Fâtıma, Fâtıma’dır/Kadın 175
yüzüdür. Ben kendimi senden çok üstün biliyorum! ".
Bizde durum nedir?
İran'da 15 yıl önce üniversitede okuyan kızın hicabı neyi
ifade ediyordu? Onun hakkında ne görüşü vardı? Bu kız
ya hurafeci ailenin çocuğu gibi olur, ya da hicabı ile
fakirliğini gizlemiş gibi kabul edilirdi.
O dönem geçti. İslam hakimiyet olarak kadınları dini
değerlerin korunmasına davet etti. Hicabsızlığın reva
bilindiği dönemde bana evlatlarının açık saçıklığından
şikayet eden ebeveynler, görün, şimdi ne diyorlar:
"Çocuklarımız Modernizmle mücadelede aşırı gitmişler,
dini değerlerde sertlik gösteriyorlar". Bu insanlar
değişmedi! Değişen değerlerdir. Bir zaman an’anecilik
simgesi olan hicabı, şimdi insani düşünceleri ifade
ediyor.
Tecrübe gösteriyor ki, örneğin, toplumun nispeten
eğitimsiz tabakası için İslami giyim düşünce tarzını ifade
etmiyor. Onların hicap yaklaşımı gelenek an’ane
karakterlidir. Aslında, sadece dini değerlerin özünü
anlayanlar için hicabı itikadla bağlı elbisedir.
Bugün giyim tarzını seçen kız neye göre tercih yapıyor?
İki faktör göze çarpmaktadır: ya annenin giyimi, ortam
esas alınır, ya da düşünce tarzı. Birinci faktör itibarsız ve
geçicidir. Taklitçilik bir zaman sonra yok olacaktır! Bu
insanlar değişen ortamla, değişirler.
Ama ikinci faktörü esas alanlar hicaba kendi itikadlarının
176 Ali Şeriati
sembolü gibi bakıyorlar. Onlar düşünüyorlar ki, dünyanın
tüm halklarının, bütün ümmetlerin giysisi var ve bizim
de giyimimiz bu şekilde olmalıdır.
Dikkat edin, hicablı kadın biraz eğitim aldıktan sonra,
birkaç ülkeye sefere çıktıktan sonra hicapsız ortamların
tesiri altında, ya da kendini aydınlanmış saydığı için
başını atıyor.
Ama bir bilgili tabaka da mevcuttur ki, hicabla döner. Bu
nesil sanki kendi hicabı ile Avrupa modernizmine mesaj
gönderir:
"50 yıl bizi kandırdın, yeter! Ben kendi
libasımla sana "hayır" deyip, planlarına "Fatiha"
okuyorum ".
Bu düşünce ile hicabını hıfz edip/koruyanlar
diğer hicablılardan ayrı tutmak gerekir! Hicabını
düşünceli şekilde seçen herkes, artık ciddi bir okulun
temsilcisidir. Bu hicabı çok değerli ve muhteremdir.
Böyle kadınlar asla kendi hicabından utanmıyor, aksine,
en bayağı ortamlarda da kendisini üstün biliyor.
Bir kişi benden hicab aleyhine söz koparıp, gürültü
çıkarmak amacıyla soru sordu. Cevabını uzatmayıp
dedim: " Söylediğin Hicabın hükmü ise, Vallahi, ben ne
fakihim ne de bezzaz (parçasatan). Ben sosyoloğum ».
Dedi: «İşte ben de sosyoloji nazarınca soruyorum."
Dedim: «sosyoloğun işinde parça elbise değil, bütün
insanlar vardır."
Dedi: «İşte onu diyorum."
Sonunda, beni konuşturdu. Dedim ki,
İran toplumunu üç bölüme ayrılabilir. Onların çoğu avam
Fâtıma, Fâtıma’dır/Kadın 177
adamlardır ve hicabları da var. Onların hicabları gerilik,
gericilikle bağlıdır. Onlar derin dini düşünceden yoksun,
eski örf an’aneye bağlı insanlardır.
İkinci grup ise azınlıkta etse de, tahsillidir, dünyadan
haberi vardır. Onlar yurtdışında okumuşlar, çeşitli sosyal
aktivite gibi hicabsızdırlar.
Üçüncü grup bambaşkadır.
Onlar
yeni neslin
temsilcileridir. Onlar asıl aydınlardır ve aydınlığı sadece
eğitimle ilgili değil. Bu insanlar modern kültürden
yukarıda durup, her işin mahiyetine kadar varırlar.
Bunlar, insanlık mes’uliyetini idrak eden imanlı
insanlardır. Bu bilgiler eğitimden, diplomadan çok uzağa
dayanır. Onlar için ilim ve bilginin maddi ihtiyaçların
te’mini için değil, kendi kimliklerini anlamak içindir.
Onlar her şeyi, hem de hicabını kendileri, kendi
düşünceleriyle seçenlerdir.
Ben, bir kız babası olarak, kızımı hicabına davet ederken
işin mahiyetini açıklamalıyım. Kız hicabını öyle yöntemle
kabul etmelidir ki, 55 yıl doğuya ahlaksızlık ihraç etmiş
batı emperyalizminin da’vetlerine "yok, ben kendi
kişiliğimi, medeniyetime, ideologiyama, değerlerime
bağlıyım" deyip, kendisini her tipten üstün bilsin.
Hindistan'ın eski başkanı İndira Gandi kendi üç bin yıllık
"sari" si (hicabını) ile dünya liderlerinin görüşüne çıktı ve
hakaret duymadı.
Bu hanım BM'nin 500 temsilcisinin
bulunduğu salona girdiğinde herkes ayağa kalkıp
alkışlıyordu. Ona göre yok ki, hanım Gandhi bizim
178 Ali Şeriati
an’anelerimiz gibi mi bağlıyordu? Yok! Zira bu hanım
sarisi ile batıya "siz bizi değiştirmek istediniz, biz
değişmedik" diyor. Evet, biri batının oyuncağı olarak
hicabsızlığı, diğeri ise kendi kimliğinin bekçisi olarak
hicabını gurur bilir.
Eğer çocuğunuza "hicabı ört" demeyin, onun düşünce
tarzını öyle değiştirin ki, kendisi hicabını bağlasın. Eğer
evladınızla ilahi hakikatler arasında sevgi köprüsü
oluşturmak, o, kendisi namaza duracak!
Soru: İran kadınının an’anevi giysisi nedir?
Cevap: Bunu kültür işçilerinden sorun. Onların bu soruyu
cevaplayacak müzeleri de var.
Soru: İran kadınının an’anevi giyimi Arap kadınının
an’anevi giyiminden farkları var mıdır?
Cevap: Eğer "an’anevi, milli giyim" diyorsunuz. Biz böyle
bir giysinin savunmalarının kalkmamıştık. Biz çağ,
eskimiş modaların tebliğcisi değiliz. Biz kendi halkımızı
batı modernizminin esaretinden kurtarıp özüne, kendi
kimliğine döndürmek istiyoruz. Biz İslam ümmetini bir
arada yükseleceği zirvelere sesliyoruz. Bu yükselişte
gericiliğe, an’aneye yer yok!
Düşünüz, Peygamber sallallâhü aleyhi ve sellem
döneminde hicabı nasıl ortaya çıktı?
Değil miydi ki, ey kadınlar, kendinizi namehremden
koruyun. Kadına anlatıldı ki, onun kendi kişiliği var,
onun inancı, ideolojik yolu var, o, birilerinin oyuncağı
Fâtıma, Fâtıma’dır/Kadın 179
değil, o, yoldan geçenlerin gözünün yemi değil!
Tarihe bir bakın: Peygamber sallallâhü aleyhi ve sellem
sırasında bir Müslüman kadın Yahudilere mahsus
dükkandan cevahir almaya gidiyor. Yahudiler bu kadına
taciz amacıyla onun çarşafını sıyırıyorlar. Kadın durduğu
yerden
üstünden
çarşafı
düşüyor.
Kimliğine
dokunulduğunu gören kadın,
"Ey Müslüman kardeşler!" - Diye seslendi çekiyor. Yoldan
geçen Müslüman işe karışır. Bu ihtilaf genişleyip,
Müslüman-Yahudi çatışmasına yol açıyor.
Evet, hicabın mahiyetini anlayan kadın savaşa kalkıyor.
Peygamber sallallâhü aleyhi ve sellemin ashabından olan
Ebu Said Hatbi diyor:
"Allah Medine kadınlarını mutlu etsin! Hicab talimatı
geldiğinde hepsi çekinmeden, kırlangıç gibi Medine
sokaklarına çıktılar ".
Soru: Hz Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellemin
talimatları belli döneme aittir, yoksa dönem şart
değildir?
Örneğin, o zaman namaz Arapça kılınırsa, bugünkü Fars
kendi dilinde namaz kılabilir mi?
Cevap: Biz görüyoruz ki, toplum ve onun ihtiyaçları
değişiyor. Ama bunu dine ait mi? Öncelikle bilinmesi
gerekir ki, din nedir. Din üç yönden oluşmaktadır:
-Evvela, Dünya görüşümüz belli olmalıdır. Dünyaya,
insana, dünyada insana bakışımız muayyenleşmelidir. Ne
180 Ali Şeriati
için yaşadığımızı, yaşam amacımızı bilmeliyiz. Her bir
ideolojinin kendi bakış açısı, kendi bakışı var. Tabii ki,
bizim de kendi bakışımız olmalıdır. Bu bakış dinin
değişmez, sabit unsurudur, ama gelişebilir. Örneğin,
doğa değişilmezdir. Ama bizim doğa hakkında
bildiklerimiz inkişaftadır. [gelişme] Bu zamana kadar
hangi doğa kanunu değişti? Ama doğa bilimleri sürekli
gelişmektedir.
Evet, tevhid, yeni Allah'ın birliği sabittir.
Ama bizim bu alandaki bildiklerimiz artmaktadır. Bu
günkü filozof tevhidi, Kur’anı on asır önceki filozofdan
daha iyi anlamalıdır.
Demek, dinin ilk unsuru sabittir.
-İkincisi, Ahlaki değerlerdir. İslam'ın sunduğu ahlak
kuralları sabittir. Kahramanlık, erdem, cesaret, insani
değerler uğruna mücadele, cihad gibi değerler
yıpranabiliyor mi ?!
İnsan kamilleştikçe bu değerler de kamilleşir.
Kur'an-ı Kerim'in "Maun" suresinde buyurulur: "Dini
yalanlayan gördün mü? .. O öyle kişidir ki, yetimi itip
kovalar ve yoksulu doyurmaya teşvik etmeyen."
Kendiniz düşünün, bu ayetler şu anda günceldir, yoksa
yok ?!
Dünyanın her üç kişiden ikisi açlık, yoksulluk
girdabındadır. Aslında açlık fakirlikten bambaşkadır.
Örneğin, köy halkı fakir olabilir, ama açlık çekmez.
Köyde en küçük çiftlik olan aç kalmıyor. Şimdi ise uzay
asrıdır! Ama hakiki açlık çekenler dünyanın en zengin
kentlerinin sokaklarını dolaşmaktadır. Köyler, ne kadar
Fâtıma, Fâtıma’dır/Kadın 181
ki, modernleşmemişti açlık da bilmezdi. Modern köylü
yumurtayı yemiyor, satıyor. Diş macunu, kolonya alır.
İneğin sütünü, tahılını satıyor - televizyon alıyor. Demek,
yenilebilir olduğunu satıyor!
Evet, insani değerler sabittir.
-Gerçek Dinin ameli hükümlerine.
Her bir hüküm insanın
terbiyesinde, evriminde, Allah'a yaklaşmasında özel role
sahiptir ve değişmez.
Soru: Allah ile iletişim sadece dini hükümlerde belirtildiği
gibi mümkündür, yoksa her kişi kendi istediği gibi
iletişim kurabilir?
Cevap: burada iki noktayı belirtmek gerekir. Her insan
istediği zaman Allah'a başvurup Onunla gizli-niyaz
edebilir. Yeni Allah'la iletişim özgürdür.
Ama insanın özünü terbiyesi, kamilleşmesi için
sistematik bir yaklaşım daha faydalıdır. Tecrübe
göstermektedir ki, sadece ibadetlerde, hatta yaşamın
tüm alanlarında sistemli, programlı çalışmalar, serbest
çalışmalardan faydalı olur.
Bir misal:
Dini görevlerden biri cihaddır. Diyelim ki, vatan
topraklarına tecavüz edildi ve biz onu savunmak gerekir.
Sizce, düşmanla ordu vuruşsun, yoksa herkes ayrı ve
kendi istediği zaman mı?!
182 Ali Şeriati
Demek, sistemli faaliyet daha etkilidir ve bu prensip
ibadet alanına de geçerlidir!
**
Hz. Ali kerrema’llâhu vechehû ve radıya'llâhu anhın
HZ. FÂTIMA aleyhisselâma AŞKI
“Ey kutlu isimle şöhret bulan seçkin Peygamberin kızı
Fâtıma, zâtında nice kerametler zuhur eden yüksek
şöhret sahibi kılınan bir peygamberin kızısın.”
“Ey Fâtıma’m, Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin
yardımıyla nimetlere kavuştum. Kâfirlerle mücâdele
ederek kulların rabbi olan Allah’ın rızasını elde ettim.”
“Allah’ın rızasını kazanmaktan başka hiçbir şey
istemiyorum.
Cennette
onun
hoşnutluğunu
arzuluyorum.”
“Fâtıma’m, kerem sahibi ve insanların efendisi olan
Peygamberin kızıdır. Haram-zâde değildir. Kötülükle
ilgisi yoktur.”
“Ey Fâtıma, Hak Teâlâ o güzel gerdanı öylesine süslü
kıldı ki bu kapıya gelenlerin hepsi, Peygamberin
esiridirler.”
“Benim öyle bir sevgilim vardı ki, yeryüzünde ona eş
başka bir sevgili ve kalbimde onun sevgisinden başka bir
şey yoktur.”
“Öyle bir sevgili idi ki gözlerimden ve cismimden uzak
kalmasına rağmen hayâli hiç bir zaman kalbimden
çıkmazdı.”
184 Ali Şeriati
“Gözü doğuştan sürmeli bir güzele âşık oldum. Çünkü o,
gözlerine minnetle sürülen bir sürmeyi sürmemiştir.”
“Sevgi ve ülfet dalında bir çift güvercin gibi yaşıyorduk.
Sohbet ederek birbirimizden yararlanıyor, mutluluk
içinde vakit geçiriyorduk.”
“Evimiz, her türlü misafirin konakladığı bir yerdir. Bizim
yiyeceklerimiz, onu yemek isteyenlere helaldir.”
“Evimizde ne varsa onu misafirlere ikram ederiz. Sirke ve
ekmekten başka bir şeyimiz bulunmasa da onları
evimize gelenlere veririz.”
“Ey şeref ve inanmışlık örneği Fâtıma! Ey bütün insanların
hayırlısı olan Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin
kızı.”
“Herkes yaptığı iyiliğin karşılığını görür. Hayır, işleyen
kimseler mükâfata nâil olurlar.”
“İyilik yapanların yeri yüksek cennetlerdir. Allah oraları
cimri olan kimselere haram kılmıştır.”
“Cimriler için son derece kötü yerler hazırlanmıştır. Ateş
onları cehenneme çeker.”
(Hatırlasana) “Boğazın kapalı olduğu halde (oruçlu)
kapıya gelip bizlere açlıktan şikâyetle, Allah için bir şey
verin, diye bir esir el uzattı.”
“Kapıya gelen ve şiddetli fakirlik etkisiyle muztarip olup
âh eden ve inleyen fakiri görüyor musun?”
“Meskenet ve fakirliğin etkisiyle boyun eğerek Allah
Fâtıma, Fâtıma’dır/Kadın 185
rızası için bir şey verin diye yalvarmaktadır.”
“Allah Teâlâ bize bu yetimi gönderdi. Ona rahm eden
bize rahmetmiştir. Ona olan ikrâm bizedir.”
[Bu beyit, ed-
Dehr Sûresinde geçen “Yemeğe olan sevgilerine ve iştahlarına rağmen
yoksulu, yetimi, esiri doyururlar idi.”(âyet, 8)’e işarettir. Bununla ilgili
açıklama daha önce geçmiştir]
“İzzet ve ikramda bulunan kimsenin gideceği yer
Cennetü’n-Nâimdir. Allah, cenneti kötü olanlara haram
etmiştir.”
“Eğer misafir kerem sahibi bir kimse ise önüne
koyduklarımıza razı olup yer. Eğer kötü bir insan ise, ona
verdiklerimizi beğenmez.”
“Dünyada muhtaç kimselere yardım eden, yoksulları
doyuranlar, yarın kıyamet gününde ecir ve sevaplarını
Allah yanında hazır vaziyette bulurlar.”
“Ziraatçı yakında ektiğini biçecektir. Minnet etmeden o
esiri açlıktan kurtar. Dünyada az bir hayırla islediğin
sevapların
mükâfatını
öbür
dünyada
fazlasıyla
göreceksin.”
“İki dostun birleşmesinden sonra mutlaka ayrılık olur.
Ayrılıkla son bulmayan çok az kavuşma vardır.”
“Hazret-i Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemden sonra
Fâtimetü-z-Zehrâ da aynı yolu tutup gitti. Hiçbir dostluk
ve arkadaşlık sonsuz değildir.”
“İki şeyin ayrılığı benim ciğerlerimi yaktı ve gözlerimden
damlayan yaşlar, kan gibi akıp durdu.”
186 Ali Şeriati
“Zaman, aramıza girerek bizi birbirimizden ayırdı. Çünkü
zaman, dostlar arasına girerek onları darmadağın eder.”
“Ölüm bizi birçok şeylerden uzak bıraktı. Güzel huy ve
güzellik sahibi kimseden ayrı düştük.”
“Ben sevgiliye iştiyak ve hasret duymaktayım. Acaba
insanı sevene götüren bir yol var mıdır?”
“Hikmet sahibi birisi, ayrılık anında bir söz söylemiştir ki
o söz ibret alanların dillerinden düşmez. O darb-i meseli
ben de çok anarım.”
“Ölüm habercisi geceleyin eve gelip ölüm haberini
getirince dehşetli bir şekilde uykumu kaçırdı.”
[
Bu beyit, Hazret-i Fatimetü’z-Zehrâ’nın Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve
sellem Efendimizin Hakk’a yürüyüşü üzerine söylemiş olduğu şu şiirine
bir nazire şeklinde söylenmiştir:
“Bizim üzerimize inen musibet, gündüzlerin üzerine inseydi onları
kapkaranlık yapardı.”]
“Ölüm habercisi geldiğinde ona dedim ki sen Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellemin dışında birinin vefât haberini
mi getirdin?”
“Korktuğum başıma geldi fakat ölüm habercisi O’nu
kayırmadı. Dostum, belâlar karşısında sığmağım ve
güzellikte benzersiz olan koruyucumdu.”
“Benim başıma öyle bir şey geldi ki sevgilimin kabrini
ziyaret edip ona selâm yerdiğim halde benim selâmıma
cevap vermedi.”
“Ey Fâtımam, sana ne oldu ki bizim selâmımızı almadın,
Fâtıma, Fâtıma’dır/Kadın 187
yoksa bizden ayrıldıktan sonra dostlarına ve sevdiklerine
karşı gösterdiğin sevgiyi unuttun mu? Bizden ayrılığın
sana melâmet mi verdi?”
“Ben, yukarıdaki şiiri söylediğimde Hazret-i Fâtıma lisân-
ı hâl ile bana şu cevabı verdi: Taş ve toprağa bulaşan bir
insan ne diyebilir ki?”
“Toprak benim iyiliklerimi yutmakla sizleri unuttum.
Yakınlarımdan uzak kalmışım. Onlarla benim arama bir
perde girmiştir.”
“Ey sevgilim, benden sizlere selâm olsun. Fakat
aramızdaki sevgi, muhabbet, yakınlık ve ülfet ipi kopmuş
bulunmaktadır.”
“Benim gözyaşlarım ancak senin ayrılığın nedeniyle
fazlaca
akmaktadır.
Seni
hatırladıkça
kendimi
ağlamaktan alamıyorum.”
“Ey âhir zaman peygamberinin kızı Fâtımetü’z-Zehra,
senin gidişinle gizlediğim ve sakladığım sırların açığa
çıkmasıyla benim sağlığım bozuldu.”
“Fatma’nın âhirete göç etmesiyle bana güç gelen işlere,
Allah’tan geldiği için boyun eğmek zorundayız. Ona
karşı gelerek inad etmek ve mücâdele vermek kudretine
sahip değiliz.”
“Benim sabrım o mertebede idi ki sıkıntı çektiğim
işlerden hiç birini sana açmazdım. Hummaya tutulsam
bile senin yanında bu hastalığımı açığa vurup seni
rahatsız etmezdim. Bilirsin -ki bu konuda benim
188 Ali Şeriati
benzerim azdır.”
“Mala noksanlığın gelmesi ve bir eksikliğe uğramadı bir
zarar ve ziyan değildir. Gerçek zarar ve ziyan, kerem
sahibi dostların yokluğudur.”
“Onlar olmadan hayat ve yaşamanın hiç bir tadı ve
lezzeti yoktur. Yemin ederim ki yaşamaya karşı hiç bir
isteğim kalmamıştır.”
“Ben öldüğümde sevgim unutulacak ve belki de
hatırlanmayacağım. Benim gibi nice dost ve arkadaş
bulunacaktır.”
“Ey Fâtıma’m, işte kılıcım, bu kötü bir şey değildir. Ben
ne korkağım ve ne de kaçan bir insanım.”
“Bunun içindir ki gözlerime uyku girmiyor ve
uyuyamıyorum. Kalbim, ayrılık-hasretinden dolayı susuz
hale gelmiştir.”
“Ayrılık gecelerine karşı olan sevgim mutluluktan
değildir. Belki daha sonra kavuşma nasip olur da onun
safâsını çeker düşüncesiyle ayrılık geceleriyle müteselli
oluyorum.”
“Kavuşma ye vuslat günleri bana çok cazip gelmedi.
Çünkü gördüm ki her şey zevâle yüz tutmuştur.”
Geniş bilgi için bkz: Hz. Ali Divanı [Kitap]. - İstanbul : [s.n.], trc:
Müstakimzade Süleyman Sadettin, hzl: Şakir DİCLEHAN 1981.
*************************
Dostları ilə paylaş: |