Tanıl Bora Sol, Sinizm, Pragmatizm



Yüklə 355,86 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə24/71
tarix06.02.2018
ölçüsü355,86 Kb.
#26294
1   ...   20   21   22   23   24   25   26   27   ...   71

münist sıfatlan da mevcuttu) içinde de, özellikle sendikal hare­
ket kanadında, bu ‘inanış’ yaşamaya devam edecekti.
Marx  da  bu  teoriyi/inancı  sürdürüyordu  -  bir  bakıma,  ve­
ya  ‘görünürde’...  O  da  kapitalizmin  krizlere  mahkûm  olduğu­
nu  ve  kapitalist sistemde  sefaletin  gitgide  derinleşeceğini  söy­
lüyordu.  Mutlak sefalet -yoksulluk,  açlık,  hastalık- içindeki­
lerin  durumunu  nefretle  tasvir  ediyordu.  Mamafih  Marx’ta bu 
sahneler daha ziyade kapitalizmin ‘geçmişiyle’, erken dönemiy­
le, bunun yanısıra emeğini satamayanlarla, işsizlerle,  “yedek iş­
çi ordusuyla”  ilgilidir.  Marx daha çok işçilerin üretim sürecin­
deki koşullarına odaklanarak, göreli sefalete verir dikkatini: ya­
bancılaşma kavramıyla da anılan, işbölümünün emekçiyi çalış­
manın/üretmenin  bütünsel  anlamından  uzaklaştırmasına,  ma­
kinenin  dişlisine  dönüştürmesine,  çalışma  sürelerinin  ve  yo­
ğunluğunun boş zaman ve zihinsel takat bırakmamasına odak­
lanır.  Onun asıl dert ettiği ve  derinleşmesine dikkat çektiği se­
falet,  budur.  Zira  kapitalizmin  çelişkilerinin,  komünist  top­
lum  tasavvuruna ve  inşâsına  götüreceği yol,  buradan  geçiyor- 
dur.  Artan  kitlesel yoksullaşmadan,  açlıktan ve  bunlara  tepki­
den değil; üretim ilişkileri kitlesel boş zamana, yaratıcılığa, söz 
ve  karar hakkına imkân verecek düzeye/hale gelirken, emekçi­
lerin  emek  güçleri üzerinden  şeyleştirilmesine  karşı  gelişecek 
tepkiden...  Mutlak  sefalet  (açlık,  yoksulluk)  elbette  vahimdir; 
fakat onu  gerçekten  ortadan  kaldıracak bir  toplumsal  düzenin 
anahtarı, göreli sefaletin  (emeğin meta ilişkilerine, somut eme­
ğin soyut emeğe mahkûmiyeti)  aşılmasıdır.
Marx’ın  kapitalizmin  mukadder  krizleri  ve  sefaletin  derin­
leşmesine ilişkin analizindeki bu ayrımın veya inceliğin, zama­
nın sosyalist-komünist hareketi tarafından mükemmelen ‘anla­
şıldığı’  veya  içselleştirildiği  söylenemez.  Nitekim,  Alman  sos­
yal demokrasisinin üstad teorisyeni Eduard Bemstein,  20. yüz­
yılın  kapı  eşiğinde,  kapitalizmin  alt  üst  edici bir  çöküşe  doğ­
ru  gittiği  tezinin  terk  edilmesi  gerektiğini  söylerken,  - k i  son­
radan  sol jargonun  gözde  küfürlerinden birine  dönüşen  reviz- 
yonizmitı
  esası  budur-,  esas  olarak,  kapitalizmin  işçi  sınıfına 
göreli  bir  refah  sağlama  kapasitesindeki  artışa  dikmişti  gözü­


nü.  Bemstein’a  karşı  çıkanlar arasında,  Marx’a  dönerek,  onun 
kriz ve sefaletin derinleşmesiyle ilgili analizini ‘rehabilite eden­
ler’  vardı.  Kari  Kautsky,  mutlak  sefaletin yerini  “sosyal  sefale­
tin”  aldığına  dikkat  çekiyordu.  Yani,  göreli  sefalete vurgu.  Ro- 
sa Luxemburg, kapitalizmin krizinin ve çöküşünün kendiliğin­
den/otomatik bir yıkılış  olarak  tahayyül  edilmemesi  gerektiği­
ni,  kriz  içindeki  çöküş  sürecinin  aynı  zamanda  proletaryanın 
isyanının gelişeceği,  örgütlenmesinin serpileceği bir süreç  ola­
rak kavranması gerektiğini söylüyordu. Aksi, politik mücadele­
nin özgüllüğünü  gözetmeyen bir ekonomizme  teslimiyet  olur­
du.  Yani  iradeciliğe/volontarizm e  vurgu.  Lenin,  kapitalizmin 
krizinin,  sömürge ve  çevre ülkelerde mutlak sefalet,  metropol­
lerde  ise  göreli  sefalet  biçiminde  tezahür  edeceği  fikrindeydi. 
Yani,  hem sefaletin  her iki veçhesine,  hem  iradeciliğe,  hem  de 
Batı/Avrupa-ötesine vurgu.
Kriz hevesi ve nasyonal-sosyalizm
Birinci  Dünya  Savaşı’ndan  sonra  da,  dünya  sosyalist/komünist 
hareketinde kriz ‘hevesinin’ devam ettiğini görürüz.  1929 Dün­
ya  Ekonomik  Bunalımı,  bu  hevesi  pekiştirir.  Krizin  derinleş­
mesi,  yoksullaşma,  burjuva  demokratik kuramların  iş  görmez 
hale gelmesi, şiddetin yaygınlaşması ve ‘tabana inmesi’, kısaca­
sı  “bıçağın kemiğe dayanması”,  selâm lanan bir ‘gelişme’dir.  Zi­
ra  bu  vahim  durumun,  çaresiz  kalan  kitleleri  radikalleştirece­
ği umuluyordur.
Kitleler de radikalleşmektedir gerçekten. Görünüşte, öyledir. 
Politik gösteriler için seferber olmakta, statükoya söven slogan­
ları  öfkeyle  tekrarlamakta,  sistem  karşıtı  partilere yönelmekte, 
“kesin  çözüm”ler talep etmektedirler. Yüzeyde köpüren bu ra­
dikalleşmenin  kaynağında,  işsizlik ve  yoksulluk  içinde  öz-de- 
ğer  duygusu  aşınmış  proleterlerin  köşeye  sıkışmışlığı  vardır. 
Can  havliyle  kasılma, yumruğunu  sıkma hali...  Tabii  asıl,  pro­
leterleşme korkusuna düşmüş orta sınıfların hiddeti: mülküne, 
konforuna,  ‘itibarına’  tırnaklarını  geçirmiş,  onu  tehdit  ettiğine 
inandığı herkese ve her şeye diş bileyen, en yakınındakine düş­


man  olabilecek...  Beka  kaygısıyla  gözü  kararmış...  Faşistlerin, 
nasyonal-sosyalistlerin  kana  kana  içtikleri  bir  hınç  pınarıydı 
bu.  Kriz ve kaos ortamının körüklediği tepkiselliği, yıkıcı ener­
jileri,  ‘anti’ci  hissiyatı,  'ya  herru  ya  merru’  fanatizmini  okşadı­
lar, azdırdılar.  En ‘kolay’ radikalizm,  onlarınkiydi.
Stalinizmin hükmü altındaki Avrupa  komünist partileri, yü­
zeyi kaplayan ve bilhassa nasyonal-sosyalizmin köpürttüğü ‘ra­
dikalizmi’  daha  da köpürterek  neticeye varmayı umdular.  Sos­
yal  demokrasiyi  en  büyük  düşman  ilan  eden  “sosyal  faşizm” 
doktrini,  bu  aklın  ürünüydü.  Stalinist strateji,  reform  beklen­
tileriyle  göz  boyayarak  işçi  sınıfını  gerçek  çıkarının  bilincine 
varmaktan  alıkoyduğu  için,  böylece  devrimci  radikalizmi  ön­
lediği  için,  sosyal  demokrasinin  faşizmden  ‘daha bile’  tehlikeli 
olduğunu  buyuruyordu.  Nitekim  Alman  Komünist  Partisi,  bu 
evrede,  “sosyal  demokrasinin  maskesini  düşürmeyi”  her  şey­
den fazla önemsedi,  anti-faşist eylemleri bile böyle bir meydan 
okuma  çerçevesinde  anlamlandırdı.  Troçki’nin  deyişiyle:  “İş­
çi sınıfını ikna etmeyi başaramayıştan sonra ona  tecavüz  etme­
ye  kalkmak demekti”  bu!2  Kuşku yok,  sosyal  demokratlar ger­
çekten  statükocu,  devletçiydiler,  onların  da  anti-komünizm- 
den gözleri  dönmüştü.  Fakat,  Naziler iktidara yürürken açılan 
bu ikinci cephe, intihan idi.
Nasyonal-sosyalizmi kutlu  bir radikalleşmenin yan  tesiri  gi­
bi görerek küçümsemek, soldaki kriz sinizminin tarihsel yanıl­
gısıdır.  Sadece  reel-politik,  taktik  bir  hatadan  bahsediyor  de­
ğiliz.  Krizi  derinleştirmeye  indirgenen  politik  otomatizm,  ‘ul- 
tra’  iradeciliği  kendi zıddına çeviren uğursuz bir diyalektiği  iş­
letir.  Politik eylemin inşacı potansiyelinden yüz çevirip,  ‘çeliş­
kileri  keskinleştirmeye’  odaklanarak  onu  bir  tür  matkaba  dö­
nüştürmek,  aklı ve sezgiyi  dumura uğratır.  Bu  seyir içinde ira­
dî zorlama,  kadercilik halini alır.  Asıl önemlisi:  Krizin tahriba­
tına ‘güvenmek’, işçi sınıfının öznelliğini,  tarihsel rolünü  reak­

Leon  Troçki,  Faşizm e Karşı  Mücadele,  çev.  Orhan  Dilber-Orhan  Koçak,  Köz 
Yayınlan, İstanbul  1977, s.  175. Troçki, sosyal demokrasinin “hıyaneti"  konu­
sunda  resmî KP  çizgisi ile hemfikir olmakla beraber, sosyal demokrasi bünye­
sindeki işçi kitlesine hitap  etmekten,  onla  temas  aramaktan  asla  geri  durma­
mak gerektiği kanısındaydı ve bu derdini anlatmak için çok çaba sarf etmiştir.


Yüklə 355,86 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   20   21   22   23   24   25   26   27   ...   71




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə