Kur’an’ın İman Öğretileri Açısından Fideizmin Kritiği
53
“Bizim İsa Mesih’ten sonra meraka ihtiyacımız yoktur. Biz inandığımızdan
daha başka bir şeye inanmayı istemeyiz. Bizim “inanmak zorunda
olduğumuz şeyden başka bir şey yoktur” inancından başka bir inanca
ihtiyacımız yoktur.
15
Ortaçağ tarihinde ise, iman alanında aklın yararsızlığını en keskin bir
biçimde öne düşünürün Okhamalı William (ö.1349) olduğu görülür. O,
inançla bilim veya akılla bilim arasında giderilemez bir ayrılık ortaya
koymuş, böylece Rönesans’ın yani dinden bağımsız bir dünya görüşünün
işaretlerini vermiştir.
16
Tanrının varoluşuna ilişkin bütün kanıtları eleştiren
Okhamalı William’a göre, tanrının ne varlığı ve birliği ne de sonsuzluğu
kanıtlanabilir. İnsan zihni, tanrının varoluşunu, ne kozmolojik kanıtla, ne
teleolojik kanıtla ne de ontolojik kanıtla ispatlayabilir. Ona göre, iman aklı
destekleyip ona katkıda bulunamayacağı gibi akıl da imana yardımcı olamaz.
İman ve akıl birbirinden öylesine farklı, öylesine ayrıdır ki, akıl imanın kimi
doğmalarının çelişkilerini dahi kanıtlayabilir. O halde aklın imanı açıklaması,
anlaşılır hale getirmesi hiçbir işe yaramadığı gibi, imanın özüne zarar bile
verebilir. Aynı şey iman ve teoloji için de geçerlidir. İman ve teolojinin akıl
alanına müdahale etmeye çalışması, her ikisine de zarar verecek olumsuz
sonuçlara yol açacaktır. Ona göre, imanın doğmalarının çelişik olduğu
gösterildiğinde bile yapılması gereken, imandan uzaklaşmak değil, akıl dışı
olduğunu düşünsek dahi imana sıkı sıkıya sarılmaktır. Çünkü teolojide temel
ve en yüksek olan imandır; burada akla yer yoktur.
17
Çağdaş dönemde de katı fideizmin taraftarları vardır. En
önemlilerinden biri, aynı zamanda varoluşçuluğun önemli temsilcilerinden
olan Kierkegaard (ö.1855)’tır. Ona göre tanrı kanıtlanan bir fikir olmaktan çok
kendisiyle ilişki kurularak yaşanılan bir varlıktır. Kierkegaard, tanrının
varlığına ilişkin metafizik spekülasyonların iflas etmiş olduğunu düşünür.
Diğer bir deyişle o, rasyonalizme ödün veren Hegel sistemine bir tepki olarak,
dini inancın yalnızca aklın desteğine ihtiyaç duymamakla kalmadığını, fakat
onun özünde akıl ile uyuşmaz olduğunu öne sürerek fideist bakış açısının
radikal bir biçimini savunur.
Öte yandan ölçülü fideizmi savunan filozof ve teologlar, iman alanında
aklı tamamen dışlamamışlardır. Ilımlı imancılığın en meşhur temsilcilerinden
birinin Augustinus (ö.1109) diğerinin de Pascal (ö.1662) olduğu belirtilir. Bu
15
Alpyağıl,
Wittgenstein ve Kierkegaard’dan Hareketle Din Felsefesi Yapmak, s.17.
16
Macit Gökberk,
Felsefe Tarihi, İstanbul 1990, s.176-177.
17
Cevizci,
Ortaçağ Felsefesi Tarihi, s. 316-317.
54
Hulusi Arslan
iki filozofa göre, iman ve akıl, teoloji ve felsefe iç içedir. Aslında biz
inanıyorken düşünüyoruz; düşünüyorken de inanıyoruz. Bu durumda
bilinen ve inanılan şeyler birbirinden yeterli ölçüde kesin bir şekilde ayırt
edilemez. İşte bu yüzden bu filozoflar imanda kökleşen ve imana dayanan
felsefeyi, doğru felsefe olarak görürler. Buna karşılık onlara göre, ilahi
otoriteye boyun eğmek bütün araştırma ve incelemelerden önce gelir.
Nitekim gerek Augustinus ve gerekse Pascal’a göre önemli olan herhangi bir
şekilde inanmak değil, ilahi otoriteye boyun eğerek ve onun yönlendirmesine
boyun eğerek inanmaktır. Bu demektir ki önce inanılmalı, sonra anlamaya ve
bilmeye çalışılmalıdır. Bir başka deyişle, anlamak için önce kabul etmek
gerekir; yani inanmak anlama ve bilmenin ön şartıdır. İşte bu anlayış
Augustin’in “anlamak için inanıyorum” ve “bilmek için inanıyorum”
şeklindeki meşhur sözleriyle dile getirilir.
18
Modern dönemde inanç düzleminde aklın yararsızlığını ortaya
koyanlardan biri de David Hume (ö.1776)’dur. “Din Üstüne” adlı eserinde
konuşturduğu Philo, evrende gözlemlediğimiz düzenden hareketle gözlem
dışı mevzular hakkında genelleme yapmanın doğru olmadığını ve aklın
metafizik alanda hata yaptığını söyler. Şöyle der: “Benim yüzüme dilediğiniz
kadar septik ve alaycı diyebilirsiniz. Fakat bize çok daha bildik konularda
insan aklının eksikliklerini, hatta çelişkilerini gördükten sonra böylesine
yüksek ve bizim gözlem alanımızdan böylesine uzak bir konuda onun zayıf
yakıştırmalarından herhangi bir başarı bekleyemem.”
19
Kant (ö.1804)’ın aklın metafizikteki kullanımına yönelik eleştirileri
belki de fideizmin en önemli desteklerinden birini oluşturmuştur. O, en
nihayetinde şu sonuca varmış gözükmektedir: “Şimdi ileri sürüyorum ki,
aklın teoloji açısından salt spekülatif kullanıma yönelik tüm girişimler
bütünüyle verimsiz ve iç yapılarına göre birer hiç ve sıfır mesabesinde
olmuştur. Aklın doğa incelemelerinde kullanımının ilkeleri ne olursa olsun o
hiçbir şekilde Tanrıbilimine götürmez.”
20
Öte yandan modern dönemlere ait Hıristiyan teolojisi de aynı paralelde
gelişmeler göstermiştir. Zira modern dönemde reformist bir Hıristiyan
mezhebi olarak ortaya çıkan Protestanlığın da fideizmi benimseyip
desteklediği görülür. Protestanlığın kurucusu sayılan Luther, başlangıçta
mistisizme bağlı kalmış, dini bir gönül işi olarak anlamıştı. Bu sıralarda onun
18
Özcan, “Birbirine Zıt İki Epistemolojik Yaklaşım: “Temelcilik” ve “İmancılık”, s. 169.
19
David Hume,
Din Üstüne, çev. Mete Tuncay, İmge Kitabevi Yay., Ankara 1995, s. 158.
20
Alpyağıl,
Wittgenstein ve Kierkegaard’dan Hareketle Din Felsefesi Yapmak, s.57.