Langdon bu odanın ne kadar büyük olduğunu unutmuştu. Girişin dışından
bile geniş iç
mekâna baktığında, sekizgenin arka tarafında tonozlu tavana kadar beş kat boyunca yükselen
nefes kesici pencereleri görebiliyordu. İçeriden baktıklarında dışarıdaki bahçeyi gayet net
görebildikleri ortadaydı.
Kapı eşiğinden adımını atan Langdon ve Sophie, gözlerini kısmak zorunda kaldılar.
Karanlık kemeraltından sonra Papazlar Meclisi Binası, onlara solaryum gibi gelmişti. Güney
duvarını ararken, onlara bahsedilen kapının mevcut olmadığını fark ettiklerinde odada üç
metre kadar ilerlemişlerdi.
Kocaman bir çıkmazdaydılar.
Ağır kapının arkalarından çıkardığı gıcırtılı sesle döndüler. Bu sırada kapı gümbürtüyle
kapandı ve sürgüsü yerine oturdu. Kapının önünde duran adam, küçük silahını onlara
doğrulturken oldukça sakin görünüyordu. İri yapıtı ve alüminyum koltuk
değnekleri kullanan
bir adamdı.
Langdon bir an için rüya gördüğünü sandı.
Bu Leigh Teabing idi.
99
Medusa marka tabancasının ardından Robert Langdon ve Sophie Neveu'ya bakan Sir
Leigh Teabing hüzünlü görünüyordu. "Dostlarım," dedi. "Dün gece evimden içeri girdiğiniz
andan itibaren, size zarar gelmesini önlemek için elimden geleni yaptım. Ama ısrarcılığınız
artık beni zor duruma düşürüyor."
Langdon ile Sophie'nin yüzlerindeki şok ve ihanete uğramışlık ifadesini görebiliyordu,
ama yakında her ikisinin de, yolların kesiştiği bu noktada onları buluşturan
olaylar zincirini
anlayacaklarından emindi.
Her ikinize de anlatmam gereken o kadar çok şey var ki... hâlâ anlayamadığınız o kadar
çok şey var ki.
Teabing, "Bu işe karışmaya," dedi. "Aslında hiç niyetim olmadığına lütfen inanın. Evime
siz geldiniz. Beni arayan siz oldunuz."
Langdon sonunda, "Leigh?" diyebildi. "Sen ne yapıyorsun Tanrı aşkına? Başının dertte
olduğunu sanıyorduk. Buraya sana yardım etmeye geldik!'
"Ben de böyle yapacağınızdan emindim," dedi. "Konuşmamız gereken çok şey var."
Langdon ile Sophie, kendilerine yöneltilmiş tabancadan gözlerini alamıyorlardı.
Teabing, "Sadece dikkatinizi çekmek için," dedi. "Eğer size zarar vermek isteseydim,
şimdiye kadar ölmüş olurdunuz.
Dün akşam evime geldiğinizde, hayatlarınızı kurtarmak için
her şeyi tehlikeye attım. Ben onurlu bir adamım ve sadece Sangreal'e ihanet edenleri kurban
edeceğime kalbimle ant içtim."
Langdon, "Sen neden bahsediyorsun?" dedi. "Sangreal'e ihanet etmek mi?"
Teabing içini çekerek, "Korkunç gerçeğin farkına vardım," dedi "Sangreal Belgeleri'nin
neden dünyaya açıklanmadığını öğrendim. Tarikatın gerçeği hiçbir şekilde açıklamamaya
karar verdiğini öğrendim. Bin yılın aydınlanmadan geçip gitmesinin sebebi bu, Zamanın
Sonu'na geldiğimizde hiçbir şey olmamasının sebebi bu."
Langdon itiraz edecekmiş gibi derin bir nefes aldı.
Teabing, "Tarikat," diyerek devam etti. "Gerçeği paylaşmak gibi kutsal bir görevi
üstlenmişti. Zamanın Sonu geldiğinde Sangreal Belgeleri'ni açıklayacaklardı. Da Vinci,
Botticelli ve Newton gibi adamlar yüzyıllar boyunca bu belgeleri
korumak ve görevi devam
ettirmek için her şeylerini tehlikeye attılar. Ve sonra, gerçeğin ortaya çıkacağı zaman, Jacques
Sauniére fikrini değiştirdi. Hıristiyanlık tarihindeki en büyük sorumlulukla onurlandırılan
adam görevini yapmaktan kaçındı. Zamanın doğru olmadığına karar verdi." Teabing,
Sophie'ye döndü. "Kâse'ye ihanet etti. Tarikata ihanet etti. Ve bu anı mümkün kılmak için
uğraşan tüm nesillerin hatıralarına ihanet etti."
Sophie, "Sen?" diye sorarken farkına varmıştı. Başını kaldırıp hırs dolu yeşil gözleriyle
ona baktı. "Büyükbabamın cinayetinden sen mi sorumlusun?"
Teabing alaycı bir tavırla konuşuyordu. "Büyükbaban ve onun
sénéchaux'ları Kâse'ye
ihanet eden kişilerdi."
Sophie içinde büyük bir öfkenin büyüdüğünü hissediyordu. Yalan söylüyor!
Teabing'in sesi acımasızdı. "Büyükbaban kendini kiliseye sattı. Gerçeği saklı tutması için
ona baskı yaptıkları çok açık."
Sophie başını iki yana salladı. "Kilisenin büyükbabam üstünde hiçbir etkisi yoktu."
Teabing tuhaf şekilde güldü. "Tatlım, kilisenin yalanlarını açıklayacak olanlara baskı
yapmakta iki bin yıllık tecrübesi var. Constantine zamanından beri kilise, Magdalalı Meryem
ve İsa hakkındaki gerçeği başarıyla gizli tuttu.
Şimdi, dünyayı karanlıkta tutmak
için bir yol
daha bulduklarına şaşırmamak gerekir, Artık kilise inanmayanları kıyımdan geçirecek
Haçlılar bulamayabilir ama nüfuzu en az o zamanlardaki kadar ikna edici. Bir o kadar da
fırsatçı." Bir sonraki fikrini iyice vurgulamak istiyormuş gibi duraksadı. "Bayan Neveu,
büyükbabanız bir süredir size aileniz hakkındaki gerçeği anlatmak istiyordu."
Sophie hayrete düşmüştü. "Bunu nasıl bilebilirsin?"
"Benim hangi yöntemleri kullandığımın önemi yok. Şu anda anlamanız gereken önemli
şey ise şu." Derin bir nefes aldı. "Annenizin, babanızın, büyükannenizin ve erkek kardeşinizin
ölümü kaza değildi."
Kelimeler Sophie'nin duygularını altüst etmişti. Konuşmak için ağzını açtı ama yapamadı.
Langdon başını iki yana salladı. "Sen ne diyorsun?"
"Robert, bu her şeyi açıklıyor. Tüm parçalar yerine oturuyor. Tarih kendini tekrarlar.
Sangreal Belgeleri'ni gizli tutmak meselesine gelindiğinde, cinayet
işlemekte kilisenin üstüne
yoktur. Zamanın Sonu yaklaştığında, Büyük Üstat için değerli olan kişileri öldürmekle ona
açık bir mesaj göndermiş oldular. Sesini çıkarma, yoksa sıradaki Sophie ve sen olursunuz."
Çocukluk acılarının depreştiğini hisseden Sophie, "O bir trafik kazasıydı," diye kekeledi.
"
Bir kazaydı!"
Teabing, "Masumiyetini korumak için uykudan önce anlatılan masallar," dedi. "Aileden
sadece iki kişiye -tarikatın Büyük Üstat'ı ve tek torunu- dokunulmadığını düşünsenize.
Kilisenin kardeşlik üzerinde hâkimiyet sahibi olabilmesi için mükemmel bir çift. Kilisenin
geçen yıllar boyunca büyükbabanı, Sangreal sırrını açıklamaya kalkarsa
seni öldürmekle ve
Sauniére tarikatı eski yeminlerini tekrar
gözden geçirmeye ikna etmezse, başladıkları işi
bitirmekle tehdit ettiklerini hayal edebiliyorum."
Öfkesi tepesine sıçrayan Langdon, "Leigh," diye karşı çıktı. "Elinde, kilisenin bu
ölümlerle ilgisi olduğunu ya da tarikatın kararını sessiz kalmak yönünde etkilediğini
kanıtlayacak deliller olmadığı belli."
Teabing, "Delil mi?" diye püskürdü. "Tarikatın etkilendiğine dair kanıt mı istiyorsun?
Yeni bin yıl geldi ama dünya hâlâ bilgisiz! Bu yeterli bir kanıt değil mi?"
Teabing'in kelimeleri kulaklarında yankılanırken, Sophie başka bir konuştuğunu duydu.
Sophie, sana ailen hakkındaki gerçeği anlatmalıyım. Titrediğini hissetti. Bu, büyükbabasının
ona anlatmak istediği gerçek olabilir miydi? Ailesinin
öldürüldüğü gerçeği? Ailesinin öldüğü
trafik kazası hakkında tam olarak ne biliyordu? Sadece, yarım yamalak ayrıntılar.
Gazetelerdeki hikâyeler bile belirsizdi. Kaza mı? Uykudan önceki masalları mı? Sophie
aniden büyükbabasının gereğinden fazla korumacı olduğunu ve küçükken onu yalnız
bırakmaktan hiç hoşlanmadığını hatırladı. Sophie büyüyüp, üniversiteye gittiğinde bile
büyükbabasının onu izlediği hissine kapılırdı. Bütün hayatı boyunca,
onu gölge gibi izleyen
tarikat üyeleri olup olmadığını merak etti.
Langdon inanmaz gözlerle Teabing'e ters bir bakış fırlatarak, "Onun kullanıldığından mı
şüphelendin," dedi. "Bu yüzden mi onu
öldürdün?"
Teabing, 'Tetiği ben çekmedim," dedi. "Sauniére, kilise ailesini ondan çaldığında zaten
yıllar önce ölmüştü. Şerefi tehlikeye atılmıştı. Şimdi bu acıdan ve kutsal görevini yerine
getirmekteki yetersizliğinden kaynaklanan utancından kurtuldu. Diğer seçeneği düşün. Bir şey
yapılması gerekiyordu. Dünya sonsuza kadar bilgisiz mi kalacaktı?
Kilisenin sonsuza kadar
tarih kitaplarımıza kendi yalanlarım sokmasına izin mi verilecekti? Kilisenin sonsuza kadar
cinayet ve haraçla sözünü geçirmesine müsaade mi edilecekti? Hayır, bir şey yapılması
gerekiyordu! Ve şimdi biz Sauniére'nin mirasını yerine getirmeye hazırız ve son derece büyük
bir yanlışı düzeltmeye." Duraksadı. "Üçümüz. Birlikte."
Sophie sadece kuşku duydu. "Bizim sana yardım edeceğimizi nasıl düşünebilirsin?"
"Çünkü, hayatım, tarikatın belgeleri ortaya çıkaramamasının sebebi
sensin. Büyükbabanın
sana olan sevgisi, kiliseye meydan okumasına engel oldu. Ailesinin geri kalan tek ferdine
misilleme yapılması korkusu onu köstekledi. Gerçeği açıklama şansına hiç sahip olmadı
çünkü sen onun ellerini bağlayarak ve onu bekleterek reddettin. Bunu, büyükbabanın
hatırasına borçlusun."