181
yoluyla bildirdikleri, sağ ayağın eritileceği, eritilmiş bu
bronzdan madalyonların döküleceği ve madalyonların
kendi tarihlerini bilmeyenlere satılacağıdır. Heykelin
ayağının koparılması sonrası, bazı gazeteciler, heykelin
bu şekilde bırakılmasını, ve olmayan ayağın da Acoma
tarafını yani şehrin yerli nüfusunu temsil etmeyi sürdür-
mesini önermiştir. Heykeltıraşa göre de, heykeli, ayağı
çıkartıldıktan sonra görmeye gelen çok daha fazla insan
olmuştur. (Loewen, 1999, s. 119-123) Oñate anıtı, ancak
eksik bir ayakla tarih üzerine düşünenlerin alanına
geçer. Kopuk sağ ayağı, anıtı “hafızalaştırır”. “Anıtlar
ölü ve fakat canlıdır, ya da vampirler gibi “hortlak”tırlar,
insanları iktidarla ölümcül bir oyun oynamak için kışkır-
tırlar.” (Ahıska, 2011, parag. 2 ) Oñate anıtının da yaptığı
budur. Sağ ayağın eksikliği, anıtı hafızalaştırır.
Oñate anıtının tahribatının içerdiği hafıza, Meltem Ahıs-
ka’nın Tophane’deki İşçi Heykeli’nin izini, hafıza, iktidar
ve “ucubelik” üzerinden sürdüğü makalesini hatırlatır.
Bu makale, Türkiye’de anıtlar meselesine kafa yoranlar
için müthiş metaforlar sunar. Yazı ilerledikçe, İstan-
bul’un Karaköy semtinde Tophane Parkı’nda yer alan
İşçi Anıtı unutulmuşların alanından hafızanın alanına
geçer. Ahıska’nın nefis tanımı ile, “ölümle yaşam arasın-
da kendilerine ait bir yaşam sür(en)” anıtlar, kendilerinin
farkında olanların müdahaleleri ile yaşayanların alanına
yaklaşır. Ahıska’ya göre anıtların bu arada kalmış
yaşamını “ ve ondan türeyen arzuyu iktidar çerçevesinde
-iktidarın hem üretici hem de yıkıcı güçlerini göz önünde
tutarak- sorgulamamız lazım.” (Ahıska, 2011, parag.
3 ) Meltem Ahıska, okuyucuyu İşçi Anıtı’nın yer aldığı
mekanı bir kereden fazla ziyaret etmeye çağırır. Anıtın
yer aldığı Tophane mahallesinin geçmişine ve içinde
bulunduğu nezihleştirilme sürecine değinir; demogra-
fisini kısaca ortaya koyar. Yazarın Tophane’yi ziyaretinin
sebebi, 2010 yılında buradaki galerilerin mahalle sakini
oldukları iddia edilen bir grup erkek tarafından uğradığı
saldırıdır. Ahıska, bu olay sonrası açığa çıkan Tophane-
lilere dair tahayyülleri önemsemektedir. Mahallelinin
gerçekte yaşadığı deneyimler temsil edilmemektedir.
Bu bağlamda Ahıska,“ bu karmaşık tarihte temsil
edilemez olan üzerine düşünmek için, bir başka deyişle
iktidar, tarih, hafıza/karşı-hafıza üzerine düşünmek
için” kırık İşçi Anıtı’nın izini sürer. Temsil edilmeyen
üzerine düşünmek, anıt pratiğindeki ezberleri de bozan
yaklaşımın kendisidir. Ahıska, 1970’li yılların sonların-
da, solcu üniversite öğrencileri için Tophane’deki İşçi
Anıtı’nın sosyalizmi temsil eden bir sembol olarak al-
gılanarak faşistlerin saldırısına uğramasının büyük bir
problem olduğundan bahseder. 2000’li yıllarda verdiği
toplumsal hafıza derslerindeki öğrencilerin ise heykelin
varlığından haberdar olmadığını görür. Zaman içinde
heykel, neye benzediği anlaşılmayan bir şeye dönmüş-
tür. Anıtı tekrar görünür kılan ise, Yeni Sinemacılar ve
Ha Za Vu Zu’nun birlikte örgütlediği bir sanat olayı, bir
müdahaledir. Bu müdahaleyle anıt yerinden kaldırıl-
maya çalışılır. Yetkililerin tepkisi beklenirken, beklenil-
meyen ise Tophanelilerin anıta sahip çıkışları, ona dair
duygusal belleklerinin devreye girişi, belki de içlerinde
bulundukları yerlerinden edilme tehdidi ile yöneldikleri
bir reflekstir.
Tophane’deki anıtın, yazımız anlamında önemi, heykelin
tahribatının şimdiye ve geleceğe taşıdığı kırılganlıktır.
Meltem Ahıska’nın değerlendirişi ile anıt, kendi aslının
yani İşçi Heykeli’nin hatırasına sahiptir; hafızaların
tahribatının hatırasıdır. İktidar karşısında kırılganlığı,
tahrip edilmişliği ile Tophane Parkı’nda durmaya devam
eder. Ahıska, bu durumu Derrida üzerinden olumlu ve
umutlu bir değerlendirme ile bağlar: geçmişe hapsedilip
öldürülmeyen, geleceği karşılamaya açık tüm deneyim-
ler, ucube olarak gelenlere kucak açar. Böylece Ahıska
(2011), ucubeye dönüştürülmenin hafızasını taşıyan İşçi
Anıtı’nı, “kırılgan bir umut kaynağı” olarak tanımlar (pa-
rag. 18). Ahıska’nın metni üzerinde özellikle durmamızın
sebebi, aynı zamanda metnin kendisinin, İşçi Anıtı’na
dair oluşturduğu hafızadır. Anıtı, hikayesiyle zihnimize
kazır. Bunu metaforlarla yaptığı için de okuyucu için
unutulmaz hale gelir.
Belediye “Şey”Leri
Hafızalaştırmak, hatırlatmak ve düşündürtmek ile uğra-
şan yaklaşımlara tezat olarak, İstanbul ya da Ankara
gibi merkezlerde ve çoğu şehirlerin meydanlarında
karşılaştığımız, heykel olarak da tanımlanamayacak
“şeyler” ise, yakın dönemdeki artışlarıyla, toplumsal
bellek ile hatırlama değil unutturma üzerinden kuru-
lu ilişkiyi daha da şiddetli devam ettirmektedir. Anıt,
yoğunluklu olarak uygulanış şekliyle, iktidarı elinde
bulunduranların güçlerinin temsilidir. Günümüzde,
anıt ya da heykel denilemeyecek, tanımlaması güç olan
“şeyler”, çoğu kentin girişini, kentleri birbirine bağla-
yan ana yolların refüjlerini, ve bazı kent içi meydanları,
parkları, “süs”lemektedir. Kenti, “ünlü” olduğu “şey”le
özdeşleştirip, o “şey”i devleştirerek, günümüzde dış
mekan kullanımı yaygın olan çoğunlukla polyester türevi
dökümleriyle “görünür” noktalara yerleştirmek, halkın
kullanımına açık “umumi” alanlarda, halkın kullanabile-
ceği açık alanları keyfiyetle doldurmaktadır. Devleştiril-
miş sebzeler, meyveler, nesneler, hayvanlar, izleyici ilk
bakışta genellikle ne olduğunu söyleyebildiği için bir tür
rahatlatıcı işlev görür. Bahsettiğimiz, düşünmemenin
akıllara durgunluk verici rahatlığıdır. Kelime olarak neyi
işaret ediyorsak – ki bu kavram olmamalı- onun bire
bir temsili, toplumsal hafızayı ve aynı zamanda hayal
gücünü ve sanatsal düşünceyi öldürmenin en kısa fakat
muhafazakar yollarındandır. Ayrıca, anıtın, anıtlaştırdığı
konu ile benzerlik üzerinden kurduğu ilişkinin yıkılma-
sına dair en bilinen örnek, 19.yüzyılın sonlarına aittir:
Rodin, Balzac’ın anıtını yapalı bir asırdan fazla olmuştur.
Heykelin başı dışında, kolları ve elleri dahil tüm vücudu,
onu tamamen saran ve ayrıntıları belirsizleştiren bir
kumaşın içine gizlenmiştir. Tekinsizdir. Bir yazar olan