“dünya devrimci işbölümü” varsayan bu tasarım, ciddi bir öze
leştirinin ardından bugün terk edilmiş bulunuyor. Bu akım, ‘as
kerî’ değerlendirmesini bir kenara bırakırsak, nafile bir Üçüncü
Dünya yüceltisine yol açtı - buna bağlı olarak da Birinci Dün-
ya-Üçüncü Dünya solcuları/sosyalistleri arasındaki potansiyel
ortak gündemin alabildiğine indirgenmesine...
Batı dünyasında ’68 bakiyesi solda, Doğu/Güney/Üçüncü
Dünya karşısında insancıl bir ilgiyle perdelenen bir ‘efendi’ du
ruşunun giderek yaygınlaştığını söyleyebiliriz. Hemen her Batılı
sol grubun ve çevrenin özel ilgi ve sevgi besleyerek sıyanet ettiği
ülkeler ve hareketler oldu - çıkarcı ya da samimî hislerle muha
taplarından da büyük ölçüde kabul görerek... Nazizmin tarihsel
mirasıyla başet(eme)me tecrübesinin yüklediği ‘üstün’ suçlu
luk duygularıyla yine Almanya solu, bu konuda trajikomik ör
nekler arz eder. Bizi yakından ilgilendiren bir örnek: bazı grup
ların Kürt millî hareketiyle ilişkilerinde sergiledikleri romantik
ve sorgusuz-sualsiz meftunluk, son yıllarda bizzat Alman solu
içinde de sert bir şekilde “başka bir ulusal topluluk adına mil
liyetçilik yapmak”la eleştirilmeye başladı. Keza bu eğilimdeki
gruplar, Kürtleri “soylu vahşi” suretinde yüceltmekle, böylelik
le Kürt millî hareketi içindeki ırkçılık veya şiddet gibi fenomen
leri özgün bir kültürün özgün kuralları sayarak hiç sorgulama
makla, bir yandan da onların “yaban ama saf kültürleri”ni ge
lişkin bir bilincin taşıyıcıları sıfatıyla ‘sahiplenmekle’ eleştirili
yorlar. Böylesi uç örneklerde oryantalist bir havaya bürünen bu
acaip sevme biçimi, kuşkusuz insanlık nâmına hayırlı sonuç
lar doğurabilen yardım ve yataklıklara zemin hazırlıyor - bu da
’68’in mirası olan bir kazanımdır. Fakat bu ‘kazanımın’, eşdeğer
ler arasında olacak türden bir ilişkiye pek yer vermediği ortada.
Yine örneğimize başvurursak: bugün entemasyonalist Almanya
solcuları, çoğunlukla, Türkiyeli solcuların Türkiye ve Kürt so
runu hakkındaki düşünceleri dışındaki görüşlerini pek merak
etmiyorlar - onları bu sorunların raportörleri olarak görüyorlar.
Doğu/Güney/Üçüncü Dünya ülkelerinin ’68 bakiyesi solun
da ise, Lenin-öncesi bir anti-emperyalizm anlayışının elverdi
ği kolaycılığın revaç bulduğunu söyleyebiliriz. Emperyalizm,
kapitalizmin dünya ölçeğinde içselleşmesini ifade eden anla
mından uzaklaşarak, uluslararası politika ve güç dengelerini
öne çıkartan bir parola olarak iş gördükçe; komplocu bakış ve
en önemlisi milliyetçilik, ‘çevre’ ülkelerdeki sol/sosyalist hare
ketlerde kök saldı. Bu tahrifatın, Üçüncü Dünya’daki (ve ‘ara’
dünyadaki) solun siyasal reflekslerinin körelmesine, görüş uf
kunun daralmasına ve düşünsel ataklığına ket vurulmasına yol
açtığını ileri süreceğim. Batı solunun enternasyonalizmi yar-
dım-yataklığa indirgeyerek meraksızlaşmasının simetrik kar
şıtı olarak, Üçüncü Dünya solu da enternasyonalizmi anti-em-
peryalist yakarıya ve ilenmeye dönüştürdü; Batı solu hakkında,
reaksiyoner bir anti-emperyalizm, akademik bir oryantalizm
eleştirisi ya da himaye bekleyen taşralı mağdur pozisyonu dı
şında bir yerden konuşmaz oldu.
Velhâsıl bugün sol adına eşdeğerlik ilişkisi temelinde bir en
ternasyonalizmden -daha iyisi uluslaraşırılıktan- söz etmek
zor görünüyor. ’68’in terekesinin belki de en fazla çarçur edilen
parçası enternasyonalizmdir.
Sistemin tahkimatı
“’68’den sonra ne değişti/68 neyi değiştirdi?” sorusuna veril
mesi gereken cevaplardan biri şudur: sistemin gerek baskı aygı
tında gerekse ‘sivil’ egemenlik ve tahakküm mekanizmalarında
kayda değer bir gelişme oldu. Bu gelişme kuşkusuz salt ’68 mu
halefetinin etkisine bağlanamaz. Birinci Dünya’da refah devle
ti vaadinin, Üçüncü Dünya’da ise kalkınma vaadinin ’70’lerde
tıkanması, arkasından ’80’lerde girilen “post-...” -yeniden-ya-
pılanma süreçleri, kapitalist sistemin rıza ve meşrûiyet sağla
maya dönük cihazlarını zaten elden geçirmesini gerektiriyor
du. Ancak ’68 bu yeniden-yapılanmanın arefesinde bir erken
uyan işaretiydi - sistemin sahiden bunun kadrini bildiğini tes
lim etmeliyiz.
’68’deki muhalefet dalgası dünyanın dört yanında “otorite
yi zaafa düşüren” manzaralar yarattı ve devlet(ler) bundan çok
ciddi biçimde rencide oldular. ’68’den sonra yine dünyanın her
yanında devlet(ler)in güvenlik kuvvetlerinin hukuken ve fizi-
ken teçhizatlandırıldığmı görürüz. Bu teçhizatlanmanın esas
saiki, az evvel değindiğim gibi, sistemin rıza ve meşrûiyet üre
timinde zorlanma ihtimalinin yükseldiği bir evreye giriyor ol
masıydı; fakat tam da içine girilen bu evrenin yol açtığı tedir
ginlikte ’68 tecrübesinin payı vardı. Dahası, güvenlik aygıtları,
yeni çatışmalara ve gerginliklere basbayağı ’68’in rövanşını al
ma saikiyle hazırlandılar! Bu şartlarda, 70’li yıllarda ve sonra
sında demokrasi şampiyonu Batılı liberal hukuk devletlerinin
sistem karşıtı hareketlere muamelesi olağanüstü sert oldu. “Te
rörizm” mitosunun şişirilmesine paralel olarak olağanüstü hu
kukun çerçevesi genişledikçe genişledi.
Almanya, burada da iyi örnektir: ’68 sonrasında şiddeti tır
mandırma ve kutuplaşma stratejisi izleyen Kızılordu Fraksi
yonu bu işi gittikçe profesyonelleşen bir beceriyle yaparken,
tenkilci ve intikamcı bir güdüyle hareket eden Federal Alman
ya Devleti de ‘fırsattan istifade’ devâsâ bir karşı-terör makinesi
kurdu. Kızılordu Fraksiyonu’ndan bir grup, birkaç yıl önce bu
stratejinin yol açtığı sonuçların muhasebesini yaparken şunla
rı söylemişti:
...m ücadelem izin, devletin faşist suratının yüzeye çıkm ası
na katkıda bulunduğu, bir vakıadır: tutsakların öldürülmesi,
olağananüstü hal yasaları, ölü ele' geçirmeler, Schleyer’in ka
çırılmasından sonra önde gelen politikacıların idam cezaları
nın aleni infazını istemesi vb.... Ne var ki, bilinçli politik hede
fimiz olan, bütün bunlara karşı geniş bir tepki hareketi oluş
ması, asla gerçekleşmedi. Tam tersine. Özellikle solun bazı ke
simlerinde, olağanüstü hal yasalarının ve açık polis devletinin
devreye girmesi, direnişten çok yılgınlığı beraberinde getirdi...
Bu da şunu gösteriyor ki, bir devleti demokratik hukuk devle
ti vitrininin arkasındaki suratım açıkça göstermeye zorlamak,
otomatik olarak buna karşı bir direniş gelişmesini getirmiyor.
Doğrusu Nazi faşizmi döneminin tecrübelerinden de çıkarsa-
yabilirdik bunu.8
8
Die Beute 1/96, s. 25-6.
Dostları ilə paylaş: |