rıyolda kalışı (psikanaliz kavramlarına başvurarak “eski özel
ilişkilerden aktarılan libido enerjisinin yeni ve görece istikrar
lı nesne ilişkilerine raptedilemeyişi”, diyorlar), toparlanması
hayli zor bir enkaz yaratmıştır:
Böyle yanyolda kalmış bir huruç denemesini siyasal açıdan bir
ara-ürün olarak tanımlayabiliriz. Böyle bir ara-üründe kritik
olan nokta, onun maddî meta üretimindeki ara-mallar gibi za
manla ve iyileştirilmiş tesisatla nihâî ürüne dönüştürülemeye-
cek oluşudur. Zira geçen zamanda bu halin
(yanyolda kalma
halinin - T.B.) tahammül edilemez ve çelişkili yanlarıyla ilgi
li çok kuvvetli duygu yükleri ve dirençler oluşmuştur - bunlar
geriye, ara-ürünün kaynağına giden yollan kaparlar. Böylesi
siyasal ara-ürünler, tıpkı yanyolda kalmış reformlar gibi, siya
sal değişimi önleyen aşı etkisi yaparlar. Özel ile siyasal arasın
da böylesi bir kanşım oluştuğunda ve bu arada özel olan sahi
den kamusallığa ve siyasallığa dönûşemediğinde, isyanın baş
langıcındaki aynlma/kopma enerjileri, aynlma/kopma korku-
lanna dönüşür.5
’68’in mirasını sürdürmeye ve yenilemeye (ara-ürünleri ni
hayetine erdirmeye) çalışan sol/sosyalist akımlar, yeni toplum
sal hareketlerle bağ kurarak bu heyecanı ve devrimci etkiyi ta
zelemeye yöneldiler. Başlangıçta böyle bir umudu yaşatan ham
leleri görülse de (özellikle Almanya’da Yeşiller’in ilk dönemin
de), yeni toplumsal hareketler, bürokratikleşme, ‘meslekileşme/
uzmanlaşma’ gibi geleneksel siyaset alışkanlıklanna yakalandı
lar. Üstelik, siyasal alanda, post-Fordist -v e her nevi “post-...”-
kapitalizmin, ‘eski’ toplumsal bütünlükleri ‘dağıtıp yeniden top
layan’ yapbozcu yapısına alışkanlık kazanılmasına yardım et
miş oldular. Bu süreçle ilgili toparlayıcı bir yorumu aktarayım:
Fordizmin krizi bağlamında ‘yeni toplumsal hareketler’ deni
len hareketlerin ehemmiyeti şurada ortaya çıkar: emekçilerin
(ücrete bağımlı olanlann) Fordist sınıf uzlaşmasına eklemlen
mesinin başarılmasından sonra bu toplum modelinin ideolo
5
MassverhâUnisse des Politischcn,
Fischer, Frankfurt 1992, s.96.
jik , teorik ve pratik eleştirisini ve yeni toplumsallaşma biçim
leri arayışını kararlılıkla sürükleyenler, bu hareketler oldular.
Fordizmin krizi içinde ve bu kriz aracılığıyla ortaya çıkan top
lumsal sonuçların onlann tasavvurlarıyla pek az ilgisi vardır,
yani muhtemelen kendi iradeleri hilâfına ‘postfordist’ kapita
lizmin ebeliğini yapmışlardır ve bunun neticesinde de kendi
hızlandırdıkları kriz ve yeniden yapılanma süreçlerinin bizzat
kurbanı olm uşlardır6
Evet; ’68 sol/sosyalist hareket açısından “devrim” ve “özne”
bahsinde bir devrim yaptı, fakat bunu yarım bıraktı. Muhasebe
nin bu kalemiyle ilgili, hâlâ tatminkâr çözümler ve tecrübeler
üretilmiş değil. “lktidar”a ve siyasal güç oyununun “dar alanda
tufan”ına kitlenmiş yerleşik siyaset erkânına mahkûm olmak,
sol/sosyalist hareketi nicel ve nitel olarak daraltıyor. Buna kar
şılık özgül alanlarda kültürel dönüşüm hedefleyen mikro hare
ketlerin rutini, siyasallığın yayılması adına ‘buharlaşması’ ris
kini taşıyor. Şubeleştirici olmayan bir siyasal bütünlük, kendi
ni özgül bağlamlar ve sorunların hakkını vererek yeniden üre
tebilen bir bütüncül perspektif nasıl kurulabilir? - Devamla:
Bu perspektifin zemini ve âleti ne olabilir? Parti mi, başka bir
şey mi? ’68’de geleneksel siyasal biçimler sorgulanmıştı: bildik
merkeziyetçi partinin sorgulanması, bizzat parti biçiminin sor
gulanmasına varmıştı (Almanya’da Yeşiller şimdi terk ettikleri
“parti olmayan parti” şiarını akletmişlerdi). Türkiye’de ise ör
neğin, bugün ÖDP’nin hazmetmeye çalıştığı, parti-hareket ay
rımı vardı. Ulus Baker, -partiden farklı olarak- “hareket”in bir
direnişi dışavurmaya müsait olduğuna dikkat çekiyor: “insan
ları boyun eğdirmeye yönelik tüm tahakküm girişimlerine ‘kar
şı’ verdikleri cevaptan çok, bizzat bu tahakküm girişimlerine
neden olan özelliklerinin toplamı direniştir.”7 Harekete atfedi
6
Devamının konumuzla ilgisi dolaylı ama önemli: “Bu da, kapitalizmin toplum
sal süreçlerinin yönlendirici bir merkezi olmadığını, bu süreçlerin gelişmesi
nin çelişkili ve birbirine zıt eylemlerin sonucu olduğunu ve gerek aktörlerin
gerekse onlann eylem sahalannm toplumsal altüst oluşlarla birlikte radikal de
ğişimlere uğradığını bir kez daha gösteriyor.” (Joachim Hirsch, Der nationale
Wettbewerbsstaat,
Edition ID-Archiv, Berlin 1995, s.65).
len dolayımsızlık ve ‘yıkıcılık’ ile partiye atfedilen kurucu/yapı
cı karakter arasında bir ‘melezleme’ mümkün mü, anlamlı mı?
Yazının sonunda bu sorular civarlarına geri döneceğiz.
Enternasyonalizm
Sosyalizmin ölü bir sloganı olmaya yüz tutan enternasyonaliz
me kazandırdığı hayatiyet, ’68’in mümeyyiz vasıflarından biriy
di. ’68 hareketi sahiden belki de ‘tüm zamanların’ en kuvvetli
enternasyonalist cereyanını yaratmıştı. Çarpıcı olan şu ki, anti-
kapitalist muhalefet, bünyev! olarak bir dünya sistemi olan ka
pitalizmden daha canlı bir uluslaraşırılık dinamiği kazanmıştı.
Geç-kapitalizmin 80’ler/90’lar dönümünde “globalleşme” diye
takdis edilen evresinin ilk sinyallerini ’68 muhalefetinin verdi
ği söylenebilir: bütün dünya “bir ve aynı yer” haline gelmiş gibi
hissediliyordu ve bu hiç de - “globalleşme”ninki gibi- yanılsa-
malı bir tahayyül değildi. Dünyanın her yerindeki devrimci/öz
gürlükçü hareket, dünyanın başka her yerindeki devrimci/öz
gürlükçü hareketleri merak ediyor, onlarla ilgili bilgi topluyor
ve hepsi hakkında her türlü ahkâmı kesme hakkını kendinde
görüyordu. Bizatihi devrimci bir ‘ön alış’tı bu.
Bu bahsi ayrı bir altbaşlıkta ele almamın nedeni, ’68’in deva
mında dünya solunun özellikle de enternasyonalizm adına bir
hayli kan kaybına, bozulmaya uğramış olmasının oluşturduğu
paradoks. Bu bozulma, esas olarak, Doğu-Batı (veya Kuzey-Gü-
ney), Birinci Dünya-Üçüncü Dünya ekseninde gözlenebilir ve
eksenin iki ucu da temiz değildir.
’68 bakiyesi ‘metropol’ solunun enternasyonalizme verdiği
yeni anlamlar deyince unutulmaması gereken bir eğilim, uç ve
‘mükemmel’ örneğini (Baader-Meinhoff adıyla meşhur) Kızı-
lordu Fraksiyonu’nun hükmî şahsında Almanya’da bulmuştu:
emperyalist-kapitalist egemenlik zincirinin ancak çevre ülke
lerden kınlabileceği, metropollerdeki devrimcilerin buralarda
yapabileceğinin ise, Üçüncü Dünya’da başlayacak dünya karşı
devriminin cephe gerisinde gayrınizamî harp yürütmekten iba
ret olduğu düşüncesine dayanan bir tedhiş stratejisiydi bu. Bir
Dostları ilə paylaş: |