111
g e n i ş l e y e n i s y a n c o ğ r a f y a s ı
Ortadoğu’da yeni bir bölgesel düzenin sancıları
yaşanıyor. Bahreyn’den Fas’a, Tunus’tan Yemen’e
tüm bölgede yaşananların farklı nedenleri var.
Ancak özelde sebepleri ne kadar farklılaşırsa
farklılaşsın, yaşananlar bölgesel düzen krizi
parantezine alınabilir. Bu düzen sorunu çözül-
meden, bölgenin sakinleşmesini beklememek
gerekir. Krizin çözümü, bölgedeki yeni düze-
nin nasıl kurulacağı, meşruiyet sorunun nasıl
ve hangi aktörlerle aşılacağı sorununa verile-
cek cevapla sağlanacak. Bugün itibariyle bu
çözümün çok yakın olduğuna dair bir işaret
yok. Ancak farklı alternatiflerin olduğunu, bu
alternatifler arasında devam eden yarışın sonu-
cuna göre bölgenin uzunca bir süre bu sonuca
göre şekilleneceği açık. Bu noktada Türkiye’nin
alacağı tavır ise sadece Türkiye’nin değil, hem
bölgenin hem de küresel düzenin şekillenmesi
noktasında önemli olacak.
Krizin kısa tarihi
Bölgede yaşananların her ülke örneğinde ayrı
sebepleri olsa da, tüm sorunların ortak nokta-
sı bölgesel düzen krizidir. Bu nedenle Bahreyn
gibi zengin bir ülkede de Yemen gibi fakir ül-
kede de aynı kriz yaşanabiliyor. Krizin kökeni
1. Dünya Savaşı sonrasında tasfiye edilen Os-
manlı İmparatorluğu’nun mirasının halen pay-
laştırılmamış olması, yani 1. Dünya Savaşı’nın
halen bitmemiş olmasıdır. Kısaca hatırlamak
gerekirse, Osmanlı İmparatorluğu sonrası böl-
ge 2. Dünya Savaşı’na kadar sömürge ve manda
dönemi yaşadı. Bu dönemde bölgeye has kalıcı
bir siyasi çözüm üretilmesi bir yana, var olan
basit yönetim sorunları dahi aşılamadı. Aka-
binde post-kolonyal dalga ile yaşanan Arap
milliyetçiliği hem yeni bir öznellik dalgasını
hem de bölge tarihinin yeniden yazılmasını
beraberinde getirdi. Bu dönemde kurulan ya-
pılar sömürge karşıtı, laiklik vurgusu öne çı-
kan, milliyetçi hareketlerdi. Türkiye’de yaşanan
Kemalizm tecrübesine benzerlikler taşıyan bu
hareketler bölgeye geçici bir denge getirse de,
kalıcı bir düzen getiremedi. Soğuk Savaş’ın
bitmesinin tüm dünyada yeniden belirlenen
değişimlerden bölgenin de etkilenmesi kaçınıl-
mazdı. İran Devrimi’nin de etkisiyle yükselen
İslamcı hareketler bu rejimleri tehdit etse de
SETA YORUM
Ortadoğu’da Post-Davos
Süreci
Krizin kökeni 1. Dünya Savaşı sonrasında tasfiye edilen Osmanlı İmparatorluğu’nun
mirasının halen paylaştırılmamış olması, yani 1. Dünya Savaşı’nın halen bitmemiş
olmasıdır.
NUH YILMAZ
112
ş u b a t 1 1
yıkmayı başaramadı. Ancak bu hareketlenme-
nin sonuçları biraz da bölgede yaşanan İslamcı
dönüşümün etkisiyle yeterince değerlendirile-
meyerek fundamentalizm ya da aşırılık tanım-
lamasıyla geçiştirildi. 11 Eylül 2001 sonrası ise
cari sistemin tamamen sarsıldığına tanıklık et-
tik. ABD’nin bölgede varlığını neredeyse tama-
men askeri bir hale getirmesi, diplomatik gücü-
nü belli oranlarda tasfiye etmesi, İsrail’in artık
neredeyse meşruiyet sorununu tamamen yok
sayması, Irak’ın işgali sonrası yaşananlar yaşa-
nan siyasi krizi daha da derinleştirdi. Bugün
yaşadığımız tecrübe 2. Dünya Savaşı kurulan o
köhne yapılarının tasfiyesidir. Bir başka deyişle
1. Dünya Savaşı ile dağılan düzenin yerine kalı-
cı bir düzenin kurulamayışının sancılarıdır.
Siyasi meşruiyet sorunu
Soğuk Savaş sonrası yeni dünya düzeninin tek
hegemonu ABD, 11 Eylül sonrası bölgeye bakı-
şını tamamen değiştirdi. Bush Yönetimi’nin “öz-
gürlük gündemi” şeklinde tarif ettiği politikası,
11 Eylül’ün nedeninin bölgedeki demokratik
olmayan yapılar olduğu tespitini yapıyor, bu ya-
pıların gerekirse askeri güçle tasfiyesini amaç-
lıyordu. Kendisine neredeyse ilahi bir misyon
vehmeden bu politika, kurulacak demokratik
yönetimlerin Batı yanlısı ve teröre mesafeli
olacağını varsayıyordu. Bu nedenle bölgede de-
mokratik dönüşümleri ve serbest seçimleri sa-
vunan ABD, bu yeni politikayı uygulamak için
harekete geçti. Bu çerçevede Irak’ı işgal eden
ABD, Mısır’daki seçimlere İhvan hareketinin
dahil edilmesini, Hamas’ın Gazze’de seçimlere
dahil edilmesini kabul etti. Ancak bu politika
İsrail duvarına çarptı. Bush Yönetimi idealist
bir gündemle çıktığı yolda, serbest seçimlerin
Hamas gibi İslamcı aktörleri başa getirmesin-
den rahatsız olarak bu politikadan kısa sürede
vazgeçti. Bu nedenle 11 Eylül sonrası ABD’nin
kurmaya çalıştığı düzen başarılı olamadı. Hat-
ta tam aksine yeni bir düzen kurma iddiasıyla
ortaya çıkan ABD eski düzenin meşruiyetini
zedelediği gibi, bölgede ciddi bir boşluk yarattı.
Tam da bu noktada Bush’un özgürlük günde-
mi çerçevesinde teklif ettiği serbest seçim siya-
setini ilke olarak benimseyen Türkiye, Filistin
seçimlerinin sonuçlarının kabul edilmesini
benimsemekle kalmadı, bu ilkeyi genelleştire-
rek bölge siyasetinin temeline yerleştirdi. Yine
Türkiye bu süreçte ABD’nin bıraktığı boşluğu
doldurarak etki alanını genişletti, yeni bölge-
sel aktörlerle daha yakın ilişkiler kurdu. Vize
sisteminin serbestleştirilmesi, bölgesel enteg-
rasyon, ekonomik işbirliği gibi politikalarla
siyasetine yapısal bir şekil de veren Ankara da
yine aynı duvara çarptı: İsrail. Bölgedeki her
türlü entegrasyon ve istikrara politikasına karşı
konumlanan İsrail’e verilen cevap Ocak 2009’da
Davos’da Başbakan Erdoğan tarafından dile ge-
tirildi. İsrail’in politikalarını açıkça eleştirerek,
teşhir etmeyi temele alan bu siyasetin birçok
etkisi oldu. Ancak en önemli etkisi bölgede
uzun yıllardır sözde İsrail eleştiri ile neredeyse
maliyetsiz bir meşruiyet üreten otoriter rejim-
lerin bu kozu kaybetmeleri oldu. Ülke içindeki
otoriter rejimlerini İsrail eleştirisi üzerinden
meşrulaştıran liderlerin en önemli silahı, Davos
süreciyle birlikte ellerinden alındı. Post-Davos
süreci bu nedenle bölgede siyasi meşruiyet so-
runun doruğa çıktığı, düzen arayışlarının ise en
somut şekilde görüldüğü bir zaman olarak ele
alınmalıdır.
Krizin finansal boyutu
Bölgede yaşananların şüphesiz finansal boyut-
ları da mevcut. Sürecin tetiklendiği Tunus’ta
yaşanan protestoların işsizlik ve gıda krizi ile
başlamasını bu açıdan ele almak gerekir. Yük-
selen gıda fiyatları başta Tunus, Yemen ve Mı-
sır olmak üzere, bölgedeki çok zengin olmayan
ülkelerde sosyal ve ekonomik sorunlara yol
açarak siyasi istikrarsızlığı tetikliyor. Bölgedeki
Batı yanlısı rejimler belli oranlarda ABD başta
olmak üzere Batılı ülke ve kurumlar tarafın-
dan finanse ediliyordu. 2008 finansal krizi bu
sübvansiyon sürecini sekteye uğrattı. Bunun
dolaylı etkisi ise finansal krizin sosyal sonuç-
lara yol açması oldu. Tam da bu nedenle önü-
müzdeki dönemde siyasi krizin yaşandığı bölge
ülkelerinde, krizi finansal olarak kontrol edile-
bilir düzeyde tutarak, kendini dönüştürebilen
ülkelerin krizden fazla yara almadan kendini
yeniden üretebileceğini söyleyebiliriz. Bunu
yapacak kabiliyete sahip olmayan ülkeler ise bu
sürecin mağduru olacaktır.
Yeni Ortadoğu ve ABD
Soğuk Savaş’tan hiper güç olarak çıkan ABD,
hiper güç olma tekelini çok da başarılı vere-
medi. 11 Eylül sonrası aşana kibrin yansıması,
ABD’ye küresel liderliğini kaybettirmese de, hi-
per güç olma imajını önemli ölçüde zedeledi. 11
Eylül’e neredeyse kadiri mutlak bir imajla giren
ABD, aradan geçen 10 yılda girdiği iki savaşı da
bitiremeyen, insan hakları karnesi zayıf, moral
üstünlüğünü yitirmiş bir ülke haline geldi. Bu
süreçte tüm dünyada ABD karşıtlığı artarken