40
41
|
Temmuz 2016
|
Sayı 19
BURSA
’
DA ZAMAN
|
Temmuz 2016
|
Sayı 19
BURSA
’
DA ZAMAN
dosya / Konya’da Tarihi Zirve / Selçuklu’ya Açılan Kapı; Beyşehir /
Saffet YILMAZ
Eşrefoğlu Camii’ne ister ibadet için gidin
ister ziyaret için, büyük bir hayranlıkla izle-
yecek, hayranlığınızı gizleyemeyeceksiniz.
35 penceresi bulunan Camii yılda 100 binin
üzerinde ziyaretçi alıyor. Elbette pek çok
yerli ve yabancı yazarın dikkatini de çekmiş
camii ve külliye. Bunlardan biri Charles
Texier. Fransız seyyah 1832 yılında bölgeyi
gezmiş ve 1862 yılında kapsamlı bir kitap
yayımlamış.
Klasikleşmiş Selçuklu “taç kapı” geleneğini
burada da görüyoruz ancak burada yapıya
özgü bir biçimde yorumlanarak uygulanmış.
KAR ÇUKURUNUN ESRARI
Ahşap ulu camilerin en ‘ulu’su sayılabi-
lecek Eşrefoğlu Camii’nin, tamamı sedir
ağacından 42 direği bulunuyor. Direkler
Toroslar’ın devamı olan Anamas dağla-
rı ormanlarından kesilmiş. Sedir ağaçları
M.Ö. 2000 yılından bu yana, uzun ömürlü
olması nedeniyle özellikle gemi sektöründe
kullanılmış. Gemilerin yanı sıra, eski Mısır
tapınaklarında, saraylarda, gösterişli lüks
yapılarda, binaların süslemesinde, firavun-
ların veya devlet erkanının tabutlarında hep
sedir ağacı kullanılmış. Çünkü özel bir koku
ve renge sahip, kolay işleniyor, hafif, yumu-
şak ve çürümeye karşı da dayanıklı.
Bu güzelim ağacın bozulmaması için ca-
minin ortasında oluşturulan bir kar çukuru
var ki, esrarına hakim olmak bile insanda
hayranlık uyandırıyor. Cami içindeki Sedir
ağacından direklerin uzun ömürlü olması
için oluşturulmuş bu çukur. Kar çukuru
sayesinde cami içindeki nem oranı den-
gesi korunuyor ve kesildikten sonra nemli
ortamda tutulması gereken direkler daha
uzun ömürlü oluyor, erken deforme olması-
nın önüne geçiliyormuş. Direkler ilk kesildi-
ğinde 5-6 ay kadar Beyşehir Gölü’nde ıslak
olarak tutulmuş ve ardından fırınlanarak
camide kullanılmış.
Buna ister ince düşünce deyin, ister fen
ister ilim deyin isterse de zarafet deyin. Bir
yapıya 700 yıl ömür veren sır bu.
Fakat zaman değişir ve yakın tarihte, camii
üzerindeki toprak örtü yerine kurşun örtü
kullanılır.(1941’e kadar toprak örtü oldu-
ğu biliniyor) Kurşun malzeme çatıda ısı
birikimine neden oluyor ve alttaki ahşap
malzemeye zarar vermesinden korkuluyor.
ÇUKUR KÜÇÜLÜYOR
Tekrar kar çukuruna dönecek olursak;
caminin tam ortasındaki çukura kürünen
karın üzeri samanla örtülüyormuş. Sıkış-
tırılıyor, üzerine hasır serilerek samanla
kapatılıyormuş. Böylece hem camii bir anda
soğumuyor hem de karlar yaz aylarına ka-
dar kendini koruyor. Yaz aylarında ayda bir
yatsı namazından sonra hasır açılarak karın
erimesi sağlanıyor ve içerideki nem dengesi
korunuyor. 1941’den sonra bir süre, Beyşe-
hir Gölü’nün donan kısımlarından buz alınıp
kar çukuruna doldurulma yoluna gidiliyor.
Ama aynı işlevi görüp görmediği konusu
biraz muamma.
Bunlar her ne kadar rivayet olsa da, yüz-
yıllar boyunca cami ortasındaki çukura kar
doldurulmuş olması ve içindeki ahşap mal-
zemenin bozulmadan yüz yılları atlatması,
kar çukurunun görevinin gerçek olduğuna
inanmamızı sağlıyor. Fakat rivayet o ki,
cemaatten biri güvercin kovalarken kar
çukuruna kafa üstü düşmüş, çıkarma çalış-
maları sırasında tekrar düşüp ayaklarını da
Beyşehir Gölü
Kar çukuru
42
43
|
Temmuz 2016
|
Sayı 19
BURSA
’
DA ZAMAN
|
Temmuz 2016
|
Sayı 19
BURSA
’
DA ZAMAN
dosya / Konya’da Tarihi Zirve / Selçuklu’ya Açılan Kapı; Beyşehir / Saffet YILMAZ
kırmış. İlk düşüş beyin kanamasına neden
olmuş olmalı ki; 15 gün sonra vefat ediyor.
7 metrelik kar çukuru bu olaydan sonra 4
metreye düşürülmüş, 5x5 olan genişliği ise
4x4 metrenin altına düşürülmüş.
ÇİNİLİ MİHRAP
Caminin orta sahanlığının tavanında Davut
Yıldızı olarak da bilinen birbirine bitişik 7 adet
altı kollu yıldız mukarnaslar dikkat çekici.
Eşrefoğlu Camiinin mihrabı 13. yüzyılın en
başarılı mozaik çalışmalarından birini içeriyor.
Bugüne kadar gördüğümüz en muhteşem
çinili mihrap! Üslup bakımından Selçuklu
mihrapları ile yarışabilecek kapasitede.
Camiinin mihrabında çok özel uygulama-
lar var. Mihrap nişine karşı gelen cephede
kabaralı 8 kollu ve etrafında 24 kollu yıldız
bunlardan biri. Yıldıza ilişkin rivayetler
muhtelif. En bilinenleri; kabara üzerindeki
8 yıldızın Selcuklu yıldızını sembolize ettiği,
aynı zamanda cennetin 8 kapısını çağrıştır-
dığı, ışınlı ve çok yönlü olduğu, merkezdeki
kabaranın Anadolu’yu, etrafındaki 24 adet
merkeze yönelmiş okların oğuz boylarını
temsil ettiği, bir günün 24 saat olduğu,
ortadaki kabaranın saatin merkezini, etraf-
taki 24 oktan her birinin saatin bir dilimini
gösterdiği gibi…
Camilerdeki minber, kademe kademe
yükselerek çıkılan yer demek. Eşrefoğlu
Cami’nin minberi, tamamı ceviz ağacından
kündekari tekniği ile oymalı, çatmalı olarak
yapılmış, binlerce yıldız ve geometrik par-
çalarında kakma ve eğri kesim tekniği uy-
gulanmış. İnanılmaz bir gösterişe! Buradaki
kündekarinin başlıca özelliği, yapılan eserin
tümüne küçük küçük işlenmiş ve oyulmuş
ahşap parçaların çivi ve tutkal yapıştırıcılar
kullanılmadan birbirine geçirilerek meydana
getirilmiş olması.
Minberin, çift kanatlı kapası üçgen ve beş-
gen geometrik parçalarla süslenmiş. Yüzeyi
rumi dal ve yapraklarla süslü. Açıklığın yu-
varlak kemeri on altı dilime ayrılmış ve her
birinin içine palmetler kabartılmış. Kemerin
köşe dolguları arasına da minberi yapan
ustanın ismi ve imzası ustaca gizlenmiş.
Kapının üzerindeki ahşap kemerde bir
kitabe bulunmakta. Kitabede şunlar yazı-
yor “Taht gibi yüce minberin yapılmasını
adaletli emir Eşrefoğlu kahraman Süleyman
emretti.”
Minberin kapı yüzey ve kemeri de dahil her
santimetresi özel olarak işlenmiş fakat bu-
gün bunları ancak erbabı okuyabiliyor, anla-
yabiliyor. Biz de bir uzmandan yararlandık.
Örneğin kapının sağ sövesinden başlayarak
üste devam eden ve sol altta biten kitabe-
sine sülüs yazı ile ayet’el kürsi işlenmiş.
Minberin mihraba bakan yan kısmındaki
kitabede bugün bile ders denilebilecek özlü
sözler yazılı. Örneğin kitabenin bir yanında
“Minbere kim çıkarsa katiyen doğrudan
başka bir şey söylemeyecek” diğer yanında
ise “Hatip minbere çıktığı zaman dinleyicile-
rine doğrudan başka bir şey tebliğ etmesin”
yazıyor…
Hemen yanındaki bedesten ne yazık ki
içler acısı durumda. Restorasyon hazırlıkları
vardı biz gittiğimizde. Türk taş işçiliğinin en
güzel örneklerinden birini görmek müm-
kün bedestende. Üstelik Anadolu’daki en
eski bedestenlerden biri. Ayakta kalabilmiş
başka bir yaşıtını bulmak zor. Günümüzde
Osmanlı’dan kalan bedestenlere bakınca,
Osmanlı’nın bedesten mimarisinde burayı
örnek aldığı kanaati hasıl oluyor.
Külliyenin bir tarafında hamam bulunu-
yor. Yüzyıldan fazla süre harap vaziyette
bekleyen tarihi yapı, 2006 yılında Vakıflar
tarafından restore edilmiş ve orijinal işlevi-
ne uygun olarak kullanıma sunmuş.
TAŞ İŞÇİLİĞİNİN ZİRVESİ
Eşrefoğlu Camii’nin hemen bitişiğindeki medrese
de taş işçiliğinin zirvesinde. İsmailağa Medresesi,
aslında Taş Medrese olarak biliniyor. Külliyeye
sonradan dahil olmuş yapılardan biri olan bu
yapının muhteşem bir giriş kapısı bulunuyor. Taş
oymacılığının şaheseri denebilir. 1369 yılında
İsmailağa tarafından yapıldığı kitabesinden
anlaşılıyor. İsmail Ağa’nın, İlhanlılar tarafından
Anadolu’nun idaresi için gönderilen valiye bağlı
Emir’lerden biri olduğu sanılıyor. Bütün ömrünü
Beyşehir’de geçiren İsmail Ağa, medresenin oda-
larını dolaşırken beklemediğiniz bir anda karşı-
nıza çıkıyor. Kabri medresenin dershanelerinden
birinde bulunuyor. Uzun yıllar harabe olarak
bekleyen tarihi yapının giriş kapısında eşsiz bir
taş işçiliğini görmek mümkün.
Beyşehir, sadece gölü ve Eşrefoğlu cami-tür-
be-medresesi ile değil, Selçuklu ve Osmanlı ön-
cesi medeniyetlere ait değerleriyle de görülmeye
değer, hatta, mutlaka görülmesi gereken tarihi
şehirlerimizden biri. Bu değerli tarihini koruması
ve gelecek kuşaklara doğru bir şekilde aktarması
hepimizin ortak temennisi…
KAYNAKÇA
•
İsmail Efe / Eşrefoğlu Camii ve Külliyesi
DOKUZ YAYINLARI
HİTİT, ROMA, BİZANS,
SELÇUKLU, OSMANLI…
M.Ö. 2000’li yıllarda Anadolu’da güçlü bir devlet
kuran Hititler, Beyşehir yöresine de yerleşmişler ve hala
ayakta duran eserler bırakmışlar. Beyşehir’e 22 kilometre
uzaklıktaki Sadıkhacı kasabası yakınlarındaki Eflatun
Pınarı Hitit Su anıtı bunlardan biri. Fasıllar köyündeki Kurt
Beşiği anıtı ve Atlıkaya kabartması da yine Hititler’den
günümüze kalan eşsiz eserler arasında.
Kimler gelip geçmemiş ki, Sümer, Asur, Frig, Lidya, Pers,
Makedon, Roma ve Bizans…
Taş Medrese (İsmailağa Medresesi)