konuşmamda sizin muhtemelen bir gülümseme ya da ateşli bir meraktan
çok çatık kaşlı bir güvensizlikle dinleyeceğinizi düşündüğüm bölümleri az
çok tahmin ettiğimi sanarak buraları ayn bir özenle ele alıyorum.
İkinci özürüm düşüncelerimi sunuş şeklimle ilgili. Bilebildiğim
kadanyla tarihsel bir çatışmayı tasvir etmenin en iyi yolu, çatışmaya
katılan
bireyleri
tanıtmak, onların mizaçlannı, merak ve istemlerini, umut
ve tutkularını, elleri altındaki bilgileri, toplumsal arkaplanlarını,
kendilerini bağlı hissettikleri ya da sırası geldiğinde onlara destek veren
birey ve kurumlan ve bu türde daha birçok şeyi tasvir etmektir. Daha
sonra ise bireylerin kendi aralarında ve dönemin kuramlarıyla nasıl
birbirine girdikleri, bu kapışmayı nasıl gördükleri ve ona ne tür tepkiler
verdikleri açıklanmak durumundadır; örneğin, birey ve kuramların bu ka-
pışmadan galip çıkmak, onu kendi emellerine alet etmek için ellerindeki
güçleri nasıl kullandıkları, zamanın hukuki ve toplumsal yasalannın ve bu
yasalarla bireysel mizaçlar arasındaki ge- rilimlerin çatışmaya nasıl bir
biçim kazandırdığı, vb., hep açıklanmak zorundadır.
Galile ve Kilise arasında yaşanan türde bir çatışmayı anlatmanın en iyi
yolu bana göre budur, fakat ne yazık ki bunu yapabilmek zor. Bir kere bu
konuda bir saate sığdınlamayacak kadar çok, ciltler dolusu malzeme var
ve ben onlann sadece bir kısmı hakkında bilgi sahibiyim. O nedenle
derdimi anlatmak için farklı bir yol izleyecek, konuyu “daha soyut bir
düzeyde” ele alacağım: Bireyler, bireylerin mizaç ve huyları yerine
geleneklerden
bahsedeceğim. Galile-Kilise çatışmasını gelenekler arasında
bir çatışma olarak sunacak ve Kilise’de temsil edilen geleneğin kadim
çağlarda ilginç ataları bulunduğunu ve günümüzde de yavaş yavaş artan
bir taraftar kitlesi bulduğunu göstermeye çalışacağım. Geleneklerden
(elimizdeki konuya göre daha dar birtakım alanlardan alınma terimlerle
söyleyecek olursak, paradigmalardan, araştırma programlarından ya da
temalardan) bahsetmek tarih, sosyoloji ve felsefede çok doğal karşılanan
bir yaklaşım olabilir. Fakat ben burada, bu yaklaşımı çok sevdiğimden
değil, az önce bahsettiğim güçlüklerden dolayı kullanıyorum. Onun için
hep gerçekliğin en az iki adım uzağında olacağımızı hiç unutmayın.
Benim aklımdan geçirdiğim gelenekler toplumda uzmanların rolüyle
ilgili geleneklerdir. Önceki yazılarımda bu tür iki gelenek tanımladım.
1
İlki, uzmanı, uzmanlarca oluşturulmuş görüş ve usûllerin yorumlanması
ve kullanımı konusunda nihai otorite olarak gören, diğeri, uzmanların
teklif ve beyanlarının ya süper- uzmanlardan -Platon’nun görüşü buydu-
ya da tüm yurttaşlardan -bu da Protagoras tarafından tavsiye edilen
görüştür- oluşmuş daha üst bir yargı makamına tâbi olduğunu düşünen
iki gelenek. Galile ve Kilise arasındaki karşıtlığın bu iki görüş (gelenek)
arasındaki karşıtlığa benzediğini düşünüyorum. Galile matematik ve
astronomiyi bünyesinde toplamış özel bir alanda uzmandı. Döneminin
sınıflandırmalarına göre matematikçi ve filozoftu. Astronomiyle ilgili
sorunların tümüyle astronomicilere bırakılmasını istiyordu. Castelli’ye
14 Aralık 1613 tarihli mektubunda dediği gibi, Kutsal Kitap’taki
astronomi ile ilgili bölümlerin gerçek anlamına vakıf olmak ancak
“sürüden ayrı tutulmayı hak etmiş birkaç kişi”den beklenebilirdi (Galile
öncesinde Kopemik, sonrasında Spinoza da aynı dili kullanır; eski bir
hikâyedir bu, Hanns- Dieter Voigtlander’in
Der Philosoph und die
Vielen'dc
göstermiş olduğu gibi [Wiesbaden 1980], bu dile ta antik
dönemde de rastlarız). Ayrıca Galile, astronomicilerin görüşlerinin tamı
tamına astronomi içinde ifade edildiği şekliyle kamuya açık bir bilgi ha-
line getirilmesini talep ediyordu. Ulaştığı sonuçlan yayımlama özgürlüğü
gibi sade bir talep değildi bu, Galile onları başkalanna dayatabilmek
istiyordu. Bu yönüyle günümüzdeki birçok bilim peygamberi kadar
küstah, totaliter -ve dünyadan bihaberdi. Astronomicilerin (ve onların
önderliğini kabul eden fizikçilerin) özel ve son derece sınırlı
yöntemlerini peşinen Doğruluk ve Ger- çeklik’e ulaşmanın doğru yolu
kabul etmişti. Yukarda birinci görüş ya da gelenek diye adlandırdığım
eğilimin kusursuz bir temsilcisiydi.
Kilisenin yaklaşımı ise ikinci görüşe çok benziyordu (Pro- tagorasçı
değil Platoncu biçimine). Kilise açısından astronomik bilgiler ilginç ve
önemliydi ve kilise mensupları arasında astronomiyle aktif bir şekilde
ilgilenen insanlar vardı. Fakat ast-
1. Bkz. I. Bölüm, Kesim F.
ronomicilerin, diyelim gezegenlerin yörüngelerini açıklamak için,
oluşturdukları modelleri öyle sessiz sedasız gerçekliğe bağlamak da pek
mümkün görünmüyordu. Özel ve sınırlı amaçlar için kurulmuş şeylerdi ve
haklarında söylenebilecek azami şey söz konusu amaçlara, yani öndeyide
bulunmaya hizmet ediyor olduklarıydı.
Collegio Romano’da tartışmalı sorunlardan sorumlu dini lider
Kardinal Bellarmino, Kopemik Sisteminin gerçekliğini araştırmakta olan
Napolili, Karmel tarikatı üyesi keşiş Paolo Antonio Foscarini'ye yazdığı
meşhur mektubun ilk kısmında tam bu noktadan bahseder. Bu mektup sık
sık alıntı konusu ve belki ondan— daha fazla da eleştiri konusu -burada
öne sürülen iddialarla şu bizim bilim pratiğini yönlendirdiği söylenen
soyut ilkeler bir- biriyle karşılaştırılarak- yapılmıştır. Oysa aşağıda
göreceğimiz gibi, bu karşılaştırma ilkeler yerine bilim pratiğinin kendisiyle
yapılsa durum çok farklı bir hal alır. Bana göre gayet aklıselim bir belgedir
ve içinde kültürümüzde bilimlerin konumuna dair makul, incelikli teklifler
barındırmaktadır.
Bellarmino şöyle yazar:
Bana öyle geliyor ki Siz de Bay Galile de, mutlak anlamda değil de varsayımlar
düzeyinde kalarak konuşmakla yetindiğiniz sürece basiretli bir davranış
göstermiş olursunuz... Yerin hareketli ve Güneşin hareketsiz olduğu
varsayılarak tüm göksel olayların dışmerkezli ve çevremerkezli çemberler
teorisinden daha iyi açıklanabildiğim söylemek mükemmel bir sağgörülü
konuşma örneğidir ve hiçbir sakınca yaratmaz. Bir matematikçi için bu şekilde
konuşmak yeterlidir. Fakat, gerçekte evrenin merkezinin Güneş olduğunu ve
Güneşin doğudan batıya doğru hareket etmeksizin olduğu yerde sadece kendi
ekseni etrafında döndüğünü onaylamaya ve ispata kalkmak çok tehlikeli bir
tutumdur, taşıdığı niyet ve amaç itibariyle yalnızca tüm Skolastik filozof ve
teologların ayağa kalkmasına değil, aynı zamanda, Kutsal Metinleri yalan
çıkararak, mukaddes imanımızın yaralanmasına da sebep olacak bir tutum.
Günümüzün diline tercüme edersek: astronomiciler belli bir modelin
öndeyide bulunma açısından diğerinden daha üstün olduğunu
söyleyebilirler, bunda hiçbir sorun yoktur, ancak bu yüz-
Dostları ilə paylaş: |