Tanıl Bora Sol, Sinizm, Pragmatizm



Yüklə 355,86 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə25/71
tarix06.02.2018
ölçüsü355,86 Kb.
#26294
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   ...   71

siyona
,  reflekse indirgemektir. Boğazına kadar batınca can hav­
liyle  zincirlerini kıran  işçi imgesine  dayalı  devrim  tasarımı,  iş­
çilere,  zincir  kırm aktan  başka  bir  misyon  atfetmez.  Nasyo­
nal  sosyalizm  de,  üstelik  el  eriminde  bulunan  düşmanlar  işa­
ret  ederek,  paldır  küldür bir  “yetti  artık!”  isyanını  körüklemi­
yor  muydu?  Sosyalizmin  farkı,  işçilerin  isyanda  da  çarkın  diş­
lisine  indirgenmesine  meydan vermemek  olmalıydı,  değil  mi? 
Yine Troçki’den misal getirelim:  O,  faşizme  karşı savunmanın, 
behemahal üretimde işçi kontrolü mücadelesine yönelmesi ge­
rektiği  fikrindeydi.3  Faşizmin  demagojisine  de,  sosyal  demok­
rasinin  pasifizmine  de  gerçekten  alternatif göstermenin ve  ya­
ratmanın  yolu,  işçilerin -bizim   buraların  tabiriyle!- söz,  yetki 
ve  karar sahibi olmasından geçecekti.
Reformdan sakınmak
Faşizmin-Nazizmin  iktidarının  sona  erişinden,  İkinci  Dünya 
Savaşı  bitiminden  sonra  da,  kapitalizmin  kriz(ler)inin  ve  ‘bu 
sayede’ sefaletin derinleşmesinin devrimci bir potansiyel doğu­
racağını,  iyileştirici  reformların  ise  zorunlu  olarak  karşı-dev- 
rimciliği  besleyeceğini  vaz’eden  fikir  kalıbı,  ‘radikal’  sosyalist 
cenahın  yollarına  döşenmeye  devam  etti.  Dünya  kapitalizmi­
nin  sosyal  refah  devleti  çağım  yaşadığı,  1950’lerden  1970’lere 
uzanan  devre,  bu  ‘radikalizmin’  bilhassa  tetik  durmasını  tah­
rik  ediyordu.  Gerçekten  de,  refah  düzeyindeki  artış,  meta  iliş­
kilerinin nüfuzunun yaygınlaşması ve derinleşmesi kapitalizmi 
kökleştiriyor;  sosyal demokrasinin  “sınıf mücadelesi”  ve  “dev­
rim”  şiarlarını  terk ederek  “merkez partisi”  hüviyeti  kazanma­
sıyla üzerine geniş bir “uzlaşma”  örtüsü serilen rejim sarsılmaz 
bir statüko  azametine bürünmüş,  hatta  tümüyle politika uyuş­
muş görünüyordu.
Bu  uyuşma  halinin,  radikal,  devrimci  solda  tedirginlik  ya­

A.g.y.,
  s.  379.  Troçki,  “burjuva  demokrasisini  kullanarak,  onunla  savaşarak,
bu  burjuva  demokrasisi  içinde  [inşa  edilen]  proleter  demokrasisi üslerinin, 
sendikaların, siyasal partilerin, eğitim ve spor demeklerinin, kooperatiflerin... 
devrim yoluna girmek için mutlak bir zorunluluk” olduğunu yazmıştı. Bunla­
rın korunması da hayatı önemdeydi.  A.g.y., s.  167.


ratması  anlaşılırdı.  Konformizm,  her  zamankinden  daha  bü­
yük bir  çekim  gücüne  sahipti.  Konformizme  karşı  koyma,  uz­
laşmacı  rehavete  kapılmama  endişesi,  kriz  ve  sefalet  teorile­
rine  abanmayı  beraberinde  getirdi.  Ekonomist  zihniyet,  kapi­
talizmin  kriz(ler)inin  mukadder  olduğunu  söyleyerek,  hınçlı 
bir  ‘gün  gelir  devran  döner’  moraline  sığındı.  Öte yandan,  an- 
ti-emperyalist ulusal kurtuluş mücadeleleri ve Üçüncü Dünya­
cılık gündemi,  konformizme  karşı güçlü  bir dayanak sağlıyor­
du.  Bu  gündem,  kapitalizmin  insanları/ülkeleri  sefalete  mah­
kûm  eden  yüzünü  teşhire  de  imkân veriyordu.  Devrimin,  an­
cak baskı ve  sömürü  altındaki  çevre ülkelerde  mümkün olabi­
leceği;  zira Batılı/Kuzeyli  metropollerde  emperyalizmin  nemâ- 
larıyla belirli bir refaha kavuşturulan emekçilerin dişlerinin sö­
külmüş  olduğu  fikri,  Batılı/Kuzeyli  devrimcileri  de  kapsayan 
bir itibar kazandı.
Aslında metropollerle sınırlı olmayan, dünyanın her köşesin­
de işçi sınıfının dar veya geniş bir sektörünü oluşturan işçi aris­
tokrasisine
 yönelik  kızgınlık,  devrim  stratejisine  ilişkin  yöne­
limlerin  ötesinde  sonuçlar  doğurdu.  İşçi  sınıfının  çalışma  ko­
şullarını ve  sosyal  haklarını  geliştirmeye  dönük  taleplerin  kü- 
çümsenmesiydi bu.  Bu  talepler uğruna verilen mücadele, radi­
kalizmin maişet motorunu döndürdüğü için sempatik bulunu­
yordu;  kazanımların  kendisi  ise,  pek  o  kadar  önemli  değildi. 
Pek o kadar önemli olmamaktan öte, kapitalizm bünyesi içinde 
kısmî  iyileşmelere  bel bağlayan,  reformist  tutumlara  dayanak 
sağlayabilecekleri  için,  sanki  biraz  da  ‘tehlikeli’  bulunuyorlar­
dı.  işçi  sınıfının  çalışma  ve  yaşam  koşullarının -kapitalist sis­
tem içinde- iyileşmesi, sanki onun şâmna yakışmıyordu.
Oysa,  1970’lerin  sosyalizm  içi  tartışmalarında,  kriz  ve  sefa­
let  teorilerine  bel  bağlayanların  sinizmini  sorgulayanların  or­
taya  konduğu  gibi4,  işçiler,  halleri  vakitleri yerinde  olduğun­
da  da,  üretim  süreci içindeki  deneyimleriyle  anti-kapitalist bi­
linç geliştirebilirler.  (Buna,  kapitalizmin gitgide  daha  fazla  ‘sö­
mürgeleştirdiği’  ve  kendi  döngüsünde giderek  daha büyük  rol 
oynayan yeniden-üretim sürecini de eklemeliyiz.) Merkez üssü

W olf Wagner’in andığım kitabının yansı, buna aynlmıştır.


meşhur ’68 olan,  1960’ların -artçıları ‘70’lere sarkan- dünya ça­
pındaki radikal sol dalgası, sosyal refah devletinin bu altın çağı­
nın ürünüydü.  Sefalete, yoksulluğa sebebiyet veren bir sisteme 
tepki  değildi  bu;  tersine,  tam  da  en  “adaletli”  devrini  sürmek­
te olan kapitalizmin, emekçilerin/insanların dünyasını, ufkunu 
daraltmasına başkaldırıydı.  Sadece kapitalizmin merkezlerinde 
değil,  çevrelerinde de bu başkaldırının özgürlükçü  arayışı var­
dı.  İsyanın  gücü,  oradaydı.  Yoksunluklar,  tahripkâr  deneyim­
ler,  ancak ‘başka  türlü bir şey’in hayal  edilmekle kalmayıp ucu 
göründüğünde,  başka  türlüsünü  akla  hayale  düşüren  iyileşti­
rici  deneyimler yaşandığında,  yapısal  çelişkiler  olarak  tebellür 
ederler.  Daha önemlisi, ‘başka türlü bir şeyi’ hayal etmek ve is­
temek,  bir  öznelik  kapasitesini  gerektirir.  Toplumsal  reformlar 
ve  ‘iyileşmeler’,  bunların gerçekleşmesini sağlayan politik-top­
lumsal mücadele ve  örgütlenmelerle beraber, öznelik kapasite­
sini geliştiren güçlenme deneyimleridir. Herhangi bir başarı de­
neyiminden yoksunluk,  iş  ve  hayat  koşullarının  sürekli  kötü­
leşmesi, emekçileri/insanları geriletir, sindirir, kendi nazarında 
değersizleştirir,  öznelik kapasitesini bastırır.
Kısmî  iyileşmeleri,  reformları  kaş  kaldırarak  karşılayan  ‘ra­
dikal’  tutum,  zâhidâne  bir sakınganlığa,  bir  asketizme  döndü­
ğü oranda; işçilerin daha ‘ileri’ taleplerini geliştirmeleri, arzula­
rını beyan etmeleri, utandırıcı bir imtiyaz gibi görünür hale ge­
lecektir.  Sanki en çok istenen, asıl beğenilen, sefil, perişan, hiç­
bir  şeye  takati  olmayan bir  ezilenler sınıfıdır;  ‘kendisi  için bir 
şey  isteyemeyecek’  bir  âcizler yığını.  Bu  tasavvur,  devrimcile­
ri,  onlar  adına,  vekâleten  mücadele  edenler  olarak  ‘kurumlaş­
tırır’.  Beğenmedikleri işçi aristokrasisine mukabil bu  kez  onlar 
bir ‘aristokrasi’ olurlar.
Her  ‘küçük  adımı’  abes  sayan;  nihâî ve  topyekûn  büyük  çö­
züm dışında her nispî iyileşmeyi,  küçümsemekle kalmayıp göz 
boyayıcılıkla  hatta  “iyi  niyetle”  örtülmüş  bir  ihanetle  itham 
eden bu boşunalık/na/ileîifc imanındaki sinizm, aslına bakılırsa 
gericiliğin belli başlı alâmetlerinden biridir.5

Bkz. Albert O. Hirschman, Gericiliğin Retoriği, çev. Yavuz Alogaıı, İletişim Yayın­
lan, İstanbul  1994, s.  55-93. Hatırlatması için Ahmet İnsel’e teşekkür ederim.


Yüklə 355,86 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   ...   71




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə