taburlarının teşkiline başlanması emredilmişti. Tüzüğe göre her sancaktan eşit olarak,
subayları ile beraber 1426 mevcutlu (dörder bölüklü) birer redif mansure taburu teşkil
edilecekti. Teşkilata, istekli olan kimseler alınacak ve bunların yaşları 23 ile 32 arasında
olacaktı. Redif teşkilatına yazılanlar, diğerlerine göre subay ve astsubay olacaklar ve bu
sınıf ile rütbelere seçilmeleri sancak mutasarrıfları tarafından yapılacaktı. Subayların
kılıçları, erlerin palaskaları, çantaları, mataraları, trampetleri ve benzeri eşyaları devlet
tarafından verilecekti. Devlet tarafından sağlanan tüfek ve eşyalar eğitim zamanı erlere
verilecek, eğitimden sonra subaylar tarafından geri alınarak, muhafaza edilmek üzere,
redif depolarına koyulacaktı (TSK Tarihi, 3/5,1978:196).
Günümüz ordularındaki ihtiyat kuvvetlerine benzeyen Redif birliklerinin giderleri de,
asıl mansure taburlarının giderlerine karıştırılmadan “Redifi Mansure Zimmeti” adıyla
bağımsız bir bütçe oluşturularak bu maksatla gerekli görevliler atanmıştı. 1836 yılında
teşkil edilen taburlarla birlikte, redif taburlarının sayısı 40’a ulaşmıştı. Bolu ve İzmit
sancaklarından birer redif taburu, subaylarıyla birlikte, tüzük gereğince İstanbul’a
getirilerek Selimiye kışlasında eğitim yaptırılmıştı. Bu sırada padişah II. Mahmut’ta
taburları denetlemiş, yapılan eğitim ve manevradan çok memnun kalmıştı. Bu yüzden
iki taburun bağlı olduğu liva (tugay)lara”Redif Asakiri Hassai Mansure” yani Mansure
Hassa Askerleri Redifi adını vermiş ve bunların bütün malzemelerinin Hassa Müşiri
tarafından sağlanması emrini vermişti. Bu suretle bu tarihten itibaren rediflik, mansure
ve hassa olmak üzere ikiye ayrılmıştı (TSK Tarihi, 3/5, 1978:197).
II. Mahmut devrinin sonu olan 1839 yılında, çoğu yeni esaslara göre yetiştirilmiş
Osmanlı Ordusu kuvvetleri genel olarak şöyleydi (TSK Tarihi, 3/5, 1978: 200) :
Her biri altı bin mevcutlu iki hassa tümeni
12.000
İkişer bin mevcutlu 37 mansure alayı 14.000
Ortalama biner mevcutlu 15 mansure süvari alayı 15.000
Bin iki yüzer mevcutlu dört mansure topçu alayı 4.800
Bin iki yüzer mevcutlu dört kumbaracı alayı
4.800
Bin iki yüzer mevcutlu dört lağımcı alayı
4.800
176
Baltacı yani İstihkâmcı
olarak 3.000
T O P L A M
118.400
Sürekli silâhaltında bulundurulan bu birliklere ilave olarak redif kuvvetleriyle birlikte
yaklaşık 250.000 kişilik bir ordu oluşturulmuştu. Daimi askerlerin elinde bulunan
silahlardan başka, İstanbul’daki depolarda 277.400 tüfek, 490.819 kılıç, 38.000 mızrak
vardı. Topçu ve humbaracı alaylarındaki ateşli silahların ve topların sayısı da 5540’ı
bulmuştu. Tüfekler çakmaklı ve ağızdan dolmalı idi. Ateşli silahlara ait gülle, dane ve
humbaraların üçte birine yakın kısmı da Prusya’dan alınmıştı (TSK Tarihi, 3/5,
1978:201).
4.3.
Abdülmecit Dönemi ve Tanzimat Ordusu:
Padişah II. Mahmut’un 1839 yılında ölümünden sonra yerine Sultan Abdülmecit
geçmişti. Yeni Padişah da babası gibi reformcu bir hükümdardı. Ancak bu seferki
reformların çoğu siyasal alanda yapılmıştır. Şüphesiz ki bu döneme damgasını vuran
olay, Tanzimat Fermanı olarak bilinen Gülhane hattı Hümayunu’nun ilan edilmesidir. 9
Kasım 1839’da Reşit Paşa tarafından hazırlanarak ilan edilen Tanzimat Fermanı,
Osmanlı Devletinde o güne kadarki askeri reform çalışmalarının aksine siyasi ve
toplumsal alanlarda yapılmaya çalışılmış ilk reform teşebbüsüdür. Yapılan reformların
çoğu adalet ve maliye alanlarında olmakla birlikte, kanunların uygulamasında gayri
müslimlerle müslümanların eşit tutulacağının beyan edilmesi fermandaki en dikkat
çekici maddedir.
Topkapı Sarayı’nın Gülhane bahçesinde, Mustafa Reşit Paşa tarafından okunan Gülhane
Hattı Hümayunu’nun ilan törenine, Padişah Abdülmecit’in yanısıra askeri, mülki ve
ilmiyeye mensup kişiler, Hristiyan cemaatinin liderleri ile yabancı elçiler de katılmıştı.
Ayrıca başka bir törenle Sultan Abdülmecit, Hattı Hümayun’un ilkelerine bağlı
kalacağına dair and içmişti. Bu and, çeşitli sorumlu görevlerde bulunan devlet adamları
tarafından da yapılmıştı. Gerek Hattı Hümayunun içeriği ve gerekse ilan ediliş şeklinin,
bununla ilgili yapılan diğer törenlerin Hattı Hümayuna bir anayasa özelliği verdiği
konusunda da değerlendirmeler yapılmaktadır (Haksun, 2004:247).
177
Tanzimat Fermanı’nın anayasa özelliği taşıdığına dair ileri sürülen fikirlerin aksine
Niyazi Berkes ve Mümtaz Turhan bu görüşe katılmamaktadır. Berkes’e göre;
“Bizim kesin olarak söyleyebileceğimiz, Tanzimat hattının bir anayasa, hatta bir
kanun olmadığıdır. Avrupa’da hükümdarların kendi yetkileriyle halkın hakları
arasındaki ilişkilerde değişiklikler yapılacağını vaadeden, charte (senet, latince
carta) türünden bir belgedir. Bu belgeye dayanılarak ya bir yazılı anayasa yapılması
yoluna gidilebilir ya da bir dizi yeni kanun hazırlanır. Tanzimatta seçilen yön
ikincisi olmuştur” (Berkes, 2004: 214).
Turhan’a göre de;
“Padişahın, bütün vükela ve ümeranın, ecnebi devletlerin İstanbul’daki
mümessillerinin huzurunda, büyük bir debdebe ile 3 Kasım 1839’da, Gülhane’de
Reşit Paşa tarafından okunan Hatt-ı Hümayun, haddi zatında muayyen noktalarda
toplanlanan bir ıslahat programı olmaktan ziyade Osmanlı İmparatorluğunun esas
teşkilatını, amme hukukunu değiştirmek isteyen bir “Charter” di. Bu ferman ile
padişah bizzat kendi rızasıyla salahiyetlerinin bir kısmından feragat ettiğini, buna
mukabil tebasına bazı haklar verdiğini ilan ediyor ve bu taahhütlerine sadık
kalacağına dair yeminle teminat veriyordu” (Turhan, 1988: 167).
Tanzimat Fermanının askerlik alanında getirdiği en önemli yenilik ise sınırsız olan
askerlik süresinin, bir esasa bağlanarak vatan borcu haline getirilmesidir. Tanzimata
kadar yapılan askerlik düzeninde ocak şeklinin dışına çıkılamamıştı. Nizam-ı Cedit
ordusu batılı asker ve eğitime göre kurulmasına rağmen, yapısı ve kadroları bakımından
bir ocak şeklinde teşkil edildiği için doğulu bir karakter taşımaya devam etmişti. II.
Mahmut devrinde kurulan, Asakir-i Mansure Ordusu da tıpkı Nizam-ı Cedit gibi yapı ve
kadro bakımından doğulu, silah ve eğitim yönünden Batılı bir ordu olmuştu. Devletin
savaş meydanlarında arka arkaya uğradığı yenilgiler ve ekonomik durum orduya asker
almayı son derece güçleştirmişti. Evli veya bekâr gençler, vilayetlerde yakalanıp elleri
kelepçeleniyor ve en yakın deniz kıyısındaki kasabalara götürülüyorlardı. Orada
başkalarının kendilerine katılmalarını beklerken, pislik içinde bir hapis hayatı
geçiriyorlardı. Gemilerle İstanbul’a götürülen gençler, buradan da hayatları müddetince
hizmet etmek üzere, ordu alaylarına ve harp gemilerine gönderiliyorlardı. Bu şekliyle
askerlik hizmeti, bir dereceye kadar kürek mahkûmiyetini andırmaktaydı (Karal,
1983:178).
178
Dostları ilə paylaş: |