69
birilerinin, bir takım hadîslerin devre dışı bırakılmasına neden olabilecek bir yönteme
taraftar olması düşünülemez
340
. Neticede Şâfiî, haberin senedinin sağlam olması
halinde metin tenkidi ile reddedilmesine sıcak bakmamıştır
341
. Ancak Şâfiî, ihtilaflı
hadîslerin arasını bulurken Kur’an’ın anlamına uygun olanını tercih etmektedir.
Dolayısıyla ihtilafu’l-hadîsle ilgili kısımda da yer vereceğimiz gibi, Kur’an’ın
anlamına uygunluk, onun tercih kriterlerinden biridir. Aslında bu da bir tür arzdan
başka bir şey değildir. Bu nedenle Şâfiî’nin, çerçevesi tam çizilmemiş bir arz
faaliyetine muhalif bir tavır aldığı, yoksa onun arz faaliyetine karşı çıkarken, Kur’ân
ile hiçbir şekilde telif edilmesi mümkün olmayan hadîsleri Kur’an’a arz etmeden
sakınarak onları olduğu gibi kabul ettiği yolunda bir kanaatin söz konusu olmadığı
ifade edilmiştir
342
. Ne var ki Şâfiî, yine de yöntem olarak bir takım endişe ve
varsayımlara binaen arz yöntemine muhalif bir tavır takınmakta ve bu kapıyı
kapatma yönünde çaba göstermektedir.
Ş
âfiî’nin hadîslerin Kur’an’a arzı konusunda benzer bir yaklaşımı nesh
probleminde de sergilediği görülmektedir. Zira her ikisinin de vahiy kaynaklı
olduğundan hareketle, bu iki delilin birbirlerini nesh edip, edemeyeceği hususu,
Ş
âfiî’de en karmaşık ve kendi kurallarıyla çelişen bir sorun olarak ortaya
çıkmaktadır
343
.
Nesh konusunda Şâfiî’nin en farklı ve bilinen tutumu bir Kur’an ayetinin
ancak başka bir Kur’an âyetiyle neshedebileceğini, sünnetin Kur’an’ı
neshedemeyeceğini, sünnetin de ancak bir başka sünnet ile neshedebileceğini
savunmasıdır. Bu ise diğer hukuk ekollerinin nesh anlayışından tamamen farklıdır
344
.
340
Kırbaşoğlu, M. Hayri, “er-Risâle’nin Şekil ve Muhteva Açısından Eleştirisi”, Sünni
Paradigmanın Oluşumunda Şâfiî’nin Rolü, haz. M. Hayri Kırbaşoğlu, Kitâbiyât, Ankara 2000,
s. 247-248.
341
Aktepe, Şâfiî’de Sünnet, s. 181.
342
Güleç, Şâfiî Fıkıh Usûlünde Hadîs Metodolojisi, s. 146. Yine Güleç’e göre, eş-Şîrâzî, el-
Gazâlî, er-Râzî, el-Âmidî gibi bazı Şâfiî fıkıh usûlcüleri, açıkça, Kur’ân nassına muhalif olan
hadîslerin yalan haberler olduğunu görüşündedir. Ancak Şâfiî fıkıh usûlcülerinden bazılarının
Kur’ân’a muhalif hadîsleri kesin yalan haberler olarak kabul etmesi, sonuçta Şâfiî fıkhında
bunun bir metot olarak benimsenmesine yetmemiştir. Güleç, A.g.e., s. 156.
343
Keleş, Sünnet, s. 77.
344
Ayrıca nesh kavramına ilk ıstılâhî anlam kazandıran kimsenin de Şâfiî olduğu, ona gelinceye
kadar alimlerin, âmmın tahsîsini, mutlakın takyîdini hatta istisnayı nesh olarak kabul ettikleri,
Ş
âfiî’nin ise ilk defa neshi takyîd, tahsîs ve istisnadan ayırarak bunların sınırlarını çizerek
70
Ş
âfiî bu konudaki görüşünü şu sözleriyle temellendirmeye çalışır: “Allah,
insanlara, Kitab’ın bir hükmünü ancak Kitab’la neshettiğini, sünnetin Kitab’ı
neshetmeyeceğini, onun nass bulunan konularda Kitab’a tabi olduğunu ve Allah’ın
mücmel olarak indirdiği şeylerin manalarını açıkladığını beyan etmiştir”
345
. Şâfiî bu
hususta delil olarak “De ki: O’nu kendiliğimden değiştiremem. Ben, ancak bana
vahyolunana uyarım”
346
ayetini getirmekte burada Allah’ın, Peygamberi’ne kendisine
vahyolunana uymayı farz kıldığını, O’nun kendiliğinden bunu değiştiremeyeceğini
bildirdiğini belirterek nesh ilgili temel anlayışını ortaya koymaktadır.
Ona göre “Hz. Peygamberin sünnetini ancak O’nun sünneti nesheder. Hz.
Peygamberin sünnetiyle belirlediği bir konuda Allah, O’na başka bir şey bildirirse,
Peygamber, Allah’ın bildirdiği o şey konusunda (yeni) bir sünnet koyar. Böylece O,
farklı olan önceki sünnetini nesheden (yeni) bir sünneti bulunduğunu insanlara
belirtmiş olur. Bu, Hz. Peygamberin sünnetinde zikredilmiştir”
347
. “Hz. Peygamber
bir sünnet koyduktan sonra, Allah O’na bu sünneti neshetmesini veya daha geniş
(kolay) bir yol göstermesini ilham edince, insanlara karşı delil olacak başka bir
sünnet vaz eder. Böylece insanlar, O’nun önceki sünnetini bırakıp sonraki sünnetine
uyarlar”
348
.
Kısacası Şâfiî bu iki delilin ancak kendilerinin birbirini neshedeceği
görüşünde olup ona göre, biri diğerini neshedemez. Bu nedenle Kur’an ve sünneti,
okunan ve okunmayan vahiy (vahy-i metluv ve gayr-i metluv) esasına dayandıran ve
sünneti vahiy olarak kabul eden Şâfiî’nin bu yaklaşımının, onun kendi iç
sistematiğini zorlayan bir mahiyet arzettiği ve çelişki yarattığı ifade edilmiştir
349
.
Bunun yerine vahiy anlayışına uygun olarak Kur’an ve sünnetin birbirini
neshedebilmesini benimsemiş olsaydı, kendi sistemi ile daha uyumlu bir yaklaşım
sergilemiş olacağı, nitekim bu durumun sonraki Şâfiî usûlcülerinin de dikkatini
manalarını tayin ettiği belirtilmektedir. Bakkal, Ali, “ mam Şâfiî’de Nesh Anlayışı”, HÜ FD, sy.
3, Şanlıurfa, 1997, s. 118.
345
Şâfiî, Risâle, 65 (no. 314).
346
10. Yunus, 15.
347
Şâfiî, Risâle, 66-67 (no. 324),126 (no. 574).
348
Şâfiî, Risâle, 109 (no. 511) .
349
Dağcı, mam Şâfiî, s. 71; Kırbaşoğlu, “er-Risâle’nin Şekil ve Muhteva Açısından Eleştirisi”, s.
238.
Dostları ilə paylaş: |