Uygarlik tariHİ Server Tardlli



Yüklə 1,37 Mb.
səhifə6/46
tarix16.08.2018
ölçüsü1,37 Mb.
#63403
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   46

Miislümanlar, öteden beri Hint Okyanusu'nda açık denizlere özgü gemiler kullanıyorlardı. Avrupa'da ise, 15. yüzyıl sonlarına doğru, karavela denilen gemiler, yüksek küpeşteleri, hafiflikleri ve hızları, pek kullanışlı yelkenleri ile okyanuslarda dolaşmaya elverişli bir duruma gelmişlerdi. Manevra yapması daha güç olan kalyon ve net denilen gemiler, daha çok ağır nakliyat için elverişli idi. Başlangıçta yalnız kürekle hareket eden kadırgalar da sonraları donatıldı.

Ama hep Akdeniz'de kullanıldı bunlar.

Coğrafi keşifler

Avrupa'da gemicilik alanındaki ilerlemeler, hep 12.

yüzyıldan, yani Haçlı seferlerinden sonra başlamış olduğuna göre, bu ilerlemeler üzerinde Doğu dünyasının büyük bir etkisi olduğunu kabul etmek gerek. Bu ilerlemelerledir ki, 15. yüzyıldan başlayarak, AvrupalIların o zamana değin tanıdığı dünyanın sınırları genişlemeye başlar.

Gerçi daha önce de, Akdeniz'den başka birçok ülkeler bilinirdi. Roma İmparatorluğu'nun sonuna doğru, kuzeyden Baltık Denizi'ne, İskoçya'ya, güneyden Büyük Sah- ra'ya; doğudan İndüs nehrine ve -belki de- Cava adasına dek gidilebiliyordu. 9. ve 10. yüzyıllarda, Normanlar Grönland'a ve Kuzey Amerika'nın kuzeydoğu kıyılarına gitmişler, bir yandan da Rusya içlerine dek sokulmuşlardı. Müslüman gemileri 9. yüzyıldan 12. yüzyıla değin Arabistan, İran, Malezya ve Çin'i tanımışlardı. 13. yüzyılda, Pa- pa'nın Cengiz Han'a gönderdiği elçiler Karakurum'a gitmişler; Marko Polo da Çin'e gitmiş, Japonya, Çin Hindi, Moliik adaları hakkında bilgi alarak Hindistan yolu ile Avrupa'ya dönmüştü. Afrika'da Müslümanlar, çoktan beri Zengibar, Madagaskar kıyıları, içerde de Nijer nehri havzasına değin Sudan ile ticaret yapıyorlardı. Bununla beraber, Avrupalılar 14. yüzyılda Afrika kıyıları boyunca güneye inmekten çekiniyorlardı. Öyle de olsa, Portekizliler, -özellikle "gemici" lakabıyla bilinen Prens Henri'nin özendirmesiyle- çeşitli seferler düzenleyerek Afrika'nın önceleri Müslümanlarca ele geçirilmiş ve Müslüman dünyasınca tanınmış olan batı kıyıları boyunca, gittikçe daha güneye doğru seyahatler yapmaya başlamışlardı.

Artık daha büyük keşiflere sıra gelmişti. Çeşitli nedenler, Batı'ııın denizci ülkelerini harekete zorluyordu:

- 15. yüzyıla doğru Avrupalılar biber, tarçın, zencefil gibi baharatı çok kullanmaya başlamışlar ve Müslüman dünyasıyla temas, baharatı ve Doğu mallarını AvrupalIlara tanıtmış, yemeklerine, şaraplarına değişik bir tat kazandırmıştı. İpek, günlük ve altın da çok aranıyordu. Baharatın Doğu Hint adalarından, ipeğin de Çin'den geldiği biliniyordu. Bunları ya Müslümanlar güneyden deniz yolu ile ya da Türkler Asya'nın ortasından karayolu ile Akdeniz ve Karadeniz'e getiriyorlar, Venedik ve Ceneviz tacirlerine satıyorlardı. Bu baharat ve altın ülkelerine -Müslü- manların aracılığı olmaksızın- doğrudan doğruya denizden ya da karadan gidilmesi, bu malların asıl yerinden alınması pek büyük kazançlar sağlayacaktı.

Böylece iktisadi bir neden Batı'yı özendiriyordu.


  • Matbaacılığın keşfi, Doğu ve Müslüman dünyası ile savaş ve ticaret ilişkileri, coğrafya bilgisinin Avrupa'da da yayılmasına neden olmuştu. Özellikle dünyanın yuvarlaklığına birçok kimseler inanmıştı. Mademki dünya yuvarlaktı, gemiler de okyanusları aşacak hale gelmişti, güneydoğudan ya da batıdan Hindistan'a gidilebilirdi. Şu halde, doğru ya da yanlış, bu dönemin bilgileri, kâşiflerin düşünceleri üzerine büyük bir etki yapıyordu.

Bu da, keşiflerin düşünsel nedenleri.

  • Bunlara dinsel bazı nedenler de eklenebilir: Habeşistan'da Hıristiyan bir devletin varlığından ve orada Rahip Jean adında birinin yaşadığından, ona kavuşmak gereğinden söz ediliyordu.

  • Bundan başka Portekiz, daha önce Müslümanlara karşı zafer kazanmış, faaliyetini yarımada dışına, denizlere ve denizlerin ötesine taşıracak duruma gelmişti. İspanya da, yüzyılın sonlarına doğru, birliğini kurmayı başarmıştı. Yarımadada Müslümanlara karşı başarılı olan ve bir sıra Haçlı seferlerinden başka bir şey olmayan mücadeleyi, bu kez ticari amaçlarla Afrika'da ve Afrika ötesinde sürdürmek de bir amaç haline gelmişti.

Keşiflerin ne biçimde ve hangi yollarda oluştuğuna gelince...

Hindistan'a başlıca dört yoldan gidilebilirdi. Bunlar da güneydoğu (Afrika'nın güneyinden dolaşan), güneybatı, kuzeybatı (Amerika'nın kuzeyinden dolaşan) ve kuzeydoğu Avrupa'nın ve Asya'nın kuzeyini izleyen yollardı.

Hepsi de denendi bu yolların.

Bunlardan birincisini Portekizliler izledi: 1487'de Bar- telmi Diaz, Hint Okyanusu'nda Nepal kıyılarına değin gitti. On bir yıl sonra Vasco da Gama da Afrika'yı dolaşarak Hindistan'da Kalkiita'ya vardı.

Güneybatı yolundan ilerleyen bir kâşif Kristof Ko- lomb oldu. Amerika kıtasını o buldu. Bu alandaki keşifler bundan sonra hızla birbirini izledi. Balbua, ilk olarak Panama aralığını aşarak Büyük Okyanus'u gördü. İspanya hizmetinde bulunan Macellan da Amerika'nın güneyini dolaşarak Büyük Okyanus'a geçti, Filipin Adaları'na geldi. Kendisi orada yerlilerle bir çatışmada öldürüldüğü için dünyayı ilk kez dolaşmak işi arkadaşlarına kaldı. Ve onlar da başardılar bu işi.

Portekizlilerle İspanyolların güneyden aradıkları Hindistan yolunu İngilizler, Fransızlar, HollandalIlar ve Ruslar kuzeyden aradılar. İngilizlerle Fransızların tüm çabalarına karşın, 18. yüzyılın sonlarına değin kuzeybatı yolu bulunmamıştı. Ne var ki, bu çabalar sonucunda Amerika'nın kuzeydoğu kıyıları tanınmıştır. Bunun gibi, İngilizler ve HollandalIların aradıkları kuzeydoğu yolu da çabucak keşfedilemedi.

16. yüzyılın sonlarında ancak Avrupa'nın kuzeyi tanı- nabilmişti.

Özetlersek, 16. yüzyılın sonlarında, Amerika'nın, Asya'nın bir yarımadası değil, ayrı bir kıta olduğu anlaşıldı. Fakat Avustralya'nın varlığı henüz bilinmiyordu. Yalnız, güneyde geniş bir kıtanın var olması gerektiğine inanılıyordu.

O, sonraki yüzyılda bulunacaktır.

Kapitalizmin gelişmesi

Coğrafi keşiflerin Avrupa için en önemli sonuçlarından biri, kapitalizmdeki gelişmelerdir.

Kapitalizm, kurulurken, büyük çapta sömürgeciliğe başvurmuştur. Gerçekten, Avrupalılar ticari amaçlarla çeşitli ülkelerde sömürgeler oluşturdular. Yeni ticaret yollarından, tüm dünyanın ürünleri, zenginlikleri Batı Avrupa'ya akıyordu artık.

Sömürgeciliğe ilk önce atılan uluslar, keşiflerde büyük roller oynamış olan Portekizliler ve İspanyollardır. Daha sonra Fransız, İngiliz ve Piollandalıların da sömürgeciliğe başladıkları görülür.

Dünyanın henüz, Avrupalılarca bilinmeyen parçaları ıılın,ıU,ı Iıı11>11m'ı, l’.ıp.ı IX. Alexander, Portekizlilerle İs- |i,ın\ ııll.ıı .ırasındaki uyuşmazlıklara set çekmek için,

I-1‘M'ie, dünyayı bir boylam çizgisi ile bu iki ülke arasında bölüştürüvermişti. Asor adalarının 370 mil batısından geçen bu çizginin doğusunda kalan ülkeler (Afrika ve Asya) Portekizlilerin, batısında kalan ülkeler de (Amerika) İspanyolların olacaktı.

Bölüştürülen bölgeler içinde Portekizliler, 16. yüzyılın ilk çeyreğinde, Asya'nın Hint Okyanusu kıyılarındaki ülkelerinde öteden beri ticaretle uğraşan Müslüman toplulukları söküp atmaya çalışmışlardı. Bu hareket, daha başta Doğu ticaretinden yararlanan Venediklilerle, Mısır'daki Müslüman hükümdarların dikkatini çekti. Mısırlılar, Venediklilerin de desteği ile Portekizlilere karşı bir savaş açmak istediler. Fakat pek az sonra Mısır, OsmanlIların eline geçti.

Yavuz Selim'in Süveyş Kanalı'nı açmayı tasarlaması, işin önemini anladığını gösterir... Daha sonra, Kanuni Sultan Süleyman zamanında çeşitli donanmalar gönderilmiş, Hint'teki Türk devletleriyle el ele verilmek istenmiştir. Ne var ki, bu girişimlerdeki bazı başarısızlıklardan ve Hint'teki Türk devletlerinin denizlere ilgisiz kaldıkları anlaşıldıktan sonra, Kanuni'nin Akdeniz ve Avrupa'daki seferlere daha çok önem vermesi, Güney Asya ticaret yollarıyla ülkelerinin Portekizliler elinde kalmasına ve Osmanlı İmparatorluğu'nun bu ticaretin yararlarından yoksun kalmasına neden oldu.

Portekizliler, Kızıldeniz'den Çin'de Kanton'a değin kıyı boyunca ve bir de Sonda adalarında büyük bir sömürge imparatorluğu kurmayı başardılar. Ayrıca, Amerika'da Brezilya'yı da sömürgeleri arasına kattılar.



1493'ten 1541 tarihine değin Konkistador adı ile şöhret kazanan İspanyol istilacıları, -en bilinenleri Cortes, Pizar- ro, Almagro- Meksika'yı, Peru'yu ve Şili'yi ele geçirdiler. Ele geçirilen ülkelerde Meksika'da yaşayan Aztekler ile Mayalar, Peru'da devlet kurmuş olan İnkalar ileri bir uygarlığa sahiptiler.

Bütün bu uygarlıklar yerle bir edildi.




Fransa kralı I. François Papa'nın keyfî bölüştürmesini kabul etmemiş, kapalı deniz ilkesine karşı "açık deniz" ilkesini savunarak, keşfedilen ülkelerden yararlanmak istemişti. Ne var ki, Fransızlar yalnız Kuzey Amerika'da -şimdiki Kanada'nın doğusunda- Yeni Fransa adıyla bir sömürge kurabildiler. Fransızların Kanuni Sultan Süleyman'la uyuşmaları, yalnız Habsburg'lara karşı değil, Venedikliler, İspanyollar ve -belki de- Portekizlilerle mücadele ve yarışmada başarılı olmak içindi.

HollandalIlara gelince, sömürge kurma gereğini ancak 16. yüzyılın sonlarına doğru duydular. O zamana değin, Portekizlilerden satın aldıkları maddeleri ve eşyayı aracı olarak taşımak ve yeniden satmakla yetiniyorlardı. İspanya kralı II. Felipe Portekiz'i yönetimine aldıktan sonra, 1594'te HollandalIları, bu ülke ile ticaret yapmaktan yasaklamak isteyince, onlar da kendi hesaplarına Cava ve Molük adalarında yerleşmeye karar verdiler. Böylece HollandalIlar 17. yüzyılda -Portekizliler, İspanyollar ve İngilizler zararına- dünyanın en zengin ülkelerinden biri olan Doğu Hint sömürgesini kurmayı başardılar.

Coğrafi keşifler ve sömürgecilik, ulaştırma biçimini, ticaret yollarını, değiş-tokuş edilen eşya ve maddelerin nitelik ve niceliği ile ticaretin niteliğini de değiştirdi:

- Gerçekten, 15. yüzyıl sonlarından başlayarak, kara ulaştırması azalmaya, buna karşı deniz ulaştırması artmaya başlar. Keşiflerden sonra, okyanus yolları, karayollarına, hatta Akdeniz yollarına oranla büyük önem kazandı. Karayolları çoğunlukla Türklerin ve genellikle Müslümanların elinde idi. Bu yollardaki faaliyetin azalması, doğal olarak, Türk ve Müslüman ülkelerinin zararına oldu. Denizyollarında ise, Türkler, çeşitli nedenler yüzünden AvrupalIlarla yarışamadılar.

On beş kadar Avrupa kentinde pek işlek panayırlar kuruluyordu. Bunlar arasında Leipzig, Frankfurt, Lyon özellikle belirtilmeye değer. Ancak asıl okyanus yollarıdır ki, büyük ticareti çekiyordu.

Lizbon şehri, Venedik ve Cenova'nın yerine geçmişti. Marsilya, Osmanlı padişahının verdiği ticaret ayrıcalıkları sayesinde, gücünü yitirmekten bir derece kurtulmuştu.

Buna karşı, Atlas Okyanusu limanlarının, özellikle Bordeaux ve Londra'nın zenginliği artıyordu.

Venedik, Mısır hükümeti ve Müslümanlarla anlaşarak, Portekizlilere karşı koymak ve mücadele etmek istedi. Ticaretinin sönmemesi için gerçek çarenin Süveyş Kanalı'nı açmak olduğunu anlamiştı. Bu tasarıya, Mısır'ı zapt ettikten sonra, Hindistan'a seferde bulunmak amacıyla Yavuz Selim de yandaş oldu. Ne var ki, yalnız Hindistan seferini kolaylaştırmak değil, Hindistan ve Asya ticaretinin, OsmanlI İmparatorluğu içinden geçen yollarla devam etmesini sağlayacak ve iktisadi faaliyetin bütünüyle Batı'ya geçmesini önleyebilecek olan bu tasarı -biraz da gerçekleştirilmesindeki güçlüklerden ötürü- eylem alanına çıkamadı.



  • Ticaretteki değişikliklerden biri de ticaret mallarında görülür. En çok nakledilen ve satılan mallar, sömürge ürünleri ve esirlerdi. Sömürge ürünlerinden bir bölümü Amerika'da yetişiyordu. Tütün, kakao, vanilya bu türdendir. Asya, İran halılarını ve atlarını; Hindistan, ceviz, biber, tarçın ve afyonla kumaşlarını; Sonda adaları Hindistan cevizi ve karanfillerini, kâfur ve kıymetli ağaçlarını; Çin, ipeğini, porselen ve bronz mamulatını satıyordu.

Bu mallar ve ürünler çoğaldı, genelleşti, fiyatları düştü. Yeni Dünya'da madenlerde çalışacak, toprakları işleyecek yeterli el emeği bulunmuyordu. Yerliler, daha ilk zamanlardan başlayarak, vahşice yok edilmeye başlandı. Bunların yerine geçmek üzere Afrika'dan zenci getirilmesi düşünüldü.

Zenci ticareti böyle başladı.



  • Sömürgeciliğin kuruluşundan ve ticaret biçiminin değişmesinden, iktisadi düşüncelerin de etkilenmemesi olası değildi.

Çalışma, ortaçağda, Tanrı'nın buyurduğu bir görev, herkesin bağlı olacağı bir kural gibi kabul ediliyordu. Şu halde herkes uygun bir biçimde çalışarak yaşayabilmeli idi. Örf ve teamül ile lonca örgütü, patronla ücretli işçinin, satanla satın alanın karşılıklı ve birbirine zıt çıkarlarım dengelendiriyordu. Emeğin haklı ve ılımlı bir ücreti, eşyanın da yine akla yakın ve ılımlı bir fiyatı olması gerekeceği düşünülüyordu. Hiç kimsenin yüksek kazançlar elde etmeye hakkı yoktu bu düşünceye göre.

Oysa, 15. yüzyılın sonlarından başlayarak, bu "sınırlı kazanç kuralı" bırakılır. Ticaret alanı ve kazancın sınırı genişler böylece.

Ticaret maddesi ve konusu sayılmayacak hiçbir şey kalmamıştır artık.

Birçok kentlerde bankalar açılmıştı. Kâşifler, sömürge işleriyle uğraşanlar, tacirler bu sayede gereksindikleri sermayeleri buluyorlardı. Girişim ve taahhüt düşüncesi böyle yayıldı, güçlendi. Deniz seferlerinin doğurabileceği tehlikelere karşı da tacirler, mallarını başlangıçta İtalya'da doğan deniz sigortası ile güven altına alabildiler. Daha



  1. yüzyıldan başlayarak, Doğu'da ve özellikle İlhanlIların egemenliği altındaki ülkelerde kullanılmaya başlayan poliçe ve çek kullanılması daha çok yayıldı.

16. yüzyılın ilk yansında Avrupa'ya Amerika'dan önemli miktarda değerli maden (altın, gümüş) getirilmişti. Bununla, özellikle yeni sınıf, yeni burjuvazi güçlendi. Değerli madenlerin çoğalması, ayrıca eşya fiyatlarını büyük ölçüde yükseltti.

Bununla beraber, bu değişikliklerden ilk önce yararlanmayı başaran Portekizliler ve İspanyollar, emeğin ve üretimin verdiği gerçek zenginliği altınla karıştırmak, yani değerli madenleri asıl zenginlik sanmak aymazlığında bulundular. Sömürgelerden gelen altına güvenerek ülkelerindeki üretimi savsakladılar. Bunun sonucu iktisadi bir çöküş olacaktı.

Ve gecikmeden de oldu.

Sonuç olarak şunu görüyoruz: Avrupa, yüzölçümü bakımından kıtaların en küçüğü idi gerçi. Oysa, yeniçağın başlarındaki gelişmelerle kıtaların en önemlisi oldu. Öteki kıtalar ise, Avrupa'nın birer sömürgesi haline gelmeye başladı. Avrupa, ticareti ile diğer ülkeleri sömürüyor, oradaki servetler kendisine akıyordu.

Batı Avrupa'nın, 16. yüzyıldan başlayarak, iktisadi, siyasal ve giderek kültürel üstünlüğü ele geçirmesinin temelinde bu yatar en başta.


DAHA ÇOK BİLGİ

J. G. Leithauser, Dünyamızın Fatihleri (çev. D. Tiirkömer), İstanbul, 1971.

I’ierre Rousseau, Keşifler ve İcatlar Tarihi (çev. Ayda Düz), İstanbul, 1972.

OKUMA


AZTEKLERİN UYGARLIĞI

Cortes... Aztek İmparatorluğumun başkenti Tenochtitlan'a (Mexico) doğru yürüdü. Şehir, dört bir yandan sularla çevriliydi. Bu büyük uygarlığın kalbine doğru ilerledikçe, İspanyolların şaşkınlığı iyice artıyordu. Gördükleri barajlar, inip kalkan tahta köprülerle birbirlerine bağlanmıştı. Montezuma, sarayın ileri gelenleriyle birlikte İspanyolları karşıladı. Göz kamaştırıcı bir tahtırevanın üzerinde oturuyordu. İmparatorun büyük bir ihtişam içinde yaşadığı sarayına yakın binalara götürülen İspanyolları, sokaklarda, damlarda, kayıklarda birikmiş büyük bir kalabalık merakla izliyordu.

Avrupalılar, kaldıkları binaların pencerelerinden önlerindeki geniş ovaya yayılan baraj ve suyollarmı, şehre su getiren kemerleri, renkli elbiseleri içinde sokakları ve pazarlan dolduran insanları, çeşitli yiyecek, giyecek vb. satan dükkânları şaşkınlık içinde seyredip durdular. Sokaklar öylesine temizdi ki, "bu sokaklarda yürüyen biri, ayaklarını ancak elleri kadar kirletebi- lirdi". Şehrin ortasında piramit şeklinde yükselen kocaman bir tapmak vardı. Bunun etrafı çeşitli sütunlar, parklar ve binalarla çevrilmişti. Şehirde ayrıca birçok hastane, bitki bahçeleri, berber dükkânları, hamamlar, çeşmeler ve sıcak su dağıtım şebekesi vardı. Çok ileri düzeyde bir güzel sanatlar anlayışı, her yerde kendini göstermekteydi. Dükkânlarda renk renk halılar, güzel kokular, altın işleri, kaplumbağa kabuğundan yapılmış çanaklar, keten kumaşlar, deri ceketler satılıyordu. Şehrin mükemmel bir polis ve posta örgütüyle çeşitli kamu kuruluşları da vardı. Yiyecek ve içecek boldu. Aztek mutfağında av etleri, balıklar, reçeller ve baharatlı yemekler başta geliyordu...

Azteklerin İspanyolları şaşkınlığa düşüren bir başka yönü de namus ve ahlak anlayışlarıydı. Kimse evinin kapısını kilitlemiyordu. Evinden çıkan, içerde kimse olmadığını işaret için eşi-

Kl)


ğin üzerine ufak bir değnek koyuyor ve gönül rahatlığıyla işine gidebiliyordu. Fakat bu yüksek uygarlığın yanı sıra dinsel örf ve âdetlerde çok ilkel bir yön vardı. Büyük piramidin en üstündeki kutsal yeri gezen İspanyolların gözleri korkuyla doldu. Az- tekler burada insan kurban ediyorlardı.

(J. G. Leithauser, Dünyamızın Fatihleri, çev. Derin Tiirkömer, İstanbul, 1971, s. 190-193)

SORULAR


  1. Batı'da yeniçağın başlarında ne gibi teknik gelişmeler görüyoruz ve bunların sonuçları ne olmuştur?

  2. Batıkları coğrafi keşiflere götüren etkenler nelerdir? Bu etkenler arasında OsmanlIların ne gibi bir rolü olmuştur? Coğrafi keşiflerin Batı ve Osmanlı ekonomileri için sonuçları nelerdir?

  3. Batıklar Amerika'yı keşfettiklerinde orada ne gibi uygarlıklarla karşılaştılar? Ve nasıl davrandılar bu uygarlıklar karşısında? Aztekler kimlerdir ve uygarlıkları hakkında ilebiliyorsunuz? (Okuma parçasını okuyunuz.)

RÖNESANS VE REFORM

  1. yüzyıldan 16. yüzyıl sonlarına değin, Batı AvrupalIlar, yalnız okyanusların ötesindeki ülkeleri keşifle yetinmediler; edebiyat, sanat ve düşün alanlarında da büyük ilerlemeleri oldu.

"Rönesans" adı veriliyor bunların tümüne.

Kâğıt üretiminin yayılması, oymacılığın ilerlemesi ve basımcılığın, Rönesans'ın oluşmasında ve gelişmesinde rolleri büyük. Ama asıl neden, yükselen burjuvazinin varlığıyla ilgili.

Nedir Rönesans?

Burjuvazinin kültür devrimi.



Rönesans

  1. Rönesans'ın anlamı

Rönesans, kelime anlamıyla, "yeniden doğuş" demek.

Ancak, Rönesans deyiminden Batı'da edebiyat ve sanatın gerçekten yeniden doğduğu ya da dirildiği anlamı çıkarılmamalı. Çünkü, Ortaçağ Avrupası'nda da, bir edebiyat ve sanat vardı. Rönesans, Batı Avrupa'da edebiyat ve sanatın yeni bir yöne çevrilişi.

Gerçekten, Rönesans hareketinin, görüldüğü her yerde bu hareketi simgeleyen belli nitelikleri vardır: Eski Yunan sanatına dönmek, dinsel konularda bile insanı merkez olarak almak, dünyayı, dünya gerçeklerini değerlendirmek... gibi. Kolayca fark edileceği gibi, ortaçağ düşünüşünün zıddı bu nitelikler. Çünkü, ortaçağ düşünüşü, yalnız öteki dünyayı merkez yapıyor, yalnız Tanrı'yı ve dini yaşama nedeni olarak kabul ediyordu.

Ancak şu noktaya da dikkat etmeli: O yüzyıllarda yaşayanlar, kendilerini ortaçağdan bütün bütüne de kurtarabilmiş değillerdi. Geçmişin kalıntıları yer yer sürüyordu hâlâ. Ne var ki, o insanlar, Greko-Romen sanatı ve edebiyatı üzerine daha çok eğilmişler, onu daha iyi incelemişlerdi. Klasik düşünceye gereken önemi vermekten kaçınmamışlardı. Bunun gibi, Latince, bu çağla ansızın önem kazanmış, eskiden kalma eserler gün ışığına çıkıvermişti.

Bütün bunlar, Rönesans'ın yalnız "yenilik" demek olmadığını gösterir. Rönesans, modernizmin öncüsü olduğunca, ortaçağın da bir mirasçısı. Daha yerinde bir deyişle, Batı'da, ortaçağ ile modern dünya arasında bir basamaktır Rönesans.

Görkemli bir basamak ama.

Ortaçağ, "birleşmiş bir toplum"u savunuyordu. Rönesans, "birey"i öne aldı.

"Bireycilik" başlamıştır.

Ve o çağa göre ilerici bir akımdır da bu.

Bireycilik, giyim ve kuşama varıncaya dek her alandadır. İnanç ve ahlakta serbestlik ister. Kilise'nin baskısına direnir, giderek başkaldırır ona.

Protestanlık, işte bu başkaldırının dindeki görünüşü.

Bireyciliğin en güzel deyimini bulduğu hareket üstelik.

Bütün bu değişimde, Batı'daki iktisadi gelişmenin, doğan kapitalizmin ortaya çıkardığı yeni bir sınıfın, yani burjuvazinin yaşam anlayışı ve yaşayışının büyük payı var. İktisadi gelişmenin bu sınıf yararına yarattığı zenginlik ve refah, ortaçağın ve Hıristiyanlığın sıkıcı ahlak kurallarını eğip bükecekti ister istemez. Ve yaşama tutkuyla bağlılığı, zevk ve sevinç içinde yaşama arzusunu, giderek biçim ve maddenin yetkinlik ve güzelliğine önem vermeyi getirecekti arkasından doğal olarak. Maddesel ve özgür bir yaşam akışının, edebiyat ve sanatı etkilememesi de olanaksızdı aslında.

Nitekim öyle oldu.



Bundan başka, kökü Doğu'da olan Ispanya'daki Müslüman uygarlık ile Kuzey Afrika Müslümanlarının Sicilya ve İtalya ile ilişkileri, güney ve batı Avrupa'nın düşünce ve sanat ufkunun genişlemesine yardım etmiştir. Endülüs medreselerinde öğrenim gören Hıristiyanlar vardı. Fransa'da İbni Sina'nın tıpla ilgili eserleri okunuyordu. Güney İtalya ve Sicilya'da Müslümanlığın etkisiyle, Avrupa'nın öteki ülkelerindeki bağnazlık hafiflemiş, dar zihniyet değişmeye başlamıştı.

Rönesans hareketi, Batı'da her ülkede aynı zamanda başlamadı. Bazı yerlerde hiç görülmedi bile. Bunun gibi, kimi sanat kollarında pek erkenden başlayan bu uyanış, kimi sanat kollarında duyulmadı. Ama Rönesans hareketinin, Batı'da önce İtalya'da başladığı ve oradan çevreye yayıldığı bir gerçek.



  1. Hümanizm ve edebiyat

Hümanizm deyimi, ilkin ve dar anlamıyla, ilkçağ edebiyatı üzerindeki -daha çok filolojik nitelikte olan- çalışmalara verilen bir ad. İlkçağ edebiyatı ile ilgili uğraşların ortaya çıkması ise, yeni bir yaşam anlayış ve duygusunun kendisine biçim kazandırmak istemesinden ileri gelmiştir. Bu yeni anlayış, dinden bağımsız bir kültür kurmak, insan ve dünya ile ilgili bir felsefe yaratmak istiyordu. O halde hümanizm, sadece filolojik bir araştırma değil, modern insanın yeni yaşam anlayışını ve duygusunu dile getiren bir akım oluyor.

Ancak hümanizmi dinden, yani Hıristiyanlıktan bütün bütüne ayrı olarak da düşünmemeli. Dinle yakından ilgilenen kişilerdi hümanistlerin çoğu.



Hümanist hareket, başta İtalya'da doğar: 1 la roketin öncüsü, 14. yüzyılda yaşamış büyük şair Petrarca'dır; 15. yüzyılda, hareketin en önemli merkezi Lorenzo di Medi- ci'nin Floransa'sı olur. 16. yüzyılda ise, bütün Batı'yı sarar hareket: Başta HollandalI Erasmus olmak üzere, Alman Reuchlin ve Pirkheimer, Fransız Bude ve Estienne, İngiliz Colet ve Thomas More hümanist hareketin akla gelen ilk büyük adları oluyor.

  • İtalya, Rönesans edebiyatının ilk tohumlarını 14. yüzyılda verecek denli olgundu. Dante, bir ortaçağ adamıydı, ama yeni çağların da bir habercisiydi. Çağdaşı Petrarca ise bütün bütüne bir Rönesans adamıdır. Boccacio'nun Deca- meron'u, İtalyan Rönesansı'nın bugüne değin ününü koruyan eserleri arasında.

  1. yüzyılın ortalarından 16. yüzyılın ortalarına değin geçen dönem İtalya'da Rönesans edebiyatının altın çağıdır. Akla önce dört büyük destan yazarı geliyor: Fulci, Boiarda -ve özellikle- Ariosto ve Tasso. Siyasal kuramın en önemli eserlerinden biri olan Hükümdar'm (II Principo) yazarı o çok ünlü Machiavelli de (Makyavel) bu dönemde. Son olarak, otobiyografi türünün en güzel örneklerinden biri de o dönemde yazılmış: Benvenuto Cellini'nin otobiyografisi.

  • Rönesans İspanyası, Don Kişot'u (DonQııijote) yazan Cervantes'i yetiştirdi. Onun adı, eseri gibi, dünya edebiyatının ölümsüzleri arasındadır.

  • 1492'de başlayan İtalya Savaşları, Fransa ile bu ülke arasındaki ilişkileri çoğaltarak, Rönesans'ın Fransa'ya girmesinde büyük bir rol oynuyor. Yeni bir düşünce ve duygu dünyasının fethine çıkan Bude, R. Estienne gibi coşkun hümanistlerin yanı sıra özellikle Rabelais, Ronsard, Montaigne, Rönesans edebiyatının önde gelen temsilcileri oluyorlar Fransa'da.

  • Rönesans, Kuzey Avrupa'da, edebiyattan çok mimarlığı ve resmi etkiler. Özellikle Almanya'da böyledir. Fakat İngiltere'de hele hele Tudorlar Çağı, İngiliz edebiyatının en parlak dönemidir belki. 16. yüzyıl, şairlerle, eşine ancak M.Ö. 5. yüzyıl Atinası'nda rastlanabilecek tiyatro yazarlarıyla doludur İngiltere'de. Ünlü Utopia'nın yazarı Thomas

More, Spencer, Francis Bacon, Marlowe, Ben Jonson, Rönesans düşünce ve edebiyatının İngiltere'deki büyük adları.

Ama o çağ anılınca akla ilk gelen bir başka dev var: Shakespeare.



Yüklə 1,37 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   46




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə