aracılığıyla”, gönülsüz kurbanlara dayatılmasmın zorunlu olduğunu
düşünüyor (bkz. VI. Bölüm, Kesim A).
Niye bu kadar çok entelektüelin hâlâ aynı miyopluk içinde tartışıp
durdukları konusunda çeşitli nedenler sayılabilir. Bunlardan birisi
cehalettir. Entelektüellerin çoğunun Batı uygarlığı dışında kalan
dünyanın pozitif başarıları konusunda en küçük bir fikri yoktur. Bilim
üstün, diğer her şey düşük kalitelidir diyen birtakım söylentiler: tüm
bildiğimiz buydu (ne yazık ki hâlâ da bu). Diğer bir neden, akılcılann
önlerine çıkan güçlüklerden yakayı sıyırmak için sahneye koyduğu
birtakım hamlelerde bulunabilir. Örneğin akılcılar temel bilimle onun
uygulamalarını birbirinden ayırırlar: eğer bir tahribat varsa bu güvenilir
ve masum teorisyenlerin değil uygulamacıların işidir. Fakat
teorisyenlerin böyle masum olduğunu kim söyleyebilir. İnsanı konu
alan dallarda bile, en az anlamak kadar analiz de etmek gerekir diyen,
bu yönde tavsiyelerde bulunan
onlar
değil mi; yine ana hedefi tüm
insani öğelerden kurtulmak olan bir usûlün eninde sonunda gayri-insanı
eylemlere yol açmaya mahkum olduğunu kavramaktan uzak bir tutumla
bilimde “akılcılığı” ve “nesnelliği” yüceltenler
onlar
değil mi? Ya da
bilimin “ilke olarak” yapabileceği iyi şeyler ile gerçekte yaptığı kötü
şeyleri birbirinden ayırırlar. Bunun kimseyi rahatlatacağını
sanmıyorum. Tüm dinler de “ilke olarak” iyidir -fakat ne yazık ki bu
soyut İyi, onların uygulayıcılarının bir alçaklar sürüsü gibi dav-
ranmasını ancak nadiren engelleyebilmiştir.
Bazı avanaklar her “makul” insanın bilimin en doğrusunu bildiğine
inandırabileceğini söylemeyi âdet edinmişlerdir. Onlara
argümantasyonun bir zaafını hatırlatmak gerekir: argümanlar herkese
değil ancak uygun bir şekilde donatılmış kişilere hitap eder. Ve tüm
ideolojik tartışmalarda ortak, genel bir özelliktir bu: belirli bir görüşü
savunmak üzere kurulmuş argümanlar belli kültürlerde kabul, belli
kültürlerde ise red edilen varsayımlara dayanır, fakat argüman sahibi
taraf, cehaleti yüzünden bunların evrensel geçerliliği olduğunu sanır.
Kekes’in göreciliği halletme girişimi bu konuda kusursuz bir örnek
teşkil ediyor.
Kekes üç varsayımda bulunur: (1) sorunları çözmek Önemlidir;
(2) sorun çözmek için şu ya da bu ölçüde belirsizlikten uzak çeşitli
yöntemler vardır; (3) tüm geleneklerden bağımsız belli sorunlar vardır
-Kekes’in yaşam Sorunları dediği türden sorunlar. Kekes ayrıca açık
kavramlaştırmalarm sorunların tanınması, formüle edilmesi ve
çözülmesinde önemli bir rol oynadığını da varsayar. Fakat Batılı bir
entelektüelin sorun olarak görebileceği şeylerin birçoğu Orfeusçular, kimi
Hıristiyanlar ve kimi İslamcı köktenciler için insani maharetlerle
halledilmeyi bekleyen tatsız durumlar değil, tersine, ya ahlâki sağlamlığın
ölçüldüğü sınavlardır (krş. kabul ayinlerinin işlevi), ya zor bir göreve ha-
zırlayıcı mahiyetteki olaylar, ya da onlarsız insanilik özelliğini kaybedecek
bir hayatın olmazsa olmaz parçalarıdırlar. Bazı kültürler sorunları
korkutucu değil eğlencelik tuhaflıklar olarak görür; onları “çözmeye”
çalışmak yerine yakasını bırakır ki olup bitsinler.
