T c istanbul 13. AĞir ceza mahkemesi


Duruşmaya saat 13;30’a kadar ara verildi



Yüklə 356,12 Kb.
səhifə3/4
tarix14.06.2018
ölçüsü356,12 Kb.
#48493
1   2   3   4

Duruşmaya saat 13;30’a kadar ara verildi.

Duruşmaya kaldığı yerden devam olundu.

Bu arada tutuklu sanık Aydın Yüksek rahatsızlığı sebebiyle huzurdan ayrıldı.

Yine bir kısım sanıklar müdafileri Av. Zeynep Küçük ve Av. Nevzat Çetin in geldikleri görülmekle huzurdaki yerlerine alındı.

Sanık Kemal Kerinçsiz’ in sorgu ve savunmasına kaldığı yerden devam olundu.



SANIK KEMAL KERİNÇSİZ SORGU VE SAVUNMASINA DEVAMLA:

Değerli başkanım, sayın üyeler, geçmiş dönemde bir mahkemenizden talepte bulunmuştum o talebim de de Tuncay Güney in emniyet müdürlüğünde yapılmış mülakatında emniyet yetkililerinin dışında MİT den bir kişinin bulunup bulunmadığı konusunda sorgusunda mahkeme müzekkere yazmıştı İstanbul emniyet müdürlüğüne, İstanbul emniyet müdürlüğünden gelen cevabi yazıda sorguda MİT mensubunun bulunmadığı ifade edilmişti, oysa değerli başkanım Ahmet İhtiyaroğlu nun bir bayanı var Enis Berberoğlu’na aynen şu şekilde ifade ediyor kendisi, Ahmet İhtiyaroğlu Tuncay Güney ile ilgili olarak diğer birimlere haber verdik, MİT olur Genelkurmay olur biri gelip Tuncay Güney e soru sorup yanıtlarını almış olabilir. Doğrudur o konuda üçüncü bir kişinin yani MİT elamanının Tuncay Güney in sorgusunda bulunduğu ortaya çıkmıştır. Ki müdafiim de onun ismini tespit etmek üzeredir. Kayıtları ile birlikte kendisi yapacağı savunmada sorgu hakkındaki beyanlarında bu kişinin ismini de görevini de her şeyi ile beraber değerli mahkemeye sunacaktır. Yani İstanbul emniyet müdürlüğünün vermiş olduğu cevapta net bir şekilde MİT in bulunmadığı ifade edilmişti oysa görevli bile MİT e ve Genelkurmay a haber verildiğini açıkça ifade etmekte ve tevilli yoldan da sorgusunda MİT mensubunun bulunduğunu ifade edebilmektedir. Yani bu başından itibaren değerli başkanım bu soruşturma hep yalanlar üzerine hep tahrifatlar, gerçek dışı hayali tertipler, masa başı oyunlar, bunların üzerine kurulmuş olan bir soruşturma ile karşı karşıyayız. Özellikle bu tertibin içersinde başından sonuna kadar bir emniyet müdürlüğü varsa gerçekten sanıkların durumu son derece zorlaşmakta. Bütün deliller adeta özünden çıkarılıp aleyhine dönüştürülmekte. Bu şartlar altında bir yargılanmakta da bulunmaktan üzüntü duyuyorum, çünkü gerek iddianamenin ekinde sunulan deliller gerek savcılık makamını ileri sürdüğü iddialar hep bu tertiplerin bir parçası olarak huzurunuza getiriliyor. Bunlardan bir tanesinin örneği de az önce sunmuş olduğum bilgidir değerli başkanım. Sayın başkanım mahkeme heyetinden savcının şahsım hakkında sunulan deliller arasında şu tespitlerde de bulunmasını arz etmekteyim, telefon konuşmalarımda bir örgütün varlığına ilişkin ya da üzerime atılan TCK 313 mad. düzenlenen silahlı isyana tahrik suçunun unsurlarını oluşturan tek bir konuşma ve cümle var mıdır? Tek bir konuşma bir cümle. 313. maddenin unsurlarını ihtiva edebilecek tahrik unsuru oluşturabilecek, silahlı isyana tahrik unsurunu. Bir halk unsurunu harekete geçirebilecek tek bir küçük cümle. Yine telefon konuşmalarımda herhangi bir kişiye suç işlemesi konusunda talimat, tavsiye, telkin, propaganda, ya da tahrik içeren bir konuşmam var mıdır yok mudur böyle bir konuşmam. Katıldığım yemekli toplantılarda ya da sohbetlerde sözde örgüte ilişkin konuşmaların yapıldığı veya kararlar alındığına bir tek cümle gösterilebilir mi?bir tek cümle bir karar cümlesi basit bir şey. Veya onu çağrıştırabilecek tabi örgütlerde bazen gizli kapaklı bazı şeyler yapılabilir ama en azından çağrıştırabilecek böyle toplantılarda bir cümle bir karar benden çıkmış mı benim iradem, irademin sonucu olarak söylemiş miyim. Böyle bir şeyin altında imzam var mı. beyanım var mı iradem var mı. yine Yaptığım konferanslarda, televizyon programlarımda, ki hepsi RTÜK denetimindedir, bir tek şikayet dahi yoktur. RTÜK hepsini denetlemektedir. İki televizyon programın konmuştur buraya iki televizyon programında da hepsini açıkladım tek bir suç unsuru konuşmam var mıdır. İsnat edilen. Evimde işyerimde bulunan belgelerde sözde örgütün varlığına ilişkin örgütün varlığına ya da suçun işlendiğine işleneceğine ilişkin bir yazı cümle ibare var mı dır. Bu sorularıma müspet cevap verilmesi mümkün olmadığı halde, huzurunuzda dört ayrı suçun faili olarak gösterilmem bir avuç Cumhuriyet düşmanı insanın çılgınca ve fütursuzca yaptığı talihsiz girişimlerden başka bir şey değildir. Burada şunu da ifade etmem gerekir. Yukarıda belirttiğim mitinglere, basın açıklamalarına, konferanslara katılan insanların kendi işledikleri bireysel suçlarda olabilir. Bu suçlarda şahsımın haberdar olması elbette ki mümkün değildir. Aynı evi paylaşan aile bireylerin dahi işledikleri suçlardan bazen çok sonra, bazen de soruşturma aşamasında öğrenebildikleri hepimizin malumudur. Aynı aile bireyi olmak söz konusu bir bireyin işlediği suçtan, diğer aile bireylerinin de sorumlu olacağı anlamına gelmez. TCK 20. maddesine göre ceza sorumluluğu şahsidir. Kimse başkasının fiilinden ötürü sorumlu tutulamaz. Bunun istisnaları yasada açıkça belirlenmiştir. Bu sebeple benimle birlikte bir basın açıklamasına katılan ya da bir yemekli toplantıda bulunan veya herhangi bir şekilde konuştuğum kişinin işlediği bireysel suçlara iştirak etmediğim birlikte işlemediğim tahrikte bulunmadığım, suça azmettirmediğim müddetçe söz konusu kişinin fiillerinden sorumlu tutulmam mümkün değildir. Bireysel suç işlemiş kişilerle ortak suç işleme iradesi olmadığı müddetçe suç ortaklığından da bahsedilemez. İddiaya göre iddianame de, bir veya birkaç kişinin evinde bomba saklamasından ötürü huzurdaki bütün sanıkların sorumlu tutulması adalet adına kabul edilemez bir tutumdur. Eğer kişinin bireysel anlamda evinde sakladığı bombalardan veya bulundurduğu ruhsatsız silahından yukarıda belirttiğin anlamda ceza ve suç hukuku ilişkisi kurulmadığı müddetçe sadece basın açıklamasında bulunmakla, açık hava toplantısına iştirakle ya da medeni sosyal ilişkinin varlığı ileri sürülerek örgüt ilişkisi kurulamaz. Aksi halde bu kişinin öncelikle ailesi, akrabaları, iş ilişkileri sosyal çevresi ve siyasi çevresinin tamamını suçlayarak suça dâhil etmek gerekir ki böyle bir sonucu hukukun, adalet politikalarının ve gerçek toplumsal yaşamın asla kabul etmeyeceği bir gerçektir. Nitekim yargı kararlarında da iddianamenin tam tersine örgüt ilişkisinin ne olabileceği konusunda sağlıklı bir şekilde işlenmiştir. Birkaç örnek vereceğim değerli başkanım, Yargıtay kararlarından öz itibariyle 1-Sanığın ev ve iş arama tutanaklarına değer verilerek suçla ilgili bir delile rastlamadığı takdirde suçu kabul etmeyen ifadeleri birlikte bütünleşerek örgüt ilişkisinin kurulamayacağının kabulü gerekir denmiştir. Bir kısım sanıkların soruşturma aşamasındaki atfı cürümleri yan delillerle doğrulanmadığı müddetçe dikkate alınması mümkün değildir.3. bir tespit, Kişinin geçmişteki siyasi eğilimlerini ortaya koyan eylemleri, toplantılara katılması ortak bir suç işleme iradesi, hiyerarşik ilişki eylemli paylaşım, tam bir işbirliği, kesintisiz ve uzun zaman devam eden faaliyet olmadığı müddetçe örgüt üyeliğinden bahsedilemez. 4. bir tespit, Örgüt üyeliği basit bir ilişki olmayıp ağır zarar tehlikesi yaratabilecek nitelikteki hazırlık hareketlerinden oluşması gerekir. Amaç suçları işlemeye elverişli bir örgüt yapısı içerisinde ideolojik ve siyasi bilinç almadan, yasa dışı, kitle eylemlerine katılmadan, bilahare kod adı alınarak gizlilik kurallarına riayet etmeden örgüt üyeliğinin sağlanması mümkün değildir. bütün bu şartlar şahsımda ve buradaki bulunan sanıklarda gerçekleşmemiştir. Kişilerin örgüt üyesi olduğu müddetçe eylemlerindeki süreklilik ve çeşitlilikte örgüt faaliyeti ve üyeliği için önemli bir kanıttır. Bazı basit düzeydeki bireysel suçların dışında birçok insanın tek bir suçu dahi bulunmamaktadır. 24 Yıl boyunca bir hukuk adamı olarak göz önünde bulunan ve hayatında tek bir suç işlememiş kişinin örgüt üyesi olarak huzurunuza getirilmesinde bir tuhaflık yok mudur? Girmiş olduğum ve yürüttüğüm davalardan yola çıkılarak örgüt suçunun varlığı ispat edilemez. Girdiğim davalar avukatlık mesleğin bir gereği ve anayasal hakkın kullanımından ibarettir. Bu davanın bir kısım sanıklarının müdafiliğini yaptığım sırada cezaevine yaptığım ziyaretler, müvekkil ve yakınları ile yaptığım görüşmeler, dava ve savunmaya yönelik delil toplama çalışmalarım örgüt üyesi olduğum anlamına asla gelmez. Hiçbir faaliyetim ve eylemim devlet aleyhine zarar tehlikesi yaratacak nitelikte hazırlık hareketi sayılmaz. AKP muhalifi olmam, AB ve ABD’nin tezgâhladığı ılımlı İslam rejimine karşıtlığım, AKP’nin bu ülkenin bütün değerlerini küresel dünyaya bir tepsi içinde sunduktan sonra bölünmesini sağlayacak her türlü politikalarına tepki koymam devlet karşıtı ya da devlet aleyhine faaliyette bulunduğum anlamına gelmez. Savcılar, AKP iktidarı ile devleti birbirine karıştırmış, hükümete karşı oluşturulan her türlü demokratik tepkiyi kaos çıkarmak, provokasyon ve kışkırtıcılık yapmakla eş değer tutarak suni bir hükümete silahlı isyan suçunu yaratmışlardır. Ancak bu silahlı isyan suçunda halkı hangi silahlarla ve hangi silahlı halkı kışkırttığım henüz ortaya konmamıştır. İddianame savcıları suçun bu unsurlarını açıklamaktan imtina etmişlerdir, unutmamışlardır, yoktur. Ya da iddianamelerinde bu unsur için yer kalmamış da olabilir. Değerli başkanım, Silahlı örgüt ve Silahların örgüte ait olmasına ilişkin bazı yargı kararlarına değinmek istiyorum. 9. ceza dairesinin 19/02/1998 tarihli kararında sanığın suça konu iki tabancayı örgüte ait olduğunu bilerek sakladığına dair her türlü şüpheden uzak ve inandırıcı ve yeterli kanıt bulunamadığı, çünkü burada on dokuz silah çıkmıştır, 86 sanıktan 70 in üzerindeki kişiden silah çıkmamış, iki kişinin evinde veya işyerinde bomba bulunduğu iddia edilmiş, onun dışında on dokuz silah da on dört kişinin üzerinde yedinde veya evinde bulunduğu iddia edilmiştir. Yani seksen altı kişiden yetmiş kişide silah ve benzeri hiçbir unsur yoktur. var olan silahlar da bireysel bazıları ruhsatlı, bazıları da ateşli silah kapsamında kalmayan silahlardır. Ceza genel kurulunun 21/11/1994 kararında sanık Remzi Dursun’un beyanı üzerine sanığın kömürlüğünde bulunan poşet içerisinde yasa dışı patlayıcı malzemeler ele geçirilmiş ise de sanığın yasa dışı örgüt üyesi olduğu ve pakette örgüte ait patlayıcı maddeler olduğunu bilerek sakladığı konusunda yeterli ve kesin kanıt bulunmamaktadır demiştir. burada doğrudan doğruya kişinin bu patlayıcı maddeleri bireysellik içersinde bulundurduğunu belirlemiştir. Örgüt ile bağlantı kurulamadığına değinmiştir. Yine Yargıtay 11. ceza dairesinin 2/5/1995 tarihli kararında; Diğer taraftan, TCK’ nın 149.mad. yer alan suçun oluşabilmesi için silahlandırmanın yerelliği ve bireyselliğini aşan nitelik ve genişlikte olması gerekli bulunmaktadır.askeri Yargıtay 3. dairesinin 20/5/1986 tarihli TCK’ nun 168.mad. devletin şahsiyetine karşı muayyen suçları işlemek için kurulan faillerinin ekserisi silahlı olmak suretiyle çok failli organize bir teşkilatı konu almıştır demiştir. Yargıtay ceza genel kurulunun 17.06.1985 tarihli kararında TCK’ nun 168.mad. deki silah amaçlanan suçun işlenmesini sağlayacak nitelik ve güçte olmalıdır demiştir. askeri Yargıtay’ın 4. dairesinin kararında, TCK 168.mad. devletin şahsiyetine karşı muayyen suçları işlemek için kurulan faillerin ekserisinin silahlı olmak suretiyle çok failli organize bir teşkilat konu alınmıştır. Denmiştir. Yine askeri Yargıtay daireler kurulu kararının 9.6.1983 tarihli kararında, üyesi bulundukları kabul edilen Kurtuluş örgütünün Türkiye genelindeki eylemleri, örgütün amacı yakalanan silahların miktar ve niteliği göz önüne alındığında TCK’ nın 168.maddesine uygun silahlı çete hüviyetinde olduğu görülmektedir denmiştir. Yine askeri Yargıtay’ın 3. dairesinin kararında, belirli gaye için teşekkül edecek olan çete, silahlı olarak teşekkül edecek ve gayesine erişmek, gaye suçu işleyebilmek için silahı vasıta olarak seçmiş bulunacaktır. Bu nedenledir ki çete mensuplarının fiilin silahla işlenmesi konusunda iradelerinin birleşmiş olması gereklidir. Ancak çete mensuplarının hepsinin silahlı olması gerekmeyip, çoğunluğunun silahlı olması yeterlidir. Yani silah konusunda irade birliğini arıyor. Askeri daireler kurulu 24.02.1983 tarihli kararında, TCK’nun 168.mad. devletin şahsiyetine karşı belli suçları işlemek için kurulan, faillerinin ekserisi silahlı olmak suretiyle çok failli organize bir teşkilatı konu alması itibarıyla silah suçun esaslı unsurunu teşkil etmektedir, yine bir askeri Yargıtay daireler kurulu kararı, 19.04.1984 tarihli, Silahların sorumlu bir kişide toplanıp muhafaza edilmesi ve gerektiğinde örgüt mensuplarına verilip tekrar geri alınması ve güttüğü amaç dikkate alındığında bu örgütün TCK’nun 168.mad. belirtilen organize ve disiplinli bir kuruluş halinde ve silahlı çete hüviyetinde olduğu anlaşılmaktadır denmiştir. Yargıtay 9. ceza dairesinin 27.01.1997 tarihli kararında, Örgütün silahlı çete veya terör örgütü olup olmadığının kuşkuya yer vermeyecek şekilde belirlenmesi yönünden, örgüt tüzük ve programının onanlı örneklerinin getirtilerek dosya içerisine konulması, örgüt elemanlarınca girişilmiş silahlı eylemler bulunup bulunmadığının anılan müdürlükten sorulması gerektiğini ifade etmiştir. son olarak bu konuda okuyacağım Yargıtay kararı, askeri Yargıtay 2. dairenin kararı 15/021989 tarihli, Örgütün ülke çapında pek çok silahlı eyleminin bulunduğu, bu nedenle de TCK’nun 168.mad. gösterilen silahlı çete vasfını aldığı anlaşılmaktadır, oysa burada ve iddianame de isnat edilen suçların hiçbir tanesinde Türkiye’nin genelinde silahlı olarak işlenmiş herhangi bir suçtan bahsetmek, bahsedebilmek mümkün değildir. Bir örgütün ne zaman silahlı sayılacağı konusunda TCK da değerli başkanım açık bir hüküm yok sadece TCK 220 maddenin 1. fıkrasında araç ve gereç bakımından amaç suçlarını elverişli olmaya yetecek ölçüde silahlı olması gerektiğini ifade etmiştir. Yine maddenin gerekçesinde de 220. maddenin, suç örgütünün silahlı olup olmaması veya sahip olunan silahların cins nitelik ve miktarı somut tehlikenin belirlenmesi veya var olan somut tehlikenin ağırlığı bakımından dikkate alınmalıdır denmiştir. TCK nın 314. maddesi de muhteviyatında silah sayısı bakımından bir hüküm getirmemiştir. Ancak 314. maddenin gerekçesinde silahın suçun unsuru olduğunu, mensuplarının tamamını silahlı olmasının zorunlu olmadığını, suçun işlenmesine yetebilecek ölçüde üyelerin silahlı olması gerektiği, suçun işlenmesine yetecek ölçüde, bu konudaki takdir tabi hakim her davada olaylara somut koşullara göre takdir edeceğini ifade etmiştir, silah konusu iddia makamının iddianame de en fazla zorlandığı, hatta geçiştirdiği bir konu olmuştur. iddianamenin bütününe baktığımızda silah konusunda sadece ve sadece 2455 sayfada yirmi bir satır ayrılmıştır değerli başkanım. Bu konuda iddianame de sayın iddianame makamının yazmış olduğu sadece dört cümle vardır, yirmi bir satırda değerli başkanım. Silah konusunda. Evirip çevirdim iddianame de. Silahların kimden alınacağı nerede toplanacağı, nasıl temin edileceği, çeşitleri cinsleri vesaireleri bu konuda hiçbir bilgi yoktur sadece yirmi bir satırdır. Şunları iddia makamı yazmış silah konusunda 1-Sözde örgütün kuruluş yapısı gereği, amaç ve faaliyet alanları bakımından, hem de sivil unsurları bakımından silahlı olduğunu demiş, böyle kendine göre bir tespit yapmış. Hangi sivil unsurları silahlı, az önce söyledim yetmiş in üzerinde kişide silah yoktur, çıkan kişilerde de tamamen bireyseldir. 2-Sözde örgüt üyelerinin ruhsatlı silahlarının dikkate alınmadığı, e bunları da alın bari. Ruhsatlı silah yasanın tanıdığı bir haktır. Bunu nasıl alırsınız bunu yazmaya gerek var mı buraya. 3-Ruhsatlı silah edinme imkânları bakımından kişilerde ruhsatsız silahların ve mühimmatın çıkmasının örgütün silahlı olması bakımından yeterli olduğunu, 4-Ele geçen patlayıcıların miktarı yönünden ve elde bulundurmanın legal amaçlar doğrultusunda olamayacağı terör örgütünün amacı ve faaliyetleri için yeterli miktarda olduğu belirtilmiştir denmiş, Sanık olan kişilerin tamamında çıkan silah ve patlayıcı maddeler Tek tek sayılmıştır. Savcının bu iddialarının ne kadar gerçek dışı olduğu izahtan varestedir. Şöyle ki; Silahların listesinde patlayıcı özelliği olmayan içi boşaltılmış iki adet el bombasına, bunu silah kapsamında görüyor. öldürücü özelliği olmayan yer belirleme amacı ile kullanılan 5 adet işaret fişeği, bu da silah kapsamına göründü, öldürücü özelliği olmayan 3 adet sis bombası, bu da aynı şekilde silah olarak görüldü, fünye, kapsül, ateşleme çakmağı, infilak fitili, içi boşaltılmış maket eğitim bombası, irtibatlık fitil, üç adet kuru sıkı tabanca, bunlar da aynı şekilde, 34 adet şarjör, susturucu, içi boşaltılmış havan ve uçak savar mermileri, iki adet kasatura gibi malzemelerin 6136 sayılı ateşli Silahlar kapsamında kalmadığını düşündüğümüzde ortada silah olarak şunlar vardır değerli başkanım, 39 adet el bombası,21 adet ruhsatsız tabanca,4 adet av tüfeği,3 adet uzun namlulu tüfek,,21 adet TNT kalıbı,12,160 gr. Patlayıcı madde bulunmuştur. Bu silahlardan bir kısım tabancalar ruhsatlı olduğu halde ruhsatsız gösterilmiştir.bir çok kişi bu konuda itirazlarını serdettiler. Bir kısım 150 yıllık tüfek atışa salih olmadan pek vahim silah olarak nitelendirilmiştir. Onun da incelemesi devam ediyor mahkemece. Öncelikle bu silahların miktar itibarı ile TCK 312 ve 313 mad. belirlenen suçları işlemek için yeterli olmadığı ortadadır. 600 bin kişilik ordusu, 200 bin kişilik polis gücü olan, askeri güç bakımından dünyanın ilk altı ülkesinde sayılan bir devletin hükümetini yukarıda belirtilen silahlarla ortadan kaldırmaya kimsenin gücü yetemez ve düşünülmesi bile mümkün değildir, imkânsız bir suçla karşı karşıyayız. Yine halkı bu silahlarla hükümete karşı isyan ettirmeye çalışmak bir başka imkânsızlığı bünyesinde barındırmaktadır. Bu iki amaç suçun söz konusu silahlarla işlenmesi fiziken ve madden mümkün değildir. Yasa her ne kadar bütün örgüt üyelerinin silahlı olmasını aramamış ise de amaçlanan suçları işlemeye yetecek ölçüde olması zaruretinden bahsetmiştir. Diğer taraftan yasada örgüt üyelerinin tamamının silahlı olmasa da bazılarının silahlı olması şarttır. Davada 86 sanık olup, 70 kişinin üzerindeki sanıkta hiçbir silah yoktur. şahsım da dahil olmak üzere. Patlayıcı maddeler iddiaya göre sadece 2 kişide çıkmıştır. Ruhsatsız silahların tamamı bireyseldir. Sanıkların anlatımlarından bu silahlara uzun zamandır sahip oldukları, uzun zamandır sahip oldukları yani dolaşıma girmediği, bu sözde örgüt talimatı ile örgüt sebebiyle örgüt bağı nedeni ile temin edilmediği, bireysel güvenlik ihtiyaçları sebebi ile bulundurdukları, bu silahlarla hiçbir suçun işlenmediği, tamamı temiz çıkmıştır. silahların elden ele gezmediği, hiçbir örgüt faaliyetinde kullanılmadığı anlaşılmaktadır. Bu şartlar altında bu ruhsatsız silahların sözde örgüt silahı olduğunu savunmak ve kabul etmek mümkün değildir. Patlayıcı maddeler ise bir kısmı Eskişehir de Fikret Emek’in evinde bulunmuştur. Bu kişi söz konusu patlayıcıların kendisine ait olduğunu, orduda görev yaparken kırsal kesimden topladığını en az 15 yıla yakın süredir evinde bulundurduğunu, hiçbir şekilde kullanmadığını ifade etmiştir. Bu kişiyi tanıyanda yoktur. Nitekim mekân olarak da İstanbul’da bulunan kişilerle hiçbir insani, sosyal, iş ve siyasi ilişkileri mevcut da değildir. Ayrıca bu patlayıcı maddelerle herhangi bir suç işlendiği iddia edilmediği gibi patlayıcılar kullanılarak işlenmiş bir suç ta yoktur ortada böyle bir iddiada yoktur, iddia makamı tarafından Eskişehir deki silahlarla patlayıcı maddelerle şurada şu suç işlenmiştir diye bir iddia yoktur, bomba merkezinden alınan bilgilerle benzer kafile numaraları ile muhtelif suçların işlendiği belirtilmekle beraber bu suçlar bu sözde örgütün suçu olarak iddia makamı tarafından da kabul edilmemiştir. Çünkü bu dosyalar celp edilmemiştir dahi, iddianame de bahsedilmemiştir dahi. Çünkü iddia makamı da benzer kafile ile işlenen suçların aynı kişiler tarafından işlenme ihtimaline olabileceği olgusu kabul edilmemiştir, doğrudur. Çünkü bir kafile numarasından on binlerce bomba üretilebilmektedir. Bu sebeple Eskişehir’de bulunan söz konusu silah ve patlayıcı maddelerin sözde örgüte ait olduğunu iddia etmek abesle iştigaldir. Savcılar sözde örgütün kuruluşunu ve yapılanmasını 1999’la sınırlandırdığına göre bu tarihten çok daha önce , çünkü sanık en az on beş yıl diyor, en az on beş yıl önce, yani sivil açılımından çok daha önce, bu tarihten çok daha önce sanıklardan kimsenin kimseyi tanımadığı bir tarihte yine kimsenin bilmediği patlayıcı maddeler sözde örgüt silahı sayılamaz. Patlayıcı maddelerin bir diğer kısmı ise Ümraniye’de bulunmuştur. Burada bulunan 27 adet el bombası ile irtibatlandırılan 2 kişi mevcuttur. Her ne kadar bu bombalarla Muzaffer Tekin ve Veli Küçük irtibatlandırılmaya çalışılsa da, bunun tamamen bir senaryo olduğu duruşmalarda anlaşılmıştır. Soruşturmada ilgili kişiler bombaların aidiyetini kabul etmemişlerdir. Bu husus yargılama sonucu ortaya çıkacaktır. İlgili kişilerden Ali Yiğit söz konusu bombaların 8–10 yıl önce temin edilerek saklandığını iddia etmektedir. Bu süreç içinde bu patlayıcı maddelerin bu yerde veya öncesinde başka bir yerde olduğunu kimse bilmemektedir. İlgili kişilerin dışında soruşturma dosyasında bombaların temininde, saklanmasında ya da oraya getirilmesinde hiçbir dâhillerinin bulunmadığı ileri sürülmektedir. Bombalar varsa, mahkemenin belgeleyeceği kişi yada kişilerin, tamamen bireysel suç iradesi ile bulundurulmaktadır. Her ne kadar söz konusu bombalardan üçünün Cumhuriyet Gazetesinin bombalanmasında kullanıldığı ileri sürülmekte ise de bu iddia, atfı cürümde bulunan ve gizli tanık olan suçun sanığı konumundaki Osman Yıldırım tarafından ileri sürülmektedir. Bu iddianın ciddiyeti ve inandırıcılığı yoktur. Çelişkili ve sürekli değişen beyanların hukuki bir değeri olmadığını yüce mahkemede basit bir analiz sonucu ortaya çıkarabilecektir. Diğer taraftan bir başka bölümde ayrıntılı olarak incelediğimiz bu bombalara karar olmaksızın el konulduğu hususudur. El koyma kararı tamamen usulsüz olduğu gibi, patlayıcılık özelliği tartışmalıdır. Duruşmada bu özelliği tartışılmadan usulsüz bir kararla, mevzuata aykırı olarak imha edilmesi bu bombaların delil olma özelliğini, suçun unsuru ve silahı olma vasfını tamamen ortadan kaldırmıştır. Kaldı ki iddianamede bulunan patlayıcı maddelerle sözde örgüt arasında bağlantıya değinilmekten imtina edilmiştir. Doğrudur, bu bağ kurulamamıştır. Üzerine gidilmek istenmemiştir şaibe ve şüphe olarak ortada kalsın denmiştir. Sözde örgütün yöneticileri ya da üyelerinin söz konusu bombaların temininde, barındırılmasında, gizlenmesinde, bulundurulmasında ilgisi olan kişi veya kişilerle en küçük bir ilgisi, olaya dâhili, bilgisi tartışılmamış, ortaya konmamış ve delillendirilmemiştir. Sanıklardan Tekin’in manav dükkânının önünden birkaç dakika duraksayarak geçtiği hususunun gerçek dışılığı bizzat Ali Yiğit’in bu konudaki beyanları ile çürütülmüştür. Bu konuda dinlenen tanıklarda soruşturma aşamasında aynı doğrultuda beyanda bulunmuştur. Her nedense savcı tarafından dinlenen bu tanıkların ifadelerine, iddianamede diğer lehe olan delillerde olduğu gibi yer verilmemiştir. Bombaların Cumhuriyet Gazetesinin bombalanmasında kullanılmadığı duruşmada dinlenecek veya dinlenen sanık, tanık anlatımları ve diğer delillerle ortaya çıkmış ve çıkacaktır. Ancak burada teknik bir delil olarak ortaya çıkan ve savcının iddianamede sürekli bocalamak zorunda kaldığı kafile numaralarında düşülen hata, bu iddianamenin ciddiyetine büyük ölçüde gölge düşürmüştür. İddianamenin bazı bölümlerinde Cumhuriyet Gazetesine atılan bombalar ile Ümraniye’de bulunan bombaların aynı kafileden olduğu belirtilirken, bazı bölümlerde benzer kafile, bazı yerlerde de benzer seri numarasından bahsedilmiştir. Bütün bunların bilgi kirliliği ve kafa karışıklığı yaratmak amacı ile kasıtlı olarak yapıldığı kanaatindeyiz. Oysa soruşturma aşamasında basit bir uzmana, iyi niyetli olarak danışılmış rapor alınmış olsa idi, bir kafileden on binlerce bomba üretildiğini, olayda kullanılan bombaların aynı kafile numarasını taşımalarının mutlak surette olayla bir ilgi kurulmasının mümkün olmadığını, nitekim bomba bankasından gelen bilgilerde aynı kafileden olan el bombalarının Türkiye’nin dört bir tarafında adi olaylarda ve farklı terör örgütlerinin olaylarında kullanıldığı gerçeği çok rahatlıkla ortaya çıkarılabilirdi. Savcının işi, olmayan bir suçu yaratmak değil,işlenmiş olan bir suçun gerçek failinin bulunmasına kamu adına hizmet etmektir. Savcının, iddianamenin 73 ve 74.sayfasında silahlarla ilgili mesnetsiz iddialara da kısaca cevap vermekte fayda mülahaza etmekteyim. İddianamede çok önemli delil olarak gösterilen Ergenekon belgelerinde her nedense silah bölümü atlanmıştır. Bu belgeleri senaryoya uygun olarak kaleme alan kişiler silah bölümünü yazmayı unutmuşlardır. Ben iddianamede yer alan hiçbir belgede, nükleer ve kimyasal silahların üretilmesi ve satılması gibi son derece afakî ve hayali cümlelerin dışında sözde örgütün silahlandırılması, silahların temini, nerede kimler tarafından ve ne şekilde saklanacağı, örgütün silahlarını saklamakla görevli olan kişi veya kişilerin isimleri, bu konuda kimlerin görevli olduğu konusunda hiçbir bilgiye rastlamadım. Kanaatimce bu bölümün yazılmasının atlanması bilinçli olmuştur. Çünkü savcı dahi sözde terör örgütünün kuruluş yapısının özelliği yani TSK içinde örgütlendiği iddiası ile silah temininde zorluk çekmeyeceğini düşünerek bu hususu üstü kapalı anlatma ihtiyacı hissetmiştir. Ancak bu iddia doğru ise o zaman bu sözde örgütün ciddi sayıda ve yetkili konumdaki muvazzaflarını getirin ve örgüt üyesi yapın o zaman o silah konusundaki görüşünüze bir anlam verelim. Ancak bir yandan bu örgütün silahları, ordunun silahları diyeceksiniz, TSK nın silahları diyeceksiniz, ama örgüt içinde ordu silahlarını sözde darbede kullanabilecek yeterlilikte ve sayıda muvazzaf ordu mensubunu sanık olarak mahkeme huzuruna getirmeyeceksiniz. Bu bir çelişkidir bunun kabulü mümkün değildir. Savcının önce kendi yazdığına inanması, inanmadığını ve delillendirmediğini de yazmaması gerekir. Göstermelik olarak birbirlerine mail atan, sohbet eden birkaç teğmen, yüzbaşı veya bir binbaşı almak ile silah sorununun çözümü mümkün değildir. Savcı adeta bir mucize yaratıp, silahsız darbe suçunu ihdas etmektedir. İddianame savcıları bu soruşturma ile Türk’ün Ergenekon destanını kirletirken 600 bin kişilik orduya, 200 bin kişilik polise karşı darbe yapabileceğini iddia ederek 48 sanığa Kürşat destanında olduğu gibi Kürşat ve kırk atlısının Çin sarayını basması gibi çok