olarak, kavramsal sorunlar cinsinden dile getiriyordum (kıyaslananı azlık;
açıklama teorisindeki '‘öznel” Öğeler). YK, 17. Bölüm üzerinde çalışmaya
başladıktan bir süre sonra gerek bilimlerde gerekse bilim felsefesinde
soyut usûller kullanmanın doğru olup olmadığını sorgulama noktasına
geldim. Bu noktada üç kitaptan çok şey öğrendim: Barbara Feyerabend’in
tavsiyesiyle okuduğum, Bruno Snell’in muhteşem
Discovery of Mind'v,
Heinrich Schaefer’in tartıştığımız konuyla smırlanamayacak bir değere
sahip
Principles of Egyptian Arf\\
Vasco Ronchi’nin
Optics
,
the Science of
Vision* u).
Bugün bunlara Panofsky’nin sanat tarihi üzerine yazılarını
(özellikle çığır açıcı incelemesi
Die Perspective als Symbolische Form
) ve
Alois Riegl’in, sanatsal görecilik öğretisini sade bir şekilde ama güçlü
argümanlarla açıklayan
Spdtrömische Kunstindustrie
adlı eserini ilave
etmek isterim. Bu argümanları bilimlere yaygınlaştırmak için yapmam
gereken tüm iş bilimadammın da sanat eseri ürettiğini kavramaktı -aradaki
fark bilimadamının malzemesinin boya, mermer, metal ya da melodik ses
değil düşünce olmasmdaydı.
Düşünce planında ise, göreli olarak soyut gelenekler ve tarihsel
gelenekler diye adlandırdığım iki tür geleneği biribirinden ayırarak
pozitivizmden uzaklaşmaya başladım (ayrıntılar için bkz.
Philosophical
Papers,
2. Cilt, 1. Bölüm;
Wissenchaft als Kunsr
.; ayrıca bu kitabın IH.
Bölüm’ü). Bu gelenekler çeşitli şekillerde karakterize edilebilir.
Aralarındaki çok yararlı bir başlangıç noktası olarak düşündüğüm
farklardan biri bu iki geleneğin kendi konularım (insanlar, fikirler, tanrılar,
madde, evren, toplumlar -vb.) ele alış tarzlarıdır.
Soyut gelenekler
cümleler formüle eder. Bu cümleler belli kurallara
tabidir (mantık kuralları; test kuralları; tartışma kuralları - vb.) ve olaylar
ancak bu kurallara uygun olarak cümlelerde değişikliklere yol açarlar.
Böylece cümlelerle taşman malûmatın ya da onlarda içerilen “bilgi”nin
“nesnelliğinin” güvenceye alındığı söylenir. Tanımlanan konunun/nesnenin
tek bir örneğini bile görmeden bu cümleleri anlamak, eleştirmek ya da
geliştirmek mümkündür (örneğin temel parçacık fiziği; davranış
psikolojisi; hayatlarında tek bir köpek ya da fahişe görmemiş insanlar
tarafından yürütülebilecek moleküler biyoloji).
Tarihsel geleneklerin
üyeleri de cümleler kullanırlar, fakat söyleyiş
tarzları çok farklıdır. Adeta nesnelerinin/konularının kendilerinin bir dili
varmış da onlar da bunu öğrenmeye çalışıyormuş gibidirler. Ve o dili dil
teorileri üzerinden değil, tıpkı küçük ço> cukların dünyayla aşinalık
kurması gibi, o nesnenin/konunun dünyasına garkolarak öğrenmeye
çalışırlar. Soyut yaklaşımdaki nesnel doğruluk gibi kategoriler hem
nesnelerin hem de gözlemcilerin hususiyetlerini yansıtan bu tür bir süreci
ta- rifleyemez (yerine göre acımasız yerine göre üzgün bir gülümseme
olarak görülebilecek bir gülüşün “nesnel varlığından” bahsetmenin bir
anlamı yoktur).
Soyut ve tarihsel gelenekler Batı düşünce tarihinin ta başlangıcından
beri birbiriyle mücadele içinde olmuştur. İlk kez “felsefe ile şiir arasındaki
kadim savaş”ta karşı karşıya gelir (Platon,
Devlet
, 607b -bkz. elinizdeki
kitabın HI. Bölüm’ü) ve tıpta devam ederler. Tıp alanında Empedokles’in
teorik yaklaşımı ve Element- hekimleri
Ancient Medicine'm yazan
tarafından eleştirilir (ayrıntılar için bkz. I. Bölüm, Kesim F ve VI. Bölüm,
Kesim A). Aynı uzlaşmaz karşıtlık Thukydides’in Herodot eleştirisine de
damgasını vurur ve günümüze kadar devam eder -psikolojide (davranışçı
yöntemlere karşı “
verstehende
” yöntemleri), biyolojide (moleküler
biyolojiye karşı niteliksel biyolojik araştırma biçimleri), tıpta (“bilimsel”
tıbba karşı tüm çeşitleriyle şifa ve sağaltma biçimleri), ekolojide ve hattâ
matematikte (ilk kez Poincare tarafından önerilmiş terimlerle söylersek,
Kantorculuğa karşı konstrüktivizm). Soyut gelenekler bunalım ve devrim
dönemlerinde birer tarihsel geleneğe dönüşürler; bu da benim
iyi bilimin
kitabi anlamda bir bilim değil bir sanat ya da beşeri bilim
ol duğu
yolundaki tezimi destekliyor. lan Hacking’in deneysel usûller hakkındaki
analizi bilimsel araştırmanın sanat-veçhesinin mükemmel bir gösterimidir.
Alan Musgrave antik astronomideki araçsalcı geleneğin Duhem’in
düşündüğünden çok daha zayıf olduğunu gösteriyor. Ama modern bilimsel
gerçekçiliğin niteliklere ve niteliksel yasalara dayalı bir araçsalcılık
kullandığını söylemeyi unutmuş: gerçekçiler, bilim kapsamına girmediği
halde bize bilime katkıda bulunma imkanı veren niteliklerin araştırmamızı
yanlış yönlere sevk
etmeyeceğini veri kabul ederler. Zihin-gövde sorununu yaratmış ama
hiçbir çözüm getirememiş modern bilim ta en temelinde araçsalcıhktan
yararlanır -ve bunu saklamaz (örneğin kuantum fiziği ölçme teorisinde).
Musgrave, yazısının ana gövdesiyle hiçbir ilişkisi olmayan ve bir
sonsöz gibi sonradan yazıldığı anlaşılan kısa girişte, eski yazılarımdan
birinin
(Philosophical Papers,
1. Cilt, 11. Bölüm’de yeniden basıldı)
tuhaf bir eleştirisini yapıyor. Bu yazıda ben gerçekçilik lehine verilen
felsefi gerekçelerden çoğunun onlara yöneltilen fizik çıkışlı karşı-
gerekçelerle baş edemeyecek ölçüde zayıf olduğunu, güçlendirilmeleri
gerektiğini tartışıyor ve bu türden güçlü gerekçeler geliştirmeye
çalışıyorum. Musgrave’in dediğine göre yaptığım bunun tam tersi
-araçsalcılık
lehine evrensel argümanlar kurmaya çalışmışım! Aian’ın
yazdıklarımı yanlış anladığını sanmıyorum, dikkatli bir eleştirmendir ve
eleştirdiği yazı benim en açık metinlerimden biri -geçici bir cinnet gibi
bir özrü koşa koşa kabul etmeye razıyım. Aklıma gelmişken şunu da
söyleyeyim ki söz konusu yazıda geliştirdiğim türden genel
argümanların bilimleri anlama konusunda bir işe yarayacağına artık
inanmıyorum.
Grover Maxwell’in zihin-gövde sorunu üzerine yazdığı güzel
denemede dikkat çektiği nokta ve itirazların hemen tümüne ka-
tılıyorum. Bütün iyiniyetime rağmen benim de “sık sık anlamı apriori
bir tarzda ... ele alan ampirist... bir tutum içine girdiğim” doğrudur
(fakat aklımın başımda olduğu anlar da olmuştu ve bunlardan birinde
anlamlan nörofizyolojik yapılar ya da “programlar” olarak
değerlendirmiştim: bkz.
Philosophical Papers,
1. Cilt, 6. Bölüm; 2. Cilt,
9. Bölüm). Kimi zaman pragmatik gözlem teorisinin olumsal yapısını
unutmuş olduğumu da kabul edebilirim (bu konuda aklımın başında
olduğu anlar için krş. Ayn Rand’ın Amerikalı tüm felsefecilere yazdığı
açık mektupta beni lanetlemesine neden olmuş “Science Without
Experience” başlıklı küçük notum,
Philosophical Papers,
1. Cilt, 7.
Bölüm). Yüz yüze bilgiyi (acquaintance) eleştirirken “hasırdan bir
korkuluk yarattığımı” kabul ediyorum. Aslında hasır korkuluğu yaratan
ben değil duyu-verisi taraftarlandır -fakat ben onu ortadan kaldmnca
yüz yüze bilginin tüm görünümlerini de ortadan kaldırdığımı sandım
-ve bu konuda kesinlikle yanılıyordum. Fakat yaptığım ha-
Dostları ilə paylaş: |