çağa ait denilip yasaklandı. Ve bunun gibi.
Böyle geçmişteki eşit şanslardan söz eden yaklaşımlar bir noktayı daha
gözden kaçırıyor. İlginç bir görüşün açık ve dolaysız bir şekilde
çürütülmüş olması bile onun ömrünün dolduğu anlamına gelmez (buradan
çıkan sonuçlar için krş. ÖBTB, s. 100 vd. ve elinizdeki kitapta I. Bölüm,
Kesim A); çürütme araçları (deney donanımı, ulaşılan sonuçların
yorumlanmasında kullanılan teoriler) sürekli değişir ve onlarla birlikte de
çürütücü argümanın yapısı. Buradaki başarı argümanıyla Nazilerin 1933
zaferinden sonra yaptıkları yorumlar arasındaki çarpıcı benzerliğe de
dikkat çekmek isterim, şöyle diyordu Naziler: Liberalizmin de aynı şansı
vardı, fakat milli güçler tarafından bozguna uğratıldılar ve onu yeniden
diriltmeye çalışmak aptallık olacaktır.
Son olarak beğendikleri gelenekleri seçmek yurttaşların işidir.
Diyeceğim, demokrasi; eleştirinin mukadder tamamlanamazlığı; bir
görüşün egemenlik kurmasının asla tek başına akılcı ilkelerin
uygulanmasına bağlı bir sonuç olmadığı ve olamayacağının keşfedilmesi;
tüm bunlar eski geleneklerin canlandırılması ve bilim karşıtı görüşlerin
gündeme sokulması yolundaki girişimlerin yeni bir aydınlanma çağının
başlangıcı olarak alkışlanması gerektiğini söylüyor, orada eylemlerimize
sırf yobazca ve çoğu kez olduğu gibi, kuşbeyinli sloganlar değil içgörü
rehberlik edecektir.
F. AKIL VE PRATİK
Buraya kadar söylediklerim iki cümlede ifade edilebilir:
(A) bilimsel sorunlarda yaklaşım ve çözüm tarzı sorunların ortaya
çıktığı ortam ve koşullara; dönemin mevcut (formel, deneysel, ideolojik)
araçlarına; ve uğraş sahiplerinin arzularına bağlıdır; bilimsel araştırmanın
hiçbir daimi sınır koşulu yoktur.
(B)
toplumsal sorunlarda ve kültürler arası etkileşim sorunlarında
yaklaşım ve. çözüm tarzı da sorunların ortaya çıktığı ortam ve koşullara;
dönemin mevcut araçlarına; ve uğraş sahiplerinin arzularına bağlıdır;
insani eylemin hiçbir daimi sınır koşulu yoktur.
Bu çerçevede, (C) ile göstereceğim görüşü -bilim ve insanlık kişisel
arzulardan ve kültürel ortam ve koşullardan bağımsız ola-
rak belirlenebilecek birtakım koşullara uymak zorundadır, diyen-
görüşü eleştirdim. Ve sorunları uzaktan, ilgili insanlar yanında herhangi
bir faaliyete katılmadan çözmek mümkündür (D) şeklindeki varsayımı
reddettim.
(C) ve (D)
toplumsal sorunlara (ve bilime) entelektüel yaklaşım
diye
adlandıracağım tutumun esasını oluşturur. Akademik Mark- sistlerin,
liberallerin, toplumsal bilimcilerin, işadamlarının, “azgelişmiş uluslara”
yardım etme isteğindeki politikacıların ve “yeni çağ” peygamberlerinin
doğal kabul ettikleri şeylerdir bunlar. Bilginin sınırlarını genişletmek ve
insanlığı kurtarmak isteyen ve ortalıktaki fikirlerden de (örneğin
indirgemecilik) pek tatmin olmayan her yazar, kurtuluşun ancak yeni bir
teoriyle
gelebileceğini ve böyle bir teori geliştirmek için gereken tüm
şeyin birkaç münasip kitap ve birkaç zekice düşünce olduğunu düşünür.
(C) ve (D) benim siyaset hakkında söylediklerimi gözden düşürmek
için de kullanılmaktadır. Eleştirmenlerime göre ben çok gürültü
çıkarıyor ama pek bir şey yapmıyorum. Yaklaşımım tümüyle olumsuz
bir yaklaşımmış. Belli usûlleri reddediyor ama yerine hiçbir şey
koymuyormuşum. Özellikle Marksistler, iki gözde oyuncakları, Batı
bilimi ve insanlık aşkı karşısındaki alaycı kayıtsızlığıma kuduruyorlar.
Söylenenler tümüyle doğru. Gerçekten de yapacağım olumlu bir
öneri yok. Fakat bu, konuyu büsbütün unutmuş olmamdan ya da
akademisyen arkadaşlarımın spekülatif yetenekleriyle boy öl-
çüşemeyeceğimden ileri gelmiyor -nedeni, sahip olduğum entelektüel
donanımla yollarını aydınlatmam beklenen geleneklere olan saygım.
Bunlar soyut değil tarihsel geleneklerdir (bkz. yukarda Kesim B, C ve D
ve III. Bölüm). Tarihsel gelenekler uzaktan anlaşılamazlar.
Varsayımları, imkanları, taşıyıcılarının (çoğu kez bilinç dışı) arzuları
ancak içlerine girmekle bulunabilir, yani
insan hayatı dönüştürmek
istiyorsa onu yaşamalıdır.
Tarihsel geleneklerde ne (C) ne de (D)
geçerlidir. Ne idüğü belirsiz spekülasyon ustaları tarafından icad
edilmiş çözümler ve sınır koşullar çok isteniyorsa hâlâ dayatılabilir,
ama ancak muhatapların tüm insanlığını kurban etmek pahasına.
Bu
dayatmadan yana olan entelektüeller işin “insani boyutu”ndan habersiz
değillerdir; el altında “insan teorileri” vardır ve onları eylemlerinde
rehber edı-
nirler. Fakat bu teoriler kurbanlarının dünyasını yansıtmaz; ortaya
çıktıkları jerin zihniyetini yansıtırlar -esas olarak üniversite odaları ve
seminer salonları (krş, yukarda Kesim D’de Tibor Macham hakkında
söylediklerim): toplumsal sorunlara getirilen entelektüel çözümler
karşısında benim temel itirazım, bunların sınırlı bir kültürel arkaplandan
hareketle oluşturulması, evrensel geçerlilik ile taçlandırılması ve
başkalarına dayatılmak üzere güç kullanılmasıdır. Bu tür aklofaşist
düşlerle hiçbir alaveremin olmamasına dikkat etmem çok mu şaşırtıcı?
İnsanlara yardım etmek, sonunda onları bir başkasının cennetine varıncaya
kadar itiş kakış diyar diyar gezdirmek demek değildir, insanlara yardım
etmek
bir dost
olarak, bir kişi olarak, yani onların erdemleriyle
olduğu
kadar
budalalıklarıyla da özdeşleşebilir ve bunlardan İkincisinin galebe
çalmasına bile ses çıkarmayacak kadar olgun bir kişi olarak bir değişiklik
teklif etmek demektir:
tanımadığım ve durumlarına aşina olmadığım
insanların hayatları üzerine soyut bir tartışma, sadece zaman kaybı değil
aynı zamanda gayri insani ve küstahça bir davranıştır.
Zaman kaybıdır çünkü oluşturulan teorilerin pratiğe aktarılmasından
önce her zaman, teorinin öngördüğü temel programı ıskartaya
çıkartabilecek düzeyde sayısız değişiklikler yapmak gerekir. Küstahçadır
çünkü: hiç tanımadığım bu insanların yaşam koşullarına, onların bu
koşulları algılayış tarzına aşina değilsem, onların düşlerini, korkularını,
arzularını doğrudan pay- laşamıyorsam, kendi standartlarımı, sözüm ona
bilgimi (fukara ya da göz alıcı -hiç önemli değil), kendi zaten yeteri kadar
sınırlı insanlığımı kalkıp “nesnel” teşhis ve önerilerin temeli yapmayı red-
dediyorum (ancak çok toy ya da tahammülsüz insanlar “insanın doğası”nı
incelemenin kişisel temaslardan daha önemli olduğuna inanabilir, özel
hayatta ya da siyasette fark etmez). Bir bayan adı taşıyan ama en saldırgan
erkek akademisyen mesai arkadaşlarının şovenizmini aratmaya azimli
görünen Jutta, benim yürek ve hayal gücünden yoksun olduğumu söylüyor.
Oysa durum tam tersi:
Ben
hayatım boyunca aklımdan geçmemiş,
kitaplarda tarif edilmeyen, bilimadamlarının hiçbir yerde karşılaşmadığı ve
karşılaşsa bile kavrayamayacağı durumlar tahayyül edebiliyorum. Ve bu
tür durumların çok sık olduğuna inanıyorum; ve yine bu tür durumların
Dostları ilə paylaş: |