Orta Afrika’da beyaz memurlar, saptayıp siyah mesai arkadaşlarına
ilettikleri sorunlar karşısında onların, adamakıllı bir ciddiyet ve titizlikle
sorunun üstüne eğilmek yerine, gülüp geçtiklerini görerek sık sık
sinirlenir, ne yapacaklarını şaşırırlar: sorun ne kadar büyükse duydukları
kahkaha da o kadar büyük olmaktadır. Bu, diyordu, beyaz akılcılar, çok
akıldışı bir tutum -ve gerçekten de öyleydi, ama onların standartlarına
göre. Fakat savaşlardan ve onların yarattığı ağır sıkıntılardan kurtulmak
için ne hoş bir yöntem! “Bir şeyler yap”, her zaman “çekiver kuy-
ruğunu”dan üstün değildir. Kekes sadece belirli geleneklerde adet olmuş
usûlleri açık bir ifadeye kavuşturuyor -yoksa “nesnel”, yani gelenekler
ötesi ilkeler sıralıyor filan değil.
Kekes’in dediği anlamda “yaşam sorunları” maddeci-insancıl bir
eğilim taşıyan özel, görece genç kültürler bünyesinde yer alan şeylerdir.
Burada bulunacak çözümler diğer kültürler için tarafsız bir kıstas olamaz.
Dahası laik çözümler bile bilimler dışında birçok yaşam tarzına izin
vermektedir -görünüşte sağlık gibi “nesnel” kavramlarla (krş. Foucault)
kaplanmış şu geniş, renkli yelpaze ve sanatçılarımız tarafından
gösterildiği gibi. Birçok değerin ve birçok kültürün varlıktan kesildiğini
teslim etmek zorundayız; yok edildiler ve bugün onları hatırlayan çok az
kişi var. Fakat bu, onlardan bir şey öğrenemeyeceğimiz anlamına
gelmiyor, ayrıca
Kekes görecilik sorununa
teorik
bir çözüm bulmak da istiyor - lâkin ufukta
henüz böyle bir çözüm yok.
Aynı şeyler Noretta Körtge’nin ilginç ve kışkırtıcı yazısı için de geçerli.
Körtge, yurttaşların söz konusu olduğu bir yerde görünüşün en az (her
durumda bilimler alanında revaçtaki uzmanların olup biteni nasıl
gördüğünden ibaret olan) “gerçeklik” kadar önemli olduğunu
vurgulamasıyla övgüyü hakediyor: “yalnızca adaletin sağlanması yetmez,
[insanlara] adalet sağlanıyor
gibi
de gelmelidir”. İyi söz!
Bir demokraside
önemli olan yurttaşların deneyimleridir, yani otist küçük entelektüel
çetelerinin gerçek ilân ettikleri değil, yurttaşların öznellikleridir
(eğer uzman
sıradan insanların fikirlerini beğenmiyorsa tüm yapacağı gidip onlarla
sohbet etmek ve onları farklı bir şekilde düşünmeye iknaya çalışmaktır;
yalnız bunu yaparken tövbekâr öğrencilerinin kafasına bir parça hakikat
sokmaya çalışan bir “öğretmen” olmadığını, basit bir ricacı olduğunu
unutmamalıdır). Fakat Körtge’nin bu deneyimi bahse konu “gerçeklikken
ayırma girişiminin başarılı olması mümkün değil. Bilimlerin ve onlar
çevresinde kurulmuş uygarlıkların “uzman kanaati” diye bir şey içerdiğine
ve bunun uzmanların “yaygın boş inançlar” diye adlandırdığı şeyden farklı
olduğuna katılıyorum -fakat bunun başka uygarlık ve gelenekler için de
doğru olduğunu hatırlatmak isterim (örneğin Gri- aule’nin olağanüstü
çalışmasında gösterdiği gibi, Dogon için doğrudur). Uzman kanaatinin
zaman zaman belli bir tektipleşme gösterdiğine de katılıyorum -tüm
kiliselerde geçici tek- tipleşmelere rastlanır- fakat, bazı alanlarda ve arasıra
görülen bu tür kesişme (ve kaynaşmalar) başka alanlardaki anlaşmazlıklar
tarafından fazlasıyla telafi edilir. Ne de uzman kanaatlanndaki bu
kesişmenin (ve kaynaşmanın) nesnel bir otorite oluşturmaya yettiğini
söyleyebiliriz ya da yetse bile aralarında seçim yapabileceğimiz birçok
otorite var demektir: uzman-gerçeklik ile avami-görünüş ayrımı, uzmanlar
da dahil olmak üzere hepimize gibi gelen şeyler içinde çözünür.
Nesnel ve akılcılık çığırtkanlığı yapan akılcıların aslında kendi
oymaklarının amentüsünü satmaya çalışmaktan ibaret foyaları, oymağın
daha az marifetli bazı üyelerinin tepkilerine baktığımızda iyice meydana
çıkıyor. Meşum bir şekilde Akıl Vakfı diye ad-
Dostları ilə paylaş: |