yolu tutmama konusunda tüm sorumluluk bize aittir ve , biz ey-
lemlerimizin felakete yol açtığını keşfettiğimizde hiçbir nesnel değer
işimize yaramayacaktır.
Öte yandan kendi engizisyonculanmızı da unutmayalım, şu bi-
limadamlarımızı, doktorlarımızı, eğitimcilerimizi, sosyologlarımızı,
politikacılarımızı, “kalkınmacılarımızı”. En yakınımızdan bir örnekle
doktorlara bakalım, tehlikesiz, iyi bilinen ve başarılı oldukları
söylenebilecek alternatif tedavi yöntemlerini inceleme gereği bile
duymadan bizi kesip biçiyor, zehirliyor, röntgen ışınlarına tutuyorlar.
Oysa bu alternatif yöntemler denemeye değmez miydi (cadıların
çocuklarını sağ bırakmak denemeye değmez miydi)? Elbette değerdi.
Cevap olarak hep aynı şeyi işittik:
aforoz edilel
Ya da şu yıldan yıla genç
kuşakların üzerine salman, öğrencilerinin arkaplanlarmı dikkate
almaksızın onları “bilgi” ile doldursun diye serbest bırakılan
öğretmenlerimizin yaptıklarına bakın. Tüm kültürler yok edilmiş,
bağışıklık sistemleri parçalanmış (krş. 4. Kesim), bilgileri
kıtlaştırılmıştır -ve tüm bunlar ilerleme (ve para, kuşkusuz) adına:
Remigius’un ruhu, sevgili Margherita von Brentano, hâlâ aramızda,
ekonomide, enerji üretimi ve (kötü) kullanımında, dış yardımlarda,
eğitimde; aradaki tek önemli fark Remigius’un insancıl nedenlerle
davranmış olmasına karşın (küçük çocukları ebedi cehennem azabından
kurtarmak istiyordu) modern ardıllarının yalnızca mesleki tutarlılık
kaygısı güdüyor olmalarıdır: yani bu modemler sadece bir perspektiften
değil insanlıktan da yoksunlar. Ne Remigius’tan ne de onlardan
hoşlanıyorum -fakat bunu bana söyleten yine nesnel standartlar değil,
daha iyi bir hayat düşü.
Burada biri kalkıp bu tür düşleri (ki bende var olduğunu söy-
lüyorum) nesnel değerler (ki reddettiğimi söylüyorum) gibi bir dü-
şünceyle birleştirir ve sonuçta ortaya çıkan şeye vicdan derse, o zaman
bende kalkıp
vicdanımın olmadığım
ve iyi ki olmadığını söylerim, çünkü
dünyamızdaki acıların pek çoğu, savaşlar, zihinlerin ve bedenlerin
yıkımı, sayısız katliam kötü bireylerin değil, kendi kişisel arzu ve
heveslerini nesnelleştirerek gayri- insanileştirmiş insanların yol açtığı
şeylerdir.
Aklıma gelmişken, o tuhaf feveranı içinde Agassi’nin dikkat etmiş
göründüğü tek şey bu. Agassi gerçeği söyleyeceğim diyor. Kendi adına
iyi hoş ama bizim içimize pek su serpmiyor. Çünkü epey önce onun
bilimsel eserine yöneltilen eleştirilerin gösterdiği gibi, Agassi gerçeği
söylemeye çalışırken bile pek ne dediğini bilmez (örnek: Rosen’in
Kopernik bibliyografyasında 882. madde,
The
Copernican
Treatises,
New York 1971). Yazısı da bu izlenimi doğruluyor. Alman ordusuna
gönüllü yazıldığımı söylüyor -oysa mecburi askere alınmıştım. İkinci
Dünya Savaşı’nın siyasi ve askeri veçhelerini unutmaya çalıştığımı
söylüyor -bunlara dikkat bile etmedim; on sekiz yaşında bir kitap
kurduydum, bir
mensch
değil. Popper’i ilahlaştırdığımı söylüyor.
İnsanları ilah- laştırmaktan, taparcasına sevmekten hoşlandığım son
derece doğru, birisine hürmet duyabilmek, sözgelişi bir kadına
hayranlık duyabilmek hoşuma gider -fakat Popper ilahlarla aynı
hamurdan yoğruimamıştır. Agassi bana Popper’in müridi diyor. Bir
açıdan doğru, bir açıdan tamamıyla yanlış. Popper’in derslerine devam
ettim, seminerlerini izledim, zaman zaman kendisini ziyaret ettim,
kendisiyle konuştum, doğru. Fakat tüm bunları serbestçe, kendi
isteğimle değil Popper benim denetçi hocam olduğu için yaptım: British
Council’in bana para vermek için koyduğu şart onunla çalışmamdı. Bu
iş için ben Popper’i değil Wittgenstein’i seçmiştim ve Wittgenstein da
kabul etmişti. Fakat o öldü ve listemdeki ikinci aday da Popper’di.
Agassi bir de onun kaç kere bana, dizleri üstüne çöküp,
reservatio
mentalis'
imi bir yana bırakarak kendimi bütünüyle Popper’in
“felsefesi”ne adamamı ve özellikle de yazılarımın her sayfasında
Popper’e dipnotlar düşmem için yalvar yakar olduğunu hatırlamaz mı?
Tamam, bunlardan İkincisini yaptım -ben iyi bir adamım ve
yaşamlarının tek amacı kendi isimlerini basılı halde görmekmiş gibi
davranan bi- rilerine yardımcı olmak isterim- fakat birincisini hayır:
Agassi’nin bahsettiği yılın sonunda (1953) Popper benden asistanı
olmamı istedi; kabul etmedim, hiç param yoktu ve bir gün birinde bir
gün diğerinde, durumu daha iyi olan arkadaşlarımdan geçiniyordum.
Agassi, anlaşıldığı kadarıyla Popperci Kilise’de hayatı daha
dayanılır kılmak için gerekmiş birtakım söylentiler de icat ediyor:
Popper’in ağzından verdiği bir alıntıya göre, ben bir gün göz-
yaşlan içinde İkinci Dünya Savaşı’na katılmış olmaktan pişmanlık
duyduğumu söylemişim. Çok mümkündür, duygusal bir insanım ve
hayatımda birçok aptalca şey yaptım -fakat bu dediğini sanmıyorum:
Özel sorunlarımı asla yabancılara açmam ve onu da geçtik, zorunlu
askerlikten kaçma konusunda aklımı yeterince kullanamamam hariç
bunda üzülecek bir yan da göremiyorum. Gözyaşları büyük bir
ihtimalle, Üstadı ziyaretlerim sırasında tamamıyla kendiliğinden çöken
iç sıkıntısındandı. Agas- si’nin denemesi gibi göz yaşartıcı bir müsvedde
parçasının bile Alexander von Humboldt’un saygın ve şerefli adını
taşıyan bir burs yardımıyla yazılabildiği Almanya’daki akademisyenlik
standartlarında yaşanan bozulmanın hazin bir işareti.
Agassi’nin gerçeğe bir parça yaklaşma belirtisi gösterdiği tek yer
var, ahlâki konulardaki tartışmamızla ilgili bir nokta bu. Tartışmayı iyi
hatırlıyorum. Agassi beni taraf olmaya zorlamıştı, yani ahlâki aryalar
çekmeye. Kendimi çok rahatsız hissetmiştim. Bir yandan konu bana son
derece ahmakça görünüyordu -ben kendi aryamı söylerim, Nazi
kendininkini -ne olur ki? Bir yandan da Agassi’nin ve onun öncesi ve
sonrasındaki birçok sokak şarkıcısının, yüzleri kızarmadan insanları
anlamsız tepkiler vermeye (ya da tepkileri bir “anlam” kazanacak
şekilde beyinlerini yıkamaya) zorlamakta kullandıkları Auschwitz’in
zihnimi felç eden baskısını duyuyordum. Neyse, aynı konuda bugün ne
söylüyorum?
Auschwitz’in halen aramızda sağlık ve afiyetle semiren bir tutumun
en uç tezahürü olduğunu söyüyorum. Bu tutum kendini bugün
endüstriyel demokrasilerde azınlıklara reva görülen durumda; çoğu
örnekte, harikulade genç insanları öğretmenlerinin renksiz ve kendini
beğenmiş bir kopyası haline çevirmeye dayanan eğitim sürecinde
-insancıl bir bakış açısı kazandırmayı amaçlayan eğitim biçimleri dahil-
gösteriyor; nükleer tehditte, ölüm silahlarının miktar ve kapasite olarak
durmadan büyüyüşünde; birtakım sözüm ona yurtseverlerin Yahudi
katliamlarına rahmet okutacak bir savaşı başlatmak için yerinde
duramayışmda dışavuruyor. Doğanın ve “ilkel” kültürlerin katledilişinde
(o hayatlarında buldukları anlamdan yoksun bırakılan insanlar üzerine
bir kere bile düşünmeden); entelektüellerimizin muazzam kibirinde,
insanlığın neye ih-
Dostları ilə paylaş: |