landınlan bir müfreze hesabına yazan Tibor Macham (1982 yılında
Philosophy of the Social Sciences'da
çıkmış, ÖBTB üzerine incelemesinden
söz ediyorum) kabul edilebilir standart, fikir ve geleneklerle “kapristen
ibaret ve insan yaşamını tahrip edici” gelenekleri birbirinden ayırır.
Ayrımını neye göre mi temellendiriyor? Kendi insan teorisine göre. Bu
insan teorisinin esası mı nedir? Cevap: “İnsanlar akılcı hayvanlardır .. .
ilkelere dayalı (yani kavramsal) düşünme ve eyleme ihtiyacı ve kapasitesi
gibi ayırdedici bir vasfı olan biyolojik varlıklardır.” Hiç şüphe yok ki
burada gördüğümüz, entelektüellerin kusursuz bir tanımıdır (bir tek şey
unutulmuş, yüksek bir gelir için kıvranıp duran diye eklemeliydi) -fakat
birazcık değişik bir perspektife sahip birisi bu durumda kendini, tüm
alçakgönüllülüğüyle, Macham’in “insan teorisinin birçok görüş arasından
yalnızca bir tanesi ve entelektüellerin de hâlâ, şükür ki, insanlığın yalnızca
küçük bir yüzdesi olduğunu hatırlatmak zorunda hissedecektir. İnsanların
bu maddi dünyaya yakışmayan, dünyadaki yeri ve amaçlarım anlamaktan
aciz ve kurtuluş (salvation) gibi “ayırdedici bir ihtiyacı” olan yaratıklar
olduğunu söyleyen bir görüş vardır; yine bununla çok yakından bağlantılı,
insanın topraktan yapılmış bir tekneye hapsedilmiş kutsal bir işaret,
-Bilinircilerin pek sevdiği bir deyişle- “pisliğe batmış bir altın zerresi” ve
iman ederek kurtulmak (liberation) gibi “ayırdedici bir ihtiyacı” olan bir
yaratık olduğunu söyleyen bir başka görüş vardır. Ve bunlar baştan aşağı
soyut ve “kaprisli” görüşler değildir -milyonlarca insanın hayatının bir par-
çası olmuş ve hâlâ da olmakta olan görüşlerdir. Budistler arasındaki bir
görüşe göre insan acıdan kaçınmak ister, düşünce ve düşünceye dayalı
amaçlı eylem acının ana nedenleridir, mutad düşünsel ayrımlar ve mutad
amaçlar kaldırıldığı zaman acı da son bulacaktır. Hopi Yaratılış düşüncesi
insanı aslen doğayla uyum içinde bir varlık olarak resmeder. Düşünce ve
didinme, bir başka deyişle, Mac- ham’m insanın merkezine koyduğu
“ilkelere dayalı düşünme ve eyleme ihtiyacı”, bu orijinal uyumu bozar,
böyle bir durumda insanlar hayvanlardan uzaklaşır, insan türü ırklara,
kabilelere, farklı fikirler taşıyan küçük gruplara ayrılır, ortaya bireylerin
bile bir diğerini anlamakta güçlük çektiği farklı diller çıkar. Fakat insanlar,
“ayır- dedici bir uyum ihtiyacı ve kapasitesi olan” varlıklar, kendilerini
kavramsal düşüncenin zincirlerinden ve onun yol açtığı didişmelerden
kurtararak ve hayatlarını sevgi ve sezgisel aniayış üzerine kurarak bu
parçalanmanın üstesinden gelebilirler.
Bu türden daha pek çok görüş sayabiliriz. Hepsi de Mac- ham’da
sözü geçen ve
peşinen doğru kabul
edilen insan teorisinden farklıdır.
Şüphesiz Macham bir görüşten yana tavır alıp diğerini mahkum
edebilir, bu onun hakkı. Ama o bu işi bir akılcı, bir insanlık aşığı
havalarında yapıyor. Elinin altında sadece çeşitli lanet okuma şekilleri
değil, gerekli argümanlar da bulunduğu iddiasında ve kendisini hareket
ettiren dürtünün insanlık aşkı olduğuna inanıyor. Yaptığı eleştiriye
şpyle bir göz atmak bile her iki iddiasının da temelsiz olduğunu
gösterecektir. Argümanları, yaptığının bilincinde bir akademisyenin
kalp retoriğiyle okunmuş lanetlerden ibaret, insanlık aşkı ise bürosunun
kapısında bitiyor (ya da Akıl Vakfı’mn veznedar bölmesinde).
Entelektüeller arasında âdet olduğu üzre Macham, okuyucularım
aydınlatmaya çalışacağı yerde korkutmayı seçerek, birçok insanın
öldüğü Jonestown olayı gibi incelenmemiş örneklere başvuruyor
(Alman “akılcıları” aynı amaç için Auschwitz’i ve son zamanlarda,
ad
nauseam
[kusturacak derecede-ç.n.] terörizmi kullanırlar). “Bunlar
kolay örnekler”, diyor Macham. Nasıl bu kadar bön olabilirsiniz?
Jonestown’daki insanların bir kısmı ne yaptıklarının tam anlamıyla
farkında olarak, kendi iradeleriyle intihar etti (durum 1). Tereddütlü ve
kararsız diğer bir grup muhtemelen yaşamak istiyordu fakat
arkadaşlarının ve önderlerinin baskısına boyun eğdi (durum 2). Bir
başka grup ise doğrudan öldürüldüler (durum 3). Macham için bu tür
ayrımlar yoktur. Fakat öğretici bir vaka incelemesi için bunlar
vazgeçilmezdir. Durum 3, o yapmacık edayla söylenecek olursa,
“kolay” olabilir, ama burada bile oldukça önemli sorunlar vardır
(insanların ruhunu kurtarmak için gövdeleri öldürülebilir mi? Akılcı
Engizisyon Sorguçları öl- dürülebilir diyordu ve bunun için kusursuz
argümanları vardı: bu argümanlara aldırış etmeyecek miyiz?
Maddeciliği peşinen doğru mu kabul edeceğiz? Buna bir itirazım yok
-fakat böyle bir tutum akılcıyı, yani yaptığı her hamle için argümanları
olduğu iddiasındaki birini nereye götürür?). Durum 1 Macham’m
sandığı anlamda olmasa bile, yine de “kolay”. Eylemin “insan yaşamına
kastettiği” kuşku götürmez -fakat insan yaşamı her şeyin üstünde bir değer
midir? Hıristiyan şehitleri böyle düşünmüyordu ve ne Macham ne de başka
bir akılcı onların yanıldığını gösterebilmiş değil. Yalnızca onlardan farklı
düşünüyorlar -hepsi bu. Sokrates de ölmeden önce benzer bir duyguyu dile
getirir; ve aynı duyguya Herodot’ta, Sofokles’te ve klasik Yunan’m diğer
önde gelen temsilcilerinde de rastladığımıza göre, bu konuda yalnız
değildi. Macham’ın insan anlayışının birçok anlayış arasından yalnızca bir
tanesi olabileceği ve Macham’ın tartışmanın müfettişi değil taraflarından
biri olabileceği bir kere bile aklına gelmiyor.
Gelelim Durum 2’ye; insanların arkadaş grubu ve liderlerin baskısından
korunması gerektiğini söyleyenlere bütünüyle katılıyorum. Fakat bu uyarı
yalnızca Rahip Jones gibi dini liderler için değil, felsefeciler, Nobel Ödülü
Sahipleri, Marksistler, Liberaller, vakıfların beyin yıkayıcıları ve onların
eğitim kuramlarındaki temsilcileri gibi laik liderler için de geçerli ol-
malıdır: gençlik, sözüm ona öğretmenler tarafından beyinlerinin
yıkanmasına karşı ve özellikle de Macham ve arkadaşları gibi ak-
lofaşistlere karşı korunmalı, güçlendirilmelidir. Ne yazık ki çağdaş
eğitimin bu ilkeyi işletmek gibi bir derdi yok.
Son olarak, hepsi de eşit şansa sahip olduğu halde bilimsel olmayan
gelenekler bilim ve akılcılık karşısında tutunamamışlardır, dolayısıyla
onları canlandırma girişimleri hem akıldışı hem de gereksizdir, diyen eski
bir tartışmadan söz edelim. Hemen sorabiliriz: bunlar eşit bir rekabet için
gereken tarafsız ve denetim altındaki bir ortamda bilimle boy ölçüşme
şansı verilerek, akılcı bir temelde mi gündemden silinmişlerdir yoksa bu,
askeri (siyasi, ekonomik, vs .) baskılar sonucunda mı oluşmuştur? Cevap
hemen her zaman İkincisidir. Amerikan Kızılderililerinden görüşlerini
açıklamaları istenmedi, önce Hıristiyanlaştınldılar, sonra topraklarından
sürüldüler, en sonunda da sürüler halinde giderek büyüyen bir bilimsel
teknolojik kültürün ortasındaki kamplara tıkıldılar. Kızılderili ilaçları (19.
yüzyıl pratisyen hekimleri arasında yaygın bir şekilde kullanılıyordu)
pazarı işgal etmiş yeni eczacılık ürünleri karşısında sınanmadı, bir
hareketle tufan öncesi
Dostları ilə paylaş: |