Paul karl feyerabend 13 Ocak 1924'te Viyana'da doğdu. Avusturya asıllı abd'li filozof. Bilimsel gelişmenin ancak yeni kuramların eskilerini yadsımasıyla sağlanabileceğini ileri



Yüklə 8,94 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə128/135
tarix24.12.2017
ölçüsü8,94 Kb.
#17198
1   ...   124   125   126   127   128   129   130   131   ...   135

caya sadık değildim, kimi zaman, Russell’m yaptığı gibi, beynin dolaysız
olarak gözlemlenebileceğini  (perceive)  kabul ettiğim oldu, fakat buradan
doğru bir çıkarsamayla bazı fiziksel olayların zihinsel olabileceği sonucuna
varamadım.   Bazı   argümanlarımın   eliminatif   zihincilere  (eliminative
mentalist)   mühimmat   sağ-   layabileceği   olgusu   beni   çok   fazla   rahatsız
etmiyor -sanıyorum bu durum olumsal meselelerdeki tüm argümanlar için
geçerli.   Öte   yandan  Grover’m   kendi   teorisi   haddinden   fazla   bilimsel
nosyon ve usûllere dayanıyor gibi. Altını çizdiği “bilim işler” önermesi
endişelerimi gidermiyor. Bilim bazen işler. Ve sık sık da işlemez. Birçok
başarı hikâyesi gerçek değil söylentidir. Ayrıca bilimin etkililiği bilimsel
geleneğin   kendi   içindeki   bir   ölçütle   belirlenir,   o   nedenle   de   nesnel   bir
kıstas   gibi   görülemez.   (Örneğin   bilim   ruhları   kurtaramaz.)   Grover’ın
kullandığımız   zihin   ve   gövde   nosyonlarının   farklı   geleneklere   özgü
fikirleri   (Dogon   ya   da   Azande   gelenekleri,   ya   da   Ekvator   köylülerinin
temsil   ettiği   gelenek)  ortadan   kaldırmaksızın  
bilimsel   bir   çerçeve
  içinde
nasıl geliştirilebileceğini gösterdiğini belirterek konuyu noktalıyorum. Ve
bu   farklı   geleneklerin   fikirlerini   ortadan   kaldırma   konusundaki
başarısızlığından dolayı da çok memnunum; şimdi onunla belki farklı bir
düzlemde, farklı bir ortamda ve umuyorum ki şu yoğun  humor  duygusu
değişmemiş olarak, en azından bir daha karşılaşma şansımız var.
D. BİLİM -BİRÇOK GELENEKTEN BİRİ
Yazılarımın ikinci mevzusu bilimlerin otoritesi sorunudur. Ben bilimi
ve Batı  akılcılığını  diğer  geleneklere  tercih  etmek  için  hiçbir “nesnel”
gerekçe   olmadığı   iddiasındayım.   Aslında   böyle   ne   tür   gerekçeler
bulunabileceğini   tasavvur   etmek   de   zordur.   Âdetleri,   gelenekleri,
inançları ya da toplumsal durumu ne olursa olsun bir kimseyi ya da bir
kültürün   üyelerini   ikna   edebilecek   gerekçeler   midir   bunlar?   Peki   ama
kültürler   hakkındaki   bilgilerimiz   bize   bu   anlamda   hiçbir   “nesnel”
gerekçenin olmadığını söylüyor. Yoksa uygun bir şekilde yetiştirilmiş bir
kimseyi ikna edebilecek şeyler mi? Peki ama her kültürün kendi adına
çeşitli “nesnel” g
e
'


rekçeleri vardır. Önemi bir bakışta anlaşılabilir çeşitli sonuçlara işaret
eden gerekçeler mi bunlar? Peki ama yine her kültürün ken- - dine göre
en   az   birkaç   “nesnel”   gerekçesi   vardır.   Yoksa   sadakat   ya   da   kişisel
tercihler gibi “öznel” öğelere bağlı olmayan şeyler mi? O zaman da zaten
“nesnel” gerekçeler diye bir şey yoktur (bir ölçü olarak nesnelliği seçme
bizzat bir kişinin ve/veya bir grubun yaptığı bir seçimdir -yoksa insanlar
öyle uzun boylu düşünmeden onu kabul ediyor olurdu).
Batı   biliminin   bugün   bulaşıcı   bir   hastalık   gibi   tüm   dünyaya   ya-
yıldığı ve birçok insanın onun (zihinsel ve maddi) ürünlerini peşinen iyi,
doğru kabul ettiği doğrudur -fakat bizim sorumuz başka: bu, argümanla
mı   (Batı   bilimi   savunucularının   kullandığı   anlamda)   oluştu,   yani   bu
gelişmenin   tüm   kilometretaşları   Batı   akılcılığının   ilkeleriyle   uyum
içinde   olan   gerekçelerle   mi   döşendi?   Bu   salgın   bulaştığı   hayatları
gürbüzleştirdi mi? Her iki sorunun cevabı da hayırdır. Batı uygarlığı bu
uygarlığın içkin doğruluğunu gösteren argümanlar aracılığıyla değil, ya
zorla kabul ettirildi ya da daha gelişmiş silahlar üretme gücünde olduğu
için   kabul   edildi   (bkz.   I.   Bölüm,   Kesim   I);   ve   birtakım   iyi   şeyler
yanında müthiş zararlara yol açmış bir gelişmedir bu (genel bir döküm
için   bkz.   J.H.   Bodley,  
Victims   of   Progress,
  Menlo   Park,   California
1982). İnsanların hayatlarına anlam veren manevi değerleri paramparça
ettiği   gibi,   bu   değerlere   göre   oluşturulmuş   bir   maddi   çevreyle   başa
çıkma   maharetini   de   -yerine   onlara   denk   etkinlikte   yöntemler
koymaksızın- tahrip etmiştir. “İlker’ kabileler salgın hastalık, sel, kıtlık
gibi doğal afetlerle nasıl başa çıkılacağını biliyorlardı -onlara toplumsal
bünyelerine   yönelmiş   pek   çok   tehditin   üstesinden   gelme   imkanı
kazandıran bir “bağışıklık sistemleri” vardı. Normal dönemlerde, bizim
ancak   yeni   yeni   keşfettiğimiz   ekolojik   etkileşim   biçimleri,   iklim
değişiklikleri,   hayvanlar   ve   bitkiler   hakkındaki   bilgilerini   kullanarak
herhangi bir zarar vermeden çevreden yararlanabiliyorlardı (etraflı bilgi
ve   geniş   bir   literatür   için   bkz.  Levi   Strauss,  
Yaban   Düşünce,
  ya   da
benzeri   daha   ayrıntılı   çalışmalar).   İşte   bu   bilgi   önce   sömürgeci
gangsterler   sonra   da   kalkınma   yardımlarını   bayrak   edinmiş   insanlık
aşıklan  tarafından  ciddi bir şekilde tahrip, yer  yer  de yok edildi. Şu
Üçüncü Dünya denilen ülkelerin büyük bölümünde


bugün yaşanan çaresizlik işte bu dış müdahalenin bir ürünüdür, onun nedeni
değil.
İranlı   akademisyen   Macit   Rahnema   kalkınma   yardımlarının   etkilerini
vücudun   bağışıklık   sistemini   bozan  Aids  hastalığının   etkileriyle   kıyaslar
(From   “Aid”   to
  “
Aids
”,   yayımlanmamış   elyazması   metin,  Stanford  1984).
Ayrıca bilginin nasıl ortak hazinelikten nadir ve ele geçirilmesi zor bir mal
haline geldiğini tartışır. “Kültür ve uygarlıklar”, diyor Rahnema  
(Education
for Exclusion or Participation
?, elyazması metin, Stanford, 16 Nisan 1985),
yaşayarak ve yaparak öğrenen,
  yaşamayı öğrenmeyle bir tutan, yaşamak
için öğrenmek zorunda olan, kendilerine ve ait oldukları topluma anlamlı
görünen   her   şeyi   dağarcığına   katmış   milyonlarca   insan   tarafından
oluşturulur,   zenginleştirilir   ve   aktarılır.   Bugünkü   okul   sistemi   ortaya
çıkmadan önce binlerce yıl boyunca eğitim kıt bir mal değildi. Birtakım
kurumsal fabrikalarda üretilmiş, sahip olan kişiye “tahsilli” ünvanına hak
kazandıran   bir   ürün   değildi...   [Yeni]   okul   sistemi   ...daha   çok   Müesses
İktidar Katı için kişisel ve mesleki şöhret yolunda en ihtiraslı -bazen da en
parlak- olanları süzüp çıkaran etkili bir kanal olarak hizmet görfmüştür].
Aynı   zamanda   paradoksal   bir   şekilde,   aralarında   -okul   sisteminin   kimi
eşsiz   kaynaklarından   kendi   özgürleşürici   amaçları   için   yararlanmış-
radikal düşünür ve devrimcilerin de bulunduğu birçok önemli şahsiyete bir
“kültürel ortam” görevi de yaptı. Fakat bir bütün olarak, kısa zamanda
yoksul ve güçsüze karşı dışlayıcı süreçlerin sistematik yapılandırılmasında
usta bir “suikast silahı” haline gelmiştir. . . “Her yetişkinin bir öğretmen
olduğu” . . . günler geride kaldı. Şimdi yalnızca okul sistemi tarafından,
bizzat onun koyduğu ölçüte göre diploma verilmiş kişiler öğretme hakkı
edinebiliyorlar. 
Artık eğitim kıtlaşmıştır
 [vurgular benim].
Bu   keşiflerin   profesyonel   akılcıların   vaazları   üzerinde   çok   az   bir   etki
yaratıyor   olması   ilginçtir.   Örneğin  Karl   Popper  “zamanımızın   ..   .   genel
akılcılık karşıtı havasından” yanıp yakmıyor, Newton ve Einstein’a insanlığın
büyük velinimetleri olarak methiyeler diziyor ama ağzından Akıl ve Uygarlık
adına işlenmiş suçlar konusunda tek bir sözcük çıkmıyor. Tersine, anlaşılan o
ki, uygarlığın nimetlerinin kimi zaman zorla, bir tür “emperyalizm


Yüklə 8,94 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   124   125   126   127   128   129   130   131   ...   135




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə