Kur’an’ın İman Öğretileri Açısından Fideizmin Kritiği
59
Buna ilişkin en çarpıcı Kur’an ifadelerinden biri, “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir
olur mu?”
40
âyetidir. Mâturîdî ayetteki “bilenler” ifadesini Allah’ın
nimetlerini, bu nimetlere karşı ona şükretmeyi; ona isyan etmekten ve onun
cezalandırmasından sakınmayı bilenler” şeklinde açıklarken, “bilmeyenler”
ifadesini de “bütün bu sayılanları bilmeyenler” olarak yorumlamıştır.
41
Bu
yoruma göre gerçek bilim adamı eşyayı araştırıp incelerken aynı zamanda
eşyanın Allah ile olan ilişkisini de bilen bir kimse olarak değerlendirilmiştir.
Diğer bazı Kur’an yorumcuları da itaat ve ibadetten uzak kimseleri gerçek
âlim olarak saymamışlardır.
42
Bu açıdan bakıldığında insanı Allah’ın varlığını tasdik etmeye ve ona
karşı derin ve içten bir saygıya yönelten en önemli şeyin insanın eşya
hakkındaki bilgisi olduğunu söylemek mümkündür. Bu bağlamda “Kulları
arasından Allah’tan ancak âlim olanlar korkar”
43
ayeti, ilmin ve ilim sahibi
olmanın Allah-insan ilişkisi bağlamında önemli bir yere sahip olduğunu
göstermektedir. Râzî’ye göre kişi, tanıdığı ve bildiği oranda saygı duyar veya
çekinir. Dolayısıyla âlim, Allah’ı bildiği için onun emir ve yasaklarına daha
duyarlıdır ve ona daha çok ümit bağlar.
44
Yazır’a göre de bir şey hakkındaki
saygı onun şanıyla ilgili bilgi ve bilginin derecesiyle mütenasip olur. Bir
kulun Allah’a dair ilmi ne kadar kemalli ise, ona saygısı da o nispette kemalli
olur.
45
Bütün bu yorumlar, iman etme sürecinde ve insanın Allah ile olan
münasebetinde akıl, düşünce ve bilginin Kur’an açısından çok önemli bir yere
sahip olduğunu göstermektedir ki bu, akla muhalif fideizmin iddialarından
oldukça uzaktır.
Öte yandan Kurân-ı Kerim, iman konusunda dayanaksız iddialarda
bulunmanın yanlışlığını beyan etmiş, burhan ve delilin aranması gerektiğini
vurgulamıştır. “Kim, hakkında hiçbir delil olmadığı halde Allah ile birlikte başka bir
ilaha taparsa, onun hesabı ancak Allah katındadır.
46
“Allah ile birlikte başka ilah mı
var? De ki, ‚Eğer doğru söylüyorsunuz getirin kanıtınızı (burhan)”
47
gibi Kur’an
ifadeleri bunu açıkça ortaya koymaktadır. Yazır’a göre ayette sanki “eğer
Allah’a ortak koşma davanızda doğru iseniz ondan başka tapılacak varlıklar
40
Zümer 39/ 9
41
Mâturîdî,
Te’vîlâtü’l-Kur’ân, XII, 309
42
Râzî,
et-Tefsîru’l-Kebîr, IX, 429
43
Fâtır 35/28.
44
Râzî,
et-Tefsîru’l-Kebîr, IX, 236
45
Yazır,
Hak Dini Kur’an Dili, VI, 3991
46
Müminun, 23/117.
47
Neml 27/64.
60
Hulusi Arslan
olduğuna dair bir deliliniz olmak lazım gelir” denmiştir. Râzî’ye göre de bu
âyetler, delili bulunmayan hiçbir şeyin ispat edilemeyeceğine, her iddia
hakkında mutlaka bir delilin bulunması gerektiğine, düşünmenin doğru bir
yöntem, taklidin ise yanlış bir yol olduğuna işaret etmektedir.
48
Yine Kur’an’ın “
Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme,
çünkü kulak, göz ve kalp bunların hepsi ondan sorumludur”
49
beyanı, diğer
hususları içerdiği gibi iman konusunu da içerir. Râzî’ye göre bu ayet
müşrikleri inandıkları şeylerden uzaklaştırmayı amaçlamıştır. Çünkü onların
ulûhiyet ve nübüvvetle ilgili inançları ataları taklit etmeye dayalıydı. Bu
sebeple ayette müşriklerin heva ve heveslerine uydukları; bilgi ve delile
dayalı gerçek bir inanca sahip olmadıkları beyan edilmiştir.
50
Zemahşerî’ye
göre de ayetten kastedilen şey, kişinin bilmediği bir şeyi söylememesi ve
bilmediği bir şeyi yapmamasıdır. Ona göre delilsiz bir şekilde başkalarını
taklit etmek de bu yasağa dâhildir. Çünkü taklit, kişinin doğrusunu
yanlışından ayırt etmediği bir şeye tabi olmasıdır.
51
Yine Kur’an zanna veya nefsânî arzuya dayanan bir inancın
yanlışlığına dikkat çekmiş, bu tür inançların hiçbir delile dayanmadığını
belirtmiştir. Müşriklerin tapmış oldukları Lât, Menât ve Uzzâ isimli putlardan
bahsedilen bir pasajdan hemen sonra bu putlar hakkında şöyle denilmiştir:
“Bunlar (putlar), sizin ve atalarınızın taktığı isimlerden başka bir şey değildir. Allah
onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Onlar sadece zanna ve nefislerinin
arzusuna uyuyorlar. Hâlbuki kendilerine Rableri tarafından yol gösterici gelmiştir.”
52
Kur’an-ı Kerim’in bu ifadesi açıkça inanç alanında zanna ve nefsani arzuya
tabi olmanın yanlışlığına, buna karşılık bilgi ve delile dayanmanın
gerekliliğine işaret etmiştir. Mâturîdî bu ayetin tevili bağlamında, ilginç bir
yorum ortaya koyar. Ona göre göre nefis yalnızca hazır menfaat ve zararları
tanır; uzak olanları tanımaz. Uzak menfaatler ancak tefekkür ve nazar ile
bilinir. Nefis nazar ve tefekkürden hoşlanmadığı zor ve kendisine ağır gelen
şeyleri arzu etmediği içindir ki ahirete yönelik uzak faydaları bilmez.
53
İmanı da bu kapsamda değerlendirebiliriz. Zira imanın konusu,
görünürün işaret ettiği fakat kendisi görünmez olan şeylerden müteşekkildir.
Bu işaretin gösterdiği şeyi bulmak için tefekküre ihtiyaç vardır. Dolaysıyla
48
Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, VIII, 300, 567.
49
İsra 17/36
50
Râzî,
et-Tefsîru’l-Kebîr, VII, 339
51
Zemahşerî,
Keşşâf, III,517
52
Necm ,53/ 23
53
Mâturîdî,
Te’vîlâtü’l-Kur’ân, XIV, 203