ağır bir sorumluluk yüklemiştir. Savcılar lütfetmişler sanıkların ruhsatlı silahlarını, örgüt silahı kapsamına almamışlardır. Kendilerine müteşekkiriz. Çünkü izinli basın açıklamalarına katılımı örgüt faaliyeti olarak gören, iddia makamının ruhsatlı silahları da örgüt silahı olarak kabul etmesi son derece tabi ve kendisine yakışan bir davranış tarzıdır. Savcı herhalde herkesin ruhsatlı silah edinme imkânından bahsederken ciddi olmasa gerek. Diyor ki efendim,herkes ruhsatlı silah edinme imkanına sahip iken neden ruhsatsız silah bulunduruluyor. Herhalde savcı Türkiye nin şartlarını unutmuş, bir silahın ruhsatlı olarak nasıl alınabileceğini tamamen mevzuat hükümlerin bir kenara bırakmıştır. İsteyenin dilediği gibi ruhsat çıkarması mümkün değildir ve son derece zordur. Ancak buna rağmen bu zorluk, ruhsatsız silah taşımanın da mazereti asla olamaz. Çoğu kişi ruhsat çıkarma şartlarını taşımaması nedeni ile ruhsatsız silah bulundurma yoluna gitmektedir. Toplumun silaha olan düşkünlüğü, kendisini güvende hissetme ihtiyacı, güvenlik güçlerinin toplumsal huzuru ve güveni sağlamadaki yetersizliği, özellikle mal aleyhine işlenen cürümlerin ve güç kullanımının artması insanları ister istemez ruhsatsız silah taşıma ve bulundurmaya itmektedir. Bu ruhsatsız silah suçunun cezası ile kişisel güvenliğin sağlanması karşılaştırıldığında güvenlik ihtiyacı çoğu zaman ağır basmakta, ruhsatsız silah taşımanın getireceği müeyyidelere insanlar baştan rıza gösterilmektedir. Ele geçen silah ve patlayıcı maddelerin bulundurulması elbette ki yasal değildir. Ancak bulundurma amacı da, savcının iddia ettiği terör suçlarını işlemek değildir. Ruhsatsız silahların yukarıdaki paragrafta yaptığımız açıklamalar doğrultusunda kişisel güvenlik sebebi ile bulundurulduğu yaşamsal bir gerçektir. Bombalar konusunda da; Güneydoğu’da görev yapmış olan askerlerin sivil hayata adapte olmalarındaki güçlükler ve yaşanan güvenlik ihtiyacından kaynaklanmaktadır. Güneydoğu’da yıllarca terör ile iç içe yaşamış, dağda kırda üzerinde onlarca bomba ve muhtelif silahlarla gezme sorunluluğu ve bu şekilde davranmasının hayatta kalmasının en önemli tedbiri olması dolayısıyla, özellikle terör olayının bir başka gerçeği de bütün silah çeşitlerinin çatışmalarda çok kolaylıkla temini ve ulaşılması karşısında, görev bitiminde de bazen bir ömür boyu, bazen de bir süre zuhur eden güvenliğin mutlaka silahların taşınması ve bulundurulması yolu ile sağlanacağı düşüncesinin terk edilememesi, davamızda da yaşandığı gibi silah veya patlayıcı madde bulundurma ve saklama sıkıntısını beraberinde getirmiştir. Bu konu tamamen sosyal psikolojinin alanı içerisine girmektedir. Askeri ile polisi ile köy korucuları ve bazen de vatandaşların yüzleştiği ve 40 yıldır yaşanan terör gerçeğinin bir başka boyutu bu şekilde ortaya çıkmaktadır. Bazen gazetelere yansıdığı gibi birçok emekli güvenlik görevlisinin evinde yıllardır barındırılan ve kullanılmayan patlayıcı maddeler bulunduğu bu toplumun yaşadığı bir başka gerçektir. Bunu savunmak mümkün değildir. Ancak bu psiko-sosyal olaya değişik boyutlar vererek, tamamen bu toplumsal gerçeği kurgunun temeli yapıp, sözde bir terör örgütü yaratarak bir takım iç ve dış güçlere hizmet vermenin hukukçulukla bağdaşan bir tarafı yoktur. Bir evde çıkan bireysel olduğu her yönü ile ortada olan bombaları lastik gibi uzatarak hiçbir bağlantı kurmadan gazetecilere, öğretim üyelerine, avukatlara muhtelif bütün aydın kesime uzatarak sindirme aracı olarak kullanılması insanlık, adalet ve hukuk adına tasvip edilemez. Bu çirkin oyuna bir an önce son verilmesi onlarca masum insanın mağduriyetinin engellenmesi, Bağımsız Türk Yargısının vazgeçilmez görevi ve sorumluluğu içerisindedir. Bir savcının yaptığı yanlışlıklar toplumun düşünsel yapısına ve gelişimine, anayasal kurum ve kuruluşların yapısına verdiği zararların boyutları azami ölçülere varmıştır. Bu sebeple bulundurulmasına legal diyemeyeceğiz ancak başka anlamlarında yüklenmemesi gereken bu yaşamsal gerçek büyük ölçüde bu ülkenin görevlilerinin ve insanının kırk yıldır yaşadığı terör boyutu ile de ilişkilidir. Fikret Emek’te en az 15 yıldır bulunduğunu iddia ettiği Kanas marka silahın bu süre içerisinde hangi suçta ve nerede kullanıldığını tespit etmekte savcının görevidir.ama bu tespit yapılmamıştır. Fakat çok rahatlıkla Kanas silahının suikastlar için kullanıldığı veya kullanılacağı iddiası ileri sürülmüştür. Peki siz bu Kanas silahını geçmiş yıllarda on, on beş en son olarak ne şekilde nerede kullanıldığını tespit ettiniz mi veya kullanıldığını tespit ettiniz mi. hayır. 15 yıldır kullanılmamış bir silah üzerinden suikast senaryoları yazmak için hiç de gerçekçi bir olay değildir. Türk İntikam Tugayı denilen kısa adı TİT olarak geçen örgüt olduğundan dahi şüphe duyduğum bazı istihbarat kurumlarınca operasyonel olarak isminin kullanıldığı bu klişeye 1970’lerde geçen çocukluk ve geçlik dönemimden itibaren duvarlarda rastladığım bir gerçektir yazılarına bu TİT hiç bitmemiştir, ben on yaşındaydım bu TİT vardı, halihazırda bu TİT var. ama gerçek örgüt müdür yoksa bir takım istihbarat kurumlarının kullandığı operasyonel bir örgüt müdür.veya bir isim midir o henüz daha beli değildir. Maceracı gençliğin bilinmeyene karşı merak ve ilgi duyması, özellikle belli bir yaş döneminde, içinde Türk ismi geçiyorsa bu sanal örgüte adeta efsane gibi kullanması kaçınılmaz görünmektedir. Nitekim iki sanığın bu ismi kullanmasının tek sebebi macera merakıdır. Bu yoldan silahlı bir terör örgütüne ulaşmak mümkün değildir. Çünkü bu deliller ve yorumlar son derece sığ ve değersizdir. Savcının elinde başkaca ciddi bir delil olmayınca akla hayale gelmedik yorumlarla masa başı mizansen yazılmaktadır. Yargı örgüt silahı konusunda verdiği kararlarda şu konular üzerinde hassasiyetle durmaktadır; sanıkların mutlaka bulunan silahların örgüt silahı olduğunu bilerek saklaması gerekir.bireysel değil örgüt silahını bilerek saklaması gerekir. Silahların bireysel olarak temin edilmesi ve saklanması, örgüt bağlantısı açısından büyük önem arz etmektedir. Örgüt silahının umumiyetle bir merkezde toplandığı ve buradan dağıtılıp kullanıldıktan sonra yeniden aynı silah sorumlusuna geri döndüğü anlaşılmaktadır. Oysa sanıklar arasında bu şekilde bir silah alışverişi bulunduğuna ilişkin bir iddiada yoktur.Osman Yıldırım’ın bombaların Tekin tarafından verildiğine ilişkin beyanları ciddiyetsiz, tutarsız, çelişkili ve hukuki değeri olmayan beyanlardır. Gerçek dışılığı duruşmada ortaya çıkmış ve çıkacaktır. Halkı silahlı isyana tahrik suçundan silahlandırma boyutunun yerelliğin ve bireyselliğin dışında isyan gerçekleştirebilecek sayıda bir halk kitlesine yaydırılması zaruridir. Bu suçun gerçekleştirilmesi için neticeyi sağlayabilecek, niteliklere haiz olan ve silah olarak imal edilmiş aletlerin kullanılması gerekir.765 Sayılı yasanın 149.maddesinde silah miktarı konusunda bir hüküm yoktur. Bu konuda yargının verdiği kararlardan örgüt çoğunluğunun silahlı olması şartı aranmıştır. 5237 sayılı yasanın 313.maddesinde ve gerekçesinde silah sayısı konusunda bir hüküm bulunmamakla beraber, 314.maddenin gerekçesinde yer alan bazı üyelerde amaç suçun gerçekleşmesine uygun ve yeterlilikteki silahların bulunmasına ilişkin görüşü burada da kabul etmek mümkün ise de, 313.mad. de düzenlenen halkın silahlı olarak isyana tahriki suçu mahiyet itibarıyla çok miktarda silahı da zorunlu kılmaktadır. Kitlenin içerisinde bazılarının isyanı gerçekleştirmeyecek ölçüde silahlı bulunması suçun işlenmesini mümkün kılmaz. Bu sebeple bu madde uygulamasında, eski yargı kararlarının aynen geçerli olacağı, isyana katılanların ekserisinde silahlı olma şartının aranması gerekir. Silahlı örgüt suçunun ana unsuru silahtır. Bu sebeple amaç suçların gerçekleşmesine yetebilecek sayıda ve nitelikte silahın olması zaruridir. 86 kişi ile el konulan 39 adet bombanın ve 21 silahın bir an için örgüt silahı olarak kabul edilse bile bu ülkede bu miktarda silah ile darbe yapmak, hükümeti ortadan kaldırmak gülünç bir iddiadır. Ortada işlenemez bir suç vardır. Kaldı ki sözde örgüt mensuplarının iddia edilen suçların silahla işlemeleri konusunda bir irade birliği yoktur. Silah sahiplerinin dışında kimse diğerindeki silahı bilmemektedir. Sanıkların fiilin silahla işlenmesi konusunda iradelerinin birleştiğine ilişkin iddianamede ve dosyada tek bir delil mevcut değildir. değerli başkanım amaç suçun hukuka aykırı fiillerle ihlal edilmesi gerektiği konusunda birkaç Yargıtay kararı sunmak istiyorum değerli mahkemeye. yine askeri Yargıtay 3. dairesinin 5/4/1983 tarihli kararı, Anayasanın koyduğu meşru yollar dışında hukuka aykırı yollar anlamını taşıyan 146.maddedeki cebren sözü de dikkate alındığında anılan maddeye göre cezalandırılan eylemi, anayasa düzeni ve bu düzene hâkim olan prensipleri yasaya aykırı yollarla ihlale yönelen anayasayı tebdil ve tağyir veya ilga tehlikesi yaratan hareketlerdir şeklinde tanımlamak mümkün olacaktır.yani bunlara açıkça meşru yolların dışında bir yolun denenmesi gerektiğini belirtmiştir.yine bir başka Yargıtay daireler kurulu kararı askeri, 8/2/1990 tarihli, Sanıklardan ikisinin önceden izin alınarak tertip edilmesine rağmen bilahare korsan gösteriye dönüşen Bahsi geçen yasa dışı mitingi düzenleyen kurtuluş isimli örgütün üyesi olduğu gösteren deliller mevcut olup, burada korsan gösteriyi araç suç olarak kabul etmiştir. oysa tarafımızdan yapılan tek bir korsan gösteri söz konusu değildir. yine askeri Yargıtay daireler kurulu 23/11/1989 tarihli kararında, Yasal bir mitinge memurların katılmasının valilikçe önlenmek istenmesi karşısında, sanığın mahiyetindeki memurlara kendisinin mitinge katılacağını isteyenlerinde katılmakta serbest olduğunu söylemesinin örgütsel faaliyet olarak kabul edilemeyeceği belirtilmiştir. Yine 9. ceza dairesinin 7/3/2002 tarihli bir kararında Yasal olarak kurulmuş bir sendika olan Tüm Yargı-Sen üyesi sanıkların, sendika tüzüğünde de yer alan çalışanların sosyal, mali, özlük hakları ile çalışma koşullarının iyileştirilmesi amacıyla F tipi ceza evlerinin çalışanları olan infaz koruma memurları ve diğer sendika üyesi personelin muhtemel sorunlarının eleştirilmesi amacıyla oluşturulan platforma katılarak, bu platformun belirlediği yasal eylemlerde bulunmaktan ibaret faaliyetlerinde TCK’nun 169.mad. de tanımlanan her hangi bir örgüte yardım ve yataklık suçunun yasal unsurları oluşmadığı belirlenmiştir. Son olarak bu konuda bir karar 9. ceza dairesinin 18.03.2002 tarihli, Yakınlarının tutuklu ve hükümlü bulunduğu F tipi cezaevlerindeki uygulamaları eleştirmek amacıyla protesto faaliyetinde bulunan sanıkların eyleminde TCK 169.mad. tanımlanan herhangi bir örgüte yardım ve yataklık suçunun unsurlarını oluşmadığı belirlenmiştir. Tarafıma isnat edilen suçları işleyebilmem için işlediğim iddia edilen eylemlerin hukuka aykırı olması gerekir. Bu maddeler dikkate alındığında. Suçlandığım konulara baktığımızda tamamının hukuka uygun eylemlerden oluştuğu anlaşılmaktadır. Dernek kurmak, dernek anayasanın 33. maddesi, 5253 sayılı yasanın hükümleri uyarınca konulur. Ve tamamen yasaldır. Avrupa insan hakları sözleşmesinin 11. maddesinde de dernek kurmak kutsal bir insan hakkı olarak öngörülmüştür. Kaldı ki derneği sadece ben kurmuyorum, derneği muhtelif kurucuları da vardır.bu kurucuların arasından tek başına benim alınmam o takdirde sadece dernek kurmanın bir suç olmadığının açık bir ikrarı anlamına gelmektedir, basın açıklamaları anayasanın 25,26. maddeleri ve yine 34. maddesi uyarınca anayasal bir haktır. 2911 sayılı yasaya karşı herhangi bir muhalefetimiz gerçekleşmemiştir, bütün ub açıklamalar avrupa insan hakları sözleşmesinin 10. maddesinin 1. fıkrası doğrultusunda yasal hakkımızın kullanılmasıdır. Derneğimizin tüm faaliyetleri dernekler yasasına uygundur. Herhangi bir kapatma davası açılmamıştır. Konferanslar televizyonlardaki bütün programlarım hükümete karşı yaptığım eleştirilerdir bu eleştiriler yasal hakkımdır. Bu konuda tarafıma açılmış tek bir dava yoktur. sadece bir pankart dan ötürü başbakan a hakaret ten beraat ile neticelenmiştir, karar kesinleşmiştir. İşlenmiş bir suç yoktur. dosya sanıklarından Muzaffer Tekin ve Ergün Poyraz’ın müdafiliğini yapmış olmam avukatlık yasasının bana tanımış olduğu bir haktır. Bu hakkı siz hiçbir şekilde bir örgüt bağı olarak değerlendiremezsiniz. Anayasanın 38. maddesi de bu hakkı sanıklara vermiştir. Bir müdafii ile temsil edilme hakkını, yine müvekkilimin delilini uhdemde dava çalışması olarak bulundurmam tamamen savunma maksadına yöneliktir ve mesleki bir çalışmadır, TCK 26. maddesi uyarınca bir hakkın icrası mahiyetindedir. Bir müvekkil in suç ihbarını şikayet için mesleki çalışmam doğrultusunda not almam yine bir hakkın icrasıdır. Avukatlık mesleğinin gereğidir. Türklük aleyhine işlenen cürümlere karşı şikayetlerde bulunmam, açılan ceza davaları, katılan veya müdahil sıfatı ile takip etmem tamamen bir ceza muhakemelerinin kanunu bana tarafı olarak tanınan yasal hakların kullanımı, iki anayasanın 36. maddesinde belirtilen hak arama özgürlüğünün bir ifadesi, üç yapılan hakaret milli değerler dolayısıyla doğrudan doğruya milli değerler şahsiyet haklarının bir parçası olması dolayısıyla benim şahsiyet hakkımın kullanımından ibarettir. Adliyeden kesinleşmiş mahkeme kararı temin etmem yine mesleki bir çalışmamdır. Asla bir örgüt bağı örgüt faaliyeti olarak değerlendirilemez. Kaldı ki iddianame makamı da her ne kadar sözde örgüt üyesi olduğumu savunsa da hukuk kuralları içersinde hareket ettiğimi birçok sayfasında ikrar etmek zorunda kalmıştır. Toplumsal eylemlere Yargıtay’ın bakış açısını ortaya koymak açısından tamamen şahsımla alakalı birkaç karara değinmekte fayda görüyorum. Yargıtay 8. ceza dairesinin 14/06/2004 tarihli kararında derneğin yönetim kurulu başkanı ve yönetim kurulu üyesi olarak yukarda açıklanan suç oluşturmayan toplantıya katılmak, biçimindeki eylemlerinin demokratik tepki niteliğinde bulunup, dernek tüzüğünde gösterilen amaçlara aykırı bir faaliyet niteliğinde kabul edilemeyeceği gözetilmeden, Yargıtay 8. ceza dairesini 25/06/2001 tarihli kararında, Sanıkların işten çıkarılmalarını protesto etmek amacıyla Cumhuriyet Meydanında toplandıkları sanık Yusuf’un bir sayfalık basın bildirisini okumasından sonra dağılma ikazı üzerine kısa sürede olaysız olarak kendiliklerinden dağıldığı durumda suç teşekkül edemeyeceği, yine Yargıtay 8. ceza dairesinin 1/6/2000 tarihli kararında, hiçbir saldırı amacı taşımadan ve yasaların suç saydığı sloganlar atılmadan sırf demokratik bir tepkiyi ortaya koymak amacı ile toplanan sanıkların, bu oluş içerisinde eylemlerinin atılı suçu oluşturmadığı, yine Yargıtay 8. ceza dairesinin 16/5/2001 tarihli kararında, Sanıkların eylemlerinin otobüse domates fırlatmaktan ibaret olduğu anlaşılmakla, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Hakkındaki Yasanın 4 ve 5. maddelerine göre siyasi partilerin etkinlikleri bu yasa dışı bırakıldığından sanıkların eylemlerinin anılan yasanın 30.maddesi kapsamında değerlendirilemeyeceği, aşırılığa kaçan anacak ceza yaptırımı gerektirmeyen demokratik bir tepki niteliğinde kabul edilmesi gerektiği gözetilmeden. Yine Yargıtay 8. ceza dairesinin 17.6.2004 tarihli kararında, Kamuoyunun ilgisini çekmek üzere Konak meydanında polisin denetimi ve hoşgörüsü içerisinde basın açıklamalarını yaparak kendiliklerinden ve hiçbir uyarıya hacet kalmaksızın dağılmalarından ibaret eylemlerinin demokratik tepki niteliğinde olduğundan, son olarak bu konu ile alakalı karar, 8. ceza dairesinin 9.9.1997 tarihli, 500–600 kişilik domates üreticisinin, getirdikleri römorklu traktörlerle sadece düşük fiyat verilmesi nedeniyle ürünlerinin tarlada çürümeye bırakıldığını yetkililere duyurmak ve çözüm aramak amacıyla traktörleri yola çekip getirdikleri domatesleri de dökerek, yolu kısmen kapattıkları, konuşmalardan sonra eylemin amaca ulaştığı dikkate alınarak bu eylemlerin demokratik hakların elde edilmesine yönelik bulunduğu gözetilmeden denilerek Yargıtay, yasal hakların kullanımını hiçbir şekilde suç olarak öngörmemiştir. Kaldı ki bizlerin etkinliklerin tamamında bildirim vardır, hiçbir suç yoktur, Yargıtay’ın hoş gördüğü bazı aşarı davranışların dahi bizim etkinliklerimizde Büyük hukukçular birliğinin yapmış olduğu etkinliklerde kesinlikle bulunmadığı ortadadır. İşlendiği iddia edilen amaç suçların oluşumu ve sübutu konusunda yine birkaç Yargıtay kararına değinmek istiyorum. Yargıtay 9. ceza dairesinin 21.06.1995 tarihli bir kararında, sonuca ulaşma tehlikesi doğurmayan, yetersiz ve önemsiz eylemler amaç suçun işlendiğine ilişkin delil sayılamazlar. Amaç suç açısından eylemlerin nicelik ve nitelik itibarıyla ciddi ve tehlike doğurduklarının kabulü gerekir. Yargıtay ceza genel kurulunun 19.10.1992 tarihli bir kararında, sanığın amaç suçtan cezalandırılabilmesi için öncelikle sübuta eren eylemlerini belirlemek gerekir demiştir. yine Yargıtay 9. ceza dairesinin 25/01/1991 tarihli bir kararında, Jandarma Karakoluna yapılan baskın amaç suçun oluşumu bakımından pek vahim bir suç değildir denmiştir, ve 168. sadece örgüt suçunun bir delili olarak öngörülmüştür, ama amaç suçun araç suçu olarak öngörülmemiştir ki jandarma karakoluna yapılan baskın bizler için en azından düşünce itibarıyla vahim bir suç olarak kabul edilebilecek niteliktedir. Yine askeri Yargıtay 2. dairesinin vermiş olduğu bir karar, Sanığın duvarlara bildiri asmak ve birkaç bina yakmak suçları amaç suçu sağlamaya yönelik uygun ve elverişli amaçlarla icra fiili niteliğinde bulunduğu kabul edilemez. Bina yakmayı bile amaç suça uygun araç suç olarak Yargıtay kabul etmemiştir. 9. ceza dairesinin 30/09/1996 tarihli kararında, Amaç suçun işlenmesi sırasında hukuka aykırı vasıtaların kullanılması zaruridir. Araç suçların işlendiği iddia edilen toplantı ve yürüyüşlerin yasa dışı olması gerekir. Yargıtay 11. ceza dairesinin 2/2/1995 tarihli kararında Devlet güvenliğine karşı suçların mutlak surette anayasal nizamın meşru ve yasal koruyucusu olan devlet kuvvetleri aleyhine işlenmesi gerekir. Eğer ki Danıştay ile cumhuriyet gazetesini bir kenara koyduğumuzda çünkü devletin aleyhine kuvvetlerine karış işlenmiş olan bir cürüm değildir. Danıştay buradaki insanların olayı değildir. Danıştay ki burada bu mesele sizler tarafından çözülecek bir meseledir, Danıştay ı bir kenara koyduğumuzda bu sanıkların burada devletin aleyhine işledikleri geçmişte küçücük bir soruşturma var mıdır, bir suç var mıdır öncelikle bunun tespiti zaruridir. Danıştay ın dışında ki bu suç buraya ait değildir, tek bir devletin kuvvetlerine devletin kuruluşlarına işlenmiş bir tek suç dahi yoktur. bu durumda biz nasıl olur da 312 ve313 ten yargılanırız. Nasıl bu suçları işlemiş oluruz. değerli mahkemenin takdirine bırakıyorum. Askeri Yargıtay 5. dairesinin bir kararında Sanık örgüt üyesi olarak araç suçlara katılmamış icrai bir harekete tevessül etmemiş ise üyeliğinin dışında araç ve amaç suçlardan sorumlu tutulması mümkün değildir. denmiştir, bizzat araç suçun icrai hareketlerine katılması zorunludur, amaç suçtan sorumlu tutulabilmesi için, yine Yargıtay 9. ceza dairesinin bir kararında 26/10/1995 tarihli, Somut zarar tehlikesi doğurmaya elverişli bulunmayan eylemleri bu madde kapsamında değerlendirmek suç tipinin özellikleri ve mantığı ile bağdaşmaz. Belki amaca yönelik ve belli sonuçları yaratmaya elverişli yekdiğerini izleyen, nedensellik bağı içinde bulunan ve gittikçe ağırlaşan fiillerin işlenmesini zorunlu kılmaktadır. Zarar neticesi yaratmaya uygun olmayan eylemlerin bu suç kapsamında yani amaç suç kapsamında değerlendirilmesi ve kabul edilmesi mümkün değildir, denmiştir, Yargıtay daireler kurulunun 9/11/1989 tarihli kararında, Sanığın yasa dışı örgüte mensubiyetini gösterecek herhangi bir faaliyet ve eylemi hakkında dosyada hiçbir delil bulunmamaktadır. Diğer tüm eylemlerden ötürü açılan davalardan beraat etmiş ve bütün hükümler kesinleşmiştir. Durum bu şekilde olunca sanığın örgüt üyeliğine ait iddia mücerret kalmakta ve mahkûmiyet için kesin ve yeterli hiçbir delile rastlanmamaktadır denmiştir. Yine bir başka askeri Yargıtay 2. dairenin kararı, Örgütün amacı doğrultusunda herhangi bir eylemi tespit edilemeyen, bu konuda ikrarı dahi bulunmayan sanığın yalnızca çantasında bulunan belgelere dayalı olarak örgüt mensubu olduğunun kabulüne imkân yoktur. demiştir, yine 1998 tarihli 9 ceza dairesinin bir kararında, Kişinin fiilen suçu işlediğinin ispat edilmesi zaruridir denmiştir, son olarak değerli başkanım 9. ceza dairesinin 12/02/1998 tarihli kararında Bomba atmak, taciz ateşi açarak yön şaşırtmak, silahlı çatışma sırasında örgüt mensuplarını kaçmasını sağlamak, güvenlik kuvvetlerini yanıltmak, gelişigüzel ateş etmek amaç suç kapsamında değerlendirilemez, denmiştir. Bu olayları bu suçları dahi amaç suç kapsamında Yargıtay değerlendirmemektedir ki bizim hangi araç suçlarımız var ki 312 veya 313 ten yargılanıyoruz. Değerli başkanım bir Yargıtay’ın ceza genel kurulu kararından bahsetmiştim, 149 madde uygulaması bakımından, onun dışında bu karardan sonra bir Yargıtay ceza genel kurulu kararına da rastlayamadım. Dairelerin de kararlarına rastlayamadım. 149. madde kapsamında bu karar şu şekilde idi o konunun unsurlarına değinmek istiyorum davamız bakımından önem arz edecek, unsurların tespiti bakımından 149 u çok iyi işlemiş bir karardır bu. Yargıtay ceza genel kururlu kararına konu olan somut olayda dosya sanıklarının içinde bulundukları koruculardan oluşan falan aşiretine bağlı korucuların 250 kişilik bir grup halinde ilçe merkezine geldikleri, ilçe girişindeki polis noktasına silahlarını teslim etmeyi reddederek toplu halde ve kalaşnikof marka uzun namlulu silahları ile birlikte ilçe merkezine doğru yürüyerek; “kan içmeye geldik, hakim ve savcıyı bize verin” şeklinde tehdit içeren sloganlarla hükümet konağına kadar ilerledikleri, hükümet konağındaki polisleri dipçiklerle tartakladıkları, kaymakamın sanığın serbest bırakılmasını vaat etmesine rağmen çekilen gurup bir süre sonra tekrar geri dönerek yeniden hükümet konağı bahçesine geldikleri, tutuklu kişinin serbest bırakılması halinde geri döneceklerini söyledikleri, hakim ve savcının lojmanlarını basıp çoluk çocuklarını alalım diyerek tehdit ettikleri, ilçe hakiminin tutukluyu serbest bırakması sonucu tutukluyu alarak döndükleri anlaşılmaktadır. Yerel mahkeme sanıkların TCK 149.mad. de belirlenen suçtan cezalandırılmasına karar vermiştir. Yargıtay 9.Ceza Dairesi Başkanlığı fiilin TCK 149.mad. kapsamında kalmayıp TCK 254.mad. kapsamında cezalandırılması gerektiğini ileri sürerek kararı bozması üzerine, yerel mahkeme ilk kararında direnmiş ve dosya Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının bozma istekli olarak Yargıtay Ceza Genel Kurulu huzuruna gelmiştir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu verdiği 10.2.2004 tarihli kararında; bu karar olayımıza emsal olarak uygulanmaya kalktığında şu sonuçlar ortaya çıkmaktadır değerli başkanım, bu suçu yani 149. madde şu andaki 313. maddedeki suçu işleyebilmem için manevi bir değer taşıyan tahrik ve azmettirme şeklinde bir hareketimin varlığı ortaya konmamış ve net olarak ifade edilmemiş, varlığı da ispat edilmemiştir. Sadece basın açıklamalarının yapılması tahrik anlamına gelmez. Basın açıklamalarında şahsıma ait tahrik hareketlerinin varlığı şarttır. Eğer böyle bir suç işlemiş olsa idim, emniyet raporları ile yapmış olduğum tahrik hareketlerinin tespiti cihetine gidilerek, hakkımda derhal kamu davası açılması yoluna gidilirdi. Kaldı ki cezanın şahsiliği prensibinin dikkate alınarak başkasının bir tahrik hareketi şahsımı bağlamaz. Katıldığım bir mitingde veya bir basın açıklamasında bir başkası böyle bir tahrik hareketi gerçekleştirmişse, böyle bir hareketi azmettirmediğim takdirde irade birliği ispat edilemediği takdirde mesul olmam beklenemez. İkinci bir tespitim, Tahrik eyleminin isyana tahrik edici mahiyette olması gerekir. Yoksa basit propaganda ve telkin niteliğindeki girişimler bu anlamda bir tahrik sayılamaz. 313. maddenin uygulanması değerli başkanım, Yargıtay’ın unsurları bu suçta aradığı unsurlar, basit bir tahrik değil isyana tahrik edici mahiyette olması gerekir. Yoksa basit propaganda ve telkin niteliğindeki girişimler bu anlamda bir tahrik sayılamaz. Tahrik eyleminin silahlı isyan çıkmasına yönelik düşmanca davranışlardan oluşması gerekir. Şahsımın bu ölçüde ya da en basit düzeyde tahrik eylemini oluşturabilecek herhangi bir konuşmamdan, sözümden, telkinimden ya da konuşmalar somut olarak ortaya konmamıştır. üçüncü olarak Yasa sadece isyan fikrinin yaratılmasını yeterli görmemiş, bu isyanın silah kullanmak suretiyle yapılması fikrinin telkin edilmesini şart koşmuştur.silah kullanmak suretiyle, Suçun en önemli unsuru silahtır. Tahrikin mutlaka silah kullanılmak suretiyle isyana yönelik olması gerekir. Bu konuda şahsımın hiçbir beyanı yoktur. Beyanın varlığına ilişkin iddianamede tek satır bir iddiada yoktur. Orduda isyana yönelmiş bir gurubun arlığını düşündüğüm vaki olmadığı gibi, böyle bir gurubun varlığından haberdar da değilim. Hiçbir zaman sözde gurubun silah kullanarak yönetime el koymasını tahrik etmedim.böyle bir grup bilmiyorum, görmedim tanımıyorum. Bu hususta varlığı iddia edilen ordu içersinde isyana hazır olduğu söylenen sözde gurupla hiçbir iletişimim mevcut değildir ve ispat da edilmemiştir. Hatta iddia bile edilmemiştir. Tek bir fiziki rabıta ortaya konamaz. Çünkü tanıdığım muvazzaf subay dahi vaki değildir. Darbe fikrine de kesinlikle karşıyımdır. En kötü sivil yönetim, ey iyi askeri yönetimden iyidir anlayışına inanan bir insanım. Dördüncü olarak, bu Yargıtay kararı dikkate alınarak, benim etkinliklerim göz önüne alındığında şu sonuca varmak mümkündür, Tahrik edilen topluluğun küçük, kısmi ve hükümet fonksiyonunun emniyeti bakımından tehlike doğurmayacak mahiyette olmaması gerekir. Derneğimizin düzenlediği basın açıklamalarında toplanan kalabalıklar son derece az sayıda kalabalıklardır. 100–150 kişinin katıldığı münevver ve silahsız kalabalıkların, yasada belirlenen halk tabirini karşılamayacağı ortadadır. Kaldı ki bu katılan kişilerin biran için tahrik edildiğini varsaydığımızda bu suçun gerçekleşmesi sadece sayısının azlığı nedeni ile değil silahsız olması sebebi ile suçun gerçekleşmeyeceği ortadadır. Evet, ben silahsız olabilirim, silahsız tahrik fiilini de işleyebilirim, ama benim tahrik ettiğim topluluğun silahlı olması yasanın unsurları arasındadır. Savcı iddianamede 30 adet basın açıklamasını saymıştır. Ancak bu toplantılara iştirak etmiş kişilerin sayılarını emniyet raporlarında belirtilmiş olmasına rağmen vermekten imtina etmiştir. Yine verilen bu bilgilerde kasıtlı yanlış bilgiler verilerek mahkeme yönlendirilmek istenmiştir. Mahkeme dosyasına gelen yazı cevabında basın açıklamalarına katılan kişilerin ortalama sayısının 65 olduğu gelmiştir. Öncelikle iddianamenin 1844.sayfasında 22 numarada yer alan Bağımsız Türkiye Partisinin yaptığı “Papayı istemiyoruz” mitinginde sadece bir katılımcı olarak bulundum. Söz konusu partinin üyesi olmadığım gibi, genel politikasını da benimsemem. Ancak Papanın neden gelmemesi gerektiğini kamuoyuna son derece doyurucu olarak izah ettiğinden dinleyici ve katılımcı olarak mitingine gittim. buradaki kalabalık sayısı efendim 2500–3000 olarak verilmiş, tamamen başka bir partinin yapmış olduğu bir miting ama ben yapmış gibi gösterilmiş bulunmaktayım ki belki alt tabiri bu yoldan tamamlanma cihetine gidilsin düşüncesi ile yapıldığı kanaatindeyim. Savcı kasıtlı olarak burada konuşmacı olduğumu yazmış, kesinlikle böyle bir konuşmacı değildim. Böylelikle kalabalık mitingde bana yasaya uygun fonksiyon yaratmaya gayret göstermiştir. Emniyet Güvenlik Şube Müdürlüğünün kayıtlarına bakıldığında benim konuşmacı olmadığım, sadece dinleyici olduğum, yanıma gelen televizyona kısa bir beyanda bulunduğum anlaşılacaktır. Kesinlikle yazıldığı gibi ben bu mitingde hiçbir şekilde bildiri okumadım. iştirakçiydim. Diğer taraftan iddianamede yer alan 30 adet faaliyetten dördü ,16-19-21-23.sıradakiler, duruşmaya yaptığım katılımdır. Bu faaliyette her hangi bir basın açıklaması yapılmadığı gibi bir toplantı da değildir. Sadece duruşma çıkışında basına ayaküstü bir dakika dahi sürmeyen bilgi mahiyetinde açıklama yapılmıştır. 5 Adet toplantıya sadece dinleyici olarak katılmış olup düzenlenmesinde hiçbir katkım olmamıştır. Faaliyetlerden dördü sadece Büyük Hukukçular Birliğinin tek başına düzenlediği basın açıklamasıdır. 17 Adet basın açıklaması diğer sivil toplum kuruluşları ile ortaklaşa düzenlenmiştir. 8 Adet basın açıklamasında konuşmacı sıfatı ile beyanda bulunmuş olup bu konuşmalarımın hiç birinde hükümete karşı halkı silahlı isyana tahrik fiili gerçekleştirilmemiştir. Eğer böyle bir fiil olsa idi, savcılık bu metni iddianameye geçirmekten imtina etmezdi. Beşinci unsur olarak Yargıtay kararının aradığı, İsyanın hukuk kurallarına aykırı, hukukun inkârı şeklinde olması zaruri olup, doğasında hukuk kurallarına uygun olmayan bir mücadeleyi barındırır. İsyan mutlak suretle hukuka aykırı olması gerekir, peki bizim bu güne kadar yapmış olduğumuz tüm etkinliklerde hukuka aykırı bir davranış var mıdır. Bu konuda tutulan bir rapor var mıdır. Bu konuda yapılmış bir soruşturma var mıdır. O zaman isyan olarak değerlendirmek mümkün müdür. Değerli başkanım, oysa derneğimizin tek başına veya diğer sivil toplum kuruluşları ile yaptığı basın açıklamaları yasal bildirimleri yapılmış, özellikle güvenlik önlemlerinin tarafımızdan alınması istenen toplantılardır. Yani hukuka aykırılık yoktur. Başından sonuna kadar hukukun dışına asla taşmamıştır. Bu sebeple yasal hakkın icrası sayılacak bir toplantıda bulunan kalabalık, asla isyan tanımlaması içine sokulamaz. İsyana tahrik eylemlerinin hükümetin fonksiyonlarına yönelmesi gerekir. bir altıncı tespit Yargıtay kararının değerli başkanım, 2004 tarihli Yargıtay ceza genel kurulu kararının 6. tespiti isyana tahrik eylemlerinin hükümetin fonksiyonlarına yönelmesi gerekir, Oysa yapılan basın açıklamalarının konularına bakıldığında kesinlikle hükümetin fonksiyonlarına doğrudan doruya bir ilgisinin bulunmadığı anlaşılacaktır. basın açıklamalarının konularını izlere sundum, birkaç tanesini sunmakta fayda vardır, Patrikhanenin ekümenikliği konusu, Kıbrıs için ek protokol, Sözde Ermeni soykırımı, Patrikhanenin Yunanistan’a gönderilmesi konusu, Şemdinli provokasyonu, Boğazlayan Kaymakamı Kemal Bey’in anılması, Selanik’te Rum-Pontus anıtının açılması protestosu, Fransa’nın Ermeni yasa tasarısını kabul etmesi,Danıştay katliamının kınanmasına Vicdani reddin kabul edilmemesi,Türkiye’nin AB üyeliği müzakere sürecinin eleştirisi, Ermeni Patriği Karakin’in Heybeliada Rum okulunun açılmasına yönelik faaliyetlerini protestosu, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı yürüyüşü, Dr. Necip Hablemitoğlu’nun katledilmesinin yıldönümü, efendim şu saydıklarımın arasında hükümetin fonksiyonlarına yönelik herhangi bir etkinlik var mıdır, tamamı devletin politikalarını içermektedir. Yani bizim buradaki söylediklerimiz savunduklarımız Türk devletinin kuruluşundan bu yana savunduklarıdır. Bu gün hükümet dahi bu politikayı birçok politikasını takip etmek zorundadır devlet politikası olduğundan. Belki istememektedir bu hükümet ama devlet politikası olduğundan mecburen takip etmek zorunda kalmaktadır, bu sebeple biz kesinlikle karşımıza hükümet değil bilakis tam anlamıyla devletin politikalarını esas almışızdır. Ve onları desteklemişizdir. Değerli başkanım iddianame de 1830. sayfanın 5. paragrafından başlayan telefon tapelerinin altına bazı cümleler sayın savcılar yazmışlar, ben bu savcıları yazmış oldukları cümleleri fark edemedim, sonrasında fark etim. Bunlara da bir cevap vermekte çok kısa bir cevap vermekte fayda var çünkü savcıların yazmış olduğu hiçbir satıra hiçbir sözcüğe cevap vermeden geçmek istemiyorum, kısaca bu cevapları vermek istiyorum. telefon tapelerin altındaki kendi görüş ve yorumları tabi sayın savcıların görüşleri değil o, emniyet yapmış o yorumları ama biz tabi sayın savcının görüşleri olarak algılıyoruz. 1830. sayfanın 5. paragrafında şöyle bir tespit yapılmış, bahse konu şahısların ülke gündemi ile alakalı olarak, her şeyi takip ederek bunu kendilerine bağlı basın yayın organları ve sivil toplum kuruluşları sayesinde geniş kitlelere ulaştırdıkları her fırsatta ülkede gerginlik yarattıkları, Bu yoruma sebep olan telefon konuşmasında bir televizyon programı için işlenecek konunun belirlenmesi ve programın ilan edilmesine ilişkin olup ayrıca şehit aileleri derneklerinin organize ettikleri şehitlik ziyareti ve bu konuda yapılacak yürüyüşe katılma konusudur. Bir kişinin yaptığı televizyon programının iletişim kanalları ile tanıtım yapması suç mudur? Şehit aileleri derneklerinin düzenledikleri şehitlik ziyaretine gidilmesi veya bu derneklerin izinli olarak yapacakları yürüyüşe katılmakla ülkede nasıl bir gerginlik yaratılmıştır? Gerçekten şaşırtıcıdır. nitekim söz konusu o şehit ailelerinin düzenlediği toplantı tarafımızdan değil tamamen şehit aileleri tarafından yapılmış biz iştirakçi olarak katıldı, hatta Sayın Rauf Denktaş’ta o toplantıya katılmıştı, sadece katılımcı sıfatına sahiptim, 1830.sayfanın 6.paragrafında şöyle demiş sayın savcılar, Örgütsel bağlarını ortaya koyup, bir örgüt mensubu olan Ergün Poyraz’ın, yine örgütün oluşturduğu toplum kuruluşları aracılığı ile kendisine ödül verilmesini temin ederek toplum önünde belli bir yer edinme, toplumda sempati kazanma çabasına girdikleri, onu da söyledim değerli başkanım bizim kesinlikle kendisine herhangi bir onun bize bir talimatı veya isteği olmamıştır, geçmişte ilk yazdığı kitaplardan mütevellit sivil toplum kuruluşları bir ödül kararı vermiştir. Ancak cezaevine gittiğinden ötürü uygulanamamıştır, daha sonra cezaevinde yazmış olduğu İplikçi kitabına bu konuda bir öneri getirilmiştir. Bu konuşma bundan ibarettir. Yoksa kesinlikle savcıların söylediği gibi efendim o değerlendirmeye tabi tutulması mümkün değildir. daha önce alınan bir kararın kendisine teklifidir. 1831. sayfanın 2. paragrafında şu yorumu yapmışlar değerli başkanım, ülkemizin gündemi ile alakalı olan hassas konular üzerinde durarak bu konular hakkında basın ve kimleri konuşturacakları konusunda görüş alışverişinde bulundukları, şüphelilerin örgütsel irtibatlarının ne kadar sıkı olduğu anlaşılmıştır denmiştir, Bu konuşmada birlikte televizyon programı hazırladığımız Sevgi Erenerol ile programa katılacak olan kişi ve konular için görüş alış verişinde bulunuyorduk. O hafta işlenecek konu katledilen Dr.Necip Hablemitoğlu cinayetidir. Programa davet edilecek kişinin programı birlikte hazırlayan kişilerin konuşması ve istişarede bulunmasının örgütsel faaliyet olarak gösterilmesi, savcıların suç yaratmadaki hayal dünyasının ne kadar zenginliğinden başka bir şey ifade etmez. 1831.sayfa, 3.paragraf, şöyle denmiş yorumda, Atilla Aksu’dan almış olduğu gizli belgeleri teslim aldığına dair Kemal Kerinçsiz’ e bilgi verdiği, daha önce söyledim, Atilla Aksu adliye zabıt kâtibidir. Kendisinden iki kesinleşmiş mahkeme içtihadı alınmıştır, Bir avukatın adliyeden emsal teşkil eden mahkeme içtihadı alması, hangi yasada suç kabul edilmiştir. Savcılar, gizli belge iddiasında bulunmuş ama ortada hiçbir gizli belge bulunamamıştır. Arama yapılmıştır gizli belge yoktur. Delilsiz ve tipiklik unsuru olmayan, yasalarda suç olarak kabul edilemez, bu fiilden ötürü itham edilmem hukuki bir davranış değildir. 1832.sayfa, 1paragrafta, Telefon görüşmelerinde dikkat edilmesi gerektiği şeklinde önce uyarıda bulunduğu, daha sonra Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Başbakanı hakkında hakarete varan sözler sarf ettiği ve adli mercilerde bulunan evrakları normal prosedür dışında başka yollardan ele geçirmeye çalıştığı diye yorum yapılmış, Söz konusu konuşmada kesinlikle Başbakan’ın ismi ve sıfatı almadım, nerden çıkardıkları belli değil, başbakan yazıyor mu Recep Tayyip Erdoğan yazıyor mu yazmıyor. Savcı yorum dahi yapmaksızın, herhalde nasıl algılamışsa Başbakan’a hakaret ettiğimi ifade etmiştir. Konuşma metninde isim zikretmediğim gibi TCK 126.mad. belirtilecek şekilde, Başbakanın şahsına duraksanmayacak ölçüde herhangi bir kasıt da yoktur. Kast edilen bu kişi değildir, Konuşma ülkeyi sıkıntıya sokan ve kötü yöneten yöneticileri temsilen sembolik bir kişilik hedefe konularak yapılmıştır. Kaldı ki konuşma iki kişi arasındadır. İhtilat unsuru yoktur, gerçekleşmemiştir. Savcı iç dünyamda meydana gelen öfkelere müdahale edemez. Ortada bir suç var ise yaşam alanına müdahale edilebilir. Gösterdiğim tepki telefonda ve iki kişi arasındadır. Hukukun müdahale edemediği özel dünyam şahsıma aittir. Başbakanın ismi geçmeden yapılan konuşmaların bile o şekilde yorumlanması kraldan çok kralcı zihniyeti ile aşırı bir sevgi veya menfaat beklentisi, veya koruma içgüdüsünden kaynaklanmaktadır. Bu sevgi ve koruma içgüdüsünün karşılığı nedir ya da ne olacaktır? Savcıların önce kendilerinin bu soruyu cevaplandırması gerekir. Bir an için aksi düşünülse dahi; Başbakan’ın ülkenin kaynaklarını peşkeş ölçüsünde hukuksuz özelleştirme politikaları ile küresel güçlere teslim etmesi, ülkeyi bölme noktasına getiren her türlü icraata imza atması karşısında, sonunun idam edilen Adnan Menderes’e benzeyeceği konusu tamamen kişisel bir düşüncemdir ve bu düşünceden ötürü suçlanmam mümkün değildir. 1832. sayfa, 2.paragrafında, kendi müvekkilliğini yapmadığı kişilere ait dosyaları ve bilgileri temin ederek bu gibi konuların telefonda görüşülmemesi gerektiğini söyleyerek gizli bir iş yaptığını ortaya koyduğu dosyaları aldırmak için Atilla Aksu’ya adam göndereceğini beyan ettiği, Atilla Aksu’nun telefonda belirttiği hiçbir dosyayı kendisinden almadım. Nitekim ev ve işyeri aramalarında müvekkillerimin dışında hiçbir mahkeme kararı bulunmamıştır. Delilsiz suç olmaz. Sadece kendisinden iki karar aldım. Bu da avukatlık yasasının 1 ve 2. maddelerdeki mesleki icrai faaliyetlerim kapsamında değerlendirilmesi gerekir. Vaktimin darlığı, Atilla Aksu’nun olur olmaz her saatte telefon açması karşısında çoğu zaman telefonda değil bilahare konuşuruz beyanımın tek sebebi, telefonda uzun konuşacak vaktimin olmayışındandır. Gizli bir iş yapmışsam savcının görevi bu gizli işi delillendirmek ortaya çıkarmaktır. Mücerret beyan ile suçlanmam doğru değildir. Kaldı ki cumhuriyet savcılığından gelen yazıda bu kişinin kendisine hiçbir gizli belgenin gelmediği ve teslim edilmediği, bulunmadığı belirtilmiştir.1832.sayfanın, 4.paragrafı aynen şöyle diyor efendim, Kendisinin tarafı veya vekili olmadığı kişilere ait davaları ve sonuçlarını örgüt adına takip ettiği, bilgilerini topladığı suçlaması vardır, kamuoyunda ilgi ile izlenen siyasi davalarla ilgilenmem ve takip etmem suç olamaz. Davaları takip etmek için ne sözde örgütten ne de bir başka kişiden talimat almadım. Eğer var ise buyursun savcı talimatın verildiğini ispat etsin. Vekili olmadığım davalarla ilgili hiçbir mahkeme kararının büromdan çıkmaması bu konuda Atilla Aksu’nun beyan ettiği kararları almadığımın ispatıdır. Kaldı ki emsal veya örnek içtihat temini suç değildir. Eğer kararı suç teşkil eden amaçlarla kullandığınız takdirde ancak o zaman suçlanma söz konusu olabilir. Mesleki çalışmalarım bile suç olarak yorumlanmıştır. Bir avukatın kendi dosyasının dışında suç teşkil etmeyen bir amaç ile ilgilenmesinin suç olarak yorumlanması tam bir engizisyon düşüncesidir. Tarafı olmadığım bir davanın kararını almak suç değildir. Söz konusu karar emsal içtihat arz eder. Hukuksal boyutlu çalışmalarda mahkeme kararlarından istifade edilebilir. Mahkeme kararları sözde örgütün işine yaramaz. Hiçbir yasa dışı örgüt hukuksal kararlardan, yasa dışı bir menfaat elde edemez. Kaldı ki Türk Hukukun

da duruşmalar alenidir. Duruşmada dinleyip öğrendiğiniz, basında duyduğunuz, içtihat kitaplarında yer alan mahkeme kararlarına bir avukatın erişmesini suç kabul etmek doğru bir düşünce değildir. Velev ki savcının iddiası doğru olsun. Toplanan bilgiler gizli midir? Bu toplanan bilgiler ne yapılmıştır? Bu toplanan bilgiler nerededir? Savcı hangi mahkeme kararlarını ele geçirmiştir? Üçüncü kişilere ait mahkeme kararları ile ne yapılabilir? Bu kararlar haksız ve hukuksuz bir şekilde nasıl kullanılabilir ve kullanılmış mıdır. hiçbir delili yoktur, somut mücerret iddialardır. Öncelikle bunların cevaplandırılması gerekir. Mahkemenin aleni verdiği kararlardan örgüt suçu çıkarmanın mantığını anlamak mümkün değildir. 1836.sayfanın, 1.paragraf, Şahısların organize bir şekilde sivil toplum örgütlerini de yanlarına alarak, İsrail Konsolosluğu önünde eylem yapmak istedikleri, çok büyük suç, bu tür provakatif eylemlerle gündemde kalmak ve kamuoyu oluşturmak için çaba sarf ettikleri.Bu olay, ABD konsolosluğunun önünde ABD’nin Irak’ta 2 milyona yakın Müslüman insana yaptığı kıyımı, ,işkenceyi ve işgali protesto için sivil toplum kuruluşlarınca yapılan bir faaliyettir. ABD konsolosluğu önünde basın açıklaması yapmak ne zamandır suç oluyor. İşin ilginç yönü Müslüman olduğunu iddia edenler Irak’ta yapılan bu kıyıma ortak çıktığı gibi ABD’yi eleştiren tek bir cümle dahi sarf etmemişlerdir. İsrail’de bu kıyıma ortaktır. İsrail konsolosluğu önünde basın açıklaması konusunun iki kişi arasında konuşulması nasıl provakatif eylem olarak değerlendirilebilir? Anlamak mümkün değildir. ABD konsolosluğunun önünde yapılan basın açıklamasında suç teşkil eden bir eyleme rastlanamamıştır. Kışkırtıcı, şiddeti teşvik eden bir eylem yapılmamıştır. İzinli ve suç işlenmeyen basın açıklamalarını dahi provakatif bir faaliyet olarak gören zihniyetin demokrasi için ne kadar tehlikeli bir düşünce olduğu ortadadır. Kaldı ki İsrail Konsolosluğu önünde basın açıklaması da yapılmamıştır. 1836.sayfa, paragraf 2 de, Şu anda mahkemesi devam eden Hrant Dink cinayeti ile alakalı olarak, konuyu çarpıtarak uluslar arası boyut kazandırmak, kendisinin de bu olayın içerisine çekilerek Milliyetçi kesim ve ordunun üzerine gidileceği şeklinde sansasyonel haberler yaptırmak istediği, Bir basın mensubu ile yaptığım dostane görüşmemde Hrant Dink cinayetinin; dışarıdaki Ermeni Diasporası ile içerideki tarikatçı güçlerin işbirliği çerçevesinde, işlendiğini iddia etmek, tamamen bireysel düşünce ve ifade özgürlüğünün kullanılmasından ibarettir. Bu konuda hakkımda haksız bir şekilde DTP’ liler ve PKK’lılar tarafından üç ayrı yerden yapılan şikâyetler üzerine, bu konuyu yorumlamam kadar doğal bir hakkım olamaz. Konuştuğum kişi şahsımdan beyan almamaktadır. Karşılıklı bir sohbettir. Bu sohbetten savcının rahatsızlığı ve kendine ilişkin absürt sonuçların çıkarılmasının temelinde, bu cinayetin perde arkasında tarikat güçlerinin olduğunu savunmamdır. Ortada bu konudaki düşüncelerimi ifade eden bir haber de yapılmamıştır. Savcı için önemli değildir. Çünkü düşünce de suçtur, konuşmalar da suçtur. Savcıya göre konuşma içerisinde suç unsuru olması önemli değildir. Önemli olan konuşmayı yapanın hedefteki kişilerden biri olmasıdır. İşte bu sistemin ismi faşizmdir ve Türkiye’de AKP iktidarı tarafından 6 yıldan bu yana tedrici bir şekilde yükseltilerek faşizmin baskıcı kuralları uygulanmaktadır. 1837.sayfa, 1.paragrafta değerli başkanım, Şehit Anneleri Derneği başkanı Pakize Akbaba’nın hassas kişiliğini bilerek onu sürekli tahrik ederek kendi görüşleri doğrultusunda yönlendirdiği, Ankara’daki eylemlere katılmaları için, kendisine bağlı sivil toplum örgütleriyle görüşme yaptığı suçlaması vardır, bu yorum Şehit Anneleri Derneklerinin Ankara ziyareti ve orada yapacakları basın açıklamalarına ilişkindir. Ben Şehit Anneleri Derneklerinin avukatlığını yapmaktayım. Söz konusu dernek üye ve başkanlarının yapacakları faaliyetlerin hukuki açıdan prosedürünü şahsıma sormaları son derece normaldir. Şehit annelerinin Yüksek Seçim Kurulunu protesto etmek için kurul önünde ya da TBMM önünde açıklama yapmaları suç mudur? Ankara’daki bu faaliyetlerinin diğer sivil toplum kuruluşları tarafından desteklenmesinde nasıl bir sakınca olabilir. Kaldı ki söz konusu faaliyete Şehit Anneleri Derneği kendileri karar vermiş olup benim bir duhulüm yoktur. Hiçbir dernek başkanı ya da üyesini tahrik etmedim. Konuşmamda da suça tahrik yoktur. Kişiyi tebrik etmek tahrik midir? Olsa idi, zaten savcı sadece eleştirmekle kalmaz, mutlaka 214.maddeden de dava açardı. 1837.sayfa, 2.paragrafta efendim, Kemal Kerinçsiz’den herhangi bir eylem yapmak için talimat beklediğini belirttiği, şu bahsetmiş olduğum efendim telefonu bana açan kişi yanımda çay, temizlik hizmetlerini yapan kişi televizyon programı sebebiyle bana telefon açmıştır, orada ben gerekli olan cevabı da vermişimdir. Kendisini tamamen duygusal bir konuşması olmuştur ne kendisini öncesinde ne sonrasında herhangi bir suç talimatı vermiş değilim.”

Yüklə 356,12 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə