Paul karl feyerabend 13 Ocak 1924'te Viyana'da doğdu. Avusturya asıllı abd'li filozof. Bilimsel gelişmenin ancak yeni kuramların eskilerini yadsımasıyla sağlanabileceğini ileri



Yüklə 8,94 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə122/135
tarix24.12.2017
ölçüsü8,94 Kb.
#17198
1   ...   118   119   120   121   122   123   124   125   ...   135

temelen istense bile mümkün hiçbir şart altında kullanılamayacaklardır da
-tıpkı klasik bale adımlarıyla Everest’e tırmanmanın imkansız olması gibi.
Burada sunulan (ve YK’de ve  
Philosophical Papers’
  da  
[Camb
ridge
1981] tarihsel örneklerle gösterilen) düşünceler yeni değildir. 6. Bölüm, 4.
Kesim’de de ifade ettiğim gibi bunları Mili
«t •«
gibi filozoflarda 
{Özgürlük Üstüne,
 özgürlükçü epistemolojinin seçkin bir
anlatımı),  Boltzman,   Mach,  Duhem,  Einstein  ve   Bohr   gibi
bilimadamlarında ve felsefi açıdan oldukça kuru bir kıvama getirilmiş bir
halde  Wittgenstein’da   bulabiliriz.   Doğurgandırlar:   onlar   olmasaydı
modern fizikteki devrimler, görelilik ve kuantum mekaniği ve daha sonra
psikoloji,   biyoloji,   biyokimya   ve   yüksek   enerji   fiziğindeki   gelişmeler
imkansızlaşırdı.   Buna   rağmen   felsefe   üzerinde   fazla   bir   etkileri
olmamıştır.   Örneğin   zamanının   en   put-   kırıcı   felsefi   hareketi   neo-
pozitivizm bile felsefenin bilgi ve eylemin genel standartlarını sağlaması
gerektiği, bilim ve siyasetin ancak kendini bu standartlara uydurarak bir
işe   yarayabileceği   gibi   antika   bir   fikre   saplanıp   kalmıştı.   Kendilerini
bilimdeki devrimci keşifler, sanatlardaki ilginç bakış açılan ve siyasetteki
önceden   kestirilemeyecek   gelişmelerin   tam   ortasında   bulan   Viyana
Çevresi’nin   tavizsiz   pirleri   küçük,   derme   çatma   bir   burca   çekildiler.
Tarihle bağlantı koptu; bilimsel düşünce ile felsefi spekülasyon arasındaki
sıkı işbirliği son buldu; ortalığı bilimlere yabancı bir terminoloji ve bilimle
alakası olmayan problemler kapladı.
Sonuçta ortaya çıkan bu mektepli felsefe ile onun sözüm ona nesnesini
-bilim-   karşılaştırarak   onun   aldatıcı   karakterini   ortaya   koyan   ilk
düşünürler  Fleck, Polanyi ve sonraları Kuhn oldu. Bir değişiklik olmadı.
Felsefeciler   tarihe   dönmediler.   Onlara   has   bir   alamet   olan   mantıksal
pandomimlerine ara vermediler. Tersine bu pandomimi, büyük bir kısmı
bağlamından   kopartılarak   Kuhn’dan   alınmış   (“paradigma”,   “bunalım”,
“devrim”   gibi)   yeni   anlamsız   hareketlerle   daha   da   zenginleştirdiler.
Böylece öğretilerine daha karmaşık bir yapı kazandırmışlardı; ama onunla
gerçeklik arasındaki mesafe hâlâ kapanmamıştı. Kuhn öncesi pozitivizm
henüz  
erginleşmemişti   ama   ne   dediği   görece   belliydi   (pozitivizm   fin-
canında küçük bir hava kabarcığından başka bir şey olmayan Pop-


Çer de buraya dahildir). Kuhn sonrası pozitivizm hâlâ er- ginleşmemişti
ama artık ne dediği de belli değildi.
Kuhn’un meydan okuyuşu karşısında sinmeyen tek bilim felsefecisi
Imre   Lakatos’tu.  Kuhn’la   onun   zemininde,   onun   silahlarıyla   kavgaya
tutuştu.   Pozitivizmin   (doğrulamacılık,   yanlışlama-   cılık)   ne   bilimleri
aydınlattığını ne de onlara araştırmalarında yardımcı olduğunu gösterdi.
Ancak işe tarihi karıştırdıkça  tüm standartlan görelileştirmek  zorunda
kalacağımızı reddetti. Şöyle buyurdu Lakatos: bu, hayatında ilk kez tüm
ihtişamıyla tarihle yüz yüze gelmiş şaşkın bir akılcının tepkisi olabilir
ama, aynı malzemeyi baştan sona daha adam akıllı incelediğimizde de
bilimsel süreçlerin ortak bir yapısı olduğunu ve belli genel kurallara uy-
duklarım   görüyoruz.   Bir   bilim   teorisi   ve   daha   genel   olarak   da   bir
akılcılık   teorisi   kurabiliriz,   diyordu,   çünkü   düşüncenin   tarihe   girişi
yasaya-gelir bir tarzda olmaktadır.
Gerek   YK’da   gerekse  
Philosophical   Papers'\n
  2.   Cilt,   10.
Bölüm’ünde bu iddiayı  çürütmeye  çalıştım.  Kullandığım  usûl kısmen
soyut   -Lakatos’un   tarih   yorumunun   eleştirisi   üzerine   kurulmuştur-
kısmen de tarihseldi. Aldığım eleştirilerin bazılarında tarihsel örneklerin
söylediklerimi desteklemediği söyleniyor: bunları aşağıda ele alacağım.
Ancak eğer ben haklıysam -ki haklı olduğuma eminim- Mach, Einstein
ve Bohr’un tutumuna dönmek şarttır.  Dolayısıyla da bir bilim teorisi
imkansızdır.  Elimizde  olanlar  hepi  topu  bir araştırma  süreci   ve onun
yanında, araştırma sürecini geliştirme girişimlerine yardımcı 
olabileceği
gibi onları yanlış yönlere de sürükleyebilecek her türden pratik iş görme
usûlleridir. (Bize araştırmamız sırasında yanlış yolda olduğumuzu ne tür
ölçütler   söyleyecektir?   Eldeki   duruma   uygun   görünen   ölçütler.
Uygunluğu nasıl belirleyeceğiz? Yapacağımız araştırmayla onu 
kurarak,
oluşturarak: ölçütler yalnızca olay ve süreçleri 
tartıya
 vurmaz, çoğu kez
bizzat   onlar   tarafından   oluşturulur   ve   tam   da   böyle   oluşturulmak
zorundadır yoksa araştırma hiçbir zaman başlayamazdı: YK, 26.)
Beni   ya   bilim   teorilerine   karşı   çıktığım   ve   kendime   ait   bir   teori
geliştirmeyi de reddettiğim için azarlayan ya da “iyi bir bilimin nelerden
mürekkep   olduğunun   pozitif   bir   tasvirini”   verme   konusundaki
başarısızlığıma işaret ederek göreve çağıran çeşitli


eleştirmenlere kısaca cevabım şu: eğer birtakım pratik iş görme usûlleri
toplamına “teori” denecekse, elbette benim de bir teorim var -fakat Kant ve
Hegel’in düşsel şatolarından da Carnap ve Popper’in köpek kulübelerinden
de epeyce farklı bir teori. Öte yandan Mach, Einstein ve Wittgenstein’da o
tür   etkileyici   düşünce   binaları   bulamazsınız,   spekülatif   güçleri
olmadığından  değil,  bu  gücü  bir  sistem  halinde  dondurmanın  bilimlerin
(sanatların, dinin, vs.) sonu anlamına geleceğini kavradıklarından. Ve tar-
tışmalarımda doğa bilimlerinin, özellikle de fizik ve astronominin sürekli
sahneye   çıkmasının   nedeni,   bazı   kafası   karışık   beşeri   bilim
şampiyonlarının   söylediği   gibi,   “onlarla   büyülenmiş”   olmamdan   değil,
konumuzun   onlar   olmasından:   çünkü   doğa   bilimleri   po-   zitivistlerin   ve
vesveseli   hasımlannm,   sevimsiz   felsefelerde   uzmanlaşmış   “eleştirel”
akılcıların silahlarıydı, çünkü onlar tam da bu bayların sonunu hazırlayan
silahlardı.   Ne   de   ilerlemeden   ona   inandığım   ya   da  ne   anlama   geldiğini
anlamaya çalıştığım için söz ediyorum (tartışmadaki bir tarafın 
reductio ad
absürdüm'a.
 başvurması onun 
absürdüm'dakı
 öncülleri kabul ediyor olduğu
anlamına   gelmez:   krş.   YK,   s.27).   Bazı   eleştirmenlerin   bana   yamayıp
saldırıya geçmesine neden olan “ne olsa uyar” sloganına gelince: bu bana
ait bir slogan değil ve YK ve ÖBTB’deki vaka incelemelerini özetlemesi
gibi bir durum söz konusu değil. Ve yeni bilim teorileri peşinde de değilim,
bu tür teori arayışlarının akla yatkın bir girişim olup olmadığım soruyor ve
buna olumsuz cevap • veriyorum: bilimleri anlamak  ve geliştirmek  için
ihtiyaç   duyduğumuz   bilgiyi   teorilerden   değil   ancak   bilim   pratiğine
katılarak elde edebiliriz. Bu anlamda örnekler, “gerçek bir açıklama”nın
bulunmasıyla   birlikte   kaldırıp   atılacak   ya   da   atılması   gereken   ayrıntılar
değildir -gerçek bir açıklamanın  
ta
  kendisidir. Benim açıkça reddettiğim
bir   inancı   -bir   bilim   ve   bilgi   teorisi   olabileceği   inancı-   savunan
eleştirmenler hikâyemin sadece bir bölümünü okumuş oluyorlar, ve onu da
nasıl okuyorlarsa, geriye kalan bölümde orada okuduklarıyla çelişik şeyler
buluyorlar. Tabii bu da onları şaşkına çeviriyor.
Bu   söylediklerim   yukarıdaki   sloganı   benimseyip   onu   araştırmayı
kolaylaştıran,   başarı   ihtimalini   arttıran   bir   tespit   olarak   yorumlayan
okurlar için de geçerli. Bu tembel “anarşistler”e iti'


Yüklə 8,94 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   118   119   120   121   122   123   124   125   ...   135




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə