65
diyen kimsenin sözü bir cehâlettir”
313
. Şâfiî, hadîslerin yalnız Kur’an’a değil, ayrıca
kıyasa ve başka herhangi bir şeye dayanarak tenkid edilmesine de (arz), insanların
görüşlerinin sünnete tabi olması gerektiği düşüncesiyle karşı çıkmaktadır
314
.
Ş
âfiî’nin, sisteminde hadîslere/sünnete tanıdığı yer ve konum onun metin
tenkidiyle (arz) ilgili düşüncelerinin temelini oluşturmaktadır. Zira Şâfiî’ye göre,
Peygamber’in sünnetleri ikiye ayrılır: Birincisi, Kitab’ın açık hükmü bulunan bir
konuda Hz. Peygamber ona Allah’ın indirdiği şekilde uymuştur. kincisi, Kitab’ta
mücmel olarak bulunan hükümlerle, Allah’ın ne murad ettiğini, Hz. Peygamber
Allah adına açıklamıştır. Böylece Hz. Peygamber bu mücmel olarak bildirilen
farzların umumî ve hususî niteliklerini, kulların bunları nasıl yerine getireceğini
açıklamıştır. Dolayısıyla her iki durumda da Hz. Peygamber Allah’ın Kitab’ına
uymuştur. Ona göre bu iki çeşit sünnet üzerinde icmâ vardır
315
.
Kur’an’da hakkında hiçbir hüküm bulunmayan konularda Hz. Peygamberin
verdiği hükümler ise Şâfiî’ye göre sünnetin üçüncü türünü oluşturmaktadır
316
. O, bu
konudaki mevcut anlayışları zikrettikten sonra, Hz. Peygamberin bu tür hükümlerini
vahiy anlayışına paralel olarak Allah’ın, Peygamberinin kalbine ilham etmesi olarak
değerlendirmektedir ki, ona göre Kur’an’ da belirtilen Hikmet de budur. Kısacası
Allah’ın, Peygamberine ilham ettiği şeyler, bu tür sünneti meydana getirmiştir.
Kur’an olarak indirilen ise Allah’ın Kitabını teşkil etmektedir
317
. Dolayısıyla
Allah’ın, bir hükmü bulunmayan konularda Peygamber bir sünnet koymuşsa, onu
Allah’tan aldığı yetkiye dayanarak koymuştur
318
.
Ş
u halde Şâfiî’ye göre, Hz. Peygamberin sünneti, ister Kur’an’da farz
kılınan bir hükmü açıklasın, ister Kur’an’da yer almayan bir hükümle ilgili olsun,
Allah’ın hükmü ile Peygamber’in hükmü ayrı şeyler değildir
. Her halukârda
Peygamber’in hükmü de bağlayıcıdır. Allah, Kitabında Peygamberine itaatı farz
kılmış ve hiç kimseye bildiği bir işte, Peygamber’e muhalefet etmek için bir mazeret
313
Şâfiî, htilâfu’l- Hadîs, IX. 537.
314
Şâfiî, htilâfu’l- Hadîs, IX. 537; Özen, Aklîleşme Süreci, s. 398.
315
Şâfiî, Risâle, 62 (no. 298-299); Ayrıca bkz. Şâfiî, htilâfu’l- Hadîs, IX. 537.
316
Şâfiî, Risâle, 62 (no. 301).
317
Şâfiî, Risâle, 63 (no. 307).
318
Şâfiî, Risâle, 61 (no. 292).
66
tanımamıştır
319
. Şâfiî’nin bu anlayışına göre Kur’an ve Hz. Peygamberin
sözleri/sünnetleri, hem menşei itibariyle her ikisi de Allah’a aittir hem de
bağlayıcılık açısından aynı konumdadır. Dolayısıyla Kur’an ve Hz. Peygamberin
sünneti arasında kurulan böyle bir ilişki sonucunda Şâfiî’nin, hadîslerin tesbitinde
Kur’an’a başvurulmasını istemeyeceği ortadadır
320
. Kısacası Şâfiî’ye göre, hadîsler
Kur’an’
a dayanılarak iptal edilemez. Kur’an hadîslerle çatışmamakta aksine hadîsler
Kur’an’ı açıklamaktadır. Bu nedenle Kur’an, hadîslerin ışığında yorumlanmalı ve bu
konuda aksi düşünülmemelidir
321
. Dolayısıyla Şâfiî, hadîslerin Kur’ân’a arzının
gündeme geldiği her ortamda, sünnetin beyân vasfına işaret etmekte, hadîslerin
Kur’an’a arz edilmesi gerektiğini söyleyenlere sünnetin teşriî değerini savunarak
cevap vermeye çalışmaktadır
322
. Allah’ın emrettiklerinin umûm, husûs, farz, edeb,
nasih, mensuh olmaları ancak onun sünneti ile bilinir. Kitab farz hükmünde olur,
sünnet de onu beyan eder. Zira Allah, Peygamberin verdiklerinin alınmasını ve ona
itaat edilmesini emretmiştir
323
.
Ş
âfiî, “arz hadîsi” olarak bilinen rivâyeti de kendilerine göre bunun Hz.
Peygamberden varid olduğunun bilinmediğini belirterek kabul etmemektedir
324
. O,
Hz. Peygamberden bunun zıddı anlamında “erîke hadîsi”nin varid olduğunu
belirterek konuyla ilgili olarak bu rivayeti delil getirmektedir
325
.
Ş
âfiî’nin arzdan anladığına göre, hadîslerin Kur’an’a dayanarak metin
tenkidine tabi tutulması halinde bazı hadîslerin/sünnetlerin Kur’an’a uymaması gibi
bir durum neticesinde yalnız Kur’an’ın zahir anlamı dikkate alınacak bu da
319
Şâfiî, Risâle, 63-64 (no. 308).
320
Gürkan, slam Hukuk Metodolojisinin Oluşumu ve Şâfiî’nin Yeri, s. 269. Hüseyin Güleç’in
değerlendirmesine göre de, Şâfiî, arz fikrine, Hz. Peygamberin elçi olarak Allah’ın buyruklarına
muhalif bir şeyi söyleyemeyeceğinden hareketle karşı çıkmıştır. Ancak başta Ebû Hanife olmak
üzere arz fikrini savunan pek çok alim, Hz. Peygamberden Allah’ın buyruklarına muhalif bir
ş
eyin sadır olamayacağı konusunda Şâfiî gibi düşünmektedir. Ebû Hanîfe’nin bu konudaki
açıklamalarından da anlaşılabileceği gibi, Kur’ân’a muhalif bir rivâyeti reddetmek, o rivâyetin
Hz. Peygamberden sadır olacağını kabul etmekle aynı anlama gelmez. Aksine, Kur’ân’a muhalif
olan bir rivâyeti reddetmek, böyle bir rivâyetin Hz. Peygamberden sadır olduğunu kabul
etmemektir ve bunu, rivayeti bize aktaran ravilerin bir tasarrufu olarak görmektir. Güleç, Şâfiî
Fıkıh Usûlünde Hadîs Metodolojisi, s. 144-145.
321
Schacht, slâm Hukukuna Giriş, s. 57.
322
Güleç, A.g.e., s. 145.
323
Şâfiî, Umm, VII. 21.
324
Şâfiî, Risâle, 133 (no. 617-619); Şâfiî, Umm, VII. 21.
325
Şâfiî, Risâle, 61 (no. 295); 133 (no. 622); Şâfiî, Umm, VII. 21;
Dostları ilə paylaş: |