Paul karl feyerabend 13 Ocak 1924'te Viyana'da doğdu. Avusturya asıllı abd'li filozof. Bilimsel gelişmenin ancak yeni kuramların eskilerini yadsımasıyla sağlanabileceğini ileri



Yüklə 8,94 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə129/135
tarix24.12.2017
ölçüsü8,94 Kb.
#17198
1   ...   125   126   127   128   129   130   131   132   ...   135

aracılığıyla”,   gönülsüz   kurbanlara   dayatılmasmın   zorunlu   olduğunu
düşünüyor (bkz. VI. Bölüm, Kesim A).
Niye bu kadar çok entelektüelin hâlâ aynı miyopluk içinde tartışıp
durdukları   konusunda   çeşitli   nedenler   sayılabilir.   Bunlardan   birisi
cehalettir.   Entelektüellerin   çoğunun   Batı   uygarlığı   dışında   kalan
dünyanın pozitif başarıları konusunda en küçük bir fikri yoktur. Bilim
üstün, diğer her şey düşük kalitelidir diyen birtakım söylentiler: tüm
bildiğimiz buydu (ne yazık ki hâlâ da bu). Diğer bir neden, akılcılann
önlerine   çıkan   güçlüklerden   yakayı   sıyırmak   için   sahneye   koyduğu
birtakım hamlelerde bulunabilir. Örneğin akılcılar temel bilimle onun
uygulamalarını birbirinden ayırırlar: eğer bir tahribat varsa bu güvenilir
ve   masum   teorisyenlerin   değil   uygulamacıların   işidir.   Fakat
teorisyenlerin   böyle   masum   olduğunu   kim   söyleyebilir.   İnsanı   konu
alan dallarda bile, en az anlamak kadar analiz de etmek gerekir diyen,
bu   yönde  tavsiyelerde   bulunan  
onlar
  değil   mi;   yine  ana   hedefi   tüm
insani öğelerden kurtulmak olan bir usûlün eninde sonunda gayri-insanı
eylemlere yol açmaya mahkum olduğunu kavramaktan uzak bir tutumla
bilimde “akılcılığı” ve “nesnelliği” yüceltenler  
onlar
  değil mi? Ya da
bilimin “ilke olarak” yapabileceği iyi şeyler ile gerçekte yaptığı kötü
şeyleri   birbirinden   ayırırlar.   Bunun   kimseyi   rahatlatacağını
sanmıyorum. Tüm dinler de “ilke olarak” iyidir -fakat ne yazık ki bu
soyut   İyi,   onların   uygulayıcılarının   bir   alçaklar   sürüsü   gibi   dav-
ranmasını ancak nadiren engelleyebilmiştir.
Bazı   avanaklar   her   “makul”   insanın   bilimin   en   doğrusunu   bildiğine
inandırabileceğini   söylemeyi   âdet   edinmişlerdir.   Onlara
argümantasyonun bir zaafını hatırlatmak gerekir: argümanlar herkese
değil ancak uygun bir şekilde donatılmış kişilere hitap eder. Ve tüm
ideolojik tartışmalarda ortak, genel bir özelliktir bu: belirli bir görüşü
savunmak   üzere   kurulmuş   argümanlar   belli   kültürlerde   kabul,   belli
kültürlerde ise  red  edilen varsayımlara dayanır, fakat argüman sahibi
taraf, cehaleti yüzünden bunların evrensel geçerliliği olduğunu sanır.
Kekes’in   göreciliği   halletme   girişimi   bu   konuda   kusursuz   bir   örnek
teşkil ediyor.
Kekes üç varsayımda bulunur: (1) sorunları çözmek Önemlidir;


(2)   sorun   çözmek   için   şu   ya   da   bu   ölçüde   belirsizlikten   uzak   çeşitli
yöntemler   vardır;   (3)   tüm   geleneklerden   bağımsız   belli   sorunlar   vardır
-Kekes’in   yaşam   Sorunları   dediği   türden   sorunlar.   Kekes   ayrıca   açık
kavramlaştırmalarm   sorunların   tanınması,   formüle   edilmesi   ve
çözülmesinde   önemli   bir   rol   oynadığını   da   varsayar.   Fakat   Batılı   bir
entelektüelin sorun olarak görebileceği şeylerin birçoğu Orfeusçular, kimi
Hıristiyanlar   ve   kimi   İslamcı   köktenciler   için   insani   maharetlerle
halledilmeyi bekleyen tatsız durumlar değil, tersine, ya ahlâki sağlamlığın
ölçüldüğü sınavlardır (krş. kabul ayinlerinin işlevi), ya zor bir göreve ha-
zırlayıcı mahiyetteki olaylar, ya da onlarsız insanilik özelliğini kaybedecek
bir   hayatın   olmazsa   olmaz   parçalarıdırlar.   Bazı   kültürler   sorunları
korkutucu   değil   eğlencelik   tuhaflıklar   olarak   görür;   onları   “çözmeye”
çalışmak yerine yakasını bırakır ki olup bitsinler.
Orta   Afrika’da   beyaz   memurlar,   saptayıp   siyah   mesai   arkadaşlarına
ilettikleri sorunlar karşısında onların, adamakıllı bir ciddiyet ve titizlikle
sorunun   üstüne   eğilmek   yerine,   gülüp   geçtiklerini   görerek   sık   sık
sinirlenir, ne yapacaklarını şaşırırlar: sorun ne kadar büyükse duydukları
kahkaha da o kadar büyük olmaktadır. Bu, diyordu, beyaz akılcılar, çok
akıldışı   bir   tutum   -ve   gerçekten   de   öyleydi,   ama   onların   standartlarına
göre. Fakat savaşlardan ve onların yarattığı ağır sıkıntılardan kurtulmak
için   ne   hoş   bir   yöntem!   “Bir   şeyler   yap”,   her   zaman   “çekiver   kuy-
ruğunu”dan üstün değildir. Kekes sadece belirli geleneklerde adet olmuş
usûlleri   açık   bir   ifadeye   kavuşturuyor   -yoksa   “nesnel”,   yani   gelenekler
ötesi ilkeler sıralıyor filan değil.
Kekes’in   dediği   anlamda   “yaşam   sorunları”   maddeci-insancıl   bir
eğilim taşıyan özel, görece genç kültürler bünyesinde yer alan şeylerdir.
Burada bulunacak çözümler diğer kültürler için tarafsız bir kıstas olamaz.
Dahası   laik   çözümler   bile   bilimler   dışında   birçok   yaşam   tarzına   izin
vermektedir -görünüşte sağlık gibi “nesnel” kavramlarla (krş.  Foucault)
kaplanmış   şu   geniş,   renkli   yelpaze   ve   sanatçılarımız   tarafından
gösterildiği gibi. Birçok değerin ve birçok kültürün varlıktan kesildiğini
teslim etmek zorundayız; yok edildiler ve bugün onları hatırlayan çok az
kişi   var.   Fakat   bu,   onlardan   bir   şey   öğrenemeyeceğimiz   anlamına
gelmiyor, ayrıca


Kekes görecilik sorununa 
teorik
 bir çözüm bulmak da istiyor - lâkin ufukta
henüz böyle bir çözüm yok.
Aynı şeyler Noretta Körtge’nin ilginç ve kışkırtıcı yazısı için de geçerli.
Körtge,   yurttaşların   söz   konusu   olduğu   bir   yerde   görünüşün   en   az   (her
durumda   bilimler   alanında   revaçtaki   uzmanların   olup   biteni   nasıl
gördüğünden   ibaret   olan)   “gerçeklik”   kadar   önemli   olduğunu
vurgulamasıyla övgüyü hakediyor: “yalnızca adaletin sağlanması yetmez,
[insanlara] adalet sağlanıyor  
gibi
  de gelmelidir”. İyi söz!  
Bir demokraside
önemli   olan   yurttaşların   deneyimleridir,   yani   otist   küçük   entelektüel
çetelerinin gerçek ilân ettikleri değil, yurttaşların öznellikleridir
 (eğer uzman
sıradan   insanların   fikirlerini   beğenmiyorsa   tüm   yapacağı   gidip   onlarla
sohbet etmek  ve onları farklı bir şekilde düşünmeye  iknaya  çalışmaktır;
yalnız  bunu yaparken  tövbekâr öğrencilerinin  kafasına  bir parça  hakikat
sokmaya   çalışan   bir   “öğretmen”   olmadığını,   basit   bir   ricacı   olduğunu
unutmamalıdır). Fakat Körtge’nin bu deneyimi bahse konu “gerçeklikken
ayırma   girişiminin   başarılı   olması   mümkün   değil.   Bilimlerin   ve   onlar
çevresinde kurulmuş uygarlıkların “uzman kanaati” diye bir şey içerdiğine
ve bunun uzmanların “yaygın boş inançlar” diye adlandırdığı şeyden farklı
olduğuna katılıyorum -fakat bunun başka uygarlık  ve gelenekler için  de
doğru   olduğunu   hatırlatmak   isterim   (örneğin   Gri-   aule’nin   olağanüstü
çalışmasında   gösterdiği   gibi,   Dogon   için   doğrudur).   Uzman   kanaatinin
zaman   zaman   belli   bir   tektipleşme   gösterdiğine   de   katılıyorum   -tüm
kiliselerde geçici tek- tipleşmelere rastlanır- fakat, bazı alanlarda ve arasıra
görülen bu tür kesişme (ve kaynaşmalar) başka alanlardaki anlaşmazlıklar
tarafından   fazlasıyla   telafi   edilir.   Ne   de   uzman   kanaatlanndaki   bu
kesişmenin   (ve   kaynaşmanın)   nesnel   bir   otorite   oluşturmaya   yettiğini
söyleyebiliriz   ya   da   yetse   bile   aralarında   seçim   yapabileceğimiz   birçok
otorite var demektir: uzman-gerçeklik ile avami-görünüş ayrımı, uzmanlar
da dahil olmak üzere hepimize gibi gelen şeyler içinde çözünür.
Nesnel   ve   akılcılık   çığırtkanlığı   yapan   akılcıların   aslında   kendi
oymaklarının   amentüsünü   satmaya   çalışmaktan   ibaret   foyaları,   oymağın
daha az marifetli bazı üyelerinin tepkilerine baktığımızda iyice meydana
çıkıyor. Meşum bir şekilde Akıl Vakfı diye ad-


Yüklə 8,94 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   125   126   127   128   129   130   131   132   ...   135




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə