İNCELEME
aşağıda onun on beş katı büyüklükte bir ticaret
alanı yaparız olur biter. Süleymaniye’yi değişik
görmek gerekiyor, çünkü on üç-on dört işlevin
tümünün kamusal kullanım için yaratıldığını
anlamak gerekiyor. Süleymaniye’ye baktığınız
zaman yapısal açıklık görürsünüz: taşıyan belli-
dir, taşınan bellidir. Tümüyle yapısal bir olaydır,
kesinlikle biçim olayı değildir. Yapım yöntemi
bu coğrafyadaki gereçlerle yapılabilecek bir
yöntemdir. Oylum, “Mekânsal algılama” hem
tinseldir, hem de duygusaldır. Bu nedenle
Sinan’ı, halk yapı sanatının ilkeleriyle çakışan
kamusal sanatıyla iyi anlamağa çalışmak ge-
rek. İnsanından hiç kopmamışlığını anlamak
gerekiyor...
Ayrıca şunu da söylemek durumundayım, be-
nim ağabeylerim birbirlerine bakarak namaz
kılarlardı. Müslümanlığı doğru dürüst anlayan
insanı bulmak zordur. 1927 nüfus sayımında
okuma yazma bilen kadınlar kaç kişi biliyor mu-
sunuz? 267 kişi...
Ben kime neyi anlatacağım bana söyler misiniz?
Hangi dille?
Köln’de bir yarışmaya beni Seçici Kurul Üyesi
olarak çağırdılar, 120 tane proje gelmiş 90 tane-
sinin minaresi yok diye biz görmeden yarışma
dışı bırakmışlar. Geriye 30 öneri kalmış. Doğru
düzgün tartışabilmek için gelen önerilerden
yalnızca dörtte biri kalmıştı kısacası.
Etimesgut Camisi’nin altıgen oluşunda bir
anlam var. Allah, Muhammet, dört halife...
Mihrab’dan ışık geliyor, ilk aydınlığın oradan
gelmesi çok önemli geliyor bana. Mihrabın
bir yanı açık, sabah ışığını alıyor. Geçenlerde
televizyonda duydum, sanki daha önce böyle
bir şey yapılmamış gibi, ilk kez böyle modern
bir şey yapılıyor gibi anlatılıyordu, gerçekten
Bu gelişmeyi Genel Kurmay Başkanı’na anlattı-
ğımda, “iyi ama” dedi “bu caminin içine imamı
nerden bulacaksın”. “Bu benim ödevim değil, o
sizin ödeviniz” yanıtını verdim.
Caminin açılışında dedim ki: “Siz komutansınız,
buyruk verin, ezanı Türkçe okusunlar.” (Çünkü
ben dünyanın herhalde yarısından fazlasını gör-
düm, hiçbir yerde, kendi dilinden başka bir dille
dua eden insanlara rastlamadım, Türkiye’den
başka. Bu toplantıdan çıkmasını istediğim yal-
nızca böyle bir karar olduğu için bu konuşmayı
yapmayı istedim.)
Bana Sayın Cemal Tural’ın (Genel Kurmay Başka-
nı) yanıtı: “Beni politikaya karıştırma” oldu.
Sapla samanı karıştırmadan, yalan söylemeden,
“oku” diye başlayan bir kutsal kitabı olan benim
insanıma anlayabileceği sözcüklerle konuşma-
mız gerekiyor.
Alfabemiz Latin “abece”si değildir. Bugün
Batı ile birlikte bizim de kullandığımız abece
Anadolu’dan batıya gitmiştir.
Bir Alman profesörün dediği gibi, Mustafa Ke-
mal abeceyi anayurduna geri getirmiştir.
Osmanlı Mimarisi’ne Başka Türlü
Bakmaya Çalıştım
Halk mimarlığıyla eş ilkeleri kullandıklarını gör-
düm. Süleymaniye’yi getirin gözünüzün önü-
ne, içten dışa bir çözümle yapılmıştır, dış ile iç
birbirlerine tam anlamıyla uyumludur. Moder-
nizm eş paylaşımcılıktır. Anlattım ya, eskil (an-
tik) çağda insanlar tapınağa yaklaşamazlardı
bile. Ayasofya, Justinyen için yapılmıştır. Ama
Süleymaniye eş paylaşım için yapılmıştır. Eğer
bu ayrımı görmezsek, yukarda küçük bir cami,
kimseye “burada ne büyüklükte cami yaparsak
gereksinim ortadan kalkar?” diye bir soru sordu
mu acaba? 1960 başlarında, yanlış anımsamı-
yorsam, Türkiye’deki camilerin % 80’ini Erme-
ni kalfalar yapıyordu. Biz yapı yapmayı ancak
Cumhuriyet döneminde öğrendik. Ondan
önce gerçekten bir takım eksikliklerimiz vardı.
Yapılarımızı genellikle askere almadığımız va-
tandaşlarımız yapıyordu. Bunlar ayrıca tartışıla-
cak konular.
Peki, 1000 kişilik cami yerine 250 kişilik cami
olunca ne oldu? 1000 kişilik cami için gelen
gereçleri, 250 kişilik cami için gerekli olanla-
rın dışındakileri, hiç unutmadığım yüzbaşım
sevgili Tufan Kutlu ile birlikte başka işlerde
kullandık. Örneğin su getirildi. Çünkü erlerin
değil yıkanmak için, WC’lerde kullanmak için
bile suları yetersizdi. Etimesgut’ta Kutuğun
Deresi vardır. Erlerin WC olarak kullandıkları
bu dereden matarasını doldurmadı diye al-
bayın bir eri azarladığını gördüm. Erin elini
yüzünü yıkayacak suyu yok, ben oraya cami
yapacağım. Sanırım abdest alması da o suyla
olacak. Gereci, 16 değişik inşaatta kullandık.
