T. C. Sakarya üNİversitesi sosyal biLİmler enstiTÜSÜ



Yüklə 1,36 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə32/82
tarix08.09.2018
ölçüsü1,36 Mb.
#67106
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   ...   82

duygularından yoksun olarak gösteren Baron, hatta bu kavramların Türkçe’de 
karşılığının bile olmadığını iddia etmiştir. Baron de Tott’un bu kitabı, Avrupa’da çeşitli 
dillere çevrilmiş ve Avrupa’da zaten var olan Türklerle ilgili olumsuz görüşlerin daha 
hızlı yayılmasını sağlamıştır (Berkes, 2004:90). 
Ancak Baron de Tott’un Türk düşmanı olması bile, kanımızca Osmanlı Devletinin 
askeri açıdan ne kadar geri kaldığının göstergesi olan Rus savaşındaki şu gözlemlerinde, 
doğruluk payının oldukça yüksek olduğu gerçeğini değiştirmeyecektir: 
“Generallerin kibirli bilgisizliği diğer subayların beceriksiz gururları ile birleşince, 
her parçanın yanlış takılmış olduğu top bataryalarını sürükleyen Türk ordusu her 
seferinde düşmanın topçu ateşi ile hallaç pamuğu gibi atılıyordu; buna karşılık 
Rusların kâfir olduklarını söyleyerek intikamlarını almaya çalışıyorlardı. Rusların, 
dayanılması mümkün olmayan top ateşi sayesinde galip geldiklerini, fakat bu ateşi 
kesip, yiğit insanlar gibi kılıçla Türkleri karşılamaya kalkışırlarsa hepsinin 
müminlerin kılıç darbeleri altında perişan olacağını ileri sürüyorlardı. Bu budala 
yobazlardan bazıları, Rusları kutsal Ramazan ayında saldırmakla bile suçluyordu. 
Buna rağmen, Rus topraklarının atlılarını  iş göremez hale soktuğunu öğrenen 
padişah benden değişik top modelleri hakkında bilgi istedi; ben de Avrupa’da 
kullanılan top çeşitleri hakkında ona bilgi verebilmek maksadıyla Saint Remy’nin 
“Hatıralar”ını yolladım; Hükümdarın bunu incelemek için geziye gittiği vakit bile 
bu kitabı yanında taşıttığını öğrendim” (Tott, 2005:243). 
Her ne kadar Baron tarafından yazılan kitap, başından sonuna kadar yalan ve 
hakaretlerle dolu olsa da, alıntısını yaptığım bu satırların doğruluğunu, dönemin 
Osmanlı ordusunu anlatan hemen hemen bütün tarihçiler de görmekteyiz. Bazı 
eserlerde, Osmanlı-Rus muharebeleri anlatılırken, 8000 Rus askerinin, 120.000’den 
fazla Osmanlı askerini bozguna uğrattığı muharebelerle karşılaşmaktayız. Bu nedenle 
kitaptaki bilgilerin tamamının, yanlış ve uydurma olduğunu iddia etmek büyük bir 
yanılgı olacaktır. 
İstanbul’da bulunun Fransız heyetinin, Osmanlı devletinin kara ve deniz kuvvetlerini 
Avrupa ordularına göre yenileştirme çalışmaları, Rusların dikkatini çekmişti. Bu 
çalışmaları engellemek isteyen Ruslar, müttefiki olan Avusturya devletiyle birlikte 
Fransa’ya müracaat ettiler. Bunun üzerine Avusturya İmparatorunun damadı olan 
Fransa Kralı XVI. Louis, 1788 yılında Fransız uzmanların geri dönmesini sağladı. Buna 
 
86


rağmen mühendishanedeki eğitim durmamış ve Türk hocalar tarafından öğrenci 
yetiştirilmeye devam edilmişti (Özkul,2005:278). 
Zaten bir süredir İstanbulda, Fransa’nın Osmanlı Devleti üzerindeki siyasetinin ne kadar 
dostane olduğu konusunda tartışmalar yapılmaktaydı. 1784 yılında Fransa hükümeti 
tarafından  İstanbul’a elçi olarak gönderilen Comte de Choiseul Gouffier’de bir Grek 
uygarlığı hayranı çıkmıştı. 21 yaşındayken hayranı olduğu eski Grek uygarlığını görmek 
üzere Atina ve Isparta’yı gezmiş, 1782 yılında da bu gezisini iki ciltlik kitap halinde 
yayımlamıştı. Kitabında Atina ve Isparta çocuklarının bugün  “aptal müslüman”ın 
boyunduruğu altında yaşamasına duyduğu isyandan bahsetmektedir. Fransa Hükümeti 
işte böyle bir adamı, İstanbul’da yaratacağı tepkiyi önemsemeyerek elçi olarak Osmanlı 
Devletine göndermişti. Hasan Paşa’nın  şüphelerini haklı  çıkaran diğer bir olay ise 
Mühendishane de öğretmenlik yapan Fransız Subayı Chevalier Truguet’nin 1784 
yılında, İstanbul’da elçiliğe bağlı bir gemi ile gizlice boğazdan çıkıp gitmesi olmuştur. 
Birkaç hafta sonra, İngiliz elçisi Sir Robert Ainslie, Mısır’daki ajanlarından, geminin 
Mısır’a gittiğini ve Kölemen beylerinden Murat ve İbrahim ile müzakerelere giriştiğini 
haber alarak Hasan Paşa’ya bildirdi. Hasan Paşa Baron de Tott’un 1777 yılında müfettiş 
adı altında Mısır’ın işgal planını hazırlamak üzere gönderildiğini biliyordu. Truguet’in 
Mısır seyahatinin nedeninin de aynı olduğu kanısına varmıştı (Berkes, 2004:83). 
Gerçekte Fransa’nın amacı neydi? Bir taraftan Osmanlı Devletinin ordusunu 
güçlendirmeye çalışırken diğer taraftan bazı bölgelerini işgal etmek için hazırlıklar 
yapıyordu. Aslında Volney’in söylediği gibi Fransa, Osmanlı Devleti gibi kendi halkı 
aleyhine, Fransız halkı lehine imtiyazlar veren, kendi tüccarına %10 gümrük, Fransız 
tüccarına %3 gümrük koyan başka bir devlet bulamazdı. Ancak Fransa her ihtimale 
karşı hazırlık yapıyordu. Bir taraftan zaten ekonomik olarak sömürdükleri Osmanlıyı 
destekleyerek Rusların genişlemesini engellemeye çalışıyor, diğer taraftan da 
Osmanlının dağılması durumunda kendi payına düşecek yerlerin, işgal planlarını 
hazırlıyordu.  
Bu sırada Fransa’nın fikir hayatında da Rusya ve Osmanlı Devleti hakkında yeni fikirler 
ortaya çıkmaya başlamıştı. Fransa fikir hayatının önemli aktörlerinden Voltaire ve 
Diderot,  şiddetli birer Rus hayranı olmuşlardı. Osmanlı-Rus savaşını aydınlıkla-
karanlık, uygarlıkla-barbarlık arası bir savaş olarak nitelendiriyorlardı. Rusya’nın zafer 
 
87


haberleri geldikçe Avrupa da zaten var olan Türklerin Avrupa’dan kovulması fikri, 
ortak bir görüş haline gelmeye başlamıştı. Artık Rusya karşısında Osmanlıya yardım 
etmenin yanlış bir politika olduğu konuşuluyor, Fransa için en iyi çözümün eski Hellen 
İmparatorluğunu canlandırmak olacağı söyleniyordu. Yani Osmanlı  İmpartorluğu’nun 
18. Yüzyıldaki en önemli müttefiki ve yenileşme hareketlerinin referans ülkesi Fransa 
için Osmanlı Devleti artık, Avrupa’dan kovulması gereken bir ülkeydi (Berkes, 2004: 
82-88). 
Ancak Osmanlı Devletini yönetenlerin bazı tutumları da, dönemin Avrupası ile Osmanlı 
arasında oluşan düşünsel farkları gözler önüne sermektedir. Genellikle yenilikçi ve 
aydın bir padişah olarak bilinen III. Mustafa bile, Avrupa devletleri arasında cereyan 
eden 7 yıl savaşlarını (1756–1763) bu devletlerin en küçüğü olan Prusya’nın 
kazanmasını ordusunun gücüne değil kralın müneccimlerine bağlamaktadır. Bu batıl 
düşüncesi nedeniyle Ahmet Resmi Efendi’yi Prusya Kralı II. Frederik’e göndererek 
ondan üç müneccim istemiştir. Frederik’in elçiye verdiği cevap Osmanlı Devleti ile 
Avrupa arasındaki zihniyet farkını çok açık bir şekilde göstermektedir. 
Ahmet Resmi Efendi huzura kabul edildiğinde Prusya Kralı’na padişahın isteklerini 
iletti. Kral II. Frederik  
“iyi bir orduya sahip olmak, sulh zamanında harbe derhal girebilecek şekilde onu 
talim ettirmek, hazinesini dolu tutmak, işte benim üç müneccimim, başkalarına 
malik değilim. Dostumuz Padişah’a böyle bildirmenizi rica ederim.” diye cevap 
vermiştir (Turhan, 1988:142). 
Bütün bunlara rağmen padişah III. Mustafa’nın başlattığı  ıslahat çalışmalarının III. 
Selim ve II. Mahmut’a örnek teşkil ettiği söylenebilir. Her ne kadar kurdurduğu sürat 
topçuları ocağı I.Abdülhamit döneminde masraflı olması bahane edilerek kapatılmış 
olsa da onun döneminde açılan mühendishane, bugünkü eğitim kurumlarının temelini 
teşkil etmiştir. İlk defa III. Mustafa devrinde, ordudaki silahların sayımları yapılmış ve 
kayıt altına alınmış olması dönemin önemli yeniliklerindendir. Yine onun döneminde 
Osmanlı Ordusu ilk defa süngü ile talimlere başlamıştır. Askeri teftişlerde bulunmayı 
seven III. Mustafa, ordunun başında cepheye bile gitmeyi düşünen bir padişahtı. 
Osmanlı Devletinin Fransa’nın teşvikiyle başlattığı Rus harbinin, padişah III. 
Mustafa’nın yapmayı düşündüğü bazı yenilikleri de engellediği söylenebilir. Nitekim 
 
88


Yüklə 1,36 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   ...   82




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə