caya sadık değildim, kimi zaman, Russell’m yaptığı gibi, beynin dolaysız
olarak gözlemlenebileceğini (perceive) kabul ettiğim oldu, fakat buradan
doğru bir çıkarsamayla bazı fiziksel olayların zihinsel olabileceği sonucuna
varamadım. Bazı argümanlarımın eliminatif zihincilere (eliminative
mentalist) mühimmat sağ- layabileceği olgusu beni çok fazla rahatsız
etmiyor -sanıyorum bu durum olumsal meselelerdeki tüm argümanlar için
geçerli. Öte yandan Grover’m kendi teorisi haddinden fazla bilimsel
nosyon ve usûllere dayanıyor gibi. Altını çizdiği “bilim işler” önermesi
endişelerimi gidermiyor. Bilim bazen işler. Ve sık sık da işlemez. Birçok
başarı hikâyesi gerçek değil söylentidir. Ayrıca bilimin etkililiği bilimsel
geleneğin kendi içindeki bir ölçütle belirlenir, o nedenle de nesnel bir
kıstas gibi görülemez. (Örneğin bilim ruhları kurtaramaz.) Grover’ın
kullandığımız zihin ve gövde nosyonlarının farklı geleneklere özgü
fikirleri (Dogon ya da Azande gelenekleri, ya da Ekvator köylülerinin
temsil ettiği gelenek) ortadan kaldırmaksızın
bilimsel bir çerçeve
içinde
nasıl geliştirilebileceğini gösterdiğini belirterek konuyu noktalıyorum. Ve
bu farklı geleneklerin fikirlerini ortadan kaldırma konusundaki
başarısızlığından dolayı da çok memnunum; şimdi onunla belki farklı bir
düzlemde, farklı bir ortamda ve umuyorum ki şu yoğun humor duygusu
değişmemiş olarak, en azından bir daha karşılaşma şansımız var.
D. BİLİM -BİRÇOK GELENEKTEN BİRİ
Yazılarımın ikinci mevzusu bilimlerin otoritesi sorunudur. Ben bilimi
ve Batı akılcılığını diğer geleneklere tercih etmek için hiçbir “nesnel”
gerekçe olmadığı iddiasındayım. Aslında böyle ne tür gerekçeler
bulunabileceğini tasavvur etmek de zordur. Âdetleri, gelenekleri,
inançları ya da toplumsal durumu ne olursa olsun bir kimseyi ya da bir
kültürün üyelerini ikna edebilecek gerekçeler midir bunlar? Peki ama
kültürler hakkındaki bilgilerimiz bize bu anlamda hiçbir “nesnel”
gerekçenin olmadığını söylüyor. Yoksa uygun bir şekilde yetiştirilmiş bir
kimseyi ikna edebilecek şeyler mi? Peki ama her kültürün kendi adına
çeşitli “nesnel” g
e
'
rekçeleri vardır. Önemi bir bakışta anlaşılabilir çeşitli sonuçlara işaret
eden gerekçeler mi bunlar? Peki ama yine her kültürün ken- - dine göre
en az birkaç “nesnel” gerekçesi vardır. Yoksa sadakat ya da kişisel
tercihler gibi “öznel” öğelere bağlı olmayan şeyler mi? O zaman da zaten
“nesnel” gerekçeler diye bir şey yoktur (bir ölçü olarak nesnelliği seçme
bizzat bir kişinin ve/veya bir grubun yaptığı bir seçimdir -yoksa insanlar
öyle uzun boylu düşünmeden onu kabul ediyor olurdu).
Batı biliminin bugün bulaşıcı bir hastalık gibi tüm dünyaya ya-
yıldığı ve birçok insanın onun (zihinsel ve maddi) ürünlerini peşinen iyi,
doğru kabul ettiği doğrudur -fakat bizim sorumuz başka: bu, argümanla
mı (Batı bilimi savunucularının kullandığı anlamda) oluştu, yani bu
gelişmenin tüm kilometretaşları Batı akılcılığının ilkeleriyle uyum
içinde olan gerekçelerle mi döşendi? Bu salgın bulaştığı hayatları
gürbüzleştirdi mi? Her iki sorunun cevabı da hayırdır. Batı uygarlığı bu
uygarlığın içkin doğruluğunu gösteren argümanlar aracılığıyla değil, ya
zorla kabul ettirildi ya da daha gelişmiş silahlar üretme gücünde olduğu
için kabul edildi (bkz. I. Bölüm, Kesim I); ve birtakım iyi şeyler
yanında müthiş zararlara yol açmış bir gelişmedir bu (genel bir döküm
için bkz. J.H. Bodley,
Victims of Progress,
Menlo Park, California
1982). İnsanların hayatlarına anlam veren manevi değerleri paramparça
ettiği gibi, bu değerlere göre oluşturulmuş bir maddi çevreyle başa
çıkma maharetini de -yerine onlara denk etkinlikte yöntemler
koymaksızın- tahrip etmiştir. “İlker’ kabileler salgın hastalık, sel, kıtlık
gibi doğal afetlerle nasıl başa çıkılacağını biliyorlardı -onlara toplumsal
bünyelerine yönelmiş pek çok tehditin üstesinden gelme imkanı
kazandıran bir “bağışıklık sistemleri” vardı. Normal dönemlerde, bizim
ancak yeni yeni keşfettiğimiz ekolojik etkileşim biçimleri, iklim
değişiklikleri, hayvanlar ve bitkiler hakkındaki bilgilerini kullanarak
herhangi bir zarar vermeden çevreden yararlanabiliyorlardı (etraflı bilgi
ve geniş bir literatür için bkz. Levi Strauss,
Yaban Düşünce,
ya da
benzeri daha ayrıntılı çalışmalar). İşte bu bilgi önce sömürgeci
gangsterler sonra da kalkınma yardımlarını bayrak edinmiş insanlık
aşıklan tarafından ciddi bir şekilde tahrip, yer yer de yok edildi. Şu
Üçüncü Dünya denilen ülkelerin büyük bölümünde
bugün yaşanan çaresizlik işte bu dış müdahalenin bir ürünüdür, onun nedeni
değil.
İranlı akademisyen Macit Rahnema kalkınma yardımlarının etkilerini
vücudun bağışıklık sistemini bozan Aids hastalığının etkileriyle kıyaslar
(From “Aid” to
“
Aids
”, yayımlanmamış elyazması metin, Stanford 1984).
Ayrıca bilginin nasıl ortak hazinelikten nadir ve ele geçirilmesi zor bir mal
haline geldiğini tartışır. “Kültür ve uygarlıklar”, diyor Rahnema
(Education
for Exclusion or Participation
?, elyazması metin, Stanford, 16 Nisan 1985),
yaşayarak ve yaparak öğrenen,
yaşamayı öğrenmeyle bir tutan, yaşamak
için öğrenmek zorunda olan, kendilerine ve ait oldukları topluma anlamlı
görünen her şeyi dağarcığına katmış milyonlarca insan tarafından
oluşturulur, zenginleştirilir ve aktarılır. Bugünkü okul sistemi ortaya
çıkmadan önce binlerce yıl boyunca eğitim kıt bir mal değildi. Birtakım
kurumsal fabrikalarda üretilmiş, sahip olan kişiye “tahsilli” ünvanına hak
kazandıran bir ürün değildi... [Yeni] okul sistemi ...daha çok Müesses
İktidar Katı için kişisel ve mesleki şöhret yolunda en ihtiraslı -bazen da en
parlak- olanları süzüp çıkaran etkili bir kanal olarak hizmet görfmüştür].
Aynı zamanda paradoksal bir şekilde, aralarında -okul sisteminin kimi
eşsiz kaynaklarından kendi özgürleşürici amaçları için yararlanmış-
radikal düşünür ve devrimcilerin de bulunduğu birçok önemli şahsiyete bir
“kültürel ortam” görevi de yaptı. Fakat bir bütün olarak, kısa zamanda
yoksul ve güçsüze karşı dışlayıcı süreçlerin sistematik yapılandırılmasında
usta bir “suikast silahı” haline gelmiştir. . . “Her yetişkinin bir öğretmen
olduğu” . . . günler geride kaldı. Şimdi yalnızca okul sistemi tarafından,
bizzat onun koyduğu ölçüte göre diploma verilmiş kişiler öğretme hakkı
edinebiliyorlar.
Artık eğitim kıtlaşmıştır
[vurgular benim].
Bu keşiflerin profesyonel akılcıların vaazları üzerinde çok az bir etki
yaratıyor olması ilginçtir. Örneğin Karl Popper “zamanımızın .. . genel
akılcılık karşıtı havasından” yanıp yakmıyor, Newton ve Einstein’a insanlığın
büyük velinimetleri olarak methiyeler diziyor ama ağzından Akıl ve Uygarlık
adına işlenmiş suçlar konusunda tek bir sözcük çıkmıyor. Tersine, anlaşılan o
ki, uygarlığın nimetlerinin kimi zaman zorla, bir tür “emperyalizm
Dostları ilə paylaş: |