Stephen King Maça Kızı



Yüklə 2,05 Mb.
səhifə39/43
tarix22.07.2018
ölçüsü2,05 Mb.
#58435
1   ...   35   36   37   38   39   40   41   42   43

"Hatırlıyorum," dedi Sully. "Her şeyi hatırlıyorum." Bir tuhaf konuşmuş, Dieffenbaker ona merakla bakmıştı.

Nam'daki kentte Malenfant, Clemson ve öbür avcılar sabahleyin -bütün son hafta- yaşadıkları dehşetin birdenbire acısını çıkarmaya başladıkları zaman Deef'in nasıl göründüğü Sully'nin ansızın gözlerinin önünde canlandı. Geceki haykırışları, ani top ateşlerini ve sonunda da kendi ölümlerinin dumanını yayarak düşen alev içindeki helikopterleri unutmak istiyorlardı. Aşağı indiler ve güm! Amerikalılar açıklığa doğru koşarken siyah pijamalı küçük adamlar Delta İki-İki'ye ve Bravo İki-Bir'e ormandan ateş açtılar. Sully sağında Willie Shearman, önünde de Teğmen Packer olmak üzere koşmuştu; derken Teğmen Packer'in suratının ortasına kurşunu yemesiyle Sully'nin önünde kimse kalmamıştı. Ronnie Malenfant solundaydı, Malenfant da tiz sesiyle ileri ileri diye bağırıyor, amfetaminlerle doping yapmış çılgın ve dinamik bir satıcıya benziyordu: "Gelin, gelin, solucanlar! Gelin, beceriksiz Joe'lar! Vurun beni, salaklar! Salakoğlu salaklar! Nişan bile alamıyorsunuz bok herifler!" Pagano arkalarında, Slocum, Pags'in yanındaydı. Sully'nin hatırladığına göre Bravo'dan birkaç çocuk vardı, ama çoğunluk Delta'nın çocuklarıydı. Willie Shearman kendi arkadaşlarına sesleniyordu, ama birçoğu geri kaldılar. Delta iki-iki geri kalmadı. Clemson oradaydı, Wollensky ile Hackermeyer de. Sully adlarını hatırlayabilmesine şaşıyordu; adlarını da, o günün kokusunu da hatırlıyordu. Ormanın yeşil kokusu ve benzin kokusu. Göğün yeşil üstünde mavi manzarası... Tanrım, nasıl ateş ediyorlardı, o küçük şeytanlar nasıl ateş ediyorlardı. Yanınızdan geçen bir merminin rüzgârını asla unutamazdınız. Malenfant da bağırıyordu: "Vurun beni, eşek leşinden farksız piç kuruları! Kör müsünüz? Gelin, buradayım! Kör homolar, beceriksiz salaklar. Buradayım işte!" Düşen helikopterlerdeki adamlar da bağırdıklarından alevlere köpük sıkarak onları çektiler ve çıkardılar. Ne var ki artık insan değillerdi, yani insan diyebileceğiniz gibi değillerdi. Çoğunlukla haykıran TV yemekleriydiler, gözleri ve kemer tokaları olan TV yemekleri; hele erimiş tırnakları tüter halde size doğru uzanan parmakları yok muydu... Bu gibi şeyleri Dr. Conroy gibi kişilere anlatamazdınız. Örneğin, onları çektiğiniz zaman sadece parçalarının geldiğini, parçalarının yeni pişmiş bir hindinin, derisinin altındaki sıcak ve erimiş yağırı üstünde kayması gibi nasıl kayıp koptuğunu anlatamazdınız. Ve bunlar olup biterken yeşilin ve benzinin kokusunun nasıl burnunuza dolduğunu... Ed Sullivan bunun gerçekten büyük bir şov olduğunu söylüyordu ve hepsi bizim sahnemizde olup bitiyordu, sizin bütün yapabileceğiniz ise birlikte yuvarlanmak ve unutmaya çalışmaktı.

O sabah işte buydu, helikopterler bunlardı ve bunun gibi bir şeyin mutlaka bir yere gitmesi lazımdı. Boklu küçük kente vardıklarında kavrulmuş helikopter mürettebatının kokusu hâlâ burunlarındaydı. Teğmen ölmüştü. Bazı adamlar ise -Ronnie Malenfant'la arkadaşları derseniz- onlar biraz kaçırmışlardı. Dieffenbaker yeni teğmendi ve birdenbire kendini, gördükleri herkesi; çocukları, ihtiyar adamları, kırmızı Çin terlikli ihtiyar mamasan'ları öldürmek isteyen çılgın adamların başında bulmuştu.

Helikopterler onda düştüler. Ronnie Malenfant ikiyi beş geçe süngüsünü önce yaşlı kadının midesine sapladı, sonra pis domuzun kafasını keseceğini söyledi. Saat dördü çeyrek geçe dünya John Sullivan'ın yüzünde patladı. Bu, Dong Ha'daki büyük günü, gerçekten büyük şovu olmuştu.

Kentin tek sokağının başındaki iki kulübenin arasında duran Dieffenbaker on altı yaşında ürkek bir çocuğa benziyordu. Ama on altı değil yirmi beş yaşındaydı. Sully'den ve öbürlerinin çoğundan çok daha büyüktü. Orada Deef'in yaşındaki biricik adam Willie Shearman'dı, Willie de işe karışmaya isteksiz görünüyordu. Belki de sabahki kurtarma operasyonu onu tüketmiş ya da saldırı sırasında önde gidenlerin bir kere daha Delta İki-İki'nin çocukları olduğuna dikkat etmişti. Malenfant, o salak Kong'lar sopaların üstünde birkaç düzine kelle görürlerse Delta'yla dalaşmak isteyenlerin iki kere düşüneceklerini haykırıyordu. O kulakları delen tiz satıcı sesiyle bağırıyor, hiç durmadan bağırıyordu iskambil cambazı. Pags'le ağız mızıkaları. Malenfant'ın ise kartları. King, Malenfant'ın oyunuydu. Elde edebilirse bir puan on cent'ti, elde edemezse beş cent. Sully'nin, burun kanamalarına yol açacağı ve uçan çekirgeleri öldüreceğine yemin ettiği tiz sesiyle, "Gelin çocuklar!" diye bağırdı. "Gelin, Kahpe Kız'ı avlıyoruz!"

Sully durup yeni teğmenin solgun, yitik ve şaşkın yüzüne baktığını hatırladı. Şöyle düşündüğünü hatırlıyordu. Yapamaz. Bunu zamanında durdurmak için yapılması gerekeni yapamaz o. Ama sonra Dieffenbaker toparlanıp Sly Slocum'a başını salladı. Slocum bir an bile tereddüt etmedi. Sokakta krom ayaklı ve kırmızı oturaklı devrilmiş bir mutfak sandalyesinin yanında duran tüfeğini omuzladı nişan aldı ve Ralph Clemson'un kafasını havaya uçurdu. Yakınlarda duran ve Malenfant'a şaşkın şaşkın bakan Pagano, başından ayaklarının ucuna kadar kan püsküllülerinin içinde kaldığından hemen hemen habersiz görünüyordu. Clemson'un sokakta cansız olarak yere düşmesi partiyi sona erdirmişti. Oyun bitti, bebeğim.

Bugünlerde Dieffenbaker göbekli biri olmuştu ve bifokal camlı gözlükler takıyordu. Sonra, saçlarının çoğunu kaybetmişti. Sully buna şaşmıştı; birliğin beş yıl önce Jersey kıyısındaki toplantılarında Deefin oldukça gür saçlı bir kafası vardı. Sully o zaman bu heriflerle son kez âlem yaptığına yemin etmişti. Hiç iyiye doğru bir gelişme yoktu onlarda. Yumuşamıyorlardı. Her toplantıları Seinfeld'ın aktörlerinin bir buluşması gibiydi.

Yeni teğmen, "Dışarı çıkıp bir sigara içmek ister misin?" diye sordu. "Ya da herkes vazgeçtiği zaman sen de mi vazgeçtin?"

"Herkes gibi vazgeçtiğim doğru." Geri kalan ziyaretçilerin bakıp yanlarından geçmesi için o sırada tabutun biraz solunda duruyorlardı. Onlar alçak sesle konuşurken teypteki müzik, seslerini bastırmadan dalga dalga yayılıyordu. Çalınan parça The Old Rugged Cross'du.

"Bana kalırsa Pags'in tercih edeceği parça..."

Dieffenbaker sırıtarak, Goin Up the Country veya Let's Work Together, diye tamamladı.

Sully de sırıttı. O beklenmedik anlardan biriydi bu, bütün gün süren yağmur arasında kısa bir an güneşin çıkması gibi. O anların birin de bir şey hatırlamanın makbul olması, orada bulunduğunuz için sevinçli olmanız gibi. Sully, "Ya da belki The Animals'tan Boom Boom," dedi.

"Sly Slocum'un Pags'e o ağız mızıkasını susturmazsa onu kıçına sokacağını söylediğini hatırlıyor musun?"

Sully hâlâ sırıtarak "evet" der gibi başını eğdi. "Onu yeterince yukarı iterse Pags osurduğu zaman Kızıl Nehir Vadisi'ni çalabileceğini söyledi." Böyle derken Pagano'nun da bu olayı anımsayıp sırıtmasını beklermiş gibi tabuta sevgiyle baktı. Ama Pagano sadece orada yüzünde makyajıyla kımıldamadan yatıyordu. O bu gibi şeyleri aşmıştı. "Sana bir şey söyleyeyim mi," dedi. "Dışarı gelip senin sigara içmeni seyredeceğim."

"Tamam." Bir zamanlar askerlerinden birinin askerlerinden bir başkasını öldürmesini onaylayan Dieffenbaker, şapelin yan geçidinde ilerlemeye başlamıştı. Dazlak kafası camları renkli pencerelerin altından geçişinde karışık renklerle parlıyordu. Chevrolet satıcısı John Sullivan da topallayarak arkasından geliyordu; hayatının yarısı boyunca topallamıştı ve bunu artık fark etmiyordu bile.

1-95'deki trafik sürünme denecek kadar yavaşladı, sonra yan yolların birinde arada sırada görülen kıpırtı dışında tamamen durdu. Radyoda Mysterians yerini Siy ile Family Stone'un Müzikle Dans Edin parçasına bırakmıştı. Kahrolası Slocum burada olsa oturduğu yerde hoplardı. Sully durdu ve direksiyonun üstünde tempo tutmaya başladı.

Şarkının bitimine doğru sağına baktı ve yaşlı mamasan'ın arka koltukta oturduğunu gördü. O oturduğu yerde tempo tutmuyor, sadece sarı ellerini kucağında devşirmiş olarak oturuyordu. Çılgın renkli terliklerin dayandığı plastik paspasın üstünde SULLİVAN CHEVROLET İŞİNİZE DEĞER VERİYOR diye yazılıydı.

Sully rahatsız olmaktan çok, durumdan hoşlanmıştı. "Merhaba kocakarı," dedi. En son ne zaman yüzünü göstermişti? Tacklin'lerin Yeni Yıl partisinde mi? Sully'nin en son körkütük sarhoş olduğu zamandı. "Niçin Pags'in cenazesinde yoktun?" diye sordu. "Yeni teğmen seni sordu."

Yaşlı mamasan bir yanıt vermedi, zaten ne zaman vermişti ki? Sadece orada ellerini devşirmiş ve kara gözlerini Sully'nin üzerine dikmiş durumda oturuyordu. Yeşilli, turunculu ve kırmızı bir Cadılar Günü hayaliydi. Yaşlı mamasan bir Hollywood filmindeki hayaletler gibi değildi ama onun içinden öbür yanı göremiyordunuz; hiç şeklini değiştirmiyordu, hiç silinip kaybolmuyordu. Sıska sarı bileklerinin birinde bir ortaokul öğrencisinin alabileceği arkadaş bileziğine benzer örülü bir in taşıyordu. Ve ipin her kıvrımını ve eski yüzünün her kırışığını görmenize rağmen, kokusunu duyamıyordunuz, Sully'nin ona dokunmaya kalkıştığı bir defasında da kayboluvermişti. O bir hayaletti, Sully'nin kafası da içinde yaşadığı güvenilmez evdi. Sadece arada sırada (hiç acı çekmeden ve daima uyarısız olarak) kafası onu görebileceği bir yerde kusuyordu.

Mamasan hiç değişmiyordu. Hiç dazlak kalmıyor, safra kesesinde taşlar oluşmuyor veya gözlük takması gerekmiyordu. Clemson, Pags, Packer ve düşen helikopterlerin içindeki adamlar gibi ölmüyordu, (kardan adamlar gibi köpükle örtülü olarak sözde kurtardıkları iki kişi dahi ölmüştü, yaşayamayacak kadar kötü yanmışlardı ve tüm zahmetler boşuna olmuştu.) Carol'un yaptığı gibi ortadan da kaybolmuyordu. Hayır, yaşlı mamasan arada sırada küçük bir ziyaret için ortaya çıkıyordu ve Instant Karma'nın bir hit olduğu günden beri zerrece değişmemişti. Bir kere ölmesi gerekmişti tabii, Malenfant süngüsünü kamına sapladığı ve kafasını kesmeye niyetli olduğunu açıkladığı zaman çamurların içinde yığılıp kalmıştı. Ama o zamandan beri dolaşıp duruyordu.

"Nerelerdeydin, sevgilim?" Başka bir arabadan ona bakacak (Sully' nin arabası şimdi dört bir yanından sarılmış, adeta sıkıştırılmıştı.) ve dudaklarının kıpırdadığını görecek olsalar, radyo eşliğinde şarkı söylediğini sanırlardı. Başka bir şey düşünseler bile kimin umurunda? Onların ne düşündüğü kimin umurunda? Sully çok şey, korkunç şeyler görmüştü, hatta bağırsaklarından bir bölümün kasıklarındaki kanlı kılların üstünde yattığını görmüştü, bazen bu yaşlı hayaleti görmesinin (onunla konuşsa) ne önemi vardı? Onun dışında kimin üstüne vazifeydi.

Sully yolun ilersine bakarak trafiği neyin tıkadığını görmeye çalıştı (Ama göremedi, önünüzdeki adam sizin yaptığınızı yaptığı için asla göremezdiniz.) sonra arkasına baktı. Bazen bunu yaptığı zaman hayalet kayboluyordu. Ama bu kez olmadı; bu kez sadece kılık değiştirmişti. Kırmızı terlikler yerli yerindeydi, ama şimdi bir hemşire üniforması vardı arkasında: beyaz naylon pantolon, göğsüne küçük bir altın saatin iliştirilmiş olduğu beyaz bir gömlek ve ince siyah çizgili beyaz bir kep. Elleri hâlâ kucağında devşirilmişti ve hâlâ ona bakıyordu.

"Nerelerdeydin, Mama? Seni özledim. Biliyorum, garip, ama doğru. Mama, hep aklımdaydın. Yeni teğmeni görmeliydin. Gerçekten şaşılacak şey. Güneş seks-panosu devresine girdi. Tepesi cascavlak. Yani parlıyor demek istedim."

Yaşlı mamasan bir şey demedi. Sully buna hiç şaşırmadı.

Cenaze evinin yanında küçük bir yol, bunun yanında da yeşile boyalı bir bank, bankın iki yânında birer kum kovası vardı. Dieffenbaker kovalardan birinin yanında oturuyordu, ağzına bir sigara sıkıştırdı, (Sully bunun bir Dunhill olduğuna dikkat etti; çok etkileyici.) sonra pakedi Sully'ye uzattı.

"Hayır, gerçekten bıraktım."

"Harika." Dieffenbaker sigarasını bir Zippo ile yaktı. Sully bu arada garip bir şeyin farkına vardı: Vietnam'da bulunmuş hiç kimsenin sigarasını kibritle ya da yakıtı bitince atılan o çakmaklardan biriyle yaktığını görmemişti. Nam'dan gelen askerler yanlarında daima birer Zippo taşıyorlardı. Tabii ki bu doğru olamazdı. Acaba?

Dieffenbaker, "Hâlâ topallıyorsun," dedi.

"Evet."


"Yine de durumunda bir gelişme var gibime geliyor. Seni son gördüğümde bayağı sendeliyordun. Özellikle de bir iki kadeh yuvarladığın zaman."

"Hâlâ toplantılara gidiyor musun? O piknikler falan hâlâ yapılıyor mu?"

"Sanırım, hâlâ yapılıyorlar, ama ben üç yıldır gitmiyorum. Çok sıkıcı oluyor."

"Evet. Kanserli olmayanlar gözü dönmüş birer alkolik. İçkiyi bırakmayı becerenler ise Prozac'la• yaşıyorlar."

"Demek sen de dikkat ettin."

"Evet, dikkat ettim."

"Buna şaşırmadım. Sen hiçbir zaman dünyanın en zeki adamı değildin, Sully-John, ama anlama kapasitesi kuvvetli bir orospu çocuğuydun. O zamanlar bile. Sen hepsinin hakkından geldin. İçki, kanser depresyon ana sorunlardı. Bir de dişler. Dişleriyle sorunları olmayan hiçbir Vietnam gazisine rastlamadım ben. Yani dişleri kaldıysa. Ya sen, Sully? Yaşlı dişlerin nasıl?"

Vietnam'dan beri altı dişi çekilen (ayrıca sayısız kanal tedavisi gören) Sully, commi ci, comme ça• demek ister gibi elini oynattı.

Dieffenbaker, "Ya öbür sorun?" diye sordu. "O nasıl?"

Sully, "Şartlara bağlı," dedi.

"Ne gibi bir şarta?"

"Sorunum olarak nitelediğim şeye. O kahrolası buluşma pikniklerinin üçünde beraberdik..."

"Dördünde. Ayrıca, ben fazladan senin gitmediğin bir tanesine de gittim. Jersey kıyısındakinden bir yıl sonrakine. O piknikte Andy Hackermeyer Hürriyet Heykeli'nin tepesinden atlayarak intihar edeceğini ileri sürmüştü."

"Yaptı mı?"

Dieffenbaker sigarasından derin bir nefes çekti ve Sully'ye bir teğmen ifadesiyle baktı. Onca yıldan sonra bunu hâlâ becerebiliyordu. Şaşılacak şey. "Yapmış olsaydı, Post'ta okurdun. Post'u okumuyor musun?"

"Dini bir görevmiş gibi."

Dieffenbaker başıyla doğruladı. "Vietnam gazilerinin hepsinin dişleriyle başları dertte ve hepsi -Post'u okuyorlar. Yani Post'un ulaştığı yerlerdeyseler. Eğer değillerse ne yapıyorlar dersin?"

Sully, "Paul Harvey'i dinliyorlar," diye atıldı ve Dieffenbaker'i güldürdü.

Sully, helikopterlerin, kentin ve pusunun gününde orada olan Hack'i anımsıyordu. Bulaşıcı gülüşü olan sarışın bir gençti. Kız arkadaşının resmini rutubette çürümesin diye PVC ile kaplatmıştı ve onu ince bir gümüş zincirin ucunda boynunda taşıyordu. Geldikleri kentte üzerlerine ateş açıldığı sırada Hackermeyer, Sully'nin yanındaydı. Yaşlı mamasan'ın ellerini kaldırarak kulübesinden fırlamasını ve evini delik deşen Malenfant'la, Clemson'a, Peasley'e, Mims'e ve öbürlerine hızlı hızlı anlaşılmaz bir şeyler söylemesini izliyorlardı. Mims küçük bir erkek çocuğunun bacağına belki kazara mermilerini boşaltmıştı. Çocuk, kulübelerden birinin dışındaki toz toprağın içinde yatıyor ve avaz avaz bağırıyordu. Yaşlı mamasan grubun liderinin Malenfant olduğuna karar vermişti, niçin olmasın? En çok bağırıp çağıran Malenfant'tı; kadıncağız da hâlâ elini, kolunu sallayarak ona doğru koştu. Sully olayın kötü bir yanlış olduğunu, iskambil cambazının da, hepsinin de akşamdan kaldıklarını ona söyleyebilirdi, ama ağzını açmadı. O ve Hack durup Malenfant'ın tüfeğinin kabzasını kaldırarak kadıncağızın suratının ortasına çarpmasına ve onu yere yıkarak gevezeliğini noktalamasına seyirci kaldılar. Willie Shearman yirmi metre kadar ötelerinde duruyordu. Sully ve Bobby, yaşadıkları kentin Katolik çocuklarından biri olan Willie'den biraz korkarlardı. Şimdi de ne düşündüğü Willie'nin yüzünden anlaşılmıyordu. Adamlarından bazıları Willie'ye sevgiyle Willie Beysbol derlerdi.

"Senin sorunundan ne haber Sully-John?"

Sully, Dong Ha'daki kentten New York'ta cenaze evinin yanındaki yola ağır ağır döndü. Bazı anılar Tilki Kardeş'le Tavşan Kardeş'in eski öyküsündeki Katran Bebek• gibiydi, onlara yapışıp kalıyordunuz. "Her şey duruma bağlı," dedi. "Hangi sorunumdan söz etmiştim?"

"Kentin dışında bizi vurdukları zaman husyelerini havaya uçurduklarını söylemiştin. Malenfant'ın fıttırıp yaşlı kadını öldürmesini önlemediğin için Tanrı'nın seni cezalandırdığını söylemiştin."

Fıttırma olanları açıklamaya yeterli değildi. Malenfant yaşlı kadını bacaklarının arasına almış, süngüyü zavallının kafasının üstüne indiriyor, aynı zamanda çene yarıştırıyordu. Kanlar fışkırınca yaşlı kadının turuncu gömleği kırmızı bir batiğe benzemişti.

Sully, "Bütün sarhoşlar gibi ben de biraz abarttım," dedim. "Husye torbasının bir kısmı yerli yerinde, bazen de pompa hâlâ çalışıyor. Özellikle Viagra'dan beri. Tanrı o pislikten razı olsun."

"Sigara gibi içkiyi de mi bıraktın?"

Sully içini çekti. "Arada sırada bira içerim."

"Prozac alıyor musun?"

"Henüz hayır."

"Boşandın mı?"

Sully "evet" gibilerden başını eğdi. "Ya sen?"

"İki kere. Ama bir deneme daha yapmayı düşünüyorum. Mary Theresa Charlton'la. Çok tatlıdır. Üçüncü denemede şans insanın yüzüne güler. Benim ilkem budur."

Sully, "Biliyor musun, Loot?" dedi. "Burada Vietnam macerasının bazı miraslarını keşfettik." Bir parmağını uzattı. "Vietnam gazileri kanser olurlar; bu genellikle akciğer veya beyin kanseridir, ama başka yerler de olabilir."

"Pags gibi. Onunki pankreas kanseriydi, değil mi?"

"Doğru."


"Bütün o kanserler Portakal yüzünden," dedi Dieffenbaker. "Kimse kanıtlayamıyor, ama bunu hepimiz biliyoruz. Ajan Portakal, durmadan veren armağan."

Sully ikinci bir parmağıyla da işaret etti. "Vietnam gazileri depresyona uğrarlar, partilerde sarhoş olurlar, anıt gibi çarpıcı yerlerden atlamakla tehdit ederler." Üçüncü parmak da ortaya çıktı. "Vietnam gazilerinin dişleri de berbat. Vietnam gazileri boşanırlar."

Sully konuşmasının bu yerinde durdu. Yarı açık bir pencereden org müziği kulağına geliyordu. İşaret konumundaki dört parmağına ve avucunun içine kıvrılmış başparmağına baktı. Gaziler uyuşturucu düşkünüydüler. Gazilerin borçlarını ödeyeceklerine güvenilemezdi. Hangi banka memuruna sorsanız böyle diyecektir. (Oto satıcılığı işini rayına oturttuğu yıllarda bazı bankerler de Sully'ye aynı şeyi söylemişlerdi.) Gaziler kredi kartlarının limitlerini aşıyorlardı, kumarhanelerden atılıyorlardı, George Strait ve Patty Loveless'in şarkılarını dinlerken ağlıyorlardı, barlarda bowling oyunlarında birbirlerini bıçaklıyorlardı, krediyle araba satın alıp sonra onlarla kaza yapıyorlardı, karılarını dövüyorlardı, çocuklarını dövüyorlardı, kahrolası köpeklerini dövüyorlardı ve büyük bir olasılıkla ormana Apocalypse Now ya da Geyik Avcısı denen o pislikten daha yakın olmayanlardan daha sık tıraş olurken kendilerini kesiyorlardı.

Dieffenbaker, "Başparmak da nesi?" diye sordu. "Yapma, Sully, beni öldürüyorsun."

Sully bükülü başparmağına baktı. Şimdi çift odaklı gözlüğü ve gözbeğiyle o balmumu tenli sıska delikanlıyı belki hâlâ içinde taşıyan Dieffenbaker'e baktı. Sonra, başparmağını kaldırdı ve otostop yapan biri gibi onu havaya dikti.

"Vietnam gazileri yanlarında Zippo'lar taşırlar," dedi. "En azından sigarayı bırakana kadar."

Dieffenbaker de, "Ya da kanser oluncaya kadar," diye lafa karıştı. "Bu noktada ise eşleri onları kuvvetten düşmüş felçli ellerinin arasından çekip çıkarırlar."

Sully, "Boşanmış olanların dışındakiler," dedi ve ikisi de güldüler. Cenaze evinin dışında iyiydiler. O kadar da iyi olmasa da içerde olduğundan iyi. İçerdeki org müziği berbattı, çiçeklerin yapışkan kokusu daha da beter. Çiçeklerin kokusu Sully'ye Mekong Deltası'nı hatırlatmıştı.

Dieffenbaker, "Demek her şeye rağmen husyelerini tamamen kaybetmedin," dedi.

"Hayır. Jake Barnes ülkesine tamamen girmiş sayılmazsın."

"Kim dedin?"

"Önemi yok." Sully kitap okumaya pek meraklı değildi, hiçbir zaman da olmamıştı, (Kitap okumaya meraklı olan arkadaşı Bobby idi.) ama nekahet devresini geçirdiği sırada kütüphaneci ona Güneş de Doğar'ı vermiş, Sully de kitabı bir değil, üç kere yutarcasına okumuştu. O sıralar, çocukluklarında Sineklerin Tanrısı Bobby için neyse, bu kitap da onun için aynı şey olmuştu. Jake Barnes şimdi ona uzakta kalmış görünüyordu: Uyduruk sorunları olan teneke bir adam. Bir uydurma şey daha.

"Hayır mı?"

"Hayır. İstersem bir kadına sahip olabilirim; çocuklarım olamaz, ama bir kadınım olabilir. Ama epeyi bir hazırlık aşaması olduğundan çoğu zaman zahmete değmeyecekmiş gibi geliyor."

Dieffenbaker uzun zaman bir şey söylemedi. Oturup ellerine bakmayı sürdürdü. Başını kaldırdığında Sully onun gitmek zorunda olduğunu söyleyeceğini, dula veda edeceğini ve savaş alanına döneceğini zannetti. (Sully, yeni teğmenin işinin şimdilerdeki savaş alanının, içinde Pentium dedikleri sihirli bir şey bulunan bilgisayarlar satmak olduğunu düşündü.) Ama Dieffenbaker bunları söylemedi. "Ya yaşlı kadın?" diye sordu. "Onu hâlâ görüyor musun, yoksa artık gitti mi?"

Sully içinde henüz şekillenmemiş, ama güçlü bir dehşetin oluştuğunu hissetti. "Hangi yaşlı kadın?" diye sordu. Dieffenbaker'e veya herhangi birine bunu söylediğini anımsamıyordu, ama söylemiş olmalıydı. O buluşma pikniklerinde Dieffenbaker'e her şeyi anlatmış olabilirdi; o buluşmaların her biri belleğinde içki kokan kara deliklerden başka bir şey değildi.

Dieffenbaker, "Yaşlı mamasan," dedi ve sigaralarını yine ortaya çıkardı. "Malenfant'ın öldürdüğü. Onu gördüğünü söylemiştin. 'Bazen farklı giysiler giyiyor, ama hep o,' demiştin. Onu hâlâ görüyor musun?"

Sully, "Bunlardan bir tane alabilir miyim?" diye sordu. "Hiçbir Dunhill içmemiştim."


WKND'de Donna Summer şarkısında kötü bir kızdan, yaramaz bir kötü kızdan söz ediyordu. Sully arkasında yine yeşil pantolonu ve turuncu üstü olan yaşlı mamasan'a döndü. "Malenfant hiçbir zaman görünür şekilde deli değildi. Herhangi birinden daha deli değildi... belki sadece King'in delisiydi. Daima kendisiyle King oynayacak üç kişi arıyordu, bu da delilik sayılmaz, değil mi? Pags'le ağız mızıkalarından daha deli değildi, hele gecelerini eroin çekmekle geçiren gençlerden çok daha az deliydi. Hem Ronnie o adamların helikopterlerden çıkarılmasına yardım etmişti. Orman içinde bir düzine, belki de iki düzine sarı derili vardı ve hepsi de deli gibi ateş ediyorlardı. Teğmen Packer'i vurdular, Malenfant buna tanık olmuştu, oradaydı, ama bir an bile tereddüt etmedi. "Fowler veya Hack veya Slocum veya Peasley veya Sully'nin kendi de tereddüt etmemişti. Packer yere yığıldıktan sonra bile devam ettiler. Cesur çocuklardı. Ama cesaretleri keçi gibi inatçı ihtiyarlar tarafından çıkarılan bir savaşta ziyan olduysa, bu, cesaretlerinin hiçbir önemi olmadığı anlamına mı geliyordu? Bunun gibi, bir bomba yanlış zamanda patladığı için, Carol Gerber'in davası yanlış mı oluyordu? Saçma! Vietnam'da da bir sürü bomba yanlış zamanda patlamıştı. Şöyle düşünürseniz, Ronnie Malenfant da yanlış zamanda patlayan bir bombadan başka neydi?

Yaşlı mamasan, beyaz saçlı ihtiyar arkadaşı, yolcu koltuğunda elleri kucağında devşirilmiş olduğu halde oturmaya ve ona bakmaya devam etti.

Sully, "Hemen hemen iki haftadır bize ateş ediyorlardı," dedi. "A Shau Vadisi'nden ayrılışımızdan beri. Tam Boi'de kazanan taraf olduk, kazandığınız zaman da döne döne ilerlemeniz gerekir, yani ben öyle düşünüyordum, ama bizim yaptığımız aslında bir gerilemeydi, yuvarlanarak ilerlemek değil. Bir bozgundan sadece bir adım beriydi ve muhakkak ki kendimizi uzun süre kazanmış hissetmedik. Herhangi bir desteğimiz yoktu, sanki kurumak için asılmıştık. Kahrolası Vietnamizasyon! Ne gülünecek şeydi bu!" Sully bir an sustu, susarken mamasan'a, mamasan da ona bakıyordu. Durmuş trafik ilerlerinde ateş gibi ışıldıyordu. Sabırsız bir kamyoncu klaksonunu öttürünce Sully, uyuklarken birdenbire uyandırılan biri gibi havaya zıpladı.

"Biliyor musunuz, işte o zaman Willie Shearman'la karşılaştım, A Shau Vadisi'nden çekilirken. Bana yabancı gelmemişti ve onu daha önce bir yerde gördüğüme emindim, ama bu yerin neresi olabileceğini düşünemiyordum. Bilirsiniz, insanlar on dördüncü ve yirmi dördüncü yaşları arasında çok fazla değişirler. Derken bir öğleden sonra o ve Bravo Bölüğü'ndeki öbür gençlerden bir grup oturmuş, kızlar hakkında gevezelik ediyorlardı. Willie o sırada hayatında ilk kez Fransız yöntemine göre öpüldüğü yerin St. Theresa d'Avila Cemiyeti'nin danslı bir partisi olduğunu söyledi. Bunun üzerine, Tanrım, bunlar St. Gabe'in kızlarıydı, diye düşündüm. Dosdoğru onun yanına yürüyerek, "Sizler Asher Caddesi'nin kralları olabilirsiniz, ama futbol oynamak için her ne zaman Harwich Lisesi'ne geldiyseniz sizi bozguna uğrattık," dedim. Kahrolası Willie o kadar ani yerinden fırladı ki, Zencefilli Çörek Adam• gibi kaçacağını sandım. Bir hayalet görmüş gibiydi. Sonra gülerek elini uzattı ve ben St. Gabe'in lise yüzüğünün hâlâ parmağında olduğunu gördüm. Ve bu neyi kanıtlıyor, biliyor musunuz?"


Yüklə 2,05 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   35   36   37   38   39   40   41   42   43




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə