Paul karl feyerabend 13 Ocak 1924'te Viyana'da doğdu. Avusturya asıllı abd'li filozof. Bilimsel gelişmenin ancak yeni kuramların eskilerini yadsımasıyla sağlanabileceğini ileri



Yüklə 8,94 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə131/135
tarix24.12.2017
ölçüsü8,94 Kb.
#17198
1   ...   127   128   129   130   131   132   133   134   135

çağa ait denilip yasaklandı. Ve bunun gibi.
Böyle geçmişteki eşit şanslardan söz eden yaklaşımlar bir noktayı daha
gözden   kaçırıyor.   İlginç   bir   görüşün   açık   ve   dolaysız   bir   şekilde
çürütülmüş olması bile onun ömrünün dolduğu anlamına gelmez (buradan
çıkan sonuçlar için krş. ÖBTB, s. 100 vd. ve elinizdeki kitapta I. Bölüm,
Kesim   A);   çürütme   araçları   (deney   donanımı,   ulaşılan   sonuçların
yorumlanmasında kullanılan teoriler) sürekli değişir ve onlarla birlikte de
çürütücü argümanın yapısı. Buradaki başarı argümanıyla Nazilerin 1933
zaferinden   sonra   yaptıkları   yorumlar   arasındaki   çarpıcı   benzerliğe   de
dikkat çekmek isterim, şöyle diyordu Naziler: Liberalizmin de aynı şansı
vardı, fakat milli güçler tarafından bozguna uğratıldılar ve onu yeniden
diriltmeye çalışmak aptallık olacaktır.
Son   olarak   beğendikleri   gelenekleri   seçmek   yurttaşların   işidir.
Diyeceğim,   demokrasi;   eleştirinin   mukadder   tamamlanamazlığı;   bir
görüşün   egemenlik   kurmasının   asla   tek   başına   akılcı   ilkelerin
uygulanmasına bağlı bir sonuç olmadığı ve olamayacağının keşfedilmesi;
tüm bunlar eski geleneklerin canlandırılması ve bilim karşıtı görüşlerin
gündeme sokulması  yolundaki girişimlerin  yeni bir aydınlanma  çağının
başlangıcı olarak alkışlanması gerektiğini söylüyor, orada eylemlerimize
sırf yobazca ve çoğu kez olduğu gibi, kuşbeyinli sloganlar değil içgörü
rehberlik edecektir.
F. AKIL VE PRATİK
Buraya kadar söylediklerim iki cümlede ifade edilebilir:
(A) bilimsel   sorunlarda   yaklaşım   ve   çözüm   tarzı   sorunların   ortaya
çıktığı ortam ve koşullara; dönemin mevcut (formel, deneysel, ideolojik)
araçlarına; ve uğraş sahiplerinin arzularına bağlıdır; bilimsel araştırmanın
hiçbir daimi sınır koşulu yoktur.
(B)
toplumsal   sorunlarda   ve   kültürler   arası   etkileşim   sorunlarında
yaklaşım ve. çözüm tarzı da sorunların ortaya çıktığı ortam ve koşullara;
dönemin   mevcut   araçlarına;   ve   uğraş   sahiplerinin   arzularına   bağlıdır;
insani eylemin hiçbir daimi sınır koşulu yoktur.
Bu çerçevede, (C) ile göstereceğim görüşü -bilim ve insanlık kişisel
arzulardan ve kültürel ortam ve koşullardan bağımsız ola-


rak   belirlenebilecek   birtakım   koşullara   uymak   zorundadır,   diyen-
görüşü eleştirdim. Ve sorunları uzaktan, ilgili insanlar yanında herhangi
bir faaliyete katılmadan çözmek mümkündür (D) şeklindeki varsayımı
reddettim.
(C) ve (D) 
toplumsal sorunlara (ve bilime) entelektüel yaklaşım 
diye
adlandıracağım   tutumun   esasını   oluşturur.   Akademik   Mark-   sistlerin,
liberallerin, toplumsal bilimcilerin, işadamlarının, “azgelişmiş uluslara”
yardım etme isteğindeki politikacıların ve “yeni çağ” peygamberlerinin
doğal kabul ettikleri şeylerdir bunlar. Bilginin sınırlarını genişletmek ve
insanlığı   kurtarmak   isteyen   ve   ortalıktaki   fikirlerden   de   (örneğin
indirgemecilik) pek tatmin olmayan her yazar, kurtuluşun ancak yeni bir
teoriyle
  gelebileceğini ve böyle bir teori geliştirmek için gereken tüm
şeyin birkaç münasip kitap ve birkaç zekice düşünce olduğunu düşünür.
(C) ve (D) benim siyaset hakkında söylediklerimi gözden düşürmek
için   de   kullanılmaktadır.   Eleştirmenlerime   göre   ben   çok   gürültü
çıkarıyor ama pek bir şey yapmıyorum. Yaklaşımım tümüyle olumsuz
bir   yaklaşımmış.   Belli   usûlleri   reddediyor   ama   yerine   hiçbir   şey
koymuyormuşum.   Özellikle   Marksistler,   iki   gözde   oyuncakları,   Batı
bilimi ve insanlık aşkı karşısındaki alaycı kayıtsızlığıma kuduruyorlar.
Söylenenler   tümüyle   doğru.   Gerçekten   de   yapacağım   olumlu   bir
öneri   yok.   Fakat   bu,   konuyu   büsbütün   unutmuş   olmamdan   ya   da
akademisyen   arkadaşlarımın   spekülatif   yetenekleriyle   boy   öl-
çüşemeyeceğimden ileri gelmiyor -nedeni, sahip olduğum entelektüel
donanımla   yollarını   aydınlatmam   beklenen   geleneklere   olan   saygım.
Bunlar soyut değil tarihsel geleneklerdir (bkz. yukarda Kesim B, C ve D
ve   III.   Bölüm).   Tarihsel   gelenekler   uzaktan   anlaşılamazlar.
Varsayımları,  imkanları,  taşıyıcılarının  (çoğu  kez bilinç dışı)  arzuları
ancak   içlerine   girmekle   bulunabilir,   yani  
insan   hayatı   dönüştürmek
istiyorsa   onu   yaşamalıdır.
  Tarihsel   geleneklerde   ne   (C)   ne   de   (D)
geçerlidir.   Ne   idüğü   belirsiz   spekülasyon   ustaları   tarafından   icad
edilmiş   çözümler   ve   sınır   koşullar   çok   isteniyorsa   hâlâ   dayatılabilir,
ama   ancak   muhatapların   tüm   insanlığını   kurban   etmek   pahasına.
  Bu
dayatmadan yana olan entelektüeller işin “insani boyutu”ndan habersiz
değillerdir;   el   altında   “insan   teorileri”   vardır   ve   onları   eylemlerinde
rehber edı-


nirler.   Fakat   bu   teoriler   kurbanlarının   dünyasını   yansıtmaz;   ortaya
çıktıkları   jerin   zihniyetini   yansıtırlar   -esas   olarak   üniversite   odaları   ve
seminer   salonları   (krş,   yukarda   Kesim   D’de   Tibor   Macham   hakkında
söylediklerim):   toplumsal   sorunlara   getirilen   entelektüel   çözümler
karşısında benim temel itirazım, bunların sınırlı bir kültürel arkaplandan
hareketle   oluşturulması,   evrensel   geçerlilik   ile   taçlandırılması   ve
başkalarına   dayatılmak   üzere   güç   kullanılmasıdır.   Bu   tür   aklofaşist
düşlerle   hiçbir   alaveremin   olmamasına   dikkat   etmem   çok   mu   şaşırtıcı?
İnsanlara yardım etmek, sonunda onları bir başkasının cennetine varıncaya
kadar itiş kakış diyar diyar gezdirmek demek değildir, insanlara yardım
etmek  
bir   dost
  olarak, bir kişi olarak, yani onların erdemleriyle  
olduğu
kadar
  budalalıklarıyla  da özdeşleşebilir  ve bunlardan  İkincisinin  galebe
çalmasına bile ses çıkarmayacak kadar olgun bir kişi olarak bir değişiklik
teklif   etmek   demektir:  
tanımadığım   ve   durumlarına   aşina   olmadığım
insanların hayatları üzerine soyut bir tartışma, sadece zaman kaybı değil
aynı zamanda gayri insani ve küstahça bir davranıştır.
Zaman   kaybıdır   çünkü   oluşturulan   teorilerin   pratiğe   aktarılmasından
önce   her   zaman,   teorinin   öngördüğü   temel   programı   ıskartaya
çıkartabilecek düzeyde sayısız değişiklikler yapmak gerekir. Küstahçadır
çünkü:   hiç   tanımadığım   bu   insanların   yaşam   koşullarına,   onların   bu
koşulları   algılayış   tarzına   aşina   değilsem,   onların   düşlerini,   korkularını,
arzularını doğrudan pay- laşamıyorsam, kendi standartlarımı, sözüm ona
bilgimi (fukara ya da göz alıcı -hiç önemli değil), kendi zaten yeteri kadar
sınırlı insanlığımı kalkıp “nesnel” teşhis ve önerilerin temeli yapmayı red-
dediyorum (ancak çok toy ya da tahammülsüz insanlar “insanın doğası”nı
incelemenin   kişisel   temaslardan   daha   önemli   olduğuna   inanabilir,   özel
hayatta ya da siyasette fark etmez). Bir bayan adı taşıyan ama en saldırgan
erkek   akademisyen   mesai   arkadaşlarının   şovenizmini   aratmaya   azimli
görünen Jutta, benim yürek ve hayal gücünden yoksun olduğumu söylüyor.
Oysa   durum   tam   tersi:  
Ben  
hayatım   boyunca   aklımdan   geçmemiş,
kitaplarda tarif edilmeyen, bilimadamlarının hiçbir yerde karşılaşmadığı ve
karşılaşsa bile kavrayamayacağı durumlar tahayyül edebiliyorum. Ve bu
tür durumların çok sık olduğuna inanıyorum; ve yine bu tür durumların


Yüklə 8,94 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   127   128   129   130   131   132   133   134   135




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə