BABALARINI ÖLDÜREN KAHRAMANLAR
Türk mitolojisi’nde işlenen önemli motiflerden bir diğeri de “Baba
Öldürme” sembolüdür…
Çin tarihçilerinin verdikleri mitolojik bilgilere göre, Büyük Hun İmparatoru
Mete, Oğuz Han gibi kendi babasını öldürmüştü.
Diğer toplumların mitolojilerinde de karşımıza çıkan bu motif üzerinde de
maalesef yurdumuzda hiç bir ciddi araştırma yapılmamıştır. Bu yüzden de
tatmin edici hiç bir açıklama getirilememiştir. Hatta bir Türk kahramanının
babasını öldürmüş olması, milliyetçi birçok araştırmacıyı rahatsız etmiş ve bu
konu üzerinde fazla durmamayı tercih etmişlerdir. Oysa ki mesele onların
zannettikleinden çok farklıydı. Ama diğer sembollerde olduğu gibi, bu sembol
üzerinde de, karşılaştırmalı bir araştırma yapılmadığı için, konu binlerce yıl
öncesinin karanlıkları arasında sıkışıp kalmıştır…
Baba Öldürme Motifi üzerine yapılan dünya üzerindeki ilk araştırmalardan
çıkan sonuç; erkek çocukların şuuraltlarında saklı bulunan hislerin
masallardaki birer görüntüleri olarak kabul edilme istikametindeydi.
Yunanistan’da da Kral Odip babasını öldürmüştü… Daha sonraları Psikoloji
üzerindeki tezleriyle tanınan Freud’un “Odipus Kompleksi” adıyla ortaya
koymaya çalıştığı fikirlerini, bu olayın bir izahı tarzında görmeye çalışan bazı
mitoloji araştırmacılarının açıklamaları bir müddet doğru olarak kabul edildi.
Ancak dünya üzerinde yapılan en son araştırmalar, bu açıklamaların gerçeği
yansıtmadığı sonucunu ortaya çıkartmış durumdadır.
***
Manas Han’ın oğlu Semetey doğmuş ve epeyce de büyümüştü. Ama ona hiç
kimse bir ad bulamıyordu. Günün birinde ansızın “Gök-Sakallı” bir ihtiyar
ortaya çıkar ve onu kucağına alarak kendisine Semetey adını verir. Daha sonra
da bir şiir okumaya başlar:
“…Semetey öyle büyük,
öyle korkunç bir bahadır olacak ki,
babasını bile öldürecek…”
Bilinen anlamda bir çocuğun babasını öldürmesi hiç de arzu edilen bir sonuç
olamayacağına göre, bu konunun ardında yatan gerçek neydi? Çünkü baba
öldürme adeta gurur duyulan bir mesele olarak mitolojilerde gündeme
getirilmiş durumdadır.
İslam’ın kitabı Kur’an-ı Kerim’de aktarılan yeni bilgilerle ilk defa
karşılaşan insanlar, “Bize anamız babamız ne öğrettiyse biz onu biliriz, öyle
hareket ederiz” tarzında sözler söylemişler ve bu durum bazı ayetlerde dile
getirilmiştir. Aslında burada anlatılmak istenen mesele, isanların eski bir
realiteyi terk edip, bir üstüne çıkabilmelerinin gerektiğidir. Burada ana ve
baba eski anlayışları sembolize etmektedir. Çocuk ise yeni anlayış ve yeni
bilgilerin sembolüdür.
Kısaca toparlayacak olursak, Türk Mitolojisi’nden verdiğimiz örneklerde
karşımıza çıkan “Baba Öldürme” motifi eski realitenin yani eski anlayışların
terk edilmesinin bir ifadesi olduğunu söyleyebiliriz. Bu açıklama inisiyatik
öğretilerde konu edilen “Mürşidin (hocanın) Öldürülmesi” sembolüyle de
benzerlik gösterir. İnisiyasyonun sonlarına doğru öğrenci belli bir noktada
öğretmeninden yani mürşidinden ayrılarak kendi ayakları üzerinde
yürüyebilecek bir konuma gelmesi gerekmekteydi. O ana kadar tüm bilgi ve
tesirleri öğretmeninden alarak beslenen öğrenci, artık kendi kendine beslenmek
yani kendi de bir öğretmen olmak zorundadır. Aynen uçması için yuvadan
kendini boşluğa bırakan yavru kuşlar gibi kendisini gökyüzüne teslim
etmeliydi. İnisiyasyonnun bu safhasına “Mürşidin Öldürülmesi” adı
verilmiştir. İnisiyasyonun bir yansıması olan mitolojilerde ise bu husus, “Baba
Öldürme” sembolüyle anlatılmıştır.
GÖKLERİN SESİ HALA DUYULUYOR
Türk Mitolojisi’nin diğer motiflerine geçmeden önce önemli gördüğüm bir
noktanın altını çizmek istiyorum…
O ilk devirlerde ortaya çıkan Oğuz Kağan Destanı ve diğer benzerleri, daha
sonra gelen Türk toplumları tarafından, İslami düşünceye uymuyor
gerekçesiyle tahrip edilip, sözüm ona fazlalıkları ve olağanüstü tarafları, akla
uymayan yanları değiştirmemiş olsaydı, bugün belki de elimizde çok daha
kapsamlı ve “Gökler’in Sesi”ni çok daha derinden hissedebileceğimiz
kaynaklar olabilirdi. Ama bu haliyle bile “Gökler’in Sesi” yüzyılların
ardından kendini hissettirmeye devam etmektedir…
***
“Gök mavisiydi sanki, bezi bu oğlancığın,
Ağzı kıpkızıl ateş, rengi bu oğlancığın,
Al, al idi gözleri, saçları da kapkara,
Perilerden de güzel, kaşları var ne kara.”
Türk Mitolojisi, Oğuz Kağan’ın doğuşunun kutsal bir şekilde olduğunu
söyler. Nitekim Oğuz Kağan daha doğumunun ilk anından itibaren bir dizi
normal ötesi olaylarla iç içe yaşamaya başlar…
“…Gök mavisiydi sanki, bezi bu oğlancığın…”
Hemen şunu söyleyelim: Yüz, Eski Tükler’e göre insanın en önemli yeriydi.
Utanç, kötülük, iyilik ve hatta kutsallık bile insanın yüzüne akseden
özelliklerdi. Bu sebeple kötülerin yüzü kara, iyilerin yüzleri ak, kutsal
insanların yüz rengi ise “Gök Mavisi” olarak mitolojide sembolleştirilmiştir.
Eski Türkler, Oğuz Kağan’ın doğarken yüzünün gök renginde olmasını, onun
gökten geldiğini ve Tanrı’nın rengini taşıdığını gösteren bir belirti olarak
saymışlardır.
Gelelim Oğuz Kağan’ın ağzının ateş rengine benzetilmesine…
ATEŞ SEMBOLÜ YİNE KARŞIMIZA ÇIKIYOR
Eski bir Altay Efsanesi’nde konumuza örnek olacak bir bölüm vardır:
“Ak Han avlara gitmiş, çok geyik hayvan yıkmış,
Küçük bir çocuk, Ak Han’a karşı çıkmış.
Çocuk ağzını açmış, ağzından alev saçmış,
Gökteki bulut yanmış, Hakan da hemen kaçmış.”
Türk Mitolojisi’nde buna benzer örneklerle oldukça sık karşılaşılır.
Çocuğun ağzından ateşler çıkması ve Oğuz Kağan’ın ağzının ateş rengine
benzemesi neleri ifade etmektedir? İlk bakışta yine hayal ürünü bir masala
benzetilebilecek motif gibi görünmektedir.
Bu meseleyi biraz açalım…
Daha önceki bölümlerimizde de söylemiş olduğum gibi, eski inisiyatik
çalışmalarda mürşidin müridi öpmesinin çok önemli bir yeri vardı. Bu, temeli
çok eskilere dayanan, tesirin nefes yoluyla aktarılabileceği bilgisinin bir
uygulamasıydı. Mürşit kendi bilgilerinden doğan kendi manyetik tesir alanını,
henüz daha o olgunluğa ulaşmamış olan mürüdine aktarmakla görevliydi. Bunu
yapmanın yollarından bir tanesi de onu öpmesi yani nefesiyle kendi enerjisini
müridine geçirmesiydi.
Nitekim, belirli zamanlarda insanların birbirlerini kutlamak ya da saygı ve
sevgilerini göstermek amacıyla birbirlerini öpmelerinin ardında yatan gerçek
de, bu bilgiye dayanmaktadır. Fakat zamanla bu köken unutulmuştur.
Ayrıca yeri gelmişken hemen belirtelim ki; bir hastalığın iyileştirilmesi
amacıyla okuyup üflemenin de altında yatan gerçek, yine şimdi ifade etmeye
çalıştığım bu inisiyatik kökenli bilgiye dayanmaktadır. Ancak gerçek kıymetini
günümüzde kaybetmiş durumdadır. Çünkü bu da köken itibariyle unutulmuş
bilgiler arasında yerini almış ve batıl bir inanç olarak ya da dinsel majik bir
uygulama gibi görülmeye başlanmıştır. Oysaki kökeni görüldüğü gibi ne dinsel
majik bir uygulamaya, ne de batıl, boş bir inanca dayanmaktadır. Altında yatan
ilk gerçek bambaşkadır…
Konuyu biraz daha açarak ilerleyelim…
Dostları ilə paylaş: |