Hazırlayan: İhramcızâde İsmail Hakkı



Yüklə 2,82 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə43/43
tarix06.02.2018
ölçüsü2,82 Kb.
#26385
1   ...   35   36   37   38   39   40   41   42   43

Fâtıma, Fâtıma’dır/Kadın   175 
 
yüzüdür. Ben kendimi senden çok üstün biliyorum! ". 
Bizde durum nedir?  
İran'da 15 yıl önce üniversitede okuyan kızın hicabı neyi 
ifade  ediyordu?  Onun  hakkında  ne  görüşü  vardı?  Bu  kız 
ya  hurafeci  ailenin  çocuğu  gibi  olur,  ya  da  hicabı  ile 
fakirliğini gizlemiş gibi kabul edilirdi. 
O  dönem  geçti.  İslam  hakimiyet  olarak  kadınları  dini 
değerlerin  korunmasına  davet  etti.  Hicabsızlığın  reva 
bilindiği  dönemde  bana  evlatlarının  açık  saçıklığından 
şikayet  eden  ebeveynler,  görün,  şimdi  ne  diyorlar: 
"Çocuklarımız  Modernizmle  mücadelede  aşırı  gitmişler, 
dini  değerlerde  sertlik  gösteriyorlar".  Bu  insanlar 
değişmedi!  Değişen  değerlerdir.  Bir  zaman  an’anecilik 
simgesi  olan  hicabı,  şimdi  insani  düşünceleri  ifade 
ediyor. 
Tecrübe  gösteriyor  ki,  örneğin,  toplumun  nispeten 
eğitimsiz tabakası için İslami giyim düşünce tarzını ifade 
etmiyor.  Onların  hicap  yaklaşımı  gelenek  an’ane 
karakterlidir.  Aslında,  sadece  dini  değerlerin  özünü 
anlayanlar için hicabı itikadla bağlı elbisedir. 
Bugün  giyim  tarzını  seçen  kız  neye  göre  tercih  yapıyor? 
İki  faktör  göze  çarpmaktadır:  ya  annenin  giyimi,  ortam 
esas alınır, ya da düşünce tarzı. Birinci faktör itibarsız ve 
geçicidir.  Taklitçilik  bir  zaman  sonra  yok  olacaktır!  Bu 
insanlar değişen ortamla, değişirler. 
Ama ikinci faktörü esas alanlar hicaba kendi itikadlarının 


176  Ali Şeriati 
sembolü gibi bakıyorlar. Onlar düşünüyorlar ki, dünyanın 
tüm  halklarının,  bütün  ümmetlerin  giysisi  var  ve  bizim 
de giyimimiz bu şekilde olmalıdır. 
Dikkat  edin,  hicablı  kadın  biraz  eğitim  aldıktan  sonra, 
birkaç  ülkeye  sefere  çıktıktan  sonra  hicapsız  ortamların 
tesiri  altında,  ya  da  kendini  aydınlanmış  saydığı  için 
başını atıyor. 
Ama bir bilgili tabaka da mevcuttur ki, hicabla döner. Bu 
nesil sanki kendi hicabı ile Avrupa modernizmine mesaj 
gönderir: 
"50  yıl  bizi  kandırdın,  yeter!  Ben  kendi 
libasımla  sana  "hayır"  deyip,  planlarına  "Fatiha" 
okuyorum ". 
Bu düşünce ile hicabını hıfz edip/koruyanlar 
diğer  hicablılardan  ayrı  tutmak  gerekir!  Hicabını 
düşünceli  şekilde  seçen  herkes,  artık  ciddi  bir  okulun 
temsilcisidir.  Bu  hicabı  çok  değerli  ve  muhteremdir. 
Böyle  kadınlar  asla  kendi  hicabından  utanmıyor,  aksine, 
en bayağı ortamlarda da kendisini üstün biliyor. 
Bir  kişi  benden  hicab  aleyhine  söz  koparıp,  gürültü 
çıkarmak  amacıyla  soru  sordu.  Cevabını  uzatmayıp 
dedim:  "  Söylediğin  Hicabın  hükmü  ise,  Vallahi,  ben  ne 
fakihim  ne  de  bezzaz  (parçasatan).  Ben  sosyoloğum  ». 
Dedi:  «İşte  ben  de  sosyoloji  nazarınca  soruyorum." 
Dedim:  «sosyoloğun  işinde  parça  elbise  değil,  bütün 
insanlar vardır."  
Dedi: «İşte onu diyorum." 
Sonunda, beni konuşturdu. Dedim ki,  
İran toplumunu üç bölüme ayrılabilir. Onların çoğu avam 


Fâtıma, Fâtıma’dır/Kadın   177 
 
adamlardır  ve  hicabları  da  var.  Onların  hicabları  gerilik, 
gericilikle bağlıdır. Onlar derin dini düşünceden yoksun, 
eski örf an’aneye bağlı insanlardır.  
İkinci  grup  ise  azınlıkta  etse  de,  tahsillidir,  dünyadan 
haberi vardır. Onlar yurtdışında okumuşlar, çeşitli sosyal 
aktivite gibi hicabsızdırlar.  
Üçüncü  grup  bambaşkadır. 
Onlar 
yeni  neslin 
temsilcileridir.  Onlar  asıl  aydınlardır  ve  aydınlığı  sadece 
eğitimle  ilgili  değil.  Bu  insanlar  modern  kültürden 
yukarıda  durup,  her  işin  mahiyetine  kadar  varırlar. 
Bunlar,  insanlık  mes’uliyetini  idrak  eden  imanlı 
insanlardır. Bu bilgiler eğitimden, diplomadan çok uzağa 
dayanır.  Onlar  için  ilim  ve  bilginin  maddi  ihtiyaçların 
te’mini  için  değil,  kendi  kimliklerini  anlamak  içindir. 
Onlar  her  şeyi,  hem  de  hicabını  kendileri,  kendi 
düşünceleriyle seçenlerdir. 
Ben, bir kız babası olarak, kızımı hicabına davet ederken 
işin mahiyetini açıklamalıyım. Kız hicabını öyle yöntemle 
kabul etmelidir ki, 55  yıl doğuya ahlaksızlık ihraç etmiş 
batı  emperyalizminin  da’vetlerine  "yok,  ben  kendi 
kişiliğimi,  medeniyetime,  ideologiyama,  değerlerime 
bağlıyım" deyip, kendisini her tipten üstün bilsin. 
Hindistan'ın eski başkanı İndira Gandi kendi üç bin yıllık 
"sari" si (hicabını) ile dünya liderlerinin görüşüne çıktı ve 
hakaret  duymadı. 
Bu  hanım  BM'nin  500  temsilcisinin 
bulunduğu  salona  girdiğinde  herkes  ayağa  kalkıp 
alkışlıyordu.  Ona  göre  yok  ki,  hanım  Gandhi  bizim 


178  Ali Şeriati 
an’anelerimiz  gibi  mi  bağlıyordu?  Yok!  Zira  bu  hanım 
sarisi  ile  batıya  "siz  bizi  değiştirmek  istediniz,  biz 
değişmedik"  diyor.  Evet,  biri  batının  oyuncağı  olarak 
hicabsızlığı,  diğeri  ise  kendi  kimliğinin  bekçisi  olarak 
hicabını gurur bilir. 
Eğer  çocuğunuza  "hicabı  ört"  demeyin,  onun  düşünce 
tarzını  öyle  değiştirin  ki,  kendisi  hicabını  bağlasın.  Eğer 
evladınızla  ilahi  hakikatler  arasında  sevgi  köprüsü 
oluşturmak, o, kendisi namaza duracak! 
Soru: İran kadınının an’anevi giysisi nedir? 
Cevap: Bunu kültür işçilerinden sorun. Onların bu soruyu 
cevaplayacak müzeleri de var. 
Soru:  İran  kadınının  an’anevi  giyimi  Arap  kadınının 
an’anevi giyiminden farkları var mıdır? 
Cevap: Eğer "an’anevi, milli giyim" diyorsunuz. Biz böyle 
bir  giysinin  savunmalarının  kalkmamıştık.  Biz  çağ, 
eskimiş  modaların  tebliğcisi  değiliz.  Biz  kendi  halkımızı 
batı  modernizminin  esaretinden  kurtarıp  özüne,  kendi 
kimliğine  döndürmek  istiyoruz.  Biz  İslam  ümmetini  bir 
arada  yükseleceği  zirvelere  sesliyoruz.  Bu  yükselişte 
gericiliğe, an’aneye yer yok! 
Düşünüz,  Peygamber  sallallâhü  aleyhi  ve  sellem 
döneminde hicabı nasıl ortaya çıktı?  
Değil  miydi  ki,  ey  kadınlar,  kendinizi  namehremden 
koruyun.  Kadına  anlatıldı  ki,  onun  kendi  kişiliği  var, 
onun  inancı,  ideolojik  yolu  var,  o,  birilerinin  oyuncağı 


Fâtıma, Fâtıma’dır/Kadın   179 
 
değil, o, yoldan geçenlerin gözünün yemi değil! 
Tarihe  bir  bakın:  Peygamber  sallallâhü  aleyhi  ve  sellem 
sırasında  bir  Müslüman  kadın  Yahudilere  mahsus 
dükkandan  cevahir  almaya  gidiyor.  Yahudiler  bu  kadına 
taciz amacıyla onun çarşafını sıyırıyorlar. Kadın durduğu 
yerden 
üstünden 
çarşafı 
düşüyor. 
Kimliğine 
dokunulduğunu gören kadın,  
"Ey Müslüman kardeşler!" - Diye seslendi çekiyor. Yoldan 
geçen  Müslüman  işe  karışır.  Bu  ihtilaf  genişleyip, 
Müslüman-Yahudi çatışmasına yol açıyor. 
Evet,  hicabın  mahiyetini  anlayan  kadın  savaşa  kalkıyor. 
Peygamber sallallâhü aleyhi ve sellemin ashabından olan 
Ebu Said Hatbi diyor:  
"Allah  Medine  kadınlarını  mutlu  etsin!  Hicab  talimatı 
geldiğinde  hepsi  çekinmeden,  kırlangıç  gibi  Medine 
sokaklarına çıktılar ". 
Soru:  Hz  Muhammed  sallallâhü  aleyhi  ve  sellemin 
talimatları  belli  döneme  aittir,  yoksa  dönem  şart 
değildir?  
Örneğin, o zaman namaz Arapça kılınırsa, bugünkü Fars 
kendi dilinde namaz kılabilir mi? 
Cevap:  Biz  görüyoruz  ki,  toplum  ve  onun  ihtiyaçları 
değişiyor.  Ama  bunu  dine  ait  mi?  Öncelikle  bilinmesi 
gerekir ki, din nedir. Din üç yönden oluşmaktadır: 
-Evvela,  Dünya  görüşümüz  belli  olmalıdır.  Dünyaya, 
insana, dünyada insana bakışımız muayyenleşmelidir. Ne 


180  Ali Şeriati 
için  yaşadığımızı,  yaşam  amacımızı  bilmeliyiz.  Her  bir 
ideolojinin  kendi  bakış  açısı,  kendi  bakışı  var.  Tabii  ki, 
bizim  de  kendi  bakışımız  olmalıdır.  Bu  bakış  dinin 
değişmez,  sabit  unsurudur,  ama  gelişebilir.  Örneğin, 
doğa  değişilmezdir.  Ama  bizim  doğa  hakkında 
bildiklerimiz  inkişaftadır.  [gelişme]  Bu  zamana  kadar 
hangi  doğa  kanunu  değişti?  Ama  doğa  bilimleri  sürekli 
gelişmektedir. 
Evet,  tevhid,  yeni  Allah'ın  birliği  sabittir. 
Ama  bizim  bu  alandaki  bildiklerimiz  artmaktadır.  Bu 
günkü  filozof  tevhidi,  Kur’anı  on  asır  önceki  filozofdan 
daha iyi anlamalıdır. 
Demek, dinin ilk unsuru sabittir. 
-İkincisi,  Ahlaki  değerlerdir.  İslam'ın  sunduğu  ahlak 
kuralları  sabittir.  Kahramanlık,  erdem,  cesaret,  insani 
değerler  uğruna  mücadele,  cihad  gibi  değerler 
yıpranabiliyor mi ?!  
İnsan kamilleştikçe bu değerler de kamilleşir. 
Kur'an-ı  Kerim'in  "Maun"  suresinde  buyurulur:  "Dini 
yalanlayan  gördün  mü?  ..  O  öyle  kişidir  ki,  yetimi  itip 
kovalar ve yoksulu doyurmaya teşvik etmeyen." 
Kendiniz  düşünün,  bu  ayetler  şu  anda  günceldir,  yoksa 
yok ?!  
Dünyanın  her  üç  kişiden  ikisi  açlık,  yoksulluk 
girdabındadır.  Aslında  açlık  fakirlikten  bambaşkadır. 
Örneğin,  köy  halkı  fakir  olabilir,  ama  açlık  çekmez. 
Köyde  en  küçük  çiftlik  olan  aç  kalmıyor.  Şimdi  ise  uzay 
asrıdır!  Ama  hakiki  açlık  çekenler  dünyanın  en  zengin 
kentlerinin  sokaklarını  dolaşmaktadır.  Köyler,  ne  kadar 


Fâtıma, Fâtıma’dır/Kadın   181 
 
ki,  modernleşmemişti  açlık  da  bilmezdi.  Modern  köylü 
yumurtayı  yemiyor,  satıyor.  Diş  macunu,  kolonya  alır. 
İneğin sütünü, tahılını satıyor - televizyon alıyor. Demek, 
yenilebilir olduğunu satıyor! 
Evet, insani değerler sabittir. 
-Gerçek Dinin ameli hükümlerine. 
Her bir hüküm insanın 
terbiyesinde,  evriminde,  Allah'a yaklaşmasında özel role 
sahiptir ve değişmez. 
Soru: Allah ile iletişim sadece dini hükümlerde belirtildiği 
gibi  mümkündür,  yoksa  her  kişi  kendi  istediği  gibi 
iletişim kurabilir? 
Cevap:  burada  iki  noktayı  belirtmek  gerekir.  Her  insan 
istediği  zaman  Allah'a  başvurup  Onunla  gizli-niyaz 
edebilir. Yeni Allah'la iletişim özgürdür. 
Ama  insanın  özünü  terbiyesi,  kamilleşmesi  için 
sistematik  bir  yaklaşım  daha  faydalıdır.  Tecrübe 
göstermektedir  ki,  sadece  ibadetlerde,  hatta  yaşamın 
tüm  alanlarında  sistemli,  programlı  çalışmalar,  serbest 
çalışmalardan faydalı olur. 
 
Bir misal: 
Dini  görevlerden  biri  cihaddır.  Diyelim  ki,  vatan 
topraklarına tecavüz edildi ve biz onu savunmak gerekir. 
Sizce,  düşmanla  ordu  vuruşsun,  yoksa  herkes  ayrı  ve 
kendi istediği zaman mı?!  


182  Ali Şeriati 
Demek,  sistemli  faaliyet  daha  etkilidir  ve  bu  prensip 
ibadet alanına de geçerlidir! 
**


 
 
Hz.  Ali  kerrema’llâhu  vechehû  ve  radıya'llâhu  anhın 
HZ. FÂTIMA aleyhisselâma AŞKI 
 
“Ey  kutlu  isimle  şöhret  bulan  seçkin  Peygamberin  kızı 
Fâtıma,  zâtında  nice  kerametler  zuhur  eden  yüksek 
şöhret sahibi kılınan bir peygamberin kızısın.”  
 “Ey  Fâtıma’m,  Rasûlullâh  sallallâhü  aleyhi  ve  sellemin 
yardımıyla  nimetlere  kavuştum.  Kâfirlerle  mücâdele 
ederek kulların rabbi olan Allah’ın rızasını elde ettim.” 
“Allah’ın  rızasını  kazanmaktan  başka  hiçbir  şey 
istemiyorum. 
Cennette 
onun 
hoşnutluğunu 
arzuluyorum.” 
“Fâtıma’m,  kerem  sahibi  ve  insanların  efendisi  olan 
Peygamberin  kızıdır.  Haram-zâde  değildir.  Kötülükle 
ilgisi yoktur.” 
“Ey  Fâtıma,  Hak  Teâlâ  o  güzel  gerdanı  öylesine  süslü 
kıldı  ki  bu  kapıya  gelenlerin  hepsi,  Peygamberin 
esiridirler.” 
“Benim  öyle  bir  sevgilim  vardı  ki,  yeryüzünde  ona  eş 
başka bir sevgili ve kalbimde onun sevgisinden başka bir 
şey yoktur.”  
“Öyle  bir  sevgili  idi  ki  gözlerimden  ve  cismimden  uzak 
kalmasına  rağmen  hayâli  hiç  bir  zaman  kalbimden 
çıkmazdı.”  


184  Ali Şeriati 
“Gözü doğuştan sürmeli bir güzele âşık oldum. Çünkü o, 
gözlerine minnetle sürülen bir sürmeyi sürmemiştir.”  
 “Sevgi ve ülfet dalında bir çift güvercin gibi yaşıyorduk. 
Sohbet  ederek  birbirimizden  yararlanıyor,  mutluluk 
içinde vakit geçiriyorduk.” 
“Evimiz, her türlü  misafirin konakladığı bir  yerdir. Bizim 
yiyeceklerimiz, onu yemek isteyenlere helaldir.” 
“Evimizde ne varsa onu misafirlere ikram ederiz. Sirke ve 
ekmekten  başka  bir  şeyimiz  bulunmasa  da  onları 
evimize gelenlere veririz.” 
“Ey şeref ve inanmışlık örneği Fâtıma! Ey bütün insanların 
hayırlısı  olan  Rasûlullâh  sallallâhü  aleyhi  ve  sellemin 
kızı.” 
“Herkes  yaptığı  iyiliğin  karşılığını  görür.  Hayır,  işleyen 
kimseler mükâfata nâil olurlar.” 
“İyilik  yapanların  yeri  yüksek  cennetlerdir.  Allah  oraları 
cimri olan kimselere haram kılmıştır.” 
“Cimriler için son derece kötü yerler hazırlanmıştır. Ateş 
onları cehenneme çeker.” 
 (Hatırlasana)  “Boğazın  kapalı  olduğu  halde  (oruçlu) 
kapıya  gelip  bizlere  açlıktan  şikâyetle,  Allah  için  bir  şey 
verin, diye bir esir el uzattı.” 
 “Kapıya gelen ve şiddetli fakirlik etkisiyle muztarip olup 
âh eden ve inleyen fakiri görüyor musun?” 
“Meskenet  ve  fakirliğin  etkisiyle  boyun  eğerek  Allah 


Fâtıma, Fâtıma’dır/Kadın   185 
 
rızası için bir şey verin diye yalvarmaktadır.” 
 “Allah  Teâlâ  bize  bu  yetimi  gönderdi.  Ona  rahm  eden 
bize  rahmetmiştir.  Ona  olan  ikrâm  bizedir.” 
[Bu  beyit,  ed-
Dehr Sûresinde geçen “Yemeğe olan sevgilerine ve iştahlarına rağmen 
yoksulu,  yetimi,  esiri  doyururlar  idi.”(âyet,  8)’e  işarettir.  Bununla  ilgili 
açıklama daha önce geçmiştir] 
“İzzet  ve  ikramda  bulunan  kimsenin  gideceği  yer 
Cennetü’n-Nâimdir.  Allah,  cenneti  kötü  olanlara  haram 
etmiştir.” 
“Eğer  misafir  kerem  sahibi  bir  kimse  ise  önüne 
koyduklarımıza razı olup yer. Eğer kötü bir insan ise, ona 
verdiklerimizi beğenmez.”  
“Dünyada  muhtaç  kimselere  yardım  eden,  yoksulları 
doyuranlar,  yarın  kıyamet  gününde  ecir  ve  sevaplarını 
Allah yanında hazır vaziyette bulurlar.” 
“Ziraatçı  yakında  ektiğini  biçecektir.  Minnet  etmeden  o 
esiri  açlıktan  kurtar.  Dünyada  az  bir  hayırla  islediğin 
sevapların 
mükâfatını 
öbür 
dünyada 
fazlasıyla 
göreceksin.” 
“İki  dostun  birleşmesinden  sonra  mutlaka  ayrılık  olur. 
Ayrılıkla son bulmayan çok az kavuşma vardır.” 
“Hazret-i Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemden sonra 
Fâtimetü-z-Zehrâ da aynı yolu tutup gitti. Hiçbir dostluk 
ve arkadaşlık sonsuz değildir.” 
“İki şeyin ayrılığı benim ciğerlerimi yaktı ve gözlerimden 
damlayan yaşlar, kan gibi akıp durdu.”  


186  Ali Şeriati 
“Zaman, aramıza girerek bizi birbirimizden ayırdı. Çünkü 
zaman, dostlar arasına girerek onları darmadağın eder.” 
“Ölüm  bizi  birçok  şeylerden  uzak  bıraktı.  Güzel  huy  ve 
güzellik sahibi kimseden ayrı düştük.” 
“Ben  sevgiliye  iştiyak  ve  hasret  duymaktayım.  Acaba 
insanı sevene götüren bir yol var mıdır?” 
 “Hikmet sahibi birisi, ayrılık anında bir söz söylemiştir ki 
o söz ibret alanların dillerinden düşmez. O darb-i meseli 
ben de çok anarım.” 
 “Ölüm  habercisi  geceleyin  eve  gelip  ölüm  haberini 
getirince dehşetli bir şekilde uykumu kaçırdı.”
 
[
Bu beyit, Hazret-i Fatimetü’z-Zehrâ’nın Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve 
sellem Efendimizin Hakk’a yürüyüşü üzerine söylemiş olduğu şu şiirine 
bir nazire şeklinde söylenmiştir:  
“Bizim  üzerimize  inen  musibet,  gündüzlerin  üzerine  inseydi  onları 
kapkaranlık yapardı.”] 
“Ölüm habercisi geldiğinde ona dedim ki sen Rasûlullâh 
sallallâhü aleyhi ve sellemin dışında birinin vefât haberini 
mi getirdin?” 
“Korktuğum  başıma  geldi  fakat  ölüm  habercisi  O’nu 
kayırmadı.  Dostum,  belâlar  karşısında  sığmağım  ve 
güzellikte benzersiz olan koruyucumdu.” 
 “Benim  başıma  öyle  bir  şey  geldi  ki  sevgilimin  kabrini 
ziyaret  edip  ona  selâm  yerdiğim  halde  benim  selâmıma 
cevap vermedi.” 
“Ey Fâtımam, sana ne oldu ki bizim selâmımızı almadın, 


Fâtıma, Fâtıma’dır/Kadın   187 
 
yoksa bizden ayrıldıktan sonra dostlarına ve sevdiklerine 
karşı  gösterdiğin  sevgiyi  unuttun  mu?  Bizden  ayrılığın 
sana melâmet mi verdi?” 
“Ben, yukarıdaki şiiri söylediğimde Hazret-i Fâtıma lisân-
ı hâl ile bana şu cevabı verdi: Taş ve toprağa bulaşan bir 
insan ne diyebilir ki?”  
“Toprak  benim  iyiliklerimi  yutmakla  sizleri  unuttum. 
Yakınlarımdan  uzak  kalmışım.  Onlarla  benim  arama  bir 
perde girmiştir.” 
“Ey  sevgilim,  benden  sizlere  selâm  olsun.  Fakat 
aramızdaki sevgi, muhabbet, yakınlık ve ülfet ipi kopmuş 
bulunmaktadır.” 
“Benim  gözyaşlarım  ancak  senin  ayrılığın  nedeniyle 
fazlaca 
akmaktadır. 
Seni 
hatırladıkça 
kendimi 
ağlamaktan alamıyorum.” 
“Ey  âhir  zaman  peygamberinin  kızı  Fâtımetü’z-Zehra, 
senin  gidişinle  gizlediğim  ve  sakladığım  sırların  açığa 
çıkmasıyla benim sağlığım bozuldu.” 
“Fatma’nın  âhirete  göç  etmesiyle  bana  güç  gelen  işlere, 
Allah’tan  geldiği  için  boyun  eğmek  zorundayız.  Ona 
karşı gelerek inad etmek ve mücâdele vermek kudretine 
sahip değiliz.” 
“Benim  sabrım  o  mertebede  idi  ki  sıkıntı  çektiğim 
işlerden  hiç  birini  sana  açmazdım.  Hummaya  tutulsam 
bile  senin  yanında  bu  hastalığımı  açığa  vurup  seni 
rahatsız  etmezdim.  Bilirsin  -ki  bu  konuda  benim 


188  Ali Şeriati 
benzerim azdır.” 
 “Mala noksanlığın gelmesi ve bir eksikliğe uğramadı bir 
zarar  ve  ziyan  değildir.  Gerçek  zarar  ve  ziyan,  kerem 
sahibi dostların yokluğudur.”  
“Onlar  olmadan  hayat  ve  yaşamanın  hiç  bir  tadı  ve 
lezzeti  yoktur.  Yemin  ederim  ki  yaşamaya  karşı  hiç  bir 
isteğim kalmamıştır.” 
“Ben  öldüğümde  sevgim  unutulacak  ve  belki  de 
hatırlanmayacağım.  Benim  gibi  nice  dost  ve  arkadaş 
bulunacaktır.” 
 “Ey Fâtıma’m, işte kılıcım, bu kötü bir şey değildir. Ben 
ne korkağım ve ne de kaçan bir insanım.” 
 “Bunun  içindir  ki  gözlerime  uyku  girmiyor  ve 
uyuyamıyorum. Kalbim, ayrılık-hasretinden dolayı susuz 
hale gelmiştir.” 
“Ayrılık  gecelerine  karşı  olan  sevgim  mutluluktan 
değildir.  Belki  daha  sonra  kavuşma  nasip  olur  da  onun 
safâsını  çeker  düşüncesiyle  ayrılık  geceleriyle  müteselli 
oluyorum.” 
“Kavuşma  ye  vuslat  günleri  bana  çok  cazip  gelmedi. 
Çünkü gördüm ki her şey zevâle yüz tutmuştur.” 
 
Geniş  bilgi  için  bkz:  Hz.  Ali  Divanı  [Kitap].  -  İstanbul  :  [s.n.],  trc: 
Müstakimzade Süleyman Sadettin, hzl: Şakir DİCLEHAN 1981. 
************************* 

Yüklə 2,82 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   35   36   37   38   39   40   41   42   43




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə