Paul karl feyerabend 13 Ocak 1924'te Viyana'da doğdu. Avusturya asıllı abd'li filozof. Bilimsel gelişmenin ancak yeni kuramların eskilerini yadsımasıyla sağlanabileceğini ileri



Yüklə 8,94 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə133/135
tarix24.12.2017
ölçüsü8,94 Kb.
#17198
1   ...   127   128   129   130   131   132   133   134   135

göremez. (Örneğin Filipinler’de Mindorolar ya da Pigmeler eşit haklar
sizde   kalsın,   bizi   kendi   halimize   bırakın   yeter   diyeceklerdir.)
Anlaşmazlıklarla   “eğitim”   yoluyla   değil,   bir   polis   gücüyle
uğraşılmalıdır. Margherita von Brentano bu teklifi, yurttaşların yalnızca
konuşabileceğini ve belki de yazabileceğini ima eden ama eylemlerine
ciddi   ölçüde   kısıtlar   koyan   bir   teklif   olarak   yorumluyor.   Diğer
eleştirmenler çaresizlik içinde ellerini iki yana açmışlar: polis ha! -ve
liberaller ve Marksistler, al birini vur ötekine, altlarına kaçırmak üzere.
Burda yine açıkça yukarda bahsettiğim yanlışı buluruz. Çünkü polis,
yurttaşları ittirip kaktıran dış bir güç odağı değildir; yurttaşlar tarafından
gündeme   getirilir,   yurttaşlardan   oluşur   ve   yurttaşların   hizmetindedir
(krş. Siyah Müslümanların korumaları üzerine görüşlerim, EFM, s. 162,
s.297).   Yurttaşlar   düşünmekle   yetinmez,   muhitlerindeki   her   şey
hakkında   karar   verirler.   Ben   sadece   bir   davranışı   dış   kısıtlamalarla
-böylesi   kısıtlamalar,   elverişli   olmadıkları   anlaşılınca   kolayca   kal-
dırılabilirler- düzene sokmanın aynı işi ruhları ıslah ederek yapmaktan
daha   insanca   olduğunu   söyledim.   Sonunda   herkesin   içine   İyi’yi
yerleştirmeyi   başardığımızı   bir   düşünün   -o   zaman   Kötü   kartım
oynayabilir miydik hiç?
G. İYİ VE KÖTÜ
Bu   hatırlatmayla   birlikte   birçok   okuyucuyu   öfkelendirmiş,   birçok
arkadaşımı hayal kırıklığına uğratmış bir konuya geldik -olabilecek en
uç bir faşizmin bile mahkum edilmesini reddetmiş ve yaşamasına izin
verilmesini önermiştim. Şimdi bir nokta açığa kavuşmuş olmalı: faşizm
benim tarzım değil (krş. EFM, 156: “aşın hassas duygusal bir yapıda ve
neredeyse içgüdüsel olarak ‘insanlık aşkıyla hareket etme* hevesinde
olmama   rağmen”).   Sorun  
bu
  değil,   sorun   benim   tutumumun  
pratik
değeridir,
 bu tutum benim ardından gittiğim ve başkalannda görmekten
memnunluk duyduğum bir heves mi;  yoksa onun bana faşizmle,  sırf
benim hoşuma gitmiyor
  olmasından dolayı değil,  
doğası itibarıyla kötü
olmasından   dolayı   mücadele   etme   hakkı   kazandıran   “nesnel   bir
çekirdeği” mi var? Cevap veriyorum: taşıdığımız bir hevestir


-hepsi   bu.  Tüm   diğer   hevesler   gibi   bu   heves   de  bir   sürü   martavalla
kuşatılmış   ve   üzerinde   koca   koca   felsefi   sistemler   inşa   edilmiştir.
Bunlardan bazıları izlenmesi, korunması gereken nesnel ödevlerden ve
nesnel   niteliklerden   bahseder.   Benim   sorunumsa   yarattığımız   bu   laf
kalabalığına   haddini   bildirmek   değil   ona   nasıl   bir   anlam
verebileceğimizdir.   Ve   böyle   bir   arayış   sonucunda   bulabildiğim   tüm
şey, Önümüze farklı değer kümeleri koyan farklı sistemler artı onlar
arasında bir karara varmamızı sağlayan heveslerimiz, o kadar (ÖBTB,
1. Bölüm). îki heves karşı karşıya gelmişse güçlü olan kazanır, yani
bugün   ve   Batı   için   konuşursak:   daha   büyük   bankalar,   daha   kalın
kitaplar, daha tavizsiz eğitimciler, daha büyük silahlar. İşte tam da bu
noktada   ve   yine   Batı’da   büyüklük   bilimsel   olarak   azdırılmış   ve
cengâver   (nükleer   silahlar!)   bir   insancıllıktan   yana   tercih   kullanmış
görünüyor -ve onun içindir ki mesele bu aşamada geçici bir durgunluğa
kavuştu.
Aklıma   gelmişken   bu,   engizisyon   üyesi   Remigius’un   hayatından
çıkardığım derslerden biriydi. Margherita von Brentano - Remigius’a
atıfta bulunduğumdan bahisle-, benim yana yakıla cadılığın ve cadıların
maruz   bırakıldığı   işkence   ve   eziyetlerin   tekrar   geri   getirilmesini
istediğimi sanmadığını söyleyerek incelik göstermiş. Şüphesiz niyetim
bu   değil.   Ne   de   bu   tür   işkenceler   karşısında   sessiz   kalacağımı
düşünüyorum.   Fakat   bunu,   bu   iş   benim   hoşuma   gitmiyor   diyerek
yapardım, kalkıp bunun doğası itibarıyla kötü olduğunu ya da gerici bir
dünya görüşüne dayandığını söylemezdim. Doğası itibarıyla kötü ya da
gerici dünya görüşü gibi ifadeler en iyi niyetler ve en zeki argümanlarla
desteklenebilecek açıklamaları bile nefessiz bırakır. Kullanana hiç de
sahip olmadığı bir otorite verir. Topu topu kendi kişisel fikirlerini açık-
layan bir insanı melekler safına yerleştirir. Önümüzdeki her zamanki
gibi sadece bir fikir, üstelik çok kötü savunulan bir fikir olduğu halde,
hakikat   onun   yoldaşıymış   gibi   görünür.   Atomlara,   yerin   hareketine,
esire karşı bir sürü argüman ileri sürülmüştür -ama her şeye rağmen
hepsi de yeniden sahneye çıkmıştır. 
Tan
rının varlığı, Şeytan, cennet ve
cehennem gibi meselelere hücum ederken hiçbir zaman azıcık iler tutar
gerekçeler kullanılmamıştır- Onun için eğer Remigius’u ve döneminin
ruhunu   ortadan   kaldırmak   istiyorsam   şüphesiz   bu   yolda   çaba
gösterebilirim, 
ancak


şunu   baştan   kabul   etmeliyim   ki   bu   yolda   başvurabileceğim   yegâne
araçlar   retoriğin   ve   kendi   haklılığıma   olan   inancımın   gücüdür.   Yok,
yalnızca “nesnel” nedenleri kabul ediyorsam o zaman durum beni daha
hoşgörülü olmaya zorlar, çünkü tartıştığımız örneğin bu tür gerekçeler
açısından   diğerlerinden   hiçbir   aşağı   kalır   yanı   yok   (ÖBTB,   1.   ve   2.
Bölüm; EFM, 3. Bölüm).
Remigius, Tanrıya inanıyordu, ölümden sonra dirilişe, cehenneme
ve cehennem azabına inanıyordu ve cadıların çocuklarının yakılmaması
halinde   cehennemlik   olduklarına   inanıyordu.   Üstelik   inanmaktan   da
öte, bu konuda argümanlar verebiliyordu. Tabii, bizim tartıştığımız gibi
tartışmayacaktır ve kanıtları da (İncil, İlk Azizler, Kilise Meclislerinin
kararları, vs) bizimkilerden farklı yapıda olacaktır. Fakal bu onun dü-
şüncelerinin   bir   esası   olmadığı   anlamına   gelmez.   Hangi   nedenle
kendimizi
  ona   karşı   çıkmak   zorunda   hissediyoruz?   Bilimsel   bir
yöntemin bulunduğu ve bilimin başarılı olduğu inancı nedeniyle mi?
Bu inancın birinci kısmı yanlıştır (krş. yukarda Kesim B); ikinci kısmı
doğrudur fakat gerek geçmişte gerekse bugün birçok başarısızlığın da
bulunduğunu ve başarıların burdaki konumuzla pek az bağlantısı olan
dar bir alanda meydana  geldiğini eklemek  şartıyla  (örneğin  ruha bu
başarı   tablosunda   hiç   rastlanmaz).   Bu   alanın   dışında   kalan   şeyler,
örneğin  cehennem   düşüncesi,  asla  
incelenmemiştir,
  nasıl   antik   çağın
bilimsel başarıları ilk Hı- ristiyanlar tarafından gözden kaybedildiyse
öyle 
gözden kaybedilmiştir.
Kendi düşünce çerçevesi dahilinde Remigius sorumlu ve akılcı bir
insan   gibi   davranmıştır   ve   şükranla   anılmalıdır,   en   azından   akılcılar
nezdinde. Savunduğu görüşler midemizi bulandırıyor ve ona hak ettiği
değeri   veremiyorsak,   şunu   kafamıza   sokmalıyız   ki   mide   bulantımızı
destekleyecek   hiçbir,   ama   hiçbir   “nesnel”   argüman   yoktur.   Şüphesiz
ahlâki   aryalar   çekebiliriz,   hattâ   incelikle   bir   araya   getirilmiş   bu   tür
aryalardan bir opera bile besteleyebiliriz -ama tüm bu gürültü patırtıdan
Remigius   ile   aramızdaki   açıklığa   bir   köprü   kuramayız,   akima   hitap
ederek   onu   bizim   tarafa   geçmeye   ikna   edemeyiz.   Çünkü   o   da  
kendi
aklını kullanmaktadır, farklı bir amaçla, farklı kurallara göre ve farklı
kanıtlar temelinde, o kadar. Hiçbir çıkış yok: 
Remigius’un tuttuğu


Yüklə 8,94 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   127   128   129   130   131   132   133   134   135




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə