Stephen King Maça Kızı



Yüklə 2,05 Mb.
səhifə38/43
tarix22.07.2018
ölçüsü2,05 Mb.
#58435
1   ...   35   36   37   38   39   40   41   42   43

Öldü mü, yaşıyor mu? Yaşıyor mu, öldü mü? Willie'nin kendi kendine bu soruyu sormadığı gün geçmiyor.

Artık vazgeçmesi ve eve dönmesi gerektiğini bile bile kupür defterinin bundan sonraki sayfasını çeviriyor. En azından bir telefon etmezse Sharon onu çok merak edecek, (Willie aşağıdan telefon edecek, Sharon haklı, Willie normal olarak çok güvenilirdir.) ama kendini tutamıyor. Henüz...

Benefit Sokağı'ndaki yanık harabe fotoğrafının yukarsındaki manşet Los Angeles Times'tan alınma:


DANBURY 12'LİLERİNİN 3'Ü DOĞU LOS ANGELES'TE ÖLDÜ.

Polis Cinayet-İntihar Paktı Üzerinde Duruyor.

Yalnız Fiegler'le Gerber'in Ne Oldukları Bilinmiyor.
Ne var ki polisler hiç değilse Carol'un öldüğüne inanıyorlardı. Yazı bunu açıkça belirtiyordu. O sırada Willie de buna inanmıştı. Onca kan. Oysa şimdi...

Öldü mü, yaşıyor mu? Yaşıyor mu, öldü mü? Kalbi bazen ona kanın önemli olmadığını, Carol'un o son çılgınlıkların yapılmasından önce o küçük evden çıktığını fısıldıyor. Başka zamanlar polisin inandıklarına o da inanıyor, yani Carol'la Gegler'in ilk silahların atılmasından sonra ve evin etrafının çevrilmesinden önce kaçtıklarına; Carol'un da çatışma sırasında aldığı yaralardan ya öldüğüne ya da kendisini yavaşlattığı için Fiegler tarafından öldürüldüğüne. Bu senaryoya göre, yüzü kanlı ve eli pankartlı kız şimdi büyük bir olasılıkla güneşin doğusunda ve Tonopah'ın batısındaki çölde kavrulan bir kemik torbası.

Willie, Benefit Sokağı'ndaki yanmış evin fotoğrafına dokunuyor... sonra birden bir adı hatırlıyor, Dong Wa'nin bir başka My Lai veya My Khe olmasını önleyen adamınkini: Slocum. Evet, adı buydu. Sanki kararmış kirişler ve kırık camlar ona bunu fısıldadılar.

Willie kupür defterini kapatıp yerine kaldırıyor. Artık huzur içinde. Midtown Isıtma ve Soğutma'nın ofislerinde derlenip toplanması gerekenleri derleyip topladıktan sonra kapaktan kendini dışarı bırakıyor ve aşağıdaki merdivenin üstünde dengesini buluyor. Çantasını sapından tutarak onu aşağı çekiyor. Üçüncü basamağa iniyor, sonra kapağı indiriyor ve tavandaki panoyu yerine kaydırıyor.

O Çavuş Wheelock'a... bir şey, kalıcı bir şey yapamaz, ama Slocum yapabilir. Evet, Slocum gerçekten yapabilir. Slocum tabii ki zenci, ama bunun ne önemi var? Karanlıkta bütün kediler gridir, körler için ise hiçbir renkleri yoktur. Kör Willie Garfield'le Kör Willie Slocum arasındaki mesafe o kadar uzak mı? Tabii ki hayır.

Merdiveni katlayarak yerine kaldırırken, "Benim duyduğumu sen de duyuyor musun?" diye yavaşça şarkı söylüyor. "Benim aldığım kokuyu sen de alıyor musun, benim aldığım tadı sen de tadıyor musun?" Beş dakika sonra Batı Eyaletleri Arazi Analistleri'nin kapısını kapıyor ve kilitlerin üçünü de kilitliyor. Sonra koridora çıkıyor. Katta duran asansöre binerken, yumurta likörünü unutma. Allen'ler ve Dubray'lar, diye aklından geçiriyor.

"Tarçın da," diye yüksek sesle konuşuyor. Asansördeki üç kişi bakınıyorlar, Bill de çekingen bir gülümseyişle karşılık veriyor.

Dışarıya çıkınca Grand Central'a yöneliyor. Kar taneleri yüzünü dövüp onu ceketinin yakasını kaldırmaya mecbur ederken aklından tek bir düşünce geçiyor: Binanın dışındaki Noel Baba sakalını düzeltmiş.


GECE YARISI
"Sharon?"

"Hımmmmm?"

Sharon'un sesi uykulu, sanki uzaktan geliyor. Dubray'lar en sonunda on birde gittikten sonra uzun uzun sevişmişlerdi, şimdi de Sharon yavaş yavaş uykuya dalıyordu. Mesele yok, o da uykuya dalmak üzereydi. Bütün sorunları çözümleniyormuş veya Tanrı onları çözümlüyormuş gibi bir his var içinde.

"Noel'den sonra bir hafta kadar tatil yapabilirim," diyor. "Biraz envanter yapabilirim, yeni yerler araştırabilirim. Konum değiştirmeyi düşünüyorum." Yeni Yıl'dan önceki hafta içinde Willie Slocum'un ne yapacağını onun bilmesine gerek yok; kaygılanmak ve suçluluk duymak dışında bir şey yapamaz -belki de kaygılanmaz, bundan emin olmak için Willie bir sebep görmüyor.

Sharon, "Güzel," diyor. "Boş vaktin olunca birkaç film seyredebilirsin, değil mi?" Eli karanlıkta aranıyor ve Willie'nin koluna hafifçe dokunuyor. "O kadar sıkı çalışıyorsun ki." Kısa bir ara. "Yumurta likörünü de hatırladın. Hatırlayacağını sanmıyordum. Beni çok sevindirdin, sevgilim."

Erkek karanlıkta bu sözlere sırıtıyor. O kadar Sharon'ca ki.

Genç kadın, "Allen'ler fena değil, ama Dubray'lar sıkıcı. Sen de aynı fikirde değil misin?" diye soruyor.

Erkek, "Biraz öyle," diye itiraf ediyor.

"Kadının üstündeki elbise biraz daha dekolte olsaydı, bir üstsüzler barında iş bulabilirdi."

Erkek bir şey demiyor, ama yine sırıtıyor.

Genç kadın, "Bu gece iyiydi, değil mi?" diye kocasına soruyor. Sözünü ettiği küçük partileri değil.

"Evet, mükemmeldi."

"Sen iyi bir gün geçirdin mi? Sorma fırsatını bulamadım."

"İyi bir gündü, sevgilim."

"Seni seviyorum, Bill."

"Ben de seni seviyorum."

"Tatlı uykular."

"Tatlı uykular."

Bill yavaş yavaş uykunun koynuna yuvarlanırken parlak kırmızı kazaklı adamı düşünüyor. Farkına varmadan bir düşün içine kayıyor. Kırmızı kazaklı adam, "Altmış dokuzla yetmiş çetin yıllardı," diyor. "3/187 ile Hamburger Tepesi'ndeydim. Bir sürü iyi adam kaybettik." Sonra yüzü gülüyor. "Ama bu elime geçti." Paltosunun sol cebinden bir ipin ucundaki beyaz bir sakalı çıkarıyor. "Bir de bu." Sağ cebinden de plastik bir fincan çıkarıp sallıyor. Kabın dibinde birkaç bozuk para diş gibi takırdıyor. "Görüyorsunuz ya," diyor. "En kör hayatın bile bazı ödülleri var."

Sonra düş de siliniyor. Bill Shearman ertesi sabah altıyı çeyrek geçinceye kadar deliksiz bir uyku uyuyor. O saatte radyolu saati onu Küçük Davulcu Çocuk'un melodisiyle uyandırıyor.

1999: Birisi öldüğü zaman geçmişi düşünürsünüz
NİÇİN VİETNAM’DAYIZ

Birisi öldüğü zaman geçmişi düşünürsünüz. Sully herhalde bunu yıllardan beri biliyordu, ama ancak Pags'ın cenazesinde kafasının içinde belirgin bir gerçek olarak biçimlendi.

Helikopterlerin son mülteci yüklerini Saigon'daki Amerikan elçiliğinin damından (bazıları fotojenik biçimde iniş kızaklarından sallanarak) almasının üzerinden yirmi altı yıl, bir Huey'in John Sullivan, Willie Shearman ve belki bir düzinesini daha Dong Ha eyaletinden tahliye etmesinin üzerinden de hemen hemen otuz yıl geçti. Sully-John'la mucizevi şekilde bulduğu çocukluk tanıdığı o sabah helikopterler gökten düştükleri zaman kahraman olmuşlardı; ama öğleden sonra başka bir şey oldular. Sully, Huey'in tabanında yattığı yerde birisinin onu öldürmesi için haykırdığını anımsıyor. Willie'nin haykırdığını da anımsıyor. Willie, "Kör oldum!" diye haykırıyordu. "Tanrım, kör oldum!" Çok geçmeden -bağırsaklarının bir kısmının gri renkli ipler görünümünde karnından dışarı sarkarken ve husyelerinin büyük kısmı elden gittiği bir sırada- kimsenin istediğini yapmayacağını, kendisinin de bu işi bir başına yapamayacağını anlamıştı. En azından yeterince çabuk biçimde. Bu nedenle birinin mamasan'ı defetmesini istedi, bu kadarını yapabilirlerdi, değil mi? Onu yere indirmeli ya da aşağı atmalılardı. Niçin olmasın? Zaten ölmemiş miydi? Sorun şu ki, Sully'ye bakmaya son vermiyordu ve bu kadarı yeter de artardı bile.

Onunla Shearman'ı ve yarım düzine başka askeri -en ağır durumda olanları- herkesin Pipi Kenti dediği toplanma noktasında bir Medevac'a naklettiklerinde (Helikopter pilotları herhalde gittiklerine seviniyordu, feryatlar dayanılır gibi değildi.) Sully diğerlerinden hiçbirinin yaşlı mamasan'ı kokpitte bağdaş kurar göremediğini anlamaya başlamıştı. Yeşil pantolonlu, turuncu üstlü ve o garip Çin tarzı terlikli mamasan, Malenfant'ın iskambil cambazının flörtüydü. O günün daha erken bir saatinde Malenfant, Sully, Dieffenbaker, Siy Slocum ve öbürleriyle ormandaki açıklığa doğru koşmuştu. Ağaçların arasından kendilerine ateş eden sarı tenlilere havan toplarından, nişancılardan ve pusulardan kurtulmaya çalışarak geçirilen o korkunç haftaya rağmen Malenfant'ın kahraman olmak kaderiydi, Sully'nin de öyle. Ama gelin görün ki Malenfant şimdi bir katildi, eskiden Sully'nin çok korktuğu çocuk hayatını kurtarmıştı, Sully de bağırsakları rüzgârda dalgalanırken helikopterin dibinde yatıyordu. Art Linkletter'in her zaman söylediği gibi bu da insanların komik olduklarını kanıtlıyordu. O parlak ve korkunç öğleden sonra, "Biri beni öldürsün," diye bağırmıştı. "Biri beni vursun. Tanrı aşkına ölmeme izin verin."

Ama ölmemişti. Doktorlar parçalanmış husyelerinden birini kurtarmayı başarmışlardı. Şimdi ise yaşadığına aşağı yukarı sevindiği günler oluyordu. Gün batımları ona bunu hissettiriyordu. Satın aldıkları, fakat henüz onarılmamış arabaların depolandığı arsanın arkasına gitmeyi ve orada durup güneşin batışını seyretmeyi seviyordu.

San Francisco'da Willie onunla aynı koğuştaydı ve onu sık sık ziyaret ediyordu. Ordu, Üsteğmen Shearman'ı başka bir yere atayıncaya kadar da ziyaret etmeyi sürdürdü. Harwich'deki eski günler ve ortak tanıdıkları hakkında uzun uzun konuşmuşlardı. Hatta bir keresinde Associated Press ajansının bir foto muhabiri tarafından resimleri bile çekilmişti; Willie, Sully'nin yatağının kenarında oturuyor, ikisi de gülüyorlardı. Willie'nin gözleri o vakte kadar biraz iyileşmişti, ama tam formunu bulmamıştı. Willie bir ara Sully'ye hiçbir zaman eskisi gibi olmamalarından korktuğunu söylemişti. Fotoğrafa eşlik eden öykü budala-caydı, ama onlara mektuplar gelmesini sağlamış mıydı? İkisinin de okuyabileceklerinin çok fazlasını! Hatta Sully, Carol'dan bir haber alabileceğine dair çılgınca bir umuda kapılmış, ama hiçbir zaman alamamıştı. 1970 ilkbaharıydı, Carol Gerber de büyük bir olasılıkla esrar içiyor ve savaş sonu hippilerini mutlu ediyordu. Oysa o sırada lisedeki eski erkek arkadaşının dünyanın öbür ucunda husyeleri parçalanıyordu. Haklısın, Art, insanlar komik. Hem çocuklar en olmayacak şeyleri söylerler.

Willie memlekete gönderildikten sonra yaşlı mamasan kaldı. Yaşlı mamasan oradaydı. Sully'nin San Francisco Askeri Hastanesi'nde geçirdiği yedi ay süresince her gün ve her gece gelmiş, bütün dünyanın pislik koktuğu ve kalbinin baş ağrısı gibi sancıdığı o sonsuz zaman dilimi içinde en sadık ziyaretçisi olmuştu. Bazen o iğrenç yeşil renkteki golf etekliği ve sıska kollarını açıkta bırakan kolsuz üstle geliyordu... Ama çoğu zaman Malenfant'ın onu öldürdüğü gündeki kıyafetini giyiyordu; yeşil pantolonu, turuncu gömleği ve üstünde Çin simgeleri olan kırmızı terlikleri.

O yaz içinde bir gün San Francisco Chronicle'ı eline alınca eski kız arkadaşının baş sayfada olduğunu gördü. Eski kız arkadaşıyla hippi yoldaşları Danbury'de birkaç çocuk ve işçi almakla görevli memurları öldürmüştü. Eski kız arkadaşı şimdi Kızıl Carol'du. Eski kız arkadaşı ünlü biri olmuştu. "Seni sürtük," diye bağırdı ve gazeteyi tortop edip odanın öbür ucuna fırlatmaya hazırlanırken, bitişikteki yatakta yaşlı mamasan'ı gördü. Sully'ye kara gözleriyle bakıyordu. Onu görünce Sully kriz geçirdi. Hemşire geri döndüğünde Sully niçin ağladığını ona söyleyemedi ya da söylemedi. Bütün bildiği dünyanın çıldırdığıydı ve ona bir iğne yapılmasını istiyordu. Hemşire sonunda ona istediği iğneyi yapacak bir doktor buldu, Sully de kendinden geçmeden önce mamasan'ı gördü. Yaşlı mamasan bitişik yatakta sarı ellerini kucağında devşirerek oturuyor ve ona bakıyordu.

Mamasan onunla ülkenin öbür ucuna kadar yolculuk etti. Onunla Connecticut'a kadar geldi. Bir United Airlines 747'nin turist sınıfında geçidin öbür yanında biletsiz olarak oturuyordu. Yanında oturduğu işadamı da tıpkı Huey'deki mürettebat, Willie Shearman veya Kedicik Sarayı'ndaki personel gibi görmüyordu onu. Dong Ha'da Malenfant'ın flörtüydü, ama şimdi John Sullivan'ın flörtü olmuştu ve kara gözlerini ondan hiç ayırmıyordu. Buruşuk sarı parmaklan kucağında devşirilmiş olarak duruyor, gözleri Sully'den hiç ayrılmıyordu.

Otuz yıl çok uzun bir süre dostum.

Ama yıllar geçtikçe Sully onu giderek daha az görmeye başlamıştı.1970 sonbaharında Harwich'e döndüğü zaman yaşlı mamasan'ı hemen her gün görüyordu; Commonwealth Parkında B sahasının kıyısında veya işlerine gidip gelenlerin inip çıktıkları metro merdivenlerinin dibinde bir sosis yiyor ya da sadece ana caddede yürüyordu. Ve sürekli olarak ona bakıyordu.

Vietnam'dan sonra ilk işini elde etmesinin üzerinden uzun zaman geçmeden (İşi tabii ki araba satmaktı, doğru dürüst yapmasını bildiği tek şey buydu.) yaşlı mamasan'ı ön camında SATILIK yazılı 1968 modeli bir Ford LTD'nin yolcu koltuğunda otururken görmüştü.

San Francisco'daki psikiyatrist ona, "Zaman geçtikçe onu anlamaya başlıyacaksın," demiş, fakat Sully'nin tüm ısrarlarına karşın daha fazlasını söylemeyi reddetmişti. Psikiyatrist havada çarpışıp düşen helikopterler hakkında bilgi edinmek istiyor, Sully'nin Malenfant'tan niçin sık sık "şu iskambilci alçak" diye söz ettiğini öğrenmek istiyor, (Ama Sully nedenini ona söylemedi.) Sully'nin hâlâ seks fantezileri olup olmadığını, eğer varsa dikkati çekecek kadar şiddet içerip içermediğini soruyordu. Sully, adı Conroy olan adamdan hoşlanmıştı, ama bu onun rezil biri olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. San Francisco'da kaldığı sürenin sonlarına doğru bir gün Dr. Conroy'a az daha anlatıyordu. Sonunda anlatmadığına sevindi. Eski kız arkadaşı hakkında konuşmak şöyle dursun, ne düşüneceğini bile bilemiyordu. (Conroy'un bu durum için kullandığı terim ruhsal çekişmeydi.) Carol'u aptal ve şaşkın bir sürtük olarak nitelemişti, ama bütün kahrolası dünya da bugünlerde şaşkın değil miydi? Ve şiddet içeren davranışların ne kadar kolay patlak verebileceğini bilen biri varsa bu da John Sullivan'dı. Emin olduğu tek şey, Carol'la arkadaşları en sonunda enselendikleri zaman polisin onu öldürmemesini dilediğiydi.

Dr. Conroy rezil biri olsun veya olmasın, Sully'nin zamanla yaşlı mamasan'ı anlayacağı hakkında tamamen yanılmamıştı. En önemli şey, yaşlı mamasan'ın orada olmadığını anlamaktı. Mantıken anlamak kolaydı, ama Dong Ha'da içi dışına çıktığından ve böyle bir travmanın anlayışı yavaşlatması kaçınılmaz olduğu için insanın anlaması daha ağır gelişirdi.

Sully Dr. Conroy'un bazı kitaplarını ödünç almış, hastanenin kütüphanecisi de ona kütüphaneler arası bir anlaşma uyarınca bir iki kitap daha bulmuştu. Bu kitaplara göre, yeşil pantolonlu ve turuncu üstlü yaşlı mamasan "dışa vurulmuş bir fantezi"ydi; "sağ kalmaktan kaynaklanan bir suçluluk duygusu" ve "travma sonrası stres sendromu"yla başa çıkmasına yarayan bir mekanizmaydı. Başka bir deyişle mamasan bir hayaldi.

Nedeni ne olursa olsun, mamasan'ı görmesi seyreldikçe Sully'nin kadına karşı tutumu da değişti. Göründüğü zamanlar da tiksinti ya da yanlış inanışlarla karışık bir dehşet duyacak yerde, onu gördükçe kendini neredeyse mutlu hissetmeye başladı. Kentten ayrılan, fakat arada bir sizi ziyarete gelen bir dostunuzu gördüğünüzde hissettiğiniz gibi bir şeydi bu.

Şimdi Harwich'in yirmi mil kuzeyindeki ve başka anlamlarda ışık yılları kadar uzaktaki bir kent olan Milford'da oturuyordu. Sully çocukken orada oturduğu, Bobby Garfield ve Carol Gerber'le arkadaşlık ettiği zaman Harwich bol ağaçlı, sevimli bir banliyöydü. Şimdi küçüklüğünün kenti, geceleri gitmediğiniz bir yer, Bridgeport'un pis bir uzantısı olmuş çıkmıştı. Günlerinin çoğunu hâlâ galeride ya da ofisinde geçiriyordu. (Sullivan Chevrolet üst üste dört yıldır dört dörtlük bir oto satış mümessilliğiydi.) Ama Sully çoğu akşamlar altıda, en geç yedide, oradan ayrılıyor ve Milford'a doğru yola çıkıyordu. Oraya dönerken belki onaylamadığı, ancak çok gerçek bir minnettarlık duygusu duyuyordu. O yaz günü her zamanki gibi 1-95 üzerinden Milford'dan güneye hareket etmiş, ama daha geç bir saatte ve 9 numaralı çıkışa (HARWICH'IN ASHER CADDESİ) sapmadan. Bugün yeni arabanın burnunu güney yönünden ayırmadı (Araba mavi renkliydi ve siyah lastikleri vardı. İnsanların onu dikiz aynalarından gözlerken sinyal lambasının yanışını görmek Sully'yi eğlendiriyordu adamı polis zannediyorlardı.) ve doğru New York kentine arabasını sürdü.

Arabayı Arnie Mossberg'in batı tarafındaki galerisinde bıraktı, (Bir Chevrolet satıcısı olursan hiçbir zaman park sorunun yoktur; bu da işin iyi yanlarından biridir.) yürürken biraz mağazaların vitrinlerini seyretti, Palmiye İki'de bir biftek yedi, sonra Pagano'nun cenazesine gitti.

Pags o sabah helikopterlerin düştüğü yerdeki çocuklardan biri öğleden sonra da kentteki çocuklardan biriydi. Patikadaki son tuzağa düşenlerden de biriydi. Her şeye Sully'nin bir mayına basması ya da bir teli kopararak ağaca bağlı tuzağı patlatması neden olmuştu. Siyah pijamalı küçük adamlar o sırada ateş açmışlardı. Pags patikada boğazından vurulan Wollensky'yi yakalamıştı. Wollensky'nin kanı herhalde Pags'ın üstüne bulaşmıştı, (Sullivan bunu gördüğünü anımsamıyordu -o sırada kendi cehennemindeydi.) ama bu tamamen kurumamış olan öbür kanı örttüğü için adamı bir bakıma rahatlatmıştı. Slocum, Malenfant'ın arkadaşını vurduğunda Pagano üstüne kan sıçrayacak kadar yakında duruyordu. Clemson'un kanı üstüne sıçrayacak, Clemson'un beyni üstüne sıçrayacak kadar yakındaydı.

Sully kentte Clemson'un başına gelenler hakkında kimseye bir şey söylememişti, ne Dr. Conroy'a ne de bir başkasına. Sanki dili tutulmuştu. Herkesin dili tutulmuştu.

Pags kanserden ölmüştü. Sully'nin Vietnam'daki arkadaşlarından biri her ne zaman (Aslında hiçbiri arkadaşı değildi, Sully'nin arkadaş diyeceği türden insanlar değillerdi, ama bunları nitelemek için başka bir kelime icat edilmemişti.) öldüyse ölüm nedeni kanser, uyuşturucu ya da intihar oluyordu. Kanser genellikle akciğerde veya beyinde başlıyor, sonra her tarafa yayılıyordu. Bu adamlar bağışıklık sistemlerini sanki ormanda bırakmışlardı. Dick Pagano olayında suçlu Michael Landon'daki gibi pankreas kanseriydi. Yıldızların hastalığıydı bu. Tabutun kapağı açıktı, Pags da o kadar kötü gözükmüyordu. Karısı cenazeciye ona sıradan bir takım elbise giydirtmişti, bir üniforma değil. Kadın, Pagano'nun kazandığı nişanlara rağmen, üniforma seçeneğini aklından bile geçirmemişti. Pags sadece iki veya üç yıl üniforma giymişti, o yıllar bir tür sapmaydı; şanssız bir gününüzde büyük olasılıkla sarhoşken size uymayan bir şey yaptığınız için zamanınızı kodeste geçirmeniz gibi bir şey. Örneğin, bir bar kavgasında birini öldürmüş ya da eski karınızın pazarları din dersi verdiği kiliseyi yakmaya kafanızı takmış olabilirdiniz. Sully beraberinde vatani görevini yaptığı, kendisi dahil hiçbir erkeğin üniformayla gömülmek isteyebileceğini düşünemiyordu.

Dieffenbaker (Sully hâlâ onu yeni teğmen olarak düşünüyordu.) cenazeye gelmişti. Sully, Dieffenbaker'i uzun zamandır görmemişti ve epeyi konuşmuşlardı. Aslında daha çok konuşan Dieffenbaker olmuştu. Sully konuşmanın bir anlamının olup olmayacağından emin değildi, ama Dieffenbaker'in söyledikleri onu düşündürmüştü. Dieffenbaker ne kadar deli izlenimi uyandırmıştı. Sully, Connecticut'e dönerken yol boyunca bunu düşünmüştü.

Saat ikide Triborough Köprüsü'nde kuzeye doğru yol alıyordu. Paydos saatine yakalanmadan yoluna devam etmek için yeterince vakti vardı. WINS helikopterindeki trafik muhabiri, "Triborough'da ve kilit noktalarında trafik akışı düzgün," diyecekti. Helikopterlerin şimdilerdeki görevleri buydu: Amerikan kentlerine giren ve oralardan çıkan yollarda trafik akışını denetlemek.

Sully Bridgeport'un hemen kuzeyinde trafiğin yavaşlamaya başladığını fark etmedi. Haberleri bırakıp eski melodileri dinlemeye başlamış ve Pags'la ağız mızıkasını düşünmeye dalmıştı. Bir savaş filmi klişesiydi, bu: ağız mızıkalı saçları kırlaşmış er. Fakat Pagano insanın aklını kaçırtabilirdi. Gece ve gündüz ağız mızıkasını çalmış, sonunda çocuklardan biri -Hexley ya da Garrett Slocum- ona, vazgeçmezse bir sabah dünyanın ilk ıslık çalan rektum proteziyle uyanabileceğim söylemişti.

Sully düşündükçe rektum protezi tehdidini savuranın Siy Slocum olmasını daha çok olası görüyordu. Tulsa'lı ihtiyar siyah adam Family Stone'un dünyanın en iyi grubu olduğunu düşünüyor, beğendiği bir başka grup olan Rare Earth'ün beyaz olduğuna inanmak istemiyordu. Sully, Deef'in (Bu, Dieffenbaker'in üsteğmen olup Slocum'a, Dieffenbaker'in hayatında o vakte kadar yaptığı ve bundan sonra yapacağı en önemli jest olan onayı vermesinden önceydi.) Slocum'a o adamların folkçu beyaz Bob Dylan kadar beyaz olduğunu söylediğini hatırlıyordu. Slocum bunun üzerinde kafasını yormuş, sonra onda ender görülür bir ciddiyetle yanıt vermişti. "Saçmalamasana be adam. Rare Earth'ün çocukları siyah. Motown'da kayıt yapıyorlar, bütün Motown grupları da siyahtır. Herkes bilir bunu. Supremes, Temps, Smokey Robinson ve Miracles. Sana saygım var, Deef, ama saçmalamakta ısrar edersen seni yere mıhlayacağım."

Slocum ağız mızıkası müziğinden nefret ediyordu. Ağız mızıkası ona folk şarkıları söyleyen beyazları anımsatıyordu. Ona Dylan'ın savaşa derin bir ilgi duyduğunu söyleyecek olsanız, lanet olası orospu çocuğunun öyleyse niçin bir kere olsun Bob Hope'la cepheye gelmediğini söylerdi. Slocum, "Nedenini sana söyleyeyim," demişti. "Korkuyor. İşte ondan. Ağız mızıkası çalan tekerlek orospu çocuğu."

Altmışlı yılları anlatıp duran Dieffenbaker'i düşünüyor. O eski adları, eski yüzleri ve eski günleri düşünüyor. Bu arada kuzeye giden yolların dördünde de trafiğin yoğunlaşmaya başlamasıyla Caprice'in hız göstergesinin altmıştan elliye, sonra kırka düştüğünün farkında olmuyordu. Pags'in ormanda nasıl olduğunu anımsıyordu: Sıska ve siyah saçlıydı, yanaklarında hâlâ ergenlik döneminin sivilce izleri vardı; elinde bir tüfek, pantolonunun kemerinde bir değil, iki Hohner ağız mızıkası taşıyordu. Otuz yıl önceydi bu. On yıl daha da geriye gidilirse Sully, Harwich'de büyümekte olan bir çocuktu. Bobby Garfield'le arkadaşlık ediyor, Carol Gerber'in bir kez olsun kendisine, John Sullivan'a, her zaman Bobby'ye baktığı gibi bakmasını diliyordu.

Kız, daha sonra Sully'ye bakmıştı tabii, ama tümüyle aynı şekilde değil. Bu, Carol artık on bir yaşında olmadığı için miydi, yoksa kendisi Bobby olmadığı için mi? Sully orasını bilmiyordu. Bakış yeterince gizemliydi. Sanki Bobby'nin onu öldürmekte olduğunu, Carol'un da buna sevindiğini, yıldızlar gökten düşene, nehirler yokuş yukarı akana ve Louie Louie'nin bütün sözleri bilinene kadar bu şekilde öleceğini anlatıyordu .

Bobby Garfield'e ne olmuştu? Vietnam'a gitmiş miydi? Çiçek çocuklarına katılmış mıydı? Evlenmiş, çocuk sahibi olmuş, pankreas kanserinden ölmüş müydü? Sully bilmiyordu. Emin olduğu tek şey, Bobby'nin her nasıl olduysa o 1960 yazında değiştiğiydi. Sully'nin George Gölü'ndeki YMCA kampında bedava bir haftalık tatil kazandığı ve annesiyle kentten ayrıldığı yazdı. Carol liseyi tamamlamıştı ve her ne kadar Sully'ye hiçbir zaman tam olarak Bobby'ye baktığı gibi bakmadıysa da o, Carol'un ilk erkeği, Carol da onun ilk kadını olmuştu. Bir gece kırlarda, Newburg'daki bir mandıracının böğüren sığırlarla dolu ambarının arkasında olmuştu bu. Sully orgazm olurken kızın boynundaki tatlı parfümün burnuna dolduğunu hissetmişti.

Tabutunun içindeki Pagano'yla çocukluğundaki arkadaşları arasındaki bu garip ilişki niye? Belki de Pags geçmiş günlerdeki Bobby'ye biraz benzediği içindi. Bobby'nin saçları siyah yerine koyu kızıldı, ama aynı sıska yapı ve köşeli yüz... ve aynı çiller onda da vardı. Evet! Bobby ile Pags'in yanaklarıyla burunlarının üstünde bir çil serpintisi vardı! Ya da belki birisi öldüğü zaman geçmişi, lanet olası geçmişi düşünüyordunuz.

Caprice'in hızı şimdi saatte yirmi mile düşmüştü, trafik de 9 numaralı çıkışa çok az kala tamamen durmuştu, ama Sully hâlâ farkında değildi. Eski şarkıları çalan WKND'de The Mysterians 96 Gözyaşı'nı söylüyor, o da kilisenin ortasındaki geçitte tabutunun içindeki Pagano'ya bakmak için Dieffenbaker'in arkasında yürüyüşünü düşünüyordu. O sırada bir ilahi çalınıyor, Benimle Kal'ın melodisi Pagano'nun cesedinin yukarsındaki havayı dolduruyordu. Pags, yanına dayalı .50 kalibrelik, kucağında yükü ve miğferinin kayışına geçirilmiş Winston pakediyle saatler boyu otururken ne kadar mutlu görünüyor ve aynı melodiyi tekrar tekrar çalıyordu.

Sully tabutun içine bakarken onun Bobby Garfield'le olan benzerliğinin bittiğini fark etti. Cenazeci açık tabutu haklı gösterecek iyi bir iş çıkarmıştı, fakat Pags'de hâlâ hayatının son aylarını kanser diyetiyle, radyasyonla, kimyasal zehir enjeksiyonlarıyla ve istediği kadar patates cipsiyle geçiren şişman bir adamın gevşek derili ve sivri çeneli görünüşü vardı.

Dieffenbaker, "Ağız mızıkalarını hatırladın mı?" diye sordu.


Yüklə 2,05 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   35   36   37   38   39   40   41   42   43




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə