I. Uluslararası Türklerde Tarih Bilinci ve Tarih Yazıcılığı
Sempozyumu
23-25 Ekim 2014 Zonguldak,
Türkiye
Yakın Tarihin Türk Kavramı Açısından Algılanması
45
göre birazcık yüceltmek dahi öteki küçük halkları ve kavimleri rencide edebilir. Devletimizin bütünlüğünü
korumak ve devamlılığını sağlamak için Türk’e olan bakış, eski klasik dönemlerdeki gibi devam etmelidir.
Bu düşüncede olanların bazıları daha da ileri giderek “Türkçülük” gütmenin anlamsaız olduğunu iddia ederler.
Sütçü süt satar, Türkçüler de Türk mü satacaklar diyerek kendi düşüncelerini pekiştirmek isterler. Oysa
bunların önemli bir kesisimi İstanbul ve Osmanlı islâm anlayışının dahi, öteki kavimlerin hatta doğruidan
Araplarınkinden farklı olduğunu da görüyorlardı.
İkinci görüşe gelince onlar da Osmanlı Devleti’nin bir çözülüş halinde üolduğunu müdriktiler. Kendi
kavmiyetini şuurlu olarak bilenler veya çeşitli etkilerle kimliğine kazananlar birer ikişer Devletten çekilip
gitmektedirler. Geride çekip gidemiyecek durumda olan bu ülkenin insanı yani Türklerdir.
Türklerin Devlet-i
Aliyeden başka bir siyasi gücü yoktur. Dolayısıyla bu toplumun katmanları arasında asıl önemi ve ağırlığı
Türk’e ve Türklere vermeliyiz. Devletin geleceğinde onlar etkili olsun ve güçlükleri göğüslesinler. 1911 den
sonra ortaya çıkan Türk Yurdu ve Türk Ocağı gibi tkeşekküller bu fikrin mürevvici idiler.
Her iki fikrin özellikle +908 sonrasında etkili taraftarları olmakla birlikte Milli Mücadele yıllarına kadar Türk
kavramına sınırlı bir öncelik ve değir verilmiştir. Devletin birlieğinini devamı için bu yolu tutulmuş, fakat yine
de 1918 sonrasındra etkili olamamış idi.
Asya Türk Aleminde:
Asya Türk aleminde, Türk dilini konuşan birçok kavim vardı; bunlar ne yazık ki o zamanlar başka büyük
devletlerin idaresinde idiler. Bu devletler, ayanı dili konuşan aynı kültüre sahip bu insanların
bir umumi ad
altında birleşmelerini önlemek için onların daha alt kabile adlarını öne eçıkartmakta idiler. Bu kabile teşekkülleri
kendi yöresel idarerelirini de de kurmuş gibi idiler. Ancak hnepsi de o büyük gücen devletin üzerlerindekmi
hakimiyetini tanıyorlardı.
Türk adı böylece bir gerçek olarak ortaya çıkınca, ençok Türk dilli, Türkçenin farklı lbihçelerindten insanı
topraklarında barındıran devletler Türk adını kullanmaktan özellikle çekindiler. Göktürk devletinin kullandığı
affabeye ve dillerine dahu Türkçe demeyip başka isimler koyan bilim adamı veya tarihçileri de oldu. Korku
büyüktü; çünkü İç Asyada Türkçenin çeşitli lehçelerini konuşan milyonlarca insan vardı. Bu insanların bir
ortak isim ve sonra da kimlik altında birleşmesi sadece yönetici devletleri (Çin veya Rusya’yı ) değil, uzun bir
süre Hindistan’a hakim olan İngilizleri de tedirgin ediyordu. İngilizler , birleşmiş bir Türkistan’dan yeni bir
Temür çıkmasını arzulamıyorlardı. Bu gerçeği Zeki Velidi Togan 1920 sonrasındaki Türkistan mücadelelerinde
yakından görmüştü.
Böylece Türk adı, güçlü devletlerin etkisiyle Asya türk aleminde pek öne çıkartılamadı.
Osmanlı Devletinin son devirlerinin enkili fikir adamlarından ikisi de aynı tarihte doğmuş olan Ziya Gökalp
(1876-1924) ile Yusuf Akçora’nın(1876-1935) kaleme aldıkları kitapların benzer özellikler taşıması yukardaki
endişelerden kaynaklanmaktadır. Yusuf Akçora’nın eseri
Üç Tarz-ı Siyaset , konusu itibariyle Ziya Gökalp’ın
şu eseri ve sonra yayğınlaşan düsturundan farksızdır:
Türkleşmek, İslamlaşmak ve Muasırlaşmak. İlk iki
kavram tartışma komusu ana temaları içerir ve son kavram ise asra uymak ve yeni
tabirle çağdaşlaşmak dişe
kabul edilebilir.
Batıda Türk’ten , bir dağılma, parçalanma unsuru olur diye endişe duyuldu, Doğu aleminde ise tam tersine bir
birleştirici unsur olur diye korkuldu.
Sözlerimizin
sonunda Türklerde tarih, dehe doğrusu mazi bilinci hakkında da bir-iki noktaya temas etmek
etmek isteriz. Sade insanın tarih ve mazi şuurunun bize ulaşan kaynaklara yansıması imkansızdır. Ancak etkili
şahsiyetlerin ve Devlet başkanlarının geçmiş ve mazi sevgisi kaynaklara geçmiştir. Bunu kısaca üç ana dövrede
görebiliriz: a) Hun ve Göktürk devlet başkanlarının senenin belirli bir zamanında atalar mağarasını ziyaret
ettikleri Çin kaynaklarında kaydedilmişitir. b) Selçuklu Sultan’ı Alpaslan (1066-1072) 1072 yılında Türkistan’a
yönelerek, Sır Derya boylarındaki Cend de bulunan dedesi Selçuk Beyin kabrini ziyaret etmişti. c) Osmanlı
Padişahı IV.Murad, bir şark seferi sırasında Ahlat’a uğrayıp orada atalarının türbelerini ziyaret etmişti.
47
TÜRKLERİN ORTAK TARİH METODOLOJİSİNE
DAİR BİR DEĞERLENDİRME
Özet
Türk dünyasının
ortak tarihi, zaman bakımından M.Ö devirlerden başlamak üzere günümüze kadar uzanan, mekân
olarak “Eski Dünya” olarak bilinen Asya-Avrupa ve kısmen Afrika coğrafyasını içerisine almaktadır. Türk dünyası
tarihi, zaman ve mekân bakımından böyle bir özelliğe sahip olduğu gibi kaynaklar yönüyle de son derece zenginliğe
sahiptir. Ancak Türk dünyası tarihi ile ilgili olarak bugüne kadar yapılmış olan araştırmaların ağırlıklı olarak yabancı
bilim insanlarınca yapılmış olması hususu aşikârdır. Zira XX. Yüzyılın başlarında halkı Türk ve Müslüman olan yegâne
bağımsız siyasi teşekkül Türkiye Cumhuriyetidir. Türkiye’de Türk dünyasına Atatürk döneminden sonraki süreçte yani
1990 yılına kadar ilmî ve millî manada bakışın ne olduğu da ortadadır. Diğer Türk Cumhuriyetleri ise, önce Çarlık
ve daha sonra da Bolşevikler döneminde İlminiski’nin hazırlamış olduğu proje hayata geçirilmiştir. Burada bir Türk
varlığı,
birliğ ve gerçeği yerine boy, budun merkezli bir görüntüye izin verilmiştir. Bu yüzden Türk dünyasının tarihî
kaynakları da tıpkı diğer kaynakları gibi el uzatılacak işlenecek sürece 1990 yılından itibaren girmiştir. Bu yüzden Türk
dünyası için 1990 yılı bir milat konumundadır. Türk dünyasının temsilcisi konumundaki bağımsız ve özerk cumhuri-
yetlerde 1990 yılı öncesi ortak tarih konusunda yapılmış olan çalışmaların Sovyet ve Batı dünyasındaki bilim insanları
ve merkezleri temelinde yapılmış olduğundan dolayı söz konusu eserlerde ortak tarih düşüncesinden ziyade Türk halk-
ları merkezli olarak yapılmıştır. Bu yüzden ortak tarih görüşü temelinde atılacak adımlara, ortaya konacak ürünlere
ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz.
Anahtar Kelimeler: Türk Dünyası, Metodoloji, Türk Tarihi, Türkiye Tarihi
Prof. Dr. Abdulkadir YUVALI*
* Erciyes
Üniversitesi, Türk Dünyası Araştırmaları Merkezi Müdürü, Kayseri
ayuvali@erciyes.edu.tr
GİRİŞ
Türk dünyasının ortak tarihi, Türkiye’de gerek eğitim-öğretim ve gerekse bilimsel araştırmalarda sadece
“Türk Tarihi veya” “Genel Türk Tarihi” olarak tanımlanmaktadır. Bu tanımlamanın Türk dünyasının
temsilcileri konumundaki kardeş ülkeler için de kabul görmektedir. Türkiye’de Gazi Mustafa Kemal
ATATÜRK himayelerinde kurulmuş olan “Türk Tarih Tetkik Cemiyeti ve bilahare “Türk Tarih Kurumu”
adını almıştır. İşte bu kurumun görevleri arasında; Türk Tarihi ve Türkiye Tarihi ayrı ayrı zikredilmiştir.
Zira Türk dünyasının ortak tarihini ifade için “Türk Tarihi”, Anadolu merkezli tarihi ifade için de
“Türkiye Tarihi” kavramı kullanılmıştır. Türkiye penceresinden baktığımızda
durum bu ise, diğer Türk
cumhuriyetleri de konuya kendi ülke pencerelerinden bakmaları doğaldır. Çünkü Türk dünyasını temsilcisi
konumundaki bütün ülkeler için bir ortak tarih yani Türk tarihi, bir de ulusal tarihleri söz konusudur.
Çağımızda Türk dünyasının ortak tarihi konusunda son derece duyarlı olduğunu bildiğimiz Kazakistan
Cumhuriyeti’nin kurucu Devlet Başkanı Nursultan NAZARBAYEV’İN ifadeleriyle, “Cumhuriyetlerin
milli
tarihleri, ortak tarihimiz üzerine bina edilecektir. Türk Akademisi’nin kuruluş sebebi ve görevi
budur.” mealindeki sözleri tarihî bir gerçeğin doğrudan ifadesidir, diye düşünüyoruz.
I. Uluslararası Türklerde Tarih Bilinci ve Tarih Yazıcılığı Sempozyumu
The First International History Conscious in The Turks And Historiography Symposium
23-25 Ekim/
October 2014 Zonguldak, Türkiye