Askerlerin bütün gereksinimlerini sağladık.
Lütfen bunun ne demek olduğunu düşünün.
Hiç ilişkisiz bir yere, Sultan Süleyman’mış gibi
ben şuraya cami yaptıracağım demiyorum.
Kaldı ki Sultan Süleyman’ın camisinin yerini
Sinan seçmişti.
Bana verilen erlerin içinde yapı işlerinden
anlayan Samsunlu bir ustadan başka kimse
yoktu. Yalnızca yirmi er verdiler. Onlara kazma
tutmayı öğrettim, kazmayı öğrettim, duvar
örmeyi öğrettim, onlarla yaptık camiyi. Tasa-
rımı onaylatmak için bir kitapçık yazmak zo-
rundaydım: Biz ne zaman Müslüman olduk,
ne tür yapıları kullandık, nereye doğru eviril-
dik.
Resim 17-18. Etimesgut Zırhlı Birlikler Gösteri Tatbikat Alayı Camisi.
46
| GÜNEYMİMARLIK | EYLÜL2013 | SAYI 13
le/strüktür/biçim özelliklerini bütünleyen saf
bir konseptin görselleştirildiği cami, mütevazı
boyutlarına karşın kanımca önemli bir kilomet-
re taşıydı. Altıgen planı bir ilkti elbet. Geleneğin
kare ve dikdörtgenlerinden ayrılarak bir ilk adım
atılmıştı. Üstelik simetri içermeyen bir altıgen.
Duvarların kaydırmalı birleşmelerindeki düşey
aralıkların sağladığı ışık huzmelerinin oluşturdu-
ğu yeni bir mekân algısı zamanları (Namaz Va-
kitlerini) bildirmeleri ve üstte çepeçevre dolaşan
Corbusienne ışık aralığı.”
Etimesgut camii Ağahan Ödülü’ne de aday gös-
terildi. Ancak askerlerin bölgesine girip belgele-
meğe izin verilmedi.
Daha sonra 1970’lerde Denizli’den bir istek gel-
di. Onların geçmişle bağlantı kurma isteğine
kendi çağdaş yorumumla yanıt vermek istedim.
Betonarme tavan deseninden Kâbe oylu-
mu içinde sanal bir yarım küreye dek sar-
kan ampullerle gündüz ışıksız, gece ışıklı
bir kubbe önerdim. Gene namaz vakitle-
rine göre açıklıklar yaptım. Cephede dışa
doğru bir çıkıntı yapan Mihrab bu kez te-
pesinden ışık alıyordu.
Bir başka denemem de İzmir’de bir yapım yeri
için 1970’lerde önerdiğim küçücük bir mescit
idi. Çelik taşıyıcılar arasında ahşap duvarlarla gi-
rişte ayakkabılarınızı koyduğunuz yerden çıkışta
ters yönden alıyorsunuz. Minarede yalnızca bir
kaç basamaklı bir yükselti...
Son Bir Özetleme
İnançta bir ilerleme, çağdaşlaşma olmadan
onun mimarlığında çağdaşlaşmayı onay-
latmak çok zor. Ama bu yolda denemeler
yok değil... Sinan’ın işvereni kendini yeryü-
zü egemeni gören bir sultandı, bugünküler
gibi kamudan bir şeyler çalmağa çalışanlar
değil.
şaşırıyorum. Ne denli belleksiz bir toplumuz.
Öğle ışığı, ayrı bir yarıktan, ikindi ışığı başka
yarıktan geliyor. Demek ki siz oylumun için-
deyken, “namaz vakti”ni algılayabiliyorsunuz.
Minber cemaate engel olmayacak biçimde
yerleşmiş... Yapı yapmasını bilmeyen asker-
lerle birlikte yaptığımız bir yapı... Ama asıl
önemli olan içerideki yazılar... Orada namaz
kılan insanlar kendi abeceleri ile yazılan yazı-
ları anlayabilirler.
“Gerçekten çağdaş cami” diye tanımlandı bu
işim yurt içinde de dışında da... Birçok kez yayın-
landı... Dedim ya yarım yüzyıl önce...
Prof. Sayın Afife Batur da “Sinan’dan Kemaleddin’e
ve bugüne” başlıklı yazısında şunu söylüyor:
“Aradan geçen 50 yıl kendi adıma bir hayal kırıklığı
oldu. Neyse ki sayıları çok sınırlı da olsa ‘Yapıt’ ola-
rak adlandırılmayı hak eden tasarımlara sahibiz.
Sunacağım ilk örnek 1965 yılına tarihlenen ve
mimar Cengiz Bektaş tasarımı olan Etimesgut
Zırhlı Birlikler Gösteri Tatbikat Alayı Camisi’dir.
Kendisinden geleneksel bir cami istenen Bektaş’ın
çağdaş bir tasarım için yönetim kademesini ikna
etmesiyle inşa edildi. Modernist mimarlığın kit-
Resim 19. Denizli Ahmet Hulusi Efendi Camisi.
Resim 20. Asmaş Mescidi.
GÜNEYMİMARLIK | EYLÜL2013 | SAYI 13 |
47