farklı insanlara farklı görüneceğini, onları farklı şekillerde et-
kileyeceğini, onlarda benim hiçbir zaman duyumsamadığın umut, korku
ve duygular uyandıracağını tahayyül edebiliyorum, ve bir konudaki
afaki tahminlerimi onu doğrudan yaşayan insanların izlenimlerine tabi
kılacak kadar da yürekliyim. Jutta bana, tanımadıklarımı “saygı” ile
“incelememi” tavsiye ediyor. İncelemek? Bir kadını sever ve onun
hayatını paylaşmak istersem, kendi iyiliğim için ve muhtemelen onun
da iyiliği için bana düşen, bu hayatı, saygıyla ya da küçümsemeyle
olması fark etmez, “incelemek” değil, içerden anlayabilecek bir tarzda
ona
katılmaya
çalışmaktır (eğer o izin veriyorsa). Onun hayatına ka-
tılarak yeni fikirleri, yeni duyguları ve yeni görme biçimleri olan yeni
bir insan haline gelirim. Şüphesiz oraya birçok teklifim de olacaktır
-hattâ olur olmaz konuşup onu çıldırtabilirim
de, fakat ancak
bahsettiğim değişiklik gerçekleştikten sonra
ve onun yarattığı yeni
ve
ortak
duyarlıklar temelinde. Şimdi benim anladığım anlamda siyaset,
birçok açıdan sevgiyle bağdaştırılabilir bir şeydir. Siyaset insanlara
saygı duyar, onların kişisel arzularını dikkate alır, gizli anketler ya da
antropolojik alan çalışmalarıyla onları “incelemez”, içerden anlamaya
çalışır ve değişiklik tekliflerini böyle bir anlayıştan sökün eden duygu
ve düşüncelerle birleştirir. Tek kelimeyle:
siyaset, doğru anlaşılırsa, tam
anlamıyla “öznel”dir.
Siyaset konusunda “nesnel” teorik modeller
geliştirmek imkansızdır.
E. ÖZGÜR BİR TOPLUMUN ÖĞELERİ
Bu yaklaşım benim polis, geleneklerin eşitliği ve bilim ve devletin
ayrılması konularındaki düşüncelerimle nasıl ilişkilendirile- bilir?
Bunun cevabını daha önce ÖBTB ve EFM’de vermiştim (EFM, s.77 ve
daha birçok yerde): bu gibi düşünceler, geliştirilmelerine vesile olan
geleneklerin (yurttaş inisiyatiflerinin) süzgecinden geçmelidir.
Yazılarımın bu yönüyle ilgilenen incelemelerin hemen tamamının
-başka birçok açıdan değerli bulduğum Christiane van Briessen’in yazısı
da aynı kapsama giriyor- temel hatası, tekliflerimi tıpkı politikacıların,
felsefecilerin, sos-
yal eleştirmenlerin ve tüm çeşitleriyle "büyük” adam ve kadınların
okunmalarını istedikleri tarzda okunması gerektiği şeklinde
yorumlamalarıdır: tekliflerimi eğitim, ahlâki şantaj, küçük sevimli bir
devrim ve ağdalı sloganlar (“Hakikat sizi Öz- gürleştirecektir” gibi)
yardımıyla ya da mevcut kurumların salgıladığı çeşitli baskı biçimleriyle
insanlara dayatılması gereken yeni bir toplumsal düzenin anahatları olarak
yorumluyorlar. Bu gibi iktidar düşleri hayalimden bile geçmediği gibi, beni
düpedüz hasta eder. Kendi sefil hezeyanlarını güya karanlıklar içindeki in-
sanların hayatlarım aydınlatacak yeni bir güneş sanan ahlâk reformcularını
ve eğitimcileri pek sevmem; öğrencilerinin iştahını tüm öz saygılarını ve
kendilerine hakimiyetlerini kaybedinceye, çamurlar içinde debelenen
domuzlar gibi hakikat içinde de- beleninceye kadar bilemeye çalışan sözüm
ona öğretmenlerden nefret ederim; “tanrı”, “hakikat”, “adâlet” ya da daha
başka soyut kavramlar adına insanları köleleştirmeye çalışan tüm
mükemmel planlan, hele hele de icracı baylar bu fikirler uğruna sorumluluk
almaktan kaçınacak ve ellerindeki sözüm ona “nesnelliğin” ardına
sığınacak kadar korkakça bir tutum içindeyseler, yalnızca rezillik sayarım.
Okurlarımın birçoğu öyle görünüyor ki bu tür düzenbazlıkları çok normal
karşılıyor -yoksa tekliflerimi bu şekilde okumaları başka nasıl
açıklanabilir? Fakat devlet, etik, eğitim ve bilimin işi konusunda YK ve
ÖBTB’de yaptığım gevşek ve şematik tespitler konunun muhatabı olan
insanlar tarafından gözden geçirilmelidir. Bunlar nesnel direktifler değil,
öznel kamlardır; “nesnel” bir ölçütle değil başka özneler tarafından
sınanacak ve ancak ilgili herkesin onları dikkate değer bulmasından sonra
siyasi bir güç kazanacaklardır: konu hakkında nihai kararı verecek olan
benim argümanlarım değil muhatapların oluşturduğu konsensüstür.
İnsanların önce düşünmesini öğrenmesi gerekir diyen itiraz yalnızca
itiraz sahiplerinin kibir ve cehaletini yansıtır, çünkü temel sorun şudur:
kimin konuşmaya hakkı var ve kimin sessiz kalması gerekir. Kim bilgi
sahibi, kim laf dinlemezin tekidir? Uzmanlarımıza, fizikçilerimize,
felsefecilerimize, sağlıkçılarımıza, eğitimcilerimize güvenebilir miyiz,
bunlar neden bahsettiklerini bilen insanlar mı yoksa kendi acınası
varoluşlarından bir suret
daha çıkarmaktan başka bir şey düşünmeyen insanlar mı? Büyük
düşünürlerimizin, Platon, Luther, Rousseau ve Marx’ın bize dediği bir
şey mi var, yoksa onlara duyduğumuz saygı sâdece kendi hamlığımızın
bir yansıması mı?
Bu sorular hepimizi ilgilendiriyor -ve hepimiz çözümlerine katkıda
bulunmalıyız. En aptal öğrenci ve en kurnaz köylü; muhterem devlet
memuru ve onun çilekeş karısı; akademisyenler ve sahipsiz köpek
toplayıcıları, katiller ve azizler -hepsinin de şöyle deme hakkı var; hey
buraya bakin, ben de insanım; benim de fikirlerim, düşlerim,
duygularım, arzularım var; ben de tanrının suretinden yaratıldım -fakat
tatlı masallarınızda benim dünyama küçücük bir yer bile vermiyorsunuz
(Ortaçağ’da durum daha farklıydı; krş. Friedrich Heer,
Die Dritte Kraft,
Frankfurt 1959). Soyut soruların uygun olup olmadığı, getirilen
cevapların içeriği, bu cevaplarda ima edilen yaşamın niteliği -tüm
bunlara karar verilebilir, yeter ki herkese tartışmaya katılma fırsatı
verilsin ve insanlar konu hakkında görüş bildirmeye teşvik edilsin. Bu
söylediklerimizin en güzel ve en yalın bir özeti Protagoras’m büyük
söylevinde bulunabilir (Platon,
Protagoras
, 320c-328d): Atina
yurttaşlarının adâletin sağlanmasında, uzmanların (savaş şefleri,
mimarlar, denizciler) değerlendirilmesinde kendi dillerinde herhangi bir
öğrenim görmeye ihtiyaçları yoktur; öğrenimin doğrudan olduğu,
eğitimciler tarafından dolayımlanmadığı ve taciz edilmediği açık bir
toplumda yetişmiş olan bu insanlar tüm bunları doğumlarından itibaren
öğrenirler. Ama siteler ve yurttaş inisiyatifleri durduk yere ortaya
çıkmaz, bu yönde bilinçli bir eylemle harekete geçirilmeleri gerekir,
diyen diğer itiraza gelince -cevabım basit: itirazcı hele bir inisiyatif
başlatsın kısa zamanda nelere ihtiyaç olduğunu, amaçladığı şeylere
nelerin yardımcı nelerin engel olduğunu, fikirlerinin başka insanlara ne
ölçüde yardımcı ne ölçüde ayak bağı olduğunu, vb. kısa zamanda
görecektir.
“Benim siyasi modelim”e yöneltilen çeşitli eleştirilere cevabım
bunlar. Model muğlakmış -çok doğru-, fakat muğlaklık zorunludur,
çünkü onu kullanacakların somut kararlarına “y
er
açmak” gerekir (EFM,
s. 160). Bu model, geleneklerin eşitliği
11
* salık veriyor: herhangi bir
teklif öncelikle teklifin muhatabı insanlar tarafından incelenmeli; hiç
kimse sonucun ne olacağını ön-
Dostları ilə paylaş: |