli diller profesörü Vilhelm Thomsen, 1893 Aralığının 15'inde Danimarka Kraliyet İlimler Akademisi'nde bir toplantı ile bu meçhul ve es­rarlı yazıları nasıl çözdüğünü anlatır. 171 yıldan beri ilim adamlarını uğraştı-
TÜRK DİLİ TARİHİ 155
ran bu taştan abidelerin Türklere ait olduğunu bütün dünyaya duyurur. As-lında Thomsen alfabeyi çözdüğü sırada Radloff da çözüme çok yaklaşmıştı. Nitekim 22 Kasım 1893'te Thomsen'e yazdığı bir mektupta o da üç harfin ünlüleri gösteren harfler olduğunu ve birinin de i'yi karşıladığını belirtiyor­du. (Thomsen 2002: 9). Harflerin esrarını çözmedeki gecikmesini kapatmak isteyen büyük bilgin Radloff hemen harekete geçmiş ve 19 Ocak 1894'te Köl Tigin anıtını 50 nüsha olarak neşretmiştir: Die alttürkischen Inschriften der Mongoloi. I. Das Denkmal zu Ehren des Prinzen Kül Tegin. Aynı yılın Mart, Mayıs ve Ekim aylarında Radloff, Koşo-Çaydam anıtlarını üç fasikül hâlinde yayımladı ve yıl sonunda hepsini tek cilt hâlinde tekrar bastırdı. Bu ciltte metin ve açıklamalar vardı. Aynı yıl bastırdığı ikinci ciltte ise sözlük, indeks ve yazıtların Çince bölümü yer almaktaydı. 1895'te çıkan üçüncü ciltte düzeltmeler, ilâveler ve notlar yanında ilk defa olarak Yenisey yazıtları da yayımlanmıştı (Temir 1991: 46). Bu ilk ve acele yayınlarda pek çok yan­lışlar bulunmaktaydı. Nitekim Radloff un kendisi de sonraki yayınlarında bazı düzeltmeler yapıyordu. Vilhelm Thomsen de yazıyı çözdükten sonra hemen metinlerin neşri işine girişmiş; fakat kendisinin Kopenhag'da, basım işinin Helsinki'de olması yüzünden yayın gecikmiştir. 1894 Eylülünün baş­larında Cenevre'de toplanan X. Şarkiyatçılar Kongresinde sunulmak üzere eserinin ilk bölümünden çok az sayıda bastırabilmiş ve bu ilk teslim nüshala­rını bazı meslektaşlarına ulaştırabilmiştir. Daha sonra ağır bir hastalık geçi­ren Thomsen eserini tam olarak ancak 1896'da bastırabilmiştir: Inscriptions de l'Orkhon Dechiffrees par Vilh, Thomsen, Helsinki 1896 (Thomsen 2002: 295-296). Thomsen'in 1896'daki bu titiz ve mükemmel neşri, daha sonraki yayınlara daima örnek ve kaynak olmuştur.
47,5 derece kuzey enlemiyle 107,5 derece doğu boylamında, Tola ırma­ğının yukarı mecrasındaki Baym Çokto bölgesinde ve Köl Tigin ile Bilge Kağan abidelerinin 360 km doğusunda bulunan Tonyukuk bengü taşı, 1897'de botanikçi Yelizaveta Klements tarafından keşfedilir. Bu abideyi de ilk önce Radloff neşreder: Die alttürkischen Inschriften der Mongolei von Dr. W. Radloff. Zweite Folge. W. Radloff, Die Inschrift des Tonjukuk, St. Petersburg 1899 (Temir 1991: 46). "Radloff 1894 ile 1899 yılları arasında, 40 Yenisey, 10 Hoytu Tamir ve 6 Moğolistan (Köl Tigin, Bilge Kağan, Ongin, İhe Aşete, ihe Hanin Nur ve Tonyukuk) olmak üzere, toplam 56 ya­zıtı ilk okuyan, ilk tercüme dene, sözlüklerini ve gramerini yapar, yeni anıt­ları çeşitli yönleriyle değerlendiren bir usta, bir öncü bir rehberdir. Bugün belki bazı kelimelerini yanlış okumuş olması ve metni yanlış tercüme etmiş olması, 80-90 yıl önceki imkânlarla ve malzemelerle çalıştığı göz önüne alındığında onun çalışmalarının değerini asla küçültmemektedir." (Sertkaya vd. 2001: XXVIII).Talas yazıtlarının ilki öğretmen Gastev ile Evliya ata
156 Ahmet B. ERCİLASUN
nahiyesinin başkanı V. A. Kallaur tarafından 1896'da bulunur. 5 Mayıs 1898'de Kallaur aynı bölgede üç yazıt daha bulur. 1898'de bölgeye gelen Heikel de beşinci Talas yazıtını bulmuştur (Cumagulov 2001: 69-70). 1889'da M. Melioranskiy Köl Tigin anıtının okunuşunu ve Rusça tercümesi­ni ayrıca yayımlar. Suci bengü taşı 1900'de, Şine-Usu bengü taşı 1909'da ünlü Altay bilgini Finli Ramstedt tarafından keşfedilir. Ramstedt bu iki âbi­deyi mükemmel fotoğraflarıyla birlikte 1918 yılında neşreder. İhe-Huşotu bengü taşı, Kotwicz tarafından bulunur ve 1928'de Kotvvicz ve Samoyloviç tarafından fevkalâde fotoğraflarla yayımlanır.
Türkiye'de Köktürk anıtlarını ilk tanıtan bilim adamı Necip Âsımdır. İkdam gazetesinin 17 Şubat 1895 tarihli nüshasında, imzasız olarak çıkan "Hutût-ı Kadîme-i Türkiyye"(Eski Türk Yazılan) başlıklı uzun makalesinde Necip Âsım (?), Köktürk anıtlarından ve özellikle Köktürk harflerinden ve onların kökeninden baseder. Yazı aslında Thomsen'in 1896'da çıkacak olan eserinin ilk bölümünün ilk teslim nüshasını tanıtır. Henüz bütünüyle çıkma­dan, daha 1895 yılı başında, kitabın, İkdam gazetesinde uzun bir makaleye konu teşkil etmesi ilgi çekicidir (Bilge Ercilasun 1997: 331-338).
Müsteşrikler Kongresinde Ahmed Midhat Efendi, Thomsen'i tanımıştır. Thomsen, meşhur kitabından Ahmed Midhat'a da bir nüsha armağan etmiş, Ahmed Midhat da eseri Necib Asım Bey'e vermiştir. Thomsen'in meşhur eserinin alfabeyle ilgili kısmından istifade eden Necib Âsım, 1897 yılında Pek Eski Türk Yazısı adıyla İkdam Külliyatı arasında küçük bir risale neşre­der ve böylece ülkemizde Köktürk harfleri ve abideleri hakkında ilk kitap yayımlanmış olur. Aynı risale Türk Derneği tarafından 1911 'de tekrar basılır. Necib Âsim 12 Rebîülevvel 1315 (1897) tarihinde bu risaleye yazdığı mu­kaddimenin sonuna Köktürk harfleriyle "Necib" yazarak imzasını atar.
Necib Âsım, Thomsen'in eserini Şemseddin Sami'ye de göstermiştir. Şemseddin Sami, Orhun abidelerini bizde neşretmeye teşebbüs eden ilk a-damdır. 1903 tarihinde 104 sayfalık bir deftere, Köl Tigin bengü taşının do­ğu cephesini, orijinal harfleriyle, transkripsiyonu ve tercümesiyle kaydet­miştir. Fakat Ş. Sami, bu defteri tertip etmeye başladıktan bir yıl sonra vefat eder ve iş yarım kalır (Levend 1969: 97-98).
Vilhelm Thomsen'in eseri 1910'larda Türkiye'nin bilim çevrelerinde tanınmaktadır. 1915'te, Millî Tetebbular Mecmuası'ndaki yazılarında Ziya Gökalp ve Fuat Köprülü Thomsen'e sık sık atıflarda bulunurlar (Bilge Ercilasun 1997: 348).
Köktürk bengü taşlarının kısmen de olsa ilk tercümesi bir hikâyecimize aittir ve bir roman içinde yer almaktadır. Ahmet Hikmet Müftüoğlu'nun "Gönül Hanım" romanı. Birinci Dünya Savaşında Ruslara esir düşen Türk ve
TÜRK DİLİ TARİHİ 157
Macar roman kahramanları iki Tatar genciyle Orhun bölgesine seyahat e-derler ve anıtları okuyup tercüme ederler. Müftüoğlu bazı parçaların yerleri­ni değiştirmekle ve yer yer san'atkârane üslûbunu katmakla beraber aslına oldukça sadık bir tercüme yapmış, hatta bazen de orijinal biçimleri dip not­larda vermiştir. Tabiî ki bu anıtların tamamının tercümesi değil, kısmî bir tercümedir. Eserin Tasvîr-i Efkâr gazetesinde tefrika edildiği, dolayısıyla tercümenin yapıldığı tarih 1 Şubat 1920 - 13 Nisan 1920'dir (Bilge Ercilasun 1997: 380-390).
Köktürk harflerini bizde ilk tanıtan Necib Âsim olduğu gibi, Orhun abi­delerini ilk defa neşretme şerefi de ona aittir. Darülfünun Türk Lisanı Mü­derrisi Necib Âsım Bey'in 1925'te Maarif Vekâleti neşriyatı arasında ya­yımladığı Orhun Âbideleri adlı eser, hem Köl Tigin ve Bilge Kağan bengü taşlarının metin ve tercümelerini, hem de Orhun Türkçesinin gramerini içine alır.
Köprülüzade Mehmed Fuad (Fuat Köprülü), 1928'de yayımladığı Türk Edebiyatı Tarihi'nde anıtlardan kısaca bahseder ve onları üslûp yönünden değerlendirerek, özellikle Köl tigin anıtının yüksek bir edebî değere sahip olduğunu ifade eder.
Ragıp Hulusi'nin Thomsen'den çevirdiği üç büyük taşa ait tercüme, Mo­ğolistan 'daki Türkçe Kitabeler adı ile Türkiyat Mecmuası'nın üçüncü cildin­de, 1935 yılında yayımlanır.
Türkiye'de bengü taşlan en geniş ölçüde işleyen, büyük tarihçi Hüseyin Namık Orkun'dur. Eserini çıkardığı yıllara kadar yapılmış olan bütün neşri­yatı ve fotoğrafları masasının üzerine yayan H. N. Orkun, hem Yenisey, hem Orhun bengü taşlarının en mükemmel neşirlerinden birini meydana getir­miştir. 1936-41 yıllarında 4 cilt olarak çıkan Eski Türk Yazıtları adlı bu âbi­devî eser, o yıllara kadar bulunmuş olan Köktürk harfli ne varsa, tek kelime­lik mühürlere, kemer tokalarına varıncaya kadar her metni fotoğraflarıyla, transkripsiyon ve tercümeleriyle, izahlarıyla, sözlüğüyle verir. Türklüğe ve Türk'ün semavî atalarının ebediyete miras bıraktığı bengü taşlara aşk derece­sinde bağlılık duyan bu yüce yaradılışlı insan, tıpkı Köl Tigin ve Bilge Ka­ğan gibi, tıpkı Tonyukuk gibi "gece uyumamış, gündüz oturmamış, ölesiye bitesiye" çalışmış, abidelerin bulunduğu mukaddes yerlerin adını adına ek­lemiş ve bu dört ciltle, 1200 yıl önce uzak doğunun bozkırlarından yükselen "gönlümde ne kadar söz varsa bu ebedî taşlara yazdırdım. En uzaktaki ferdi­ne kadar bütün Türk milleti! Bu taşlara bakınız ve ona göre hareket ediniz" sözlerini altı bin kilometre mesafedeki Köktürk çocuklarının dimağlarına yeniden nakşetmiştir.
158 Ahmet B. ERCİLASUN
1943'te Nihal Atsız Türk Edebiyatı Tarihi adlı eserinde Tonyukuk ve Köl Tigin bengü taşlarının bugünkü Türkçeye çevrilmiş şekillerini verir.
Muharrem Ergin'in ilk baskısı 1970'te neşredilen Orhun Âbideleri üç büyük bengü taşın yeni okunuş ve tercümelerini ihtiva etmektedir. Bugüne kadar 30 baskı yaparak Köktürk çocuklarının ellerine ulaşan bu kitap; ön sözünde Orhun âbidelerini en mükemmel şekilde vasıflandıran ateşten ifa­deleriyle, ebedî ve mukaddes seslenişi yüz binlere duyurmayı başarmıştır.
Şimdi Muharrem Ergin'in talebesi Osman F. Sertkaya bir kuyumcu ti­tizliğiyle abideler üzerinde çalışmakta; konuyla ilgili olarak dünyanın dört bir yanında çıkan neşriyatı ısrarla takip etmekte; hâlâ meçhul ve tereddütlü kalan bazı noktaları vukufla aydınlatmakta ve bu çözüm çalışmaları yerli-yabancı milletler arası dergilerde yayımlanmaktadır. 1985 yılında Büyük Türk Klasikleri dizisinin 1. cildinde, "Bengütaş Edebiyatı" başlığıyla Ahmet B. Ercilasun da Köl Tigin ve Tonyukuk anıtlarının yeni bir aktarımını ver­miş, anıtları özellikle edebî yönden değerlendirmiştir.
Amerika'dan Japonya'ya kadar bütün dünya Türkologları hâlâ heyecanla bengü taşlar üzerine eğilmekte, her gün yeni bir problemi halletmektedirler. Japon bilginlerinden H. Onogavva, 1950'de Toru Haneda armağanında Ongin bengü taşını yayımlar. Bütün bengü taşlar üzerinde en çok uğraşan bilginler­den biri de Rus Türkoloğu Sergey E. Malov'dur. Malov 1951 'deki Pamyatniki drevnetyurkskoy pis'mennosti (Eski Türk Abideleri) adlı kitabın­da Köl Tigin, Tonyukuk, Talas ve Suci bengü taşlarını; 1952'deki Yeniseyskaya pis 'mennost' tyurkov adlı eserinde Yenisey yazıtlarını yayım­lar. 1959'da Pamyatniki drevnetyurkskoy pis'mennosti Mongolii i Kirgizii (Moğolistan ve Kırgızistan'daki Türk Abideleri) adlı eserini neşreder.
Türkçe ve Moğolca İncelemeleri adlı kitabının baş tarafına Yûsuf Has Hâcib'in

Yüklə 4,22 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   44   45   46   47   48   49   50   51   ...   181




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə