Türk diLİ tariHİ Başlangıcından Yirminci Yüzyıla



Yüklə 4,22 Mb.
səhifə158/181
tarix13.10.2023
ölçüsü4,22 Mb.
#127472
1   ...   154   155   156   157   158   159   160   161   ...   181
0260-Turk Dili Tarihi-Bashlangicinda Yirminci Yuzyila(Ahmet B. Ercilasun)

Tatar dilinçe algayidi bolgay
Ya Kırım halkı yazdı ya ho Hıtay (Canpolat 1968: 167). Beyitte geçen algay ve bolgay kelimeleri, Işknâme yazarına göre ya Kı­rım ya Hıtay halkının diline aittir. Kırım ile "Kuzey Türkçesi", Hıtay ile "Doğu Türkçesi" kastedilmiştir. 15. asırda Doğu Türkçesi -ga'lı, -gay'h bir lehçe olarak algılanıyordu. Bugün bile bunun izi halk arasında "kuş dili" adıyla yaşamaktadır.
1. ESKİ OĞUZ TÜRKÇESİ
Eski Oğuz Türkçesi, Batı Türkçesinin ilk döneminin adıdır. Daha önce de belirttiğimiz gibi bu dönem için yaygın olarak Eski Anadolu Türkçesi terimi kullanılmaktadır. Eski Oğuz Türkçesi 13. yüzyılda başlar ve 16. yüz­yıl başlarına dek sürer. 16. yüzyılda yerini Osmanlı Türkçesine bırakır.
Eski Oğuz Türkçesinin kullanıldığı coğrafi alan sadece Anadolu değil­dir. Kuzey ve Güney Azerbaycan ile Irak ve Suriye de Eski Oğuz Türkçesinin kullanıldığı alanlardır. 14. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Balkanlarda da kullanılmıştır.
Eski Oğuz Türkçesi siyasî olarak Anadolu Selçukluları dönemini, Bey­likler dönemini, Karakoyunlu ve Akkoyunlu dönemleriyle, Osmanlı İmpa­ratorluğunun ilk dönemini içine alır.
1.1. ESKİ OĞUZ TÜRKÇESİNİN BAŞLICA İSİMLERİ
Eski Oğuz Türkçesinin ilk ismi, Mevlânâ'nın oğlu Sultan Veled'dir. Sultan Veled'den önce Oğuz Türkçesiyle eserler verildiğine dair bazı kayıt­lar varsa da bu metinler ele geçmiş değildir. Köprülü, Gülşehrî'deki "bir kişi bu dâstânı eylemiş/İllâ lâfzın key çöpürdek söylemiş" kaydına dayanarak Salsalname'yi, Gülşehrî'den önce de birisinin yazmış olduğunu belirtir (Köprülü 1991: 235). 13. yüzyıl ortalarında, 1245'te İkinci İzzeddin Keykâvus'un emriyle İbni Alâ'nın gazilerden derleyerek kaleme aldığı Dânişmendname'nin de bu nüshası bugüne ulaşmış değildir. Eldeki nüshalar, 2. Murad tarafından Ârif Ali'ye yazdırılmış (Özkan 1995: 57); fakat istin­sahları daha da geç olan nüshalardır. 13. yüzyılda yazıldığı tahmin edilen Battalnamelerin de nüshaları muahhardır.
TÜRK DİLİ TARİHİ 443
Bugüne ulaşmayan veya çok geç nüshaları bugüne gelebilen bu destanı eserleri bir yana bırakırsak ilk isim olarak Sultan Veled'i tesbit etmek zorun­dayız. 1235-1312 yılları arasında yaşamış olan Sultan Veled aslında Farsça eserler yazmış; fakat bunların içine Türkçe şiirler de koymuştur. Türkçe şiirler Divan, îbtidaname (1291) ve Rebabname (1300) adlı eserlerinde bu­lunur. Bu eserler içindeki Türkçe şiirler "Sultan Veled'i eski bir Türk şairi addettirecek kemiyet ve keyfıyette"dir (Köprülü 1991: 237). Aruzla yazılmış olan şiirler Veled Çelebi ve Kilisli Rifat tarafından Dîvân-ı Türkî-i Sultan Veled adıyla 1922'de Arap harfleriyle yayımlanmıştır. Mecdut Mansuroğlu'nun yayımladığı Sultan Veled'in Türkçe Manzumeleri (İstanbul 1947) transkripsiyonlu metin ve dil incelemesini içine alır.
Eski Oğuz Türkçesinin en büyük ismi 1240-1320 arasında yaşamış olan Yunus Emre'dir. Hacı Bektaş-ı Veli Velâyetnamesinden ancak menkıbevî hayatı takip edilebilmektedir. Gerçek hayatı çok iyi bilinmemektedir. Birçok yerde kabri (makamı) olduğu için yaşadığı yer de tartışmalıdır. Orta Anado­lulu olduğu kesindir.
Fuad Köprülü, 1918'de yazdığı "Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıf­larda Ahmed Yesevî ile Yunus Emre bağlantısını kurarak Yesevîliğin Tür­kiye'deki tesirlerini ortaya koyar. Bu eserle Yunus Emre Türk edebiyat ve bilim hayatına yeniden doğar.
Şiirlerini aruz ve heceyle yazan Yunus, tasavvuf heyecanını en derinden duyan ve hissettiren; duygu ve heyecanlarını çok sade ve akıcı bir dille an­latan Türk dil ve edebiyatının müstesna şahsiyetidir. Türkçe onun dilinde dupduru bir su gibidir: Parlak, anlaşılır; fakat coşkun.
Ete kemiğe hüründüm Yunus diye göründüm
mısraları, tasavvufun vahdet-i vücud ve devriye anlayışını, Tanrı'nın evrimle düzenlediği evren anlayışını iki küçük mısra içine sığdırıveren pat­lamaya hazır bir atom zerreciği gibidir.
Bir garib ölmüş diyeler Üç günden sonra duyalar Soğuk su ile yuyalar Şöyle garib bencileyin
mısraları, bir yandan tasavvufun "dünya gurbettir" anlayışını, bir yandan çokluk içinde insanın yalnızlığını ve bir yandan Yunus'un kimbilir hangi olaylar sebebiyle yaşadığı beşerî yalnızlık duygusunu ölümün soğuk yüzü ile anlatır.
444 Ahmet B. ERCİLASUN
Yunus Emre'nin duru, saf, fakat derin manalı şiirleri, kendinden sonra­kileri, özellikle tasavvuf çevresini çok etkilemiş ve bu durum, onun adını kullanan birçok şairin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Yunus bize âdeta ço­ğalarak gelmiştir. Araştırıcılar onun şiirlerini başka Yunus'lardan ayırmak için çok uğraşmışlardır ve bugün de uğraşmaktadırlar. Belki de Yunus bize yine bir vahdet-kesret oyunu oynamaktadır veya hepimizi Molla Kasım yeri­ne koymaktadır.
Yunus'un şiirleri eski harflerle birçok defa basılmıştır. Yeni harflerle ilk yayıncısı Burhan Toprak'tır: Yunus Emre Divanı I-III, İstanbul 1933-1934.
Yunus Emre üzerindeki ilk ilmî yayınlar Abdülbaki Gölpınarlı'ya aittir: Yunus Emre Divanı, İstanbul 1943; Yunus Emre, Risâletü'n-Nushiyye ve Divan, İstanbul 1965.
Faruk Kadri Timurtaş, Yunus Emre'yi diğer Yunuslardan ayırmaya ça­lışarak divanı ilmî bir şekilde yayımlamıştır: Yunus Emre Divanı, İstanbul 1972.
Yunus Emre üzerindeki son ilmî yayınlar Mustafa Tatçı'ya aittir: Yunus Emre Divanı I-II (İnceleme-Tenkitli Metin), Ankara 1990. Bu yayında Yu­nus'a ait kabul edilen 415 şiir vardır.
Yunus'un 1307-1308 yılında yazdığı bir eser daha vardır: Risâletü'n-Nushiyye. Didaktik gaye ile yazılmış, mesnevi tarzındaki bu küçük eser divanındaki heyecan ve akıcılıktan uzaktır. Risâletü'n-Nushiyye, Gölpınarlı'dan başka Umay Günay-Osman Horata ve Mustafa Tatçı tarafın­dan yayımlanmıştır. Günay-Horata tarafından yayımlanan Yunus Emre -Risâletü'n-Nushiyye (Ankara 1994), derinlemesine bir muhteva analizini de içine almaktadır.
İlk defa 1920'lerde 13. yüzyıla ait Türk şairleri olarak tanıtılan Şeyyad Hamza, Hoca Dehhanî ve Ahmed Fakih'in yaşadığı devir, son araştırmalarla tartışmalı hâle gelmiştir. Hikmet İlaydın "Anadolu'da Klasik Türk Şiirinin Başlangıcı" (Türk Dili 277, Ekim 1974) adlı yazısında Dehhanî'yi 13. asır­dan da eskiye, 12. asrın ilk yarısına götürür. Metin Akar "Şeyyad Hamza Hakkında Yeni Bilgiler" (TAD 2 1987) adlı yazısında Şeyyad Hamza'nın 13. yüzyılın sonlan ile 14. yüzyılın ilk yarısında yaşadığını ortaya koymuş­tur. Osman F. Sertkaya da "Ahmed Fakih" adlı yazısında (İlmî Araştırmalar 2 1996) birbirinden farklı beş Ahmed Fakih bulunduğundan bahisle, mevzu-umuz olan Ahmed Fakih'in dil özellikleri dolayısıyla ancak 14. yüzyılın ikinci yarısı ile 15. yüzyılın ilk yarısına konabileceğini ileri sürmüştür.
Şeyyad Hamza'nın Yusuf ü Züleyha adlı büyük; Dâstân-ı Sultan Mahmud adlı küçük bir mesnevisi ve eski şiir mecmualarında bulunan müs­takil şiirleri vardır.
TÜRK DİLİ TARİHİ 445
Yusuf ü Züleyha mesnevisi Dehri Dilçin tarafından metin ve tıpkıbasım olarak 1946'da yayımlanmıştır: Şeyyad Hamza-Yusuf ü Zeliha, TDK, İstan­bul 1946.
Şeyyad Hamza'nm Dâstân-ı Sultan Mahmud mesnevisi ise Sadettin Buluç tarafından bulunmuş; metin ve sözlük olarak yayımlanmıştır: "Şeyyad Hamza'nın Bilinmeyen Bir Mesnevisi" (TM, XV, İstanbul 1968).
Şeyyad Hamza'nm diğer şiirleri de yine Buluç tarafından neşredilmiştir (TDEDVII/1-2, İstanbul 1956; TDED XIII, İstanbul 1963).
Hoca Dehhanî'nin herhangi bir kitabı bize ulaşmamıştır. Eski şiir mec­muaları içinde bulunan az sayıda şiiri bilinmektedir. İlk defa Köprülü'nün tanıttığı şiirler Mecdut Mansuroğlu ve Hikmet İlaydın tarafından yayımlan­mıştır: Mecdut Mansuroğlu, Anadolu Türkçesi (XIII. Asır)-Dehhanî ve Man­zumeleri, İstanbul 1947; Hikmet İlaydın, "Dehhanî'nin Şiirleri", Ömer Asım Aksoy Armağanı, Ankara 1978.
Ahmed Fakih'in iki eseri bize ulaşmıştır. Çarhnâme, Câmiü'n-Nezâir adlı şiir mecmuası içinde bulunan 83 beyitlik bir kasidedir. Mecdut Mansuroğlu tarafından yayımlanmıştır: Ahmed Fakih-Çarhname, İstanbul 1956.
Ahmed Fakih'in ikinci eseri, Kitabu Evsâf-ı Mesâdici'ş-Şerîfe; Şam, Kudüs, Mekke ve Medine'yi ve buralardaki binaları anlatan mesnevi tarzın­da yazılmış, küçük bir seyahat kitabıdır. Hasibe Mazıoğlu tarafından bulun­muş ve yayımlanmıştır: Ahmed Fakih-Kitabu Evsâfı Mesâcidi'ş-Şerîfe, TDK, Ankara 1974.
14. yüzyılın ilk büyük isimleri Kırşehirlidir: Gülşehrî ve Âşık Paşa. Bi­risi Baba İlyas'm torunu olan (Âşık Paşa), diğeri de bu aileye yakın bir der­viş olan bu iki isim Eski Oğuz Türkçesinin bilinen ilk büyük eserlerini ver­mişlerdir. Bu bakımdan Kırşehir'in ve Baba İlyas sülâlesinin, Eski Oğuz Türkçesinin kuruluşunda özel bir yeri vardır.
Gülşehrî Farsça eserleri de bulunan, Kırşehir'de zaviye sahibi büyük bir şairdir. 1301'de yazdığı Farsça Feleknâme'sini Gazan Hana sunmuştur. Türkçe eseri Mantıkut-Tayr 4300 civarında beyitten oluşan büyük bir mes­nevidir; 1317'de yazılmıştır. Feridüddin Attar'ın Mantıku't-Tayr'ı örnek tutularak yazılmıştır. Tercüme değil, pek çok yeri Gülşehrî'ye ait olan bir adaptasyondur. Temsilî hikâyelerden oluşan tasavvufî bir eserdir.
Mantıku't-Tayr üzerinde Müjgân Cunbur tarafından yapılan fakat ya­yımlanmamış bulunan bir doktora tezi vardır: Gülşehrî ve Mantıku't-Tayr'ı, Ankara 1952. Eserin tıpkıbasımı 1957'de Agâh Sırrı Levend tarafından ya­yımlanmıştır.
446 Ahmet B. ERCİLASUN
Gülşehrî'nin Kerâmât-ı Ahi Evran adlı küçük bir mesnevisi daha vardır. Çeşitli kitaplarda dağınık olarak bulunan birkaç şiiri de bilinmektedir.
Âşık Paşa, Garibnâme adlı dev eserin sahibidir. 12 000 civarında beyit­ten oluşan Garibnâme 1330'da yazılmış dinî-tasavvufî bir mesnevidir. Dev­rine ait günlük ve sosyal hayatın birçok tezahürünü de Âşık Paşa'nın eserin­de bulmak mümkündür. Konularının çeşitliliği, dilinin sadeliği ve itinayla yazılmış, harekeli mükemmel bir nüshasının bulunması dolayısıyla Eski Oğuz Türkçesi dili için bulunmaz bir hazinedir. Âşık Paşa kitabını yazma sebebini açıklarken Türkçenin ihmal edilmiş olmasını da eleştirmektedir:

Yüklə 4,22 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   154   155   156   157   158   159   160   161   ...   181




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə