46
göstermesinden kaynaklanmaktadır. Oysa Boratav milliyetçilik ve bilim adamlığı
özelliklerini zihninde ve çalışmalarında harmanlamayı başarmış bir araştırmacıdır.
Öztürkmen kitabının devam eden sayfalarında Boratav’ın eserlerinden
parçalar ile kendisini nasıl müdafaa ettiğini açıklamaktadır.
Öztürkmen’in Cumhuriyet’in diğer “halk kurumları” olan Halkevleri ve Köy
Enstitüleri için yaptıkları tespitlerde büyük oranda benzemektedir. Bu tespitlere göre
de her daim süregelen iktidar ve muhalefet çekişmesi içinde kalan bu tarz halk
kurumları zaman içerisinde yıpranmışlar, güçsüzleşmişler ve ortadan kalkmışlardır.
Ülkemizde bu tarz siyasal ve ideolojik çatışmaların yansıma alanlarından en
önemlisinin sosyal bilimlerin alanı (özellikle tarih ve tarih yazıcılığı) olduğunu da
göz önüne alırsak, sosyal bilimlerin ve folklorun günümüzdeki ve yakın gelecekteki
sorunlarının neler olabileceğini kestirmemiz çok da zor olmaz.
2.
CUMHURİYET
DEVRİNDEN
ÖNCEKİ
FOLKLOR
ÇALIŞMALARI
Bu dönemdeki folklor çalışmaları daha çok derleme çalışmalarından ibarettir.
Osmanlı devleti 1877–78 Osmanlı-Rus savaşından sonra duraklama ve gerileme
dönemlerini geride bırakmış ve dağılma safhasına gelmişti. Balkan harplerinden de
yenilgiyle çıkan devlet kendisini devam ettirebilmek için yeni bir millet (ya da
modern anlamda bir ulus) inşa etmek durumundaydı. Bu ulus inşası ve yeni bir
kimlik kazanma projesinde folklor de kendine bir yer bulmaktaydı:
Araştırmacılar tarafından genellikle Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu
dönemler bağlamında tartışılan kimlik problemi Osmanlı tarihinde çok uzun
47
bir geçmişe sahiptir. 1839’da ilan edilen Tanzimat’ın modernleşen devlet
temelinde oluşturmaya çalıştığı vatandaşlık fikrine dayanan modernleşme
hareketi, 2. Abdülhamit’in Pan-İslamcı hareketi ve 1912-1913 Balkan
savaşlarından sonraki dönemde İttihat ve Terakki partisinin etnik temele
dayanan Türk milliyetçiliği. 1908 devrimi Osmanlı imparatorluğunun geri
kalmışlığını açıklamaya çalışan ve halkların birleştirilmesine ilişkin
spekülasyonlar yapan üç temel düşünce akımına yerini bırakmıştır: geri
kalmışlıktan dolayı dini suçlayan Batıcı seküler modernistler, geri kalmışlığın
gerekli İslami düzenin sağlanmasındaki sorunlardan oluştuğunu düşünen
İslamcılar ve son olarak geri kalmışlığın “milli kültürlerin kaybolması pahasına
kendisini bir medeniyet olarak empoze eden İslam sonucunda milli kültürün
yok olması” olduğunu iddia eden Türkçüler. Yıldız’a göre Türkiye
Cumhuriyetine etnik milliyetçilik 1908 devriminden miras kalmıştır. Ancak,
Kemalizm’in milliyetçiliğini herhangi bir etnik milliyetçi kategoriden ayrı olarak
tanımlayan yaklaşımlar da mevcuttur. Gülalp Kemalizm’in temelinde Osmanlı
imparatorluğu milliyetçiliğine benzer bir sınırlara dayanan milliyetçilik
görmektedir. Bu kavramsallaştırmaya göre Türkiye sınırlarında yaşayan
herkes Türk olarak tanımlanmaktadır.
34
Yukarıda alıntı yapılan Koray Değirmenci’nin bu makalesi de tıpkı Arzu
Öztürkmen’in kitabında olduğu gibi folklor milliyetçilik ilişkisini incelemektedir.
Millet (ulus) inşa edilmesinde önemli yer tutan halkbilimi çalışmaları aynı zamanda
inşa edilecek olan topluma yeni bir “onur” kazandırma amacını da gütmektedir. Zira
34
Koray Değirmenci, “Türk Milliyetçiği Ve Folklor Çalışmaları: Romantizm İle Aydınlanma
Arasında”, Kırk Budak, s.101
48
makalenin bir bölümündeki bir alt bilgide Osmanlı döneminde Türklük kavramı için
İlhan Başgöz’ün kaleminden şu açıklamalar yapılmaktadır: Onlar (bu kelimeyle
Osmanlı elitleri kastediliyor) için Türk “sadece eğitim görmemiş ve cahil
köylüleri ifade etmekteydi.” Benzer bir açıklama da Şerif Mardin’in Din ve
İdeoloji adlı kitabında yer almaktadır.”
35
Yine Başgöz’ün Nasreddin Hoca’sında,
Selçuklu ve Osmanlı döneminde yönetim kademesinin Türk-Türklük olgusuna bakışı
şu şekilde ifade edilmektedir:
Bu iki din, kültür ve hayat biçimi arasındaki bu gerginlik, başka
eserlerde de karşımıza çıkar. Şu iki örneği 1482 yılında derlenen bir atasözü
kitabından alıyorum: Vay ol kürke ki bit düşe/Vay ol eve ki Türk düşe- On
Türk bir turp, hayf ol turpa. Bu atasözlerinde turptan ve bitten daha değersiz
görülen Türk, eğitimi olmayan köylü ve göçebe Türkmen’di. Bu atasözleri,
kentli medreseli aydının köylü göçebe hakkındaki görüşünü yansıtıyordu.
Fuat Köprülü, bu gerginliğin başka ve daha çarpıcı örneklerini verdikten
sonra, halkı koyun sürüsü gibi gören bu davranışın, İslam felsefesinin bir
ilkesi olduğunu belirtiyor ve diyor ki:
‘Ortaçağ İslam filozoflarının ve ahlakçılarının nazari sistemine göre,
avam sınıfı, yani geniş halk zümresi, sadece koyun sürüsünden ibarettir;
onları adaletle idare etmek, yani çobanlık, yüksek sınıfın vazifesidir.’
36
Bu küçük düşürücü tavırlar, düşünceler ve sıfatlar yeni kurulacak devlet ile
birlikte değişim geçirecek ve daha başka bir nitelik kazanacaktı.
35
A. g. m. s.102 (Dipnotta)
36
İlhan Başgöz, Nasreddin Hoca, İstanbul, 1999, s. 30
Dostları ilə paylaş: |