74
bn Ruşd
de (ö. 595), Şâfiî’nin prensip olarak daima, hadîslerin zahirini
kıyasa tercih ettiğini belirterek
358
ilke olarak hadîslerin literal anlamlarına göre
hüküm verdiğine dikkat çekmektedir. leride temas edeceğimiz gibi zaten Şâfiî kıyası
su bulunmadığında teyemmüm yapmaya benzeterek zaruret olduğunda kıyasa
başvurulacağı görüşündedir.
Takıyyuddîn es-Subkî (ö. 756) de, Ebû Şâme el-Makdîsî (ö. 665)’nin
Ş
âfiî’nin hadîslerle amel etme yöntemi üzerindeki bir takım tesbit ve düşüncelerini
nakletmekte ve bunlara dair değerlendirmeler yapmaktadır. Ona göre Ebû Şâme,
bazen hadîsin zahirî anlamı bunun hilafına delâlet ettiği halde Şâfiî’nin hadîslerin
zahirî anlamına tutunduğunu belirtmektedir. Buna örnek olarak ise zekâtın âyette
sayılan sekiz sınıfa verilmesini zorunlu görmesi ile cinsel organa dokunmakla
abdestin bozulacağına dair rivâyeti zikretmektedir
359
. Subkî her ne kadar Ebû
Ş
âme’nin bu tesbitlerine katılmayarak te’vil etmeye çalışsa da bizi ilgilendiren yön
Ş
âfiî mezhebine mensub bir âlim olan Ebû Şâme’nin de Şâfiî’nin zahire bağlılığına
dikkat çekmiş olmasıdır.
mam Şa‘rânî
de (ö. 973) Şâfiî’nin hadîsleri anlama ve yorumlama
yönteminin zahire dayandığına dair, bizzat Şâfiî’nin hadîsin zahirî anlamı üzere
alınacağı, fakat birkaç manaya ihtimali olursa yine zahirî anlamına en uygun olanının
tercih edileceği şeklindeki sözünü nakletmektedir
360
. Yine Şa‘rânî’nin naklettiğine
göre, mam Şâfiî dinin usûlünden olan bir şey hakkında niçin ve nasıl diye
sorulamayacağını söylemiş, kendisine usûl nedir diye sorulunca da ‘Kitab, sünnet ve
bu ikisine dayalı kıyasdır’ cevabını vermiştir
361
. Ayrıca Şa‘rânî müctehid imamların
hepsinin, ashabını ve talebelerini Kur’an ve sünnetin zahiri/dış anlamını almaya
teşvik ettiğini, kendi görüşleri Kitab ve sünnetin zahirine uymadığında terk
edilmesini söylediklerini nakletmektedir. Bunun nedeni ise Allah’ın dinine bir şey
358
bn Ruşd, Bidâyetu’l- Muctehid ve Nihâyetu’l-Muktesıd, çev. Ahmed Meylânî, Beyan Yay,
stanbul, 1991, I. 132.
359
Subkî, Takiyyuddîn Alî b. Abdulkâfi, Ma‘nâ Kavli’l- mâmi’l-Muttalibî zâ Sahha’l-Hadîs
Fehüve Mezhebî, (thk. Alî Nâyif Bakâî), Dâru’l-Beşâiri’l- slâmiyye, Beyrût, 1993, s. 131-132.
360
eş-Şa‘rânî, Abdulvahhâb, el-Mîzânu’l-Kubrâ, Baskı yeri yok, 1306, I. 52.
.
361
Şa‘rânî, Mîzân, I. 52; Kâsımî ise, bu asılları Kitab, sünnet ve ümmetin icmâ’ı olarak
nakletmektedir. Bkz. el-Kâsımî, Muhammed Cemâluddîn Kavâidu’t-Tahdîs, thk. Muhammed
Behcet el-Baytar, Muhammed Reşîd Rızâ, Dâru’n-Nefâis, Beyrût, 1987, s. 314.
75
ilave etmekten çekinmeleri ve ümmet için ihtiyatı tercih etmeleridir
362
. Şa‘rânî’nin bu
tesbiti de Şâfiî’nin her halukarda nassların zahirî anlamına bağlı kalmaya özen
gösterdiğini ortaya koymaktadır ki bunun temel nedenlerinden biri de Şâri’nin
kastetmediği bir şeyi dine ilave etme kaygısı ve korkusu olduğu anlaşılmaktadır.
Ş
ah Veliyyullah ed-Dehlevî
(ö. 1176) ise, kendisine dayanan uzun bir
senedle Şâfiî’nin şöyle dediğini nakletmektedir: “Asıl, Kur’an ve sünnettir. Eğer
bunlarda bir şey bulunmazsa bu defa sıra onlara yapılan kıyasa gelir. Rasûlullah
(s)’dan muttasıl olarak olarak rivâyet edilen ve isnadı sahih olan hadîsler
363
, sünnettir.
cma, haber-i vâhitden daha güçlüdür. Hadîsin zahiri esas alınır. Şayet birden fazla
manaya ihtimali varsa, bunlardan hadîsin zahirine en yakın olan, en uygun olanıdır
.
Hadîsler birbirine denk olarak karşı karşıya gelirse, senedi daha sahih olan tercih
edilir. Munkatı’ hadîslerin– bnu’l- Museyyeb’inkiler hariç
364
-hiç bir değeri yoktur.
Bir asıl, başka bir asla kıyas edilmez. Asıl için niçin ve nasıl soruları sorulamaz.
Niçin
sorusu ancak furû için sorulur. Furûun asla, kıyası sahih olunca o furû da
sahihtir ve huccettir”
365
. Şu halde, Dehlevî’nin Şâfiî’den naklettiği bu sözde de
Ş
âfiî’nin ilke olarak lafzî/zahirî anlamı benimsediği görülmektedir.
Müsteşriklerden Ignaz Goldziher’e (ö. 1921) göre ise slam hukuk tarihinde
nassların zahirî anlamına bağlılıklarıyla şöhret bulan Zahiriye ekolünün imamı
Davud b. Ali ez-Zahirî’nin Şâfiî ekolünün içinden çıkmış olması, Şâfiî mektebinin
hakim zihniyetini en manidâr şekilde ifade eden bir husustur. Nitekim Davud b. Ali
hocasının maksadını aşarak re’y, kıyas ve bunlara dahil olan her şeyin imtiyazını
kökten reddetmiştir. Goldziher Şâfiî’nin bu hususta
isimli bir
362
Şa‘rânî, Mîzân, I. 48.
363
Aslında Şâfiî’nin isnadı sahih olan hadîsleri sünnet görmesi de tartışmaya açık bir husustur.
Çünkü bir hadisin isnadının sağlam olduğuna hükmetmek de neticede ictihadî ve subjektif bir
karardan ibarettir. Şu halde bu duruma göre, yalnız Şâfiî’nin kendi ictihadına göre isnadı sahih
olan hadislerin sünnet olabileceği gibi bir durum ortaya çıkmaktadır.
364
Şâfiî’nin, Saîd bnu’l-Museyyeb’in mürsel (munkatı) haberlerini kabul etmesi hakkında ayrıca
bakılabilir. Şâfiî, Umm, III. 217.
365
Dehlevî, el- nsâf, s. 23. Şâfiî’nin bu sözünün nakledildiği diğer kaynaklar için bkz. bn Ebî
Hatim, Abdurrahman b. Muhammed er-Râzî, Kitâbu’l-Merasil, thk. Şukrullah Nimetullah
Kucânî, Muessesetu’r-Risâle, Beyrût, 1397, s. 6; el-Bağdâdî, Ebûbekir Ahmed b. Ali el-Hatîb,
el-Fakîh ve’l-Mutefakkih, thk. smâil el-Ensârî, Beyrût, 1975, I. 220; A.mlf, el-Kifâye fî lmi’r-
Rivâye, thk. brahim Hamdî, el-Medenî, el-Mektebetu’l- lmiyye, Medîne, ty., s. 437. ez-Zehebî,
Siyer, X. 21.
Dostları ilə paylaş: |