12 B+ YAZ
Peki, “Güle Güle Çocuklar” kısmı?
Bir mesaj mı vermek istediniz?
N.S: Doğru, kitabın bir adı daha var. Atatürk’ün söylevleri, demeçleri ciltler
dolusudur. Ama bilinçli olarak verdiği son mesajını verdiği yer ilginçtir, yine
Beşiktaş. Tarih: 29 Ekim 1938. Ölümünden 12 gün önce yani. Cumhuriyet
Bayramı akşamı bütün İstanbul, adeta buldukları her vasıtayla Beşiktaş’a
gelmiş. Boğaz’da herkes. Takalarla, çatanalarla, vapurlarla sarayın etrafını
kuşatmışlar. Büyük bir endişe de var durumuyla ilgili. Merak ediyorlar, çün-
kü öldüğüne ilişkin dedikodular da almış, yürümüş. Israrla Atatürk’ü gör-
mek istiyorlar. Marşlar söyleniyor, trampetler çalınıyor. Hasta yatağındaki
Atatürk’e “Bir fedakârlıkta bulunabilir misiniz efendim?” diyor yanındakiler.
Özellikle gençlik, askeri liseliler geldiler, sizi görmek istiyorlar. “Elbette” olu-
yor yanıtı. Onu bir koltuğa oturtuyorlar. Taşıyarak pencerenin önüne getiri-
yorlar. Orada elini sallıyor gelenlere. Bu hareketi büyük bir coşkuyla karşıla-
nıyor. Öyle ki, vapurlar batacak hale gelmiş. İşte orada”Güle güle çocuklar,
bu bayramlar, yarınlar sizindir” diyor.Bu, çok anlamlı, çok derin bir mesajdır.
Kitabın sayfalarını çeviriyoruz şimdi. Atatürk’ün en uzun
ikamet ettiği yerler nereler, diyerek başlayalım mı?
N.S: Altmış yılı bile bulmayan bir yaşam. 1880-1899 arasındaki çocukluk-
gençlik çağı Selanik ve Manastır’da geçmiş. 1899-1905 yıllarında
İstanbul’da öğrenci. 1905-1919 subaylık evresi. 1915-1938 son evrede res-
mi ve sürekli ikametgâh Ankara. Ama 1899’da Harbiye Mektebi’ne gelişin-
den ölümüne dek İstanbul’da kalış süresi, aralıklarla 10 yıla yakın. Demek
ki bu üç yer sırasıyla Selânik, Ankara ve İstanbul’dur. Konuyu Cumhuriyet
dönemiyle ve “ikametgâh”, yani cumhurbaşkanlığı konutuyla sınırlı tutarsak,
birinci sırayı Ankara Çankaya Köşkü, ikinci sırayı İstanbul Beşiktaş’taki Dol-
mabahçe Sarayı alıyor.
B+ YAZ
13
Neden Beşiktaş, neden Dolmabahçe?
N.S: Dolmabahçe, Halife Abdülmecid’in 5 Mart 1924’ te ayrılışından beri
boş. Sarayın bulunduğu Beşiktaş, II. Mahmud ve ardından gelen altı padi-
şah ve bir halifenin, başkent içinde başkent gibi gözettikleri ayrıcalıklı bir
semt. 19.yüzyılda hayli gelişmiş, kentsel sorunlarının çözümüne öncelik
verilmiş. Çırağan, Yıldız Sarayları, bunlara bağlı köşk, kasır, ve sahilsaray-
lar, devlet ricalinin, zenginlerin konak ve yalıları, başta kışlalar olmak üze-
re birçok kamusal kurum, Robert Kolej ve diğer yabancı okullar Beşiktaş’ta
yapılanmış. İstanbul’un pek çok yeri o zamanlar virane. Doğru bir görüntü
vermiyor. Eski Türk uygarlığını iyi resmeden bir yer en azından. Gelen ko-
nuk devlet adamları için iyi referanslar bunlar. Bir de ulaşım sorunu var ta-
bii. Motorlu taşıt ve uçak ulaşımı daha yaygınlaşmamış. Ankara ile bağlan-
tı Haydarpaşa garından trenle sağlanıyor. Beşiktaş rıhtımına gelelim: Hay-
darpaşa, Derince, Yalova, Mudanya, Karadeniz bağlantılarına ne kadar el-
verişli. Bunlar dikkate alındığında, kıyıdaki Dolmabahçe Sarayı’nın alterna-
tifi olmayan tek cumhurbaşkanlığı konutu olduğu görülür zaten.
Saray yaşamı ve sadeliğe olan yatkınlığı bilinen Atatürk.
Bir çelişki değil mi bu?
N.S: İleri sürülen gerçekler bunlar olunca, Dolmabahçe’de oturmayı kabul-
lenen Atatürk’e, sarayın en sade dairesi ayrılmış. Bu daire sarayın üst katın-
da. Pencereleri Boğaziçi’ne bakan iki salon, bir yatak ve bir çalışma oda-
sından oluşuyor. Çalışma odası da oldukça küçük. Şunu da hemen belirte-
yim: Atatürk’ün en sevdiği yer neresidir, bilir misiniz? Ankara’da Atatürk Or-
man Çiftliği’nin bir köşesinde, önünde sundurması olan küçük kulübe. İçin-
de bir somyası var. Fotoğrafı da vardır o sundurmada sandalyede oturur-
ken, köpeğiyle. Atatürk ve saray yaşamı. Bunlar O’na göre değil. Sarayda-
dır ama saraylı olmamıştır.
14 B+ YAZ
Peki, çalışma masasının karşısına çerçevelettirip
koyduğu makbuz?
N.S: Evet, Halife Abdülmecid Efendi’nin otomobilini durdurmuşlar işgal po-
lisleri ve trafik cezası kesmişler. İşte bu makbuzu, sırf Osmanlı hanedanı-
nın düştüğü durumu belgelediği için sürekli görebileceği bir yere koydurt-
muş. İbret olsun diye yani. Arada bir yakından bakarmış. Yıkılan, kaldırılan
hanedanın ne kadar yetkisiz hale düştüğünü gösteren bir belge olarak koy-
muş. Şimdi orada değil, depoya kaldırmışlar. Biz belediye başkanı sayesin-
de gördük yeniden, gün ışığına çıkarttırdık. Özel izinle kitaba koydurttuk.
Öyle ilginç anekdotlar var ki kitabınızda;
Bir kaçış hikâyesi mesela. Tanıklık eden de Beşiktaş!
N.S: Saraydayken bir gün Atatürk erkenden odasına çekiliyor. Herkesin
uyuduğundan emin olunca da gelişigüzel bir kıyafet giyiyor, başına da bir
kasket takıyor. Otomobiline atladığı gibi kaçıyor. Gittiği yer yine Beşiktaş’ta
bir sabahçı kahvesi. Çoğunluğu Rum balıkçılarla sohbet ediyor, Kasabis
oynuyor. Sonra onları da alıyor. Birlikte Kireçburnu’na gidiyorlar. Gazino
sahibi uyandırılıyor, masalar kuruluyor, sohbetler ediliyor. Sonra kendisini
İstanbul kazan, onlar kepçe arayan vali ve beraberindekiler de geliyorlar ve
saraya yeniden dönüş. Halkın arasında bir Atatürk. Beşiktaş da en yakın
tanık. İlginç olan ne biliyor musunuz? Bu kaçışın, Selim Cavid Yazman’a
göre 1930’ların başındaki Türkiye-Yunanistan ve Yugoslavya yakınlaşma
girişimleri sırasında yaşanmasının siyasal bir amacı da var.
Beşiktaş-Atatürk bağını kuran başka hangi nedenler var?
N.S: Evet, Balkan Savaşı yıllarında, yani 1912-1913 arası dönemde Selanik’teki
yüzlerce Türk ailesi gibi, annesi Zübeyde, kız kardeşi Makbule Hanım ve hi-
mayelerindeki Fikriye ve Abdürrahim’den oluşan Mustafa Kemal Bey aile-
si de İstanbul’a göçerek Akaretler’deki 76 no’lu saray lojmanına yerleşmiş-
ler. Aile, 1918-1919’da birkaç ay Şişli’deki evde kalmışlar. Ama Beşiktaş’taki
ikametleri 1922’ye dek, on yıldan az değil. Demek oluyor ki, Selanikli aile,
1912’den sonra Beşiktaşlı olmuş.
Sarayda, 36. Osmanlı padişahı Vahideddin’in kızı Sabiha
Sultan’la evlenmiş bir Mustafa Kemal nasıl olurdu sizce?
N.S: İki ihtimal vardı. Birincisi, kayınpederi olan padişaha bağlılık ve uyum gös-
terecekti. Bu, Atatürk’ün mizacına tamamen ters zaten. İkincisi de, evlene-
cekti ama kısa süre sonra boşanacaktı. Nitekim Vahideddin’in diğer kızı, Tev-
fik Paşa’nın oğlu ile evli olan kızı boşanmıştır. Padişah kızlarıyla anlaşmak zordur.
Türkiye’nin hali ne olurdu peki?
N.S: Kim bilir yazgı ne tür sürprizler sergileyecekti? Olmamış şeyleri “olsay-
dı” diye düşünmek felsefecilerin işidir. Tarihçilerin değil. 1919’da İstanbul’a
veda eden Atatürk’ün, 1927’ye dek dönmeyişinde Osmanlı Hanedanı-
nın yurt dışına oradan çıkarılmasının rolü var mı? Yoksa esas neden Milli
Mücadele’ye yeterince destek verilmediği için küskünlük mü?
Her ikisi de. Yani İstanbullu vatanseverlerin ve işgüderlerin umutsuz, ka-
rarsız ve isteksiz oldukları kanısına vardığı, bu nedenle de ayrılırken geride,
destek verecek niyette kadroların bulunmadığı yönünde yorumlar da var.
Diğer yandan 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edilip Atatürk de “Reisi-
cumhur” seçildikten sonra ortaya iki başlı bir durum çıkmış: Ankara’da dev-
İşgal günlerinde bir törenden dönen Halife Abdülmecid’e Fransız ve İtalyan
polislerinin köprüde kestikleri “trafik cezası”, (Dolmabahçe Sarayı).
1938 yazında, Atatürk’ü iyileşir umuduyla Boğaz sularında 55 gün gezdiren Savarona yatı.