Üst Akıl İngiliz Derin Devletinin İçyüzü Cilt



Yüklə 2,34 Mb.
səhifə10/34
tarix19.07.2018
ölçüsü2,34 Mb.
#56548
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   34

Kenya

İngiliz derin devleti, Kenya'da da benzer yöntemlerle Afrikalıların topraklarına el koymuştur. Bu bölgede, halkın, el konulan arazilerde işçi olarak çalıştırılması ve işçi olmayı kabul etmeyenlerin gaddarca cezalandırılması için yerli halk arasından "şef" adı verilen kişiler belirlenmiştir.248

Afrikalı gruplar ve kabileler arasında -kendi emrinde olan- bir takım yöneticiler oluşturulması, İngiliz derin devletinin yöntemlerinden biridir. Böylelikle İngiliz derin devleti, hem söz konusu toprakları kendisi idare etme külfetinden kurtulmuş hem de halkı kendi içinde sınıflara ayırarak aralarında beklediği çatışma ortamlarını oluşturmuştur.

İngiliz yöneticiler, tüm sömürgelerde olduğu gibi Kenya'da da baskı ve zulümle ülkedeki otoritelerini ve kazançlarını artırmaya çalışmışlardır. Bu uygulamalar Kenyalılarda tepkiye neden olmuştur. 1950 yılında Kenya halkının İngiliz derin devletinin baskıcı uygulamalarına tepkisi had safhaya ulaşmıştır. Bundan sonra olanlar, İngiliz derin devletinin işlediği suçların incelendiği bir kaynakta şöyle anlatılıyor:



İngilizler ülke çapında bir isyandan endişe ederek, 1.5 milyon insanı topladılar ve toplama kamplarına yerleştirdiler. Bu kamplarda yaşananlar, midenizi bulandıracak.

Tutsaklar, "iş ve özgürlük" gibi sloganlar eşliğinde, toplu mezar kapama işinde, adeta köle işçi gibi ölümüne çalıştırıldı. Rastgele infaz nadir bir uygulama değildi ve işkence çok yaygındı. Erkekler bıçakla anal olarak tecavüze uğradı. Kadınların göğüsleri kesildi ve kopartıldı. Gözleri oyuldu, kulakları kesilip kopartıldı ve derileri dikenli tel sarılarak yırtıldı. İnsanlar gardiyanlar tarafından tecavüze uğradıktan sonra pense ile hadım edildiler. Sorgulamalar, bayılana ya da ölene dek tutuklunun boğazına bastırılmasını ve ağzının çamurla doldurulmasını içeriyordu. Kurtulanlar bazen canlı canlı yakılıyordu.

Resmi ceset sayımları 2 binin altında ama daha güvenilir tahminler toplam ölü sayısının on binlerce ya da yüz binlerce kişi olduğunu belirtiyor. Çoğu sivil ya da çocuk, isyancılara yardım etmek gibi belirsiz ve uydurma suçlamalarla gözaltına alındı. Hepsi de bir hiç uğrunaydı.249

ABD'nin 44. Başkanı Barack Obama'nın babası da, Kenya'daki bu kamplarda işkence gören kişiler arasındadır. Bu gerçeğe rağmen Obama, yıllar sonra ABD başkanlık koltuğunda, İngiliz derin devletinin yönlendirmesinden kaçamamıştır.

Kenya'nın 1963 yılında bağımsızlığını ilan etmesi ile İngilizler ülkeden resmen çekilmişlerdir. Ancak Kenya'da sömürge döneminde gerçekleşen olaylar, İngiltere sömürgecilik tarihinin en dehşet verici uygulamalarından biri olarak tarihe geçmiştir.

Ancak bu çekilme elbette, İngiliz derin devletinin, Kenya'nın ve diğer Afrika ülkelerinin peşini bıraktığı anlamına gelmemektedir. Pek çok İngiliz sömürgesinin yönetiminde olduğu gibi Kenya'nın yönetiminde de doğrudan ya da dolaylı olarak rol oynayan isimler, İngiliz derin devleti ile olan ilişkilerini devam ettirmişlerdir.

Bu kişiler, Kenya adına, sözde ticari ve sosyal alanda kalkınmak amacıyla İngiltere'den çok yüklü miktarda borç aldıkları için ülke İngiltere'ye bağımlı hale gelmiştir. Bu borçları karşılamaları mümkün olmadığı için de bağımsızlıkları adeta ipotek altına girmiştir.250

Aldıkları borçlar herhangi bir sosyal ya da ekonomik kalkınma da sağlamamıştır. Afrika ülkeleri sanayileşememiş, ayrıca eğitim ve sağlık gibi temel sektörlerde de yatırım yapamamıştır. Alınan borçlar zarardan başka bir etki oluşturmazken kıtadaki doğal kaynaklar sömürüldüğü için bölge halkı bunları kendisi için hiç kullanamamıştır.



Sudan

Sudan'ı ele geçiren İngiliz derin devletinin bu bölgedeki en büyük saldırısı, bu ülkede yaşayan Müslümanların inançlarına yönelik olmuştur. Afrika'daki fethi en zor ülkelerden biri olan Sudan'da İslam'ın engellenmesi ve iç karışıklıkların artması için yapılanlar ibret vericidir.

Sudan'ın orta ve kuzey bölümünde Arap-İslam kültürü etkinken, güney bölümünde geleneksel Afrika dinleri ve Hıristiyanlık yaygındır. Sudan'da, daha önce bu dinsel çeşitliliği baskılayan bir merkezi yönetim olmamıştır. İngiliz derin devletinin devreye girmesiyle, Arap-Afrikalı ayrımı çıkmış ve bu gitgide pekiştirilmiştir. Ülkenin işine yarayacak bölümlerine gözünü diken İngiliz derin devleti, Sudan'ın güney bölgelerini ayırmak için ülkedeki etnik bölünmeyi kışkırtmıştır.251

İngiliz derin devleti, Müslüman kuzey kesimden ayrımını kesinleştirmek istediği Güney Sudan'ı 1922'de "Kapalı Bölge" ilan etmiş ve giriş çıkışlar için pasaport ve vize işlemleri uygulamaya koymuştur.

Toplumsal huzurun kasıtlı ve planlı şekilde bozulduğu Sudan'da, sömürge döneminin sona erdiği bağımsızlık sonrasında dahi milli birlik tam olarak sağlanamamıştır. Sudan, halen iç karışıklıklarla karşı karşıyadır.

Örneğin İngiliz sömürgesi altındaki Sudan'da, sömürgeci yönetimin uyguladığı vahşete yönelik yaptığı ibret verici savunma, bir kitapta şu şekilde açıklanmıştır:



"Zenci, tembel bir hayvan", dedi Sudan'dan Sir Rudolph Slatin, "çalışmaya zorlanmalıdır –hükümet tarafından zorlanmalıdır-". Nasıl olacağının sorulması üzerine, şöyle yanıt verdi: "Sopa ile".252 (Sudanlı kardeşlerimizi tenzih ederiz)

Zulüm Bitmedi

Yukarıda saydığımız bazı Afrika ülkelerindeki olaylar, İngiliz derin devletinin Afrika'ya getirdiği zulmün çok küçük bir bölümünü yansıtmaktadır. İngiliz derin devleti, Afrika'da bu sayılanların dışında da pek çok ülkede dehşet saçmıştır.

Sömürgeci İngiliz derin devleti zenginleşirken, Afrika kıtası sahip olduğu toprakları, doğal kaynakları, kültürlerini ve yaşama hakkını kaybetmiştir. Bugün hala Afrika kıtasında açlık sınırının altında yaşam süren kitlelerin var olması, İngiliz derin devletini bu kıtaya ne denli büyük bir zarar verdiğinin bir göstergesidir. Avrupa kıtası bolluk içinde yaşarken, Afrika'da fakirlik, salgın hastalıklar, iç savaşlar ve kıtlık hakimdir.

Afrika Sömürü Sisteminde Kölelik

Afrikalı köle ticareti adı altında milyonlarca masum insan, İngiliz derin devleti tarafından Afrika'daki topraklarından alınıp Amerika'ya götürülmüştür. Bir o kadar insan da, içinde bulunduğu zor koşullardan dolayı yola çıkmadan önce ya da yolda yaşamını yitirmiştir. Sömürgecilik Tarihi adlı kitapta bu gerçeğe şöyle dikkat çekilmiştir:



Sadece 1486-1641 yılları arasında, yılda ortalama dokuz bin hesabıyla, sadece Angola'dan 1.389.000 köle getirilmişti. 1580'le 1680 arasındaki yüz yıl içinde, siyahi taşıyan Liverpool Limanı'nın gemileri, Yeni Dünya'ya üç yüz binden fazla köle getirdiler. Üç buçuk yüzyılda Afrika'dan milyonlarca ve milyonlarca siyahi taşındı. Bu miktara yola çıkmadan önce ölenler de eklenince, akıl almaz toplamlara varılmaktadır.253

Afrikalılar ölüm ile köle olmak arasında tercih yapmak zorunda kaldılar. Bu insanların geçimlerini sağladıkları tarlalar ve sürüler de talan edildi. İngiliz derin devletinin yancıları, köle olmaya elverişli görmedikleri insanları ise acımasızca katlettiler.

Afrika'da köle ticareti uygulamaları sonucunda can kaybının en az yüz milyonu bulduğu tahmin edilmektedir. Pek çok tarihçi ve bilim adamına göre bu rakam oldukça iyimser bir yaklaşımdır. Gerçek rakamın bundan çok daha fazla olması muhtemeldir. Çünkü asırlarca devam eden ve bir buçuk milyar insana karşı girişilen bir soykırım söz konusudur.254 Yaşanan vahşeti sosyolog Werena Rosenke şu şekilde özetlemiştir:

En fazla kazanç sağlayan, 15 ile 25 yaş arası erkek ve kadınlarla yürütülen ticaretti. Bu insanları ele geçirmek için çoğu kez köylerin diğer sakinleri soğukkanlı bir şekilde öldürülüyordu. On binlerce insan, iç kesimlerden sahil şeridine doğru zoraki yürüyüş konvoylarında can vermekteydi.255

Afrika'dan getirilen kölelerin çektiği eziyet bununla sınırlı değildi. Yetersiz beslenme, sağlıksız koşullarda barınma ve çok çalıştırılma pek çok kölenin Amerika'daki ömrünün kısa sürmesinin başlıca nedenleri olmuştur. Az çalıştığı düşünülen ya da itaat etmeyen köleler ağır biçimde cezalandırılmış, kırbaç cezalarına maruz kalmışlardır. Kaçmaya çalışanların ya ayakları kesilmiş ya da infaz edilmişlerdir. Fransız yazar Marc Ferro, kölelerin yaşadıklarını şu cümleler ile anlatmıştır:



Bu zencileri Gine Sahili'nden satın alacağız (…). Bundan otuz yıl önce, güzel bir zenci için elli lira öderdik, yağlı bir öküzün beşte biri fiyatına ... Onlara insan olduklarını söylüyoruz ... sonra da onları koşum hayvanı gibi çalıştırıyoruz. Onları hayvandan beter besliyoruz. Kaçmak isteseler, bir bacaklarını kesip yerine tahta bir bacak takarak şekerkamışı ezme değirmenini kollarıyla çevirmelerini istiyoruz. Ve bütün bunlardan sonra, insan haklarından söz etme cüretinde bulunuyoruz!256

Darwinist Vahşetin Canlı Örneği:
"İnsanat Bahçeleri" ve Ota Benga

İngiliz derin devletinin ortaya atarak yaygınlaştırdığı Darwinist felsefe, sadece İngiliz derin devletinin Afrika, Avustralya ve Asya'yı sömürme siyasetiyle bitmemiş; akla, insanlığa ve vicdana sığmayacak çeşitli uygulamaların da öncüsü olmuştur.

Başta İngiltere olmak üzere çeşitli ülkelerde ardı arkasına açılan ve isimlerine pervasızca "Human Zoo" (İnsanat Bahçesi) denilen alanlar, bu kabusun vardığı son noktalardan biridir. Afrika ve Avustralya'dan getirilen, evi, ailesi, işi ve medeni bir hayatı olan çeşitli kabilelerden insanlar, bu insanat bahçelerinde hayvan muamelesi altında sergilenmişler, insanlar para ödeyerek bu bahçelere ziyarete gelmiştir. Afrikalı ve Avustralyalı normal insanlar, İngiliz derin devletinin "üstün ırk" yalanını yaygınlaştırabilmek için tel örgüler ardında teşhir edilmişler ve dönemin çoğu aristokratı bu sahtekarlığa aldanarak bu insanlık vahşetine alet olmuştur.

Söz konusu insanat bahçelerinin hikayesi ise şöyledir:

1800'lerin sonları ve 1900'lerin başlarında İngiltere ve diğer bazı Avrupa ülkelerinde, dünyanın dört bir yanından getirilen yerliler, "insanat bahçesi" adı verilen yerlerde sergileniyorlardı. Afrikalı, Kızılderili, Aborijin topluluklarından tutsak edilen insanlar, Avrupalılar tarafından sanki birer hayvanmış gibi hapsedilerek seyrediliyordu.1889'da Paris'te yarı çıplak şekilde sergilenen çoğunluğu Afrikalı 400 tutsağı, 18 milyon insan ziyaret etmişti. Kısa süre sonra Kuzey Amerika da Avrupa gibi bu kervana katıldı. İnsanlık ayıbı burada da devam ediyordu.

Tüm bu tutsaklar arasında belki de en çok aşağılanıp rencide edilen ise Ota Benga adlı bir Afrikalı pigmeydi.

Ota Benga, 1904 yılında, Samuel Verner adlı evrimci bir araştırmacı tarafından Kongo'dan getirildi. Adı, kendi dilinde "dost" anlamına gelen yerli, evli ve iki çocuk babasıydı. Bir gün çıktığı avdan köyüne döndüğünde karısının ve iki çocuğunun, kabilesinin çoğuyla birlikte öldürüldüğünü gördü. Daha sonra yakalanarak bir hayvan gibi zincirlendi, kafese kondu ve ABD'ye götürüldü. Buradaki evrimciler, St. Louis Dünya Fuarı'nda onu çeşitli maymun türleriyle birlikte kafese koyarak "insana en yakın ara geçiş formu" diye teşhir ettiler. Ziyaretçiler, Afrika'nın saf yamyamlarından biri diye lanse edilen Ota Benga'nın kendisini görmek için 25 cent, bir de dişlerini görmek için fazladan 5 cent para ödüyorlardı.

İki yıl sonra ise Benga, New York'taki "Bronx Hayvanat Bahçesi"ne götürüldü. Burada yaşanan insanlık vahşeti çok daha büyüktü; keza bir insan hayvanat bahçesinde sