İstanbul arel üNİversitesi sosyal biLİmler enstiTÜSÜ



Yüklə 5,01 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə6/28
tarix23.09.2017
ölçüsü5,01 Kb.
#1372
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   28


 
olmasıyla,  insan  cinselliğinin  yalnızca  biyolojik  olmadığını  ve  bu  açıdan 
hayvanlardan farklılık gösterdiğini görebiliyoruz (Freud, 1905).  
İlk modern cinsellik çalışmalarının 19. yüzyıla kadar uzandığı, bu erken 
dönem çalışmaların daha çok hekimler tarafından gerçekleştirdiği bilinmektedir 
(Bullough, 1998). Ancak bu araştırmalar hekimlerin cinselliğin ahlaki kısmı ile 
ilgilenmemeleri  sebebiyle  eleştirilmiştir  (Bullough,  1998).  20.  yy’dan  sonra 
cinsellikle  ilgili  araştırmaların  çoğu  analitik  eğitimi  görmüş  psikiyatristler 
tarafından gerçekleştirilir hale gelmiştir (Bullough, 1997).  
Amerika’da  cinselliğe  bakışın  değişiminin,  1940’ta  bir  biyolog  olan 
Alfred  Kinsey  tarafından  gerçekleştirilen  Kinsey  Report  adı  altındaki 
araştırmayla başladığı söylenebilir. Kinsey’in araştırmasının etkileri Amerika ile 
kalmayıp  birçok  gelişmiş  toplumu  da  etkilemiştir  (Bullough,  1998).  Kinsey 
raporlarından  öğreniyoruz  ki,  toplumdaki  alt  gruplar  cinsel  davranışlar 
bakımından benzerlikler gösterirler.  Biyolojik veya ırksal benzerliklerden çok 
aynı ve benzer durumlara neden olan geleneğin bir sonucu olarak ortaya çıktığını 
görebiliriz.  Köylüler,  işçiler  gibi  aynı  sosyal  gruba  ait  bireylerin  cinsel 
davranışları, bireysel farklılıklar dışlandığında, benzer özellikler gösterir (Ford 
ve  Russell,  2001).  Kinsey  raporu  verileri  (1940),  köyde  yaşayanların  kentte 
yaşayanlara  göre  daha  düzenli  ve  dengeli  cinsel  ilişkiler  sürdürdüklerini 
göstermektedir.  Kısıtlı  bilgi  kaynağı  olsa  da,  eski  metinlere  yayılmış  olan 
işaretlerden faydalanarak, Luther ve Muhammed’den günümüze insanın cinsel 
etkinliğinin  hatırı  sayılır  ölçüde  arttığı  bilinmektedir  (Garat  ve  Giese,  2001). 
İnsanların  uygarlaşarak  doğadan  uzaklaşıp  şehirlere  yerleşmiş  olması, 
insanoğlunun doğa ile bağının azalması sebebiyle, cinsel içgüdünün artmasına 
sebep olduğu düşünülmektedir. Öte yandan genel olarak araştırmaların -cinsel 
yaşamda belirleyici olanın erkeğin cinsel gücü olması sebebiyle- erkeğin cinsel 
gücü üzerinden yapıldığını da unutmamak gerekir (Garat ve Giese, 2001).   
Tarihte kadının özellikle cinsellik açısından tam özgür olduğu bir dönemi 
Antik  dönem  Girit  Uygarlığında,  Kronoss  Fresklerindeki  çizimlerden 
öğrenebiliyoruz  (Ford  ve  Russell,  2001).  Bu  döneme  dair,  kadının  vücudunu 
özgürce  sergileyebildiği  ve  toplumun  her  kesiminde,  her  tür  toplumsal  rolde 
erkeklerin arasına katıldığı bilgisi edinilmiştir. Bu istisnai dönemin dışında tarih 
boyunca  kadın  cinsel  bir  obje  olarak  görülmüş  ve  cinsellik  kadına  toplumsal 
olarak  yasaklanmıştır  (Ford  ve  Russell,  2001).  Sparta  uygarlığında  evliliğin 



 
sadece  soyun  devamlılığını  sağlamak  amacı  güttüğünü  ve  yüksek  sınıf 
kadınlarının  mutlak  bir  içe  kapanmışlıkla  erkeklerle  olan  tüm  temasının 
engellendiği  dikkati  çekmektedir.  Bu  dönem  erkeklerinin  cinsel  zevklerini 
“Hetaires”  adı  verilen  pahalı  metreslerle  karşıladıkları  bilinmektedir  (Ford  ve 
Russell, 2001).  
Psikoloji  bilimi  açısından  cinsellik  tabularını  yıkan  ilk  kişiyse  Freud 
olmuştur (Garat ve Giese, 2001).  Descartes’in insanı mekanik ve ruhsal olarak 
ikiye böldüğü kuramı 19. yüzyılda parçalanmaya başlamış ve Freud’un kuramı 
ile insan davranışının mekanikliğinin temelsiz olduğu ortaya konmuştur (Garat 
ve Giese, 2001).  “Cinsellik Kuramı Üzerine Üç  Deneme” de Freud cinselliği 
doğumdan itibaren başlayan ve ergenlik sonuna kadar birbirini izleyen evreler 
şeklinde tanımlar (Freud, 1905). Erişkin cinselliğini de bu evrelere bağlı olarak 
çocukluk  dönemiyle  ilişkilendirmektedir  (aktaran  Arduman,  2013).  Cinsellik 
söz konusu olduğunda fizyolojinin dışında patoloji ile de ilgilenilmesi gerektiği 
vurgulanmıştır  (Garat  ve  Giese,  2001).  Freud  (1905),  patolojiyi  nevrozlar  ve 
psikonevrozlar  olarak  ikiye  ayırarak,  anormali  veya  ruhsal  hastalıkların 
içgüdünün yer değiştirebilme (yücelme) yatkınlığına karşı koymasının sonucu 
olduğunu söyler. İnsan doğasında olan bazı cinsel uyarımlar üreme işine faydalı 
olmadığından  yasaklıdır  ancak  bu  uyarımlar  elverişli  şartlar  bulacak  olursa 
“yücelme”  olarak  tekrar  karşımıza  çıkabilir.  Engellenen  cinsel  içgüdüler 
engellendiği  oranda  ruhsal  değer  kazanacaktır.  Bu  değer  kazanan  içgüdüler, 
insanın  en  savunmasız  olduğu  cinsel  hayatta  yakaladığı  çatlaklardan  sızarak 
Freud’un patolojik nevrozlu davranışlar olarak adlandırdığı semptomlar olarak 
ortaya çıkacaktır (Freud, 1905). 
Freud  (1995)  cinsel  hayatta  ortaya  çıkan  bozuklukları  nevrozun  ortaya 
çıkışına  bağlar  ve  bu  asıl  nevrozlar  ile  cinsellik  arasında  kesin  bir  bağlantı 
olduğunu ileri sürer. Cinsellik hayvanlarda belli dönemlere bağlıdır. İnsanlarda 
ise  böyle  bir  kısıt  yoktur.  İnsanoğlu  hemen  her  zaman  cinsellik  içgüdüsünün 
tatmini veya kontrolü ile uğraşır.  
 
2.3. Türkiye’de Cinsellik 
Türkiye’de cinsellik ile ilgili araştırmalar oldukça kısıtlıdır. Bu konuda 
öncü  kuruluşlardan  birinin  “Cinsel  Eğitim  Tedavi  ve  Araştırma  Derneği” 
(CETAD)  olduğunu  söyleyebiliriz.  Kurulduğu  1998  yılından  beri  cinsellik 



 
alanındaki etkinliklerini sürdüren CETAD, Haziran 2006-Haziran 2007 tarihleri 
arasında,  ulusal  ve  yerel  medya  üyelerinin  cinsel  sağlık  ve  üreme  sağlığı 
alanındaki haberdarlık ve duyarlılıklarını artırmayı ve bu alanda çalışan bilim 
insanları, hizmet sunucuları ve sivil toplum kuruluşlarıyla karşılıklı işbirliğini 
geliştirmeyi  hedeflediği  “Cinsel  Sağlık  ve  Üreme  Sağlığı  Alanında  Ulusal  ve 
Yerel Medya Yoluyla Savunuculuk” başlıklı bir projeyi yürütmüştür (
CETAD

2006).
  Bu  projenin  sonucunda  Türk  toplumunun; 
çocukluk,  ergenlik  ve 
yetişkinlik evrelerinin her üçünde de en önemli cinsel ilişki bilgi edinim yolu 
olarak  çevreden  ve  arkadaşlardan  bilgi  edinme  yöntemini  kullandıkları 
bulunmasına  rağmen  en  güvenilir  bilgi  kaynağı  olarak  uzman  doktora 
başvurdukları  görülmüştür.  Katılımcıların  %11’i  sevişme  sırasında  fantezi 
kurmanın yanlış olduğunu düşünürken, %43’ü yanlış olmadığını düşünmektedir. 
Araştırma sonuçlarına göre Türk toplumu kadınlarının yüksek oranda bilgisiz, 
erkeklerin ise yüksek oranda yanlış bilgili olduğu sonucuna varılmıştır (CETAD, 
2006). Cinsellik hakkında yüksek anlamda bilgi eksikliği olduğuna dikkat çeken 
bu çalışmayla birlikte, sadizm, mazoşizm ya da fetişizm ile ilgili ve cinsellikle 
ilgili Türkiye’de çok fazla çalışma yapılmadığı bilgisi edinilmiştir.  
 
2.4. Sadomazoşizm 
Sadomazoşizm,  sadizm  ve  mazoşizm  kelimelerini  içine  alan  bir 
kavramdır. Literatürde büyük çoğunlukla sadizm ve mazoşizm kavramlarının bir 
bütün olarak beraber sadomazoşizm başlığı altında ele alındığı görülmüştür. Bu 
bölümde  sadomazoşizm  tarihsel,  edebi,  sosyal,  bilimsel  ve  adli  yönlerden 
incelenmiştir. 
 
2.4.1.
 
Tarihte Sadomazoşizm 
“Sadomazoşizm”  terimi  Krafft-Ebing  (1886)  tarafından  iki  adamın 
hayatı  ve  yazılarından  esinlenerek  ortaya  çıkmıştır.  “Sadizm”  terimi  ahlaksız 
yaşamı ve yazıları dolayısıyla mahkûm edilmiş olan Fransız yazar Marquis de 
Sade  (1740-1814);  “mazoşizm”  terimi  ise  Viktorya  dönemi  dünyasını  yaşam 
tarzı  ve romanlarıyla hayrete düşürmüş olan  Leopold  von Sacher-Masoch’tan 
(1836-1895)  esinlenilmiştir.  Thompson  (1991),  bu  iki  adamın  da  erotik  acı 
dominantlık  ve  itaatkarlığı  sürekli  eserlerinde  tema  olarak  kullandığını 
belirtmiştir  (aktaran  Cross,  1998).  Moser  ve  Levitt  (1987),  sadomazoşistik 


Yüklə 5,01 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   28




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə