124 Ali Şeriati
Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem yazmaya koymayan
siyasiler teklif ettiler ki, yazmak istediğini sözlü desin.
Efendimiz kırgın halde bakıp dedi:
- Benim sahip olduğum, beni davet ettiğinizden
üstündür. Ben size üç vasiyet ediyorum:
"Öncelikle, müşrikleri Arap adasından çıkarın. İkincisi,
kabilelerin temsilciliğini benim kabul ettiğim gibi yapın.
Üçüncüsü, .... "(sessizlik).
Herkes
ihtiyarsız
Ali
aleyhisselâma
baktı.
Ali
aleyhisselâm ise derin düşünceler içindeydi. Efendimiz
sallallâhü aleyhi ve sellem sustu, gözlerini bir noktaya
dikmişti.
Onlar gittiler. [Bir gidiş gittiler]
Üzüntüden feryat ettim ... "Baban için bu günden o yana
sıkıntı yok" dedi ve dudakları kapandı.
Vah diyen, kızını, bebeklerini öpen dudaklar kapandı. Bir
süre bize baktı, sonra gözlerini kapadı.
Başı Ali'nin göğsü üste idi. Elini kıran bir sessizlik
içindeydi, sanki Peygamber sallallâhü aleyhi ve sellem
önce o ölmüştü. Aişe ve diğer kadınlar onun başına
toplandılar.
Aniden dua için açılmış elleri yanına düştü. Dudakları
kıpırdadı. Her şey tamam oldu.
Dışarda çığlık koptu. Şehir korku ve tereddüt içinde
ağlıyordu. Hz. Ömer feryat diyordu: "Peygamber ölmedi;
Fâtıma, Fâtıma’dır/Kadın 125
o, İsa gibi göğe çıktı ve yine gelecektir. Kim derse ki,
"Peygamber öldü" münafıktır ve boynunu vuracağım. "
Birkaç saat geçti. Sakinlik oluştu. Hz. Ebu Bekir ve Hz.
Ömer'in geldiğini gördüm. Hz. Ebubekir babamın
yüzündeki örtüyü açtı, ağladı, gitti. Diğeri de gitti.
Ali, Peygamberin sallallâhü aleyhi ve sellem gusül ve
kefen işi ile meşgul oldu. O, babamın pak bedenini
yıkıyor, ağlıyordu. Onun üzerine su, kendi canına od
döküyordu.
Halk kendi Peygamberini kaybetmişti. Ben ve Ali ise her
şeyimizi! Birden bana öyle geldi ki, bu şehirde, bu
dünyada garip kalmışız.
Her şey bir anda değişmişti. Yüzler dönmüştü. Sadakat
yerine siyaset gelmişti. Kardeşlik antlaşması okuyanlar
uzaklaşmış,
yeniden
zengin-fakir
üveylik
geri
oluşmuştu.
Babamın ölümünden daha ağır bir gerçeklikle yüz yüze
durmuştuk. Medine hile ve fitnelerle dolmuştu.
Büyük Amcam Abbas rahatsız oldu, gelip Ali'ye dedi:
- Elini ver, sana beyat edeyim. Koy bilsinler ki,
Peygamber sallallâhü aleyhi ve sellemin amcası Ali'ye
beyat etti. Aile üyeleri de sana beyat eder. Yoksa ...
Ne "yoksa"? Olmaya başkalarında da bir tamahı mı var?
Ali aleyhisselâma dedi ki, yarın bileceksin. Ali
aleyhisselâm tehlike hissediyordu. Ama bu his ani oldu.
126 Ali Şeriati
Kalbinde ayrı bir hesap vardı. Muhammed sallallâhü
aleyhi ve sellem Ali için baba, öğretmen, kardeş, dost,
peygamber, bir deyişle, her şey vardı. O, bu dışarıda
olup bitenleri düşünmek istemiyordu. O Peygamber
sallallâhü aleyhi ve sellem gusül vermekle, ben çocuklara
bakmakla meşgul idik.
Hasan'ın yedi, Hüseyin'in altı yaşındaydı. Zeynep beş,
Ümm-Gülsüm ise üç yaşındaydı. Peygamberden sonra bu
çocukları hoş vakitte beklemiyordu.
Sakife’de Peygamber sallallâhü aleyhi ve sellemin
yakınları (yine) toplanıp halife seçmek isteğinde idiler.
Hissettiler ki, Mekke mühacirlerinin (Kureyş) kendi planı
var. Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ebû Ubeyde
kendilerinden birisi olsun istiyorlardı Sonuçta, bu
toplantıda Sakife’de Hz. Ebubekir seçildi.
Fâtıma aleyhisselâmın iztirablarını kimsenin kavramaya
yetenekli değildi. Fâtıma'nın babasına muhabbeti sadece
evlatlık muhabbeti değil ve o, öz babasını aşikâne
seviyor. O "babasının annesi" ve tüm zorluklarda onun
onun arkadaşı olup. Efendimizin sallallâhü aleyhi ve
sellem vefatından sonra o tek zürriyet, evin tek sütunu,
evlatlarının annesidir. Fâtıma aleyhisselâm dünyaya
geldiği zaman artık ne anasının serveti, ne de ailede
sevinç vardı. O zaman Hatice yaşı altmış beşi geçmiş
ihtiyar
bir
kadındı.
Henüz
Fâtıma'yı
dünyaya
getirmemişken önce risalet yükü onun belini eğmişti.
Cahiliye, kölelik, putperestlik bu aile için zindana
dönüşmüştü. Yaşamını Muhammed sallallâhü aleyhi ve
Fâtıma, Fâtıma’dır/Kadın 127
sellemin aydınlık yoluna feda eden Hatice tatlılıkla o
zaman, ortamın zehrini içdi. O, Muhammed sallallâhü
aleyhi ve sellemin risaletine meşguldü. O zaman Fâtıma
aleyhisselâm anne ve babasına iltifatına muhtaç
olduğunu hissediyordu.
Hayatını dosta karşılıksız, feda eden kimse kalben ona
yaklaşır. Bu zaman dost da onun ihtiyacına cevap verir.
Ama dostluk ve aşk farklı mefhumlardır. Fâtıma
aleyhisselâmın babasına sevgisi sadece dostluk değil. Bu
sevgi çok ağır sınavlardan iftiharla eski bir sevgidir.
Babası kendi yurdunda garip idi. Onu her yandan cehalet
kılıçları çalıyordu. Bir yandan vahiy heyecanları, bir
yandan vicdan ve aşk tufanları, diğer yandan akrabaların
azapları, yalnızlık ve dağların, göklerin sahip durmadığı
emanet yükü! O, bütün bu azap yağmuru altında halkın
arasına çıkıyor, Safa tepesine tırmanıp cahil halkı
korkutuyor, üç yüz otuz kaç puta tapan cahiller arasında
özgürlük nidası çekiyor, günün sonunda yorgun, yaralı,
mahzun halde eve dönüyor. Fâtıma aleyhisselâm şehrin
nefret dolu sokaklarında babasını adım adım takip
ediyor. Peygamber sallallâhü aleyhi ve sellem yıkıldığı
zaman kuş yuvadan düşmüş yavrusunu koruduğu gibi
Fâtıma aleyhisselâm babasından koruyor. İnce
parmakları ile babasının çehresindeki kan izlerini
temizliyordu.
Fâtıma aleyhisselâm Allah kelamı taşıyan babasına kendi
çocuksu kelimeleriyle rahatlatıcı oluyordu. Birinden
döndüğünde zaman onu yalnız karşılıyordu
. Üç yıllık
Dostları ilə paylaş: |