Paul karl feyerabend 13 Ocak 1924'te Viyana'da doğdu. Avusturya asıllı abd'li filozof. Bilimsel gelişmenin ancak yeni kuramların eskilerini yadsımasıyla sağlanabileceğini ileri



Yüklə 8,94 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə132/135
tarix24.12.2017
ölçüsü8,94 Kb.
#17198
1   ...   127   128   129   130   131   132   133   134   135

farklı   insanlara   farklı   görüneceğini,   onları   farklı   şekillerde   et-
kileyeceğini, onlarda benim hiçbir zaman duyumsamadığın umut, korku
ve   duygular   uyandıracağını   tahayyül   edebiliyorum,   ve   bir   konudaki
afaki tahminlerimi onu doğrudan yaşayan insanların izlenimlerine tabi
kılacak   kadar   da   yürekliyim.   Jutta   bana,   tanımadıklarımı   “saygı”   ile
“incelememi”   tavsiye   ediyor.   İncelemek?   Bir   kadını   sever   ve   onun
hayatını paylaşmak istersem, kendi iyiliğim için ve muhtemelen onun
da   iyiliği   için   bana   düşen,   bu   hayatı,   saygıyla   ya   da   küçümsemeyle
olması fark etmez, “incelemek” değil, içerden anlayabilecek bir tarzda
ona  
katılmaya
  çalışmaktır (eğer o izin veriyorsa). Onun hayatına ka-
tılarak yeni fikirleri, yeni duyguları ve yeni görme biçimleri olan yeni
bir  insan   haline  gelirim.  Şüphesiz   oraya   birçok  teklifim  de olacaktır
-hattâ   olur   olmaz   konuşup   onu   çıldırtabilirim  
de,   fakat   ancak
bahsettiğim   değişiklik   gerçekleştikten   sonra
  ve onun yarattığı  yeni  
ve
ortak
  duyarlıklar temelinde. Şimdi benim anladığım anlamda siyaset,
birçok   açıdan   sevgiyle   bağdaştırılabilir   bir   şeydir.   Siyaset   insanlara
saygı duyar, onların kişisel arzularını dikkate alır, gizli anketler ya da
antropolojik alan çalışmalarıyla onları “incelemez”, içerden anlamaya
çalışır ve değişiklik tekliflerini böyle bir anlayıştan sökün eden duygu
ve düşüncelerle birleştirir. Tek kelimeyle: 
siyaset, doğru anlaşılırsa, tam
anlamıyla   “öznel”dir.
  Siyaset   konusunda   “nesnel”   teorik   modeller
geliştirmek imkansızdır.
E. ÖZGÜR BİR TOPLUMUN ÖĞELERİ
Bu yaklaşım benim polis, geleneklerin eşitliği ve bilim ve devletin
ayrılması   konularındaki   düşüncelerimle   nasıl   ilişkilendirile-   bilir?
Bunun cevabını daha önce ÖBTB ve EFM’de vermiştim (EFM, s.77 ve
daha   birçok   yerde):   bu   gibi   düşünceler,   geliştirilmelerine   vesile   olan
geleneklerin   (yurttaş   inisiyatiflerinin)   süzgecinden   geçmelidir.
Yazılarımın   bu   yönüyle   ilgilenen   incelemelerin   hemen   tamamının
-başka birçok açıdan değerli bulduğum Christiane van Briessen’in yazısı
da aynı kapsama giriyor- temel hatası, tekliflerimi tıpkı politikacıların,
felsefecilerin, sos-


yal   eleştirmenlerin   ve   tüm   çeşitleriyle   "büyük”   adam   ve   kadınların
okunmalarını   istedikleri   tarzda   okunması   gerektiği   şeklinde
yorumlamalarıdır:   tekliflerimi   eğitim,   ahlâki   şantaj,   küçük   sevimli   bir
devrim   ve   ağdalı   sloganlar   (“Hakikat   sizi   Öz-   gürleştirecektir”   gibi)
yardımıyla ya da mevcut kurumların salgıladığı çeşitli baskı biçimleriyle
insanlara dayatılması gereken yeni bir toplumsal düzenin anahatları olarak
yorumluyorlar. Bu gibi iktidar düşleri hayalimden bile geçmediği gibi, beni
düpedüz hasta eder. Kendi sefil hezeyanlarını güya karanlıklar içindeki in-
sanların hayatlarım aydınlatacak yeni bir güneş sanan ahlâk reformcularını
ve eğitimcileri pek sevmem; öğrencilerinin iştahını tüm öz saygılarını ve
kendilerine   hakimiyetlerini   kaybedinceye,   çamurlar   içinde   debelenen
domuzlar gibi hakikat içinde de- beleninceye kadar bilemeye çalışan sözüm
ona öğretmenlerden nefret ederim; “tanrı”, “hakikat”, “adâlet” ya da daha
başka   soyut   kavramlar   adına   insanları   köleleştirmeye   çalışan   tüm
mükemmel planlan, hele hele de icracı baylar bu fikirler uğruna sorumluluk
almaktan   kaçınacak   ve   ellerindeki   sözüm   ona   “nesnelliğin”   ardına
sığınacak kadar korkakça bir tutum içindeyseler, yalnızca rezillik sayarım.
Okurlarımın birçoğu öyle görünüyor ki bu tür düzenbazlıkları çok normal
karşılıyor   -yoksa   tekliflerimi   bu   şekilde   okumaları   başka   nasıl
açıklanabilir? Fakat devlet, etik, eğitim ve bilimin işi konusunda YK ve
ÖBTB’de   yaptığım   gevşek   ve   şematik   tespitler   konunun   muhatabı   olan
insanlar tarafından gözden geçirilmelidir. Bunlar nesnel direktifler değil,
öznel   kamlardır;   “nesnel”   bir   ölçütle   değil   başka   özneler   tarafından
sınanacak ve ancak ilgili herkesin onları dikkate değer bulmasından sonra
siyasi bir güç kazanacaklardır: konu hakkında nihai kararı verecek  olan
benim argümanlarım değil muhatapların oluşturduğu konsensüstür.
İnsanların   önce   düşünmesini   öğrenmesi   gerekir   diyen   itiraz   yalnızca
itiraz  sahiplerinin  kibir ve cehaletini  yansıtır,  çünkü  temel  sorun  şudur:
kimin konuşmaya  hakkı var ve kimin sessiz kalması gerekir. Kim bilgi
sahibi,   kim   laf   dinlemezin   tekidir?   Uzmanlarımıza,   fizikçilerimize,
felsefecilerimize,   sağlıkçılarımıza,   eğitimcilerimize   güvenebilir   miyiz,
bunlar   neden   bahsettiklerini   bilen   insanlar   mı   yoksa   kendi   acınası
varoluşlarından bir suret


daha   çıkarmaktan   başka   bir   şey   düşünmeyen   insanlar   mı?   Büyük
düşünürlerimizin, Platon,  Luther, Rousseau  ve  Marx’ın bize dediği bir
şey mi var, yoksa onlara duyduğumuz saygı sâdece kendi hamlığımızın
bir yansıması mı?
Bu sorular hepimizi ilgilendiriyor -ve hepimiz çözümlerine katkıda
bulunmalıyız. En aptal öğrenci ve en kurnaz köylü; muhterem devlet
memuru   ve   onun   çilekeş   karısı;   akademisyenler   ve   sahipsiz   köpek
toplayıcıları, katiller ve azizler -hepsinin de şöyle deme hakkı var; hey
buraya   bakin,   ben   de   insanım;   benim   de   fikirlerim,   düşlerim,
duygularım, arzularım var; ben de tanrının suretinden yaratıldım -fakat
tatlı masallarınızda benim dünyama küçücük bir yer bile vermiyorsunuz
(Ortaçağ’da durum daha farklıydı; krş. Friedrich Heer, 
Die Dritte Kraft,
Frankfurt   1959).   Soyut   soruların   uygun   olup   olmadığı,   getirilen
cevapların   içeriği,   bu   cevaplarda   ima   edilen   yaşamın   niteliği   -tüm
bunlara   karar   verilebilir,   yeter   ki   herkese   tartışmaya   katılma   fırsatı
verilsin ve insanlar konu hakkında görüş bildirmeye teşvik edilsin. Bu
söylediklerimizin  en güzel ve en yalın  bir özeti  Protagoras’m büyük
söylevinde   bulunabilir   (Platon,  
Protagoras
,   320c-328d):   Atina
yurttaşlarının   adâletin   sağlanmasında,   uzmanların   (savaş   şefleri,
mimarlar, denizciler) değerlendirilmesinde kendi dillerinde herhangi bir
öğrenim   görmeye   ihtiyaçları   yoktur;   öğrenimin   doğrudan   olduğu,
eğitimciler   tarafından   dolayımlanmadığı   ve   taciz   edilmediği   açık   bir
toplumda yetişmiş olan bu insanlar tüm bunları doğumlarından itibaren
öğrenirler.   Ama   siteler   ve   yurttaş   inisiyatifleri   durduk   yere   ortaya
çıkmaz,  bu  yönde  bilinçli  bir eylemle  harekete   geçirilmeleri  gerekir,
diyen   diğer   itiraza   gelince   -cevabım   basit:   itirazcı   hele   bir   inisiyatif
başlatsın   kısa   zamanda   nelere   ihtiyaç   olduğunu,   amaçladığı   şeylere
nelerin yardımcı nelerin engel olduğunu, fikirlerinin başka insanlara ne
ölçüde   yardımcı   ne   ölçüde   ayak   bağı   olduğunu,   vb.   kısa   zamanda
görecektir.
“Benim   siyasi   modelim”e   yöneltilen   çeşitli   eleştirilere   cevabım
bunlar.   Model   muğlakmış   -çok   doğru-,   fakat   muğlaklık   zorunludur,
çünkü onu kullanacakların somut kararlarına “y
er
 açmak” gerekir (EFM,
s. 160). Bu model, geleneklerin eşitliği
11
* salık veriyor: herhangi bir
teklif öncelikle  teklifin  muhatabı insanlar  tarafından  incelenmeli;  hiç
kimse sonucun ne olacağını ön-


Yüklə 8,94 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   127   128   129   130   131   132   133   134   135




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə