Uygarlik tariHİ Server Tardlli


İngiliz filozofu Bacon (1561-1626)’un çömezi olan 18. yüzyıl aynı zamanda denemeler yüzyılıdır da



Yüklə 1,37 Mb.
səhifə9/46
tarix16.08.2018
ölçüsü1,37 Mb.
#63403
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   46

İngiliz filozofu Bacon (1561-1626)’un çömezi olan 18. yüzyıl aynı zamanda denemeler yüzyılıdır da.

Fransızca bir çeşit uluslararası dil haline gelmiştir: Gazeteler çok kez Fransızca çıkardı; o zaman hayli faal olan çeşitli akademilerin tutanakları Fransızca yazılır ve birçok Alman yazarı gibi Büyük Friedrich de meramını Fransızca dile getirirdi. Modadan kral saraylarına dek, her yanda Fransız zevki taklit edilir; Lizbon'dan Saint-Petersburg'a değin, yalnız Fransız kitapları ve sanat eserleri değil, Fransız artistleri, edebiyatçıları -ve bu arada ahçıları- taşınır dururdu. Fransa'nın şatoları, Paris'in alanları, hele ünlü "Versailles Sarayı" bütün Avrupa'da taklit konusu idi. Çok kez, Fransız mimarlarına yaptırılırdı bu taklitler.

Saraylardan bahçelere dek tüm Avrupa'yı kaplayan bütün bu eserler, "klasik sanat"tan esinlenmektedir ve 16. yüzyılın sonlarından başlayarak tüm Avrupa'ya yayılmış olan barok akımını provensializme ve dinsel sanata doğru itmektedir.

Klasik sanat, özellikle saraylar ve konakların yapımında etkisini gösteriyor. Uluslararası ticaretten zenginleşmiş kentlerin süsü de aslında onlardır. Klasik sanatta simetri, süsleme, yalınlık, zariflik, orantılarla yetkinlik vardır. İlkçağ Yunan ve Roma sanatının esinleridir aslında bütün bunlar. Yüzyılın sonuna doğru, XVI. Louis Stili ortaya çıkacak, biçimler değirmileşecek, iri sütunlar eserleri ağırlaştırmaya başlayacaktır. Aynı zamanda Ro- mantizm'e de bir başlangıçtır bu: İngilizvari bahçelerin duygusal düzensizliği, dengeli bir perspektifin yerine geçmeye başlamıştır.

Heykel ve resim, sanatın gözde alanları olmakta devam etmektedir. Bouchardon, Falconet, Houdon, Watteau, Boucher, Fragonard... yüzyılın büyük ustalarıdır.

Belki yalnız müziktedir ki, Fransa o yüzyılın yıldızı değildir. Gerçi, -bütün 18. yüzyıl Avrupası'nda olduğu gibi— Fransa'da da canlı bir müzik yaşamı vardır. "Oda müziği" gelişmiştir ve 17. yüzyılda doğan "opera" -başka ülkelerde olduğu gibi- orada da gözdedir. Bir Rameau büyük bir bestecidir. Ama 18. yüzyılın en büyük bestecileri, bir Johann Sebastian Bach, bir Haydn ve -son olarak- bir Mozart Almanya'da ve özellikle Avusturya'da dehalarını ortaya koyarlar.

Bütün bu sanat, aslında soyluların ve burjuvazinin yaşayışını renklendirmektedir. Bu sınırlar, yüzyılın bir başka özelliğini belirten kulüpler, kahveler, özellikle salonlarda -mideden düşünceye varıncaya dek- her şeye karşı duydukları zevki inceltmekte ve yetkinleştirmektedir.

Bilim ve felsefe

Bu aydın ve incelmiş topluluğun merakı ve zekâsı, aynı zamanda "doğa"nın incelenmesine, "bilime" de çevriliyor. 18. yüzyıl, çeşitli sözlüklerin, halkın anlayacağı biçimde yazılmış eserlerin, ansiklopedilerin yüzyılıdır. D'Alembert ve Diderot'nun Ansiklopedi'si -çok geçmeden- yüzyılın simgesi haline gelir. "Doğa", 18. yüzyılın temel kavram] arındandır. J. J. Rousseau, "el değmemiş doğa sevgisi"ni dile getirir.

İngiliz filozofu Bacon'un (1561-1626) çömezi olan 18. yüzyıl aynı zamanda denemeler yüzyılıdır da.

Her alanda gelişme halindedir bilim. Astronomide, Nevvton'un genel çekim kuramı düşünceye büyük yenilik getirmiştir. Bunun gibi, Fransız bilginlerinden Lagrange ve Laplace gök mekaniğini aydınlatmaktadırlar. Fizik, ısı ve özellikle elektrik üstüne araştırmalar da büyük gelişmeler kaydetmekte; kimya, Lavoisier ile gerçek bir bilim halini almakta; Buffon, doğa bilimleri alanında cesur birtakım bireşimler ileri sürmektedir.

Ne var ki, 18. yüzyıl, her şeyden önce "filozoflar" yüzyılıdır. Filozoflar, doğa incelemesinde Descartes'ın kuşkusunu uygular ve "sağduyu"nun, en çetin sorunları çözebileceğini düşünürler. Bunlardan bazıları Locke ile Condil- lac'ı izleyerek düşüncenin tek kaynağını duygularda görürler. Hıristiyanlık da içinde olmak üzere, bütün "tarihsel" dinleri reddeden filozoflar ya "deist"tirler ya da -nadir de olsa- "tanrıtanımaz". Felsefi eserlerde "metafizik" az yer tutar. Düşüncelere çözümleme ve yararlılık egemendir. Bunun sonucu olarak, dikkatler, çok zaman "sosyal olaylar"a çevrilmektedir.

Ve asıl yaratıcı faaliyet de o zaman kendini göstermektedir.

Böylece, Voltaire, birbirinden kopuk olayların ve ayrıntıların dışına çıkarak, "XIV. Louis’nirı Yüzyılı" adlı eseriyle, yeniçağın ilk tarih kitabını veriyor. Bunun gibi, toplumda zenginliklerin nasıl üretildiği, dağıtıldığı ve tüketildiğini araştıran fizyokratlar, birtakım değişmez kanunların varlığını görüyorlar ve böylece iktisat biliminin ilk esaslarını koyuyorlar. Montesquieu, coğrafi etkenlerle toplumdaki örfler ve kuramların karşılaştırılmasından genel kanunlara vararak sosyal bilimin olasılığını gösteriyor; Locke ise, siyaset biliminin temellerini atıyor bir bakıma.

Filozoflar, işte bu kanunlara bakarak, örflere dayanan toplumu, Kilise'nin ayrıcalıklarını, köhne monarşinin geleneklerini mahkûm ediyorlar. Voltaire, Diderot ve fizyokratlar gibi bazıları için ülkü, aklın kanunlarına göre hareket edecek olan bir "aydın despotluk"tur. Öteki bazıları, başka çözümler öneriyorlar.

Bunlardan Montesquieu ve Rousseau'nunkiler üstelik büyük bir geleceğe de adaydırlar.



  • Gerçekten Montesquieu'ye göre, her toplum için amaç, bireylerin özgürlüğüdür. Kimdir bu özgürlüğün düşmanı? Despotluk. O halde, özgürlüğü gerçekleştirmek için despotluktan sakınmalı. Onun da yolu, devlette özellikle yasama, yürütme ve yargıyı birbirinden ayırmaktır.

"Güçler ayrılığı" ilkesini kabul etmek yani.

  • Rousseau ise, insanlığın gelişimi ile ilgili şöyle bir düşünceden hareket eder: Önceleri doğal bir yaşamı yaşamışlardır insanlar. O zaman özgürdüler; mutlu idiler de. Daha sonra, aralarında bir sözleşme yaparak, toplum yaşamına geçmişlerdir. Ne var ki, sözleşmenin hükümlerine uymaz olmuştur iktidardakiler. Artık doğal yaşayışa dönmek söz konusu olamaz. Ama hükümleri bozulmuş sosyal sözleşmeye de eski değerini ve gücünü vermek gerekir. Bu olasıdır ve yolu da toplumda yönetimi halka vermektir, "egemenlik halkındır" çünkü.

İngiliz parlamentarizminin etkisini taşıyan Montes- quieu'nün sistemi bireysel ve liberaldir; Rousseau ise, eşitliği savunarak ve "özgürlüğü, kanunların yapılışına katılma diye göstererek siyasal demokrasinin kurallarını koymaktadır.

Her iki düşüncenin de büyük etkileri olmuştur: Önce her ikisi bir bireşime kavuşturulmak istenmiş (örneğin Condorcet); sonra da, 19. yüzyılda çeşitli ideolojik mücadelelere kaynaklık etmişlerdir. Hele Rousseau'nun "mutlak demokrasi"si, Marksist demokrasi anlayışını çok noktada etkileyecektir ilerde.

DAHA ÇOK BİLGİ

E. R. Curtius, Fransa Üstüne Deneme (çev. S. Eyüboğlu), İstanbul, 1953.

E. H. Gombrich, Sanatın Öyküsü (çev. B. Cömert), İstanbul, 1980.

Murat Sarıca, Siyasi Düşünce Tarihi, 3. Bası, İstanbul, 1980.

OKUMA

AYDINLANMA FELSEFESİ NEDİR?

Feodal düzen içinde yavaş yavaş gelişerek iktisadi ve sosyal alanda üstünlüğü ele geçiren sınıfın burjuva sınıfı olduğunu daha önceleri belirttik. İşte maddi temellere dayanan bu olay, yeni bir sosyal sınıfın ortaya çıkarak siyasi iktidara adaylığını koyması olayı, her zaman olduğu gibi, yeni bir dünya görüşü, yeni bir felsefe, yeni bir iktisadi ve sosyal doktrini de beraberinde getirmiştir. İşte burjuvaziye özgü bu genel dünya görüşüne "Aydınlanma Felsefesi" diyoruz.

İlkçağda Yunan Aydınlanmasının merkezi Atina idi. 18. yüzyıl Aydınlanması ise bütün Avrupa'ya yayılmış olan bir fikir akımıdır.

Aydınlanma felsefesi önce İngiltere'de başlamış; oradan Fransa'ya geçmiş ve çok radikal bir nitelik kazanmıştır. Almanya'ya da kısmen Fransa yoluyla, kısmen de İngiltere'den gelen bu akım, Avrupa'nın bu üç büyük ülkesinde bunların sosyo-po- litik özelliklerine uygun şekiller almıştır. Aydınlanma felsefesi, İngiltere'de daha çok deneyci, Fransa'da daha çok akılcı, Almanya'da ise daha çok mistik-akılcıdır...

Aydınlanma felsefesinin dayandığı ilkeler, yalnızca burjuvaziye değil, bütün insanları kapsayan, eski düzenden yana olanlara karşı (asiller, rahipler) bütün insanların mutluluğunu amaç edinmiş görünen ilkelerdir. "Hürriyet", "ilerleme", "insan değeri" gibi kavramlar, bütün insanlığı hedef tutmaktadır. İnsanın özü gereği bir değer olduğu, burjuva felsefesinin temel ilkesidir.

Aydınlanma felsefesinin amacı, peşin yargıları yıkmaktır. Aydınlanma felsefesi akla, doğaya, insanın mutluluğuna aykırı tüm peşin yargılara, boş inançlara karşıdır...

Aydınlanma felsefesi, her şeyden önce, Katolik dinin getirdiği peşin yargılara karşı çıkıyordu... Dinin getirdiği peşin yargıları ortadan kaldırmak otomatik olarak siyasi peşin yargıları da söz konusu etmek, zayıflatmak anlamına geliyordu. Bu peşin yargılara karşı çıkışın kökleri, Rönesans ve Reform hareketlerine dayanmaktadır.

(Murat Sarıca, Fransız İhtilali, İstanbul, 1970, s. 30-33)

SORULAR


  1. Batı uygarlığının gelişiminde 18. yüzyılın önemi nedir?

  2. 18. yüzyılda Fransız kültürü nasıl bir yer tutar?

  3. 18. yüzyılda bilimsel gelişmeler nasıl bir tablo gösterir?

  4. "Aydınlanma felsefesi" deyince ne anlaşılır? (Okuma parçasını okuyunuz.)

  5. Montesquieu ile Rousseau'nun düşünceleri arasında temel ayrılıklar hangi noktalardadır? Kendilerinden sonra etkileri neler olmuştur bu düşünürlerin?


J


i


!





BÖLÜM IV

BATI UYGARLIĞINDA


DEVRİMLER

(19. YÜZYIL)



  1. yüzyıl, Batı uygarlığının tarihi için, ani ve keskin dönüşümlerin, -daha yerinde bir deyimle- "devrimler"in yüzyılıdır. Yalnız "siyasal" değil, "iktisadi" ve "sosyal" alanda da böyledir bu. Öylesine değişikliklerdir ki bunlar, yeni bir "yön" verir tarihe, yeni bir hız kazandırırlar.

Ama yalnız Batı uygarlığının tarihine değil, bütün insanlığın tarihine de...

FRANSIZ DEVRİMİ



Devrimin nedenleri

Önce şu iki kavrama değinelim: "İhtilal" ve "devrim" kavramlarına.

İhtilal, mevcut bir durumun ya da toplum düzeninin zor kullanılarak ansızın değiştirilmesi ya da yıkılması anlamına gelir. Devrim ise, daha geniş kapsamlıdır. İhtilalin yıkıcı niteliğinin yanı sıra, "yapıcı" öğeyi de içerir. İhtilaller, tasfiye edilen "üretim ilişkileri" nin yerine, daha gelişmiş bir yeni düzen kurabildiklerinde devrime dönüşürler.

1789 İhtilali, bu anlamda bir devrimdir.

Nereden kaynaklanıyordu Fransız Devrimi?

Daha önce belirttiğimiz gibi, 18. yüzyılda "filozoflar", "akıl" adına, örflere dayanan mutlak monarşiyi sert bir eleştiriye tabi tutmuşlardı. Öte yandan, "soylular" ve "ruhban", Fransız toplumunun bu "ayrıcalıklı" sınıf ve zümreleri, bu ayrıcalıklarını haklı gösterecek hiçbir etkin rol oynamıyorlardı. Oysa "burjuvazi", iktisadi planda en zengin, giderek egemen bir sınıf durumuna geldiği halde, bu ayrıcalıklardan yararlanamıyor ve bunun sonucu olarak da bu ayrıcalıkların kaldırılmasını istiyordu. Ayrıcalıklı sınıf ve zümrelerin varlığı toprağa bağlı olduğu halde, burjuvazi toprağa bağlı değildir. Geçimini, ticaret ve zanaatle sağlamaktadır. Zamanla, bu sınıfın çıkarları, hem feodal toprak düzeniyle hem de kentlerdeki zanaat erbabının ilişkilerini düzenleyen korporasyonların sıkı disiplini ile çelişmeye başlar.



Köylülere gelince, bu çok yoksul ve kültürsüz kitleler, ilkel koşullar altında ve sefalet içinde yaşıyorlardı. O zamanın bir karikatürü, köylüyü sırtına iki kişinin bindiği bir insan olarak göstermektedir. Böylece -toplumdaki gelişmeye zaten ters düşmüş olan- "feodal haklar" ağırlığını artık çekemez olmuşlardı.

Fransa'da devrim öncesi sosyal sınıflar tablosunun bu görünüşü, devrimin temel nedenleridir.

Bu nedenlerin zorunlu sonuçlarım doğurması için uygun birtakım koşulların ortaya çıkması gerekiyordu. O yılların bir mali ve iktisadi bunalımı bu koşulları hazırladı. Soylular, "Etats-Généraux"nun toplanarak, mutlakıyetin sınırlı (meşruti) bir hale getirilmesiyle, bu bunalımlardan -kendi hesaplarına- yararlanabileceklerini sandılar. Ne var ki, 1789'da toplanan "Etats Généraux"da burjuvaziyi temsil eden "Tiers-Etats", mutlakıyete son vermek konusunda ayrıcalıklı sınıf ve zümrelerle anlaşırken, ayrıcalıkları da ortadan kaldırdı.

Devrimin gelişimi

Burjuvazi, soylulara karşı giriştiği bu mücadelede başarıya ulaştı: Onun zaferi, halk kitlelerinin gözünde, "fe- odalite"nin ve onun "yükümlülükleri"nin tasfiyesi anlamına geliyordu çünkü. Bunun içindir ki, özellikle Paris halkı, 14 Temmuz 1789'dan başlayarak, "Eski Rejim"i kurtarmak için kralın yaptığı girişimleri etkisiz bırakacaktır.

Anayasayı hazırlayacak olan Millet Meclisi, 9 Temmuz 1789'da "Kurucu Millet Meclisi" adını alır. Kendilerini milletin temsilcileri olarak ilan edenler, yasama gücünü ele geçirmekle beraber, iktidarı kralla paylaşmaktan vaz-


geçmiş değillerdir yine de. Mecliste ve halk arasında cumhuriyetçi düşünceler henüz yaygın değildir.

26 Ağustos 1789'da "İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi" kabul edilir. Eylül 1791'de bir Anayasa kabul edilerek "sınırlı bir monarşi" kurulur.

İlk anayasasıdır bu Fransa'nın.

XVI. t. ou is, elinden mutlak iktidar alındıktan sonra ayrıcalıkların kaldırılışına karşı çıkmak girişiminde bulunur. Devrim, 10 Ağustos 1792 ayaklanması ile, onu bütünüyle tasfiye eder; krallık yıkılır ve az sonra da "Cumhuriyet" ilan edilir. Yeni rejimin anayasası da 24 Haziran 1793'te kabul edilir.

İlk Cumhuriyetidir bu Fransa'nın.

Bunun sonucunda, bütün Avrupa monarşileri Fransa'ya karşı birleşirler. Burjuvazinin iktidardaki ilerici kanadı, yani Jakobenler, bu dış tehlikeye karşı, içeride -birtakım demokratik önlemlere de başvurarak- halkla daha sıkı biçimde bağlaşıklık kurarlar: Genel oy, mülkiyetin genişletilmesi, herkese açık eğitim, sosyal yardım gibi konular bu önlemlere örnektir. Ancak Robespierre'in düşüşü (1794) ile, rejimin bu "demokratik ve sosyal" görünüşü kaybolur ve yeniden 1789'un "bireyci ve liberal" programına dönülür. Yeni döneme, Fransa tarihinde "Direktuvar" denir. Aynı zamanda bir iktisadi bunalım ve enflasyon dönemidir bu dönem.

Bir süre sonra, Direktuvar yönetimi, halkın desteğini yitirdiği gibi halktaki huzursuzluk, bazı başkaldırmalara da yol açar. Yakın çağın ilk komünist hareketi olan Babeuf Hareketi de bu huzursuzluklardan biridir.

Kanla bastırılır bütün bunlar.

Rejimden, burjuvazi de memnun olmamaya başlamıştır.

1799 yılında, burjuvazinin, sağlam, yerleşmiş bir rejime gereksinmesi vardır artık ve ancak böyle bir rejim, feodaliteye ve emekçi halka karşı burjuvazinin elde ettiği ayrıcalıkları koruyabilmesine olanak sağlayacaktır. Direktuvar ise, bunu yerine getirecek durumda değildir.

Fakat nasıl kurulmalıdır yeni hükümet? Nasıl bir sistem getirilmelidir?

9-10 Kasım 1799'da gerçekleştirilen bir hükümet darbesi bu soruları yanıtlar. Darbe Fransa'yı, büyük burjuvazinin temsilcisi bir diktatöre teslim eder.

Adı, Napolyon Bonapart'tır bu diktatörün.

Ve onunla Fransa'da devrim dönemi gerçekten sona erer.

Kazanan burjuvazidir; kaybeden halk olacaktır.

Özgürlük ve eşitlik

Fransız Devrimi'nin ilkelerini, başta "İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi" simgeler. J. J. Rousseau'dan esinlenen bu bildiriye göre, insanın doğuştan birtakım hakları vardır; toplum, bu haklara saygıyla yükümlüdür.

Bildiri, başta iki temel hak tanıyor: özgürlük ve eşitlik.

Bildirideki özgürlük, bir doğal hak olarak, Anglosakson bildirilerindeki özgürlüklerden aslında pek farklı değil. Vicdan, din ve basın özgürlükleri tanınırken, dernek özgürlüğü hayli kısıtlanıyor: Bu noktada, girişim özgürlüğüne herhangi bir engel çıkarılmasından korkan burjuvazinin bireysel anlayışı görülmektedir.

Eşitlik ise, daha yeni bir ilkedir. O sırada Birleşik Amerika'da kölelik ve ırkçılıktan kaynaklanan eşitsizlikler bulunuyordu. Eşitlik ilkesi, eski rejimin dayandığı toplumsal hiyerarşinin ilkelerini çürütüyordu: Artık, kişisel ya da korporatif ayrıcalıklar yoktur. Özellikle Kilise'nin ayrıcalıkları ortadan kaldırılmıştır. Herkes istediği göreve girebilecektir; yeter ki yeteneği olsun.

Bu "medeni eşitlik", 1789'un büyük yeniliklerinden biri oldu.

Bununla beraber, fiilî bir ayrıcalık sürmektedir: paranın ayrıcalığı.

1789'un bireyci burjuvaları, zenginlerle yoksullar arasındaki farklılıkları hafifletecek önlemleri reddetmekle kalmıyor, üstelik, belli ölçüde bir servete sahip olmayı, seçmen olabilmek için yeterlik ölçüsü olarak ileri sürüyorlardı.

"Genel oy"u engelleyen bu kayıtlar, Fransa'da 1848 Devrimi'ne değin sürecektir.

DAHA ÇOK BİLGİ

A. Aulard, Fransa İnkılabının Siyasi Tarihi (çev. N. Poroy), 3 cilt, Ankara, 1944.

Pierre Gaxotte, Fransız İhtilali Tarihi (çev. S. Tiryakioğlu), İstanbul, 1969.

]. Lepine, Grachhus Babeuf (çev. Şiar Yalçın), İstanbul, 1969. A. Mathiez, Fransız İhtilali (çev. Şükrü Kaya), 3 cilt, İstanbul, 1940.

j. Michelet, Fransa İhtilali Tarihi (çev. H. Varoğlu), 3 cilt, İstanbul, 1967.

Murat Sarıca, Fransız İhtilali 2. Bası, İstanbul, 1981.

A. Soboul, Fransız İnkılabı Tarihi (çev. Şerif Hulusi), İstanbul, 1969.

OKUMA

FRANSIZ DEVRIMI'NIN ANLAMI

Fransız İhtilali'ni, Batı'da, daha kesin bir deyimle Atlantik bölgesinde, Fransa'dan önce İngiltere'de, Amerika'daki İngiliz sömürgelerinde, İsviçre'de ve Hollanda'da gerçekleşen, sonra Fransa'ya, oradan da yine İsviçre ve Hollanda'ya atlayan, ardından Almanya ve İtalya'ya geçen burjuva ihtilallerinin sadece bir halkası olarak görmek yanlış olacaktır. Yanlış olacaktır, çünkü bu ihtilaller sadece Batı'da, özellikle Atlantik bölgesinde patlak vermemiş, 19. yüzyılda kapitalist ekonominin yerleşebildiği bütün ülkelerde (Japonya gibi) meydana gelmiştir.

İngiltere'de 1648 ve 1688 ihtilalleri, sonunda burjuvazinin aristokrasiyle uzlaşmasına yol açtığı halde, çeşitli bocalamalara rağmen, Fransız İhtilali tam tersi bir gelişme göstermiştir. Jean Jaures'in dediği gibi İngiliz burjuva devrimi "dar anlamda burjuvadır ve muhafazakârdır". Oysa Fransız Devrimi "geniş anlamda burjuva ve demokratiktir".

Fransız aristokrasisinin uzlaşmaz tutumu, büyük burjuvazinin zaman zaman küçük burjuvazi ve emekçi halkla işbirliği yapmasına ve bu kütlelerle işbirliği yaptığı ölçüde de, onların isteklerini bir dereceye kadar olsa da yerine getirmesine yol açmıştır.

İngiltere'de 1648 İhtilali sırasında ortaya çıkan fakat etkin olmayan ve Cromwel tarafından ezilen Eşitçi (Niveleurs) Hareket bir yana, Fransız İhtilali'nin kendine özgü bir niteliği vardır. Bu da, genel burjuva niteliği yanında, Fransız İhtilali'ni ileriye doğru iten köylü ve kentli emekçi kütlelerin başkaldırma hareketlerini de içinde taşımasıdır. Öfkeliler Jakobenizmi ve Babeuf Hareketi bu başkaldırmanın en sivri noktalarıdır.

Halk kütlelerinin ihtilale katılması, ileride bir bütün haline gelecek olan proletarya ideolojisinin temel taşlarının atılmasına da yol açmıştır. Nitekim sonradan geliştirilecek olan proletarya diktatoryası kavramının, gerçek hürriyet-formel hürriyet ayrımının ilk tohumları Fransız İhtilali sırasında atılmıştır.

(Murat Sarıca, Fransız İhtilali, İstanbul, 1970, s. 182-183) SORULAR


  1. Devrim öncesinde Fransa'nın toplumsal yapısı nasıldır?

  2. Devrimin akışının kabataslak tablosunu çiziniz.

  3. İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi nedir? Bu bildirinin, "özgürlük ve eşitlik"ten anladığı nedir?

  4. Fransız Devrimi'nin insanlık tarihi içindeki anlamı nedir? Bu devrim niçin bir burjuva devrimidir ve İngiliz burjuva dev- rimlerinden farkı nerededir? (Okuma parçasını okuyunuz.)

MİLLİYETLER İLKESİNİN DOĞUŞU VE GELİŞMESİ

Milliyetler ilkesinin kaynaklan

Milliyetler ilkesine göre, her halkın, ırkı, dili ya da gelenekleri bakımından kendine özgü bir varlığı vardır. Bunun sonucu olarak da, her halk bir "bağımsız devlet" halinde örgütlenebilir; örgütlenmelidir daha doğrusu.

Halkların, kendine özgü bir kültüre sahip canlı varlıklar olduğu düşüncesi, Fransız Devrimi'nden önce ortaya çıkmıştır. Özellikle Alman filozofu Herder'in -1770'lere doğru- işlediği bir tema idi bu.

Fransız Devrimi ise bu düşünceyi biçimlendirmiş, ona

bir saygınlık ve önem kazandırmış ve bu arada dayandığı temeli de değiştirmiştir: Gerçekten, Fransız Devrimi'ne değin, bireylerle devlet arasındaki ilişki monarşik bir temele dayanıyordu. Fransız Devrimi'nde, kral ortadan kaldırılınca, ortaya çıkan boşluğu "ulusal egemenlik" düşüncesi doldurmaya başladı. Az sonra, "halkların kendi yazgılarını kendilerinin belirlemesi hakkı" ortaya çıktı.

Milliyetler ilkesinin, Alman kaynaklı bir "romantik" yorumu vardır ki "dil"e dayanır; Fransız kaynaklı "klasik" yorum ise, bu ilkeyi "halkların iradesi"ne dayandırır.

Görüldüğü gibi, birbirine zıt her iki yorum da.

Ama en çok yayılan, Fransız Devrimi'nin temeli olan yorum oldu: 1814'lerden başlayarak, milliyetler ilkesi Avrupa'da güçlü bir akım haline gelir. Ve sonuçta şu formüle varılır: Ulusla devlet birbiriyle bütünleşen, bütünleşmesi gereken iki gerekliktir.



Viyana Kongresi, aslında eski düzeni korumak isteyen Avrupa monarşilerinin, bu akımı durdurmak için sarf ettikleri çabanın bir belirtisidir. Ne var ki, 1830 ve hele hele 1848 tarihleri bir yana bırakılırsa, 19. yüzyılın özellikle ikinci yarısında, bazen liberal kurumlardan yararlanarak, bazen ihtilallere başvurarak, monarşilerin surlarında açtığı gedikleri durmadan genişletecektir bu ilke.

Milliyetler ilkesi ve yeni Avrupa

Ve en büyük darbelerden birini Osmanlı İmparatorlu- ğu'na vuracaktır milliyetler ilkesi: 1830'larda Yunanistan'ın bağımsızlığını tanıyan Osmanlı Devleti'nden, daha sonraki yıllarda Sırbistan, Romanya, Bulgaristan, Arnavutluk birer birer kopacaktır. Bu kopuşlar, imparatorluğun 1918'de yıkılışına değin sürecektir. İçinde birbirinden farklı on halkı barındıran Avusturya-Macaristan İmparatorluğu da aynı akıbete uğrar. Bunun gibi 1830'da Belçika, Pays-Bas'dan; 1920'de de İrlanda İngiltere'den ayrılır. İki yeni güç ortaya çıkmıştır bunların yanı sıra: 1870'te İtalya, 1871'de de Almanya doğar.

Batı'da ortaya çıkan milliyetler ilkesi, çok geçmeden dünyanın başka kıtalarına da yayılacak; Asya'nın, Afrika'nın

uyanan halkları, aynı ilkeyi tarihin bir başka döneminde bir başka hedefe, yani emperyalizme yönelteceklerdir.

DAHA ÇOK BİLGİ

Murat Sarıca, Siyasi Tarih, İstanbul, 1980.

OKUMA


Yüklə 1,37 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   46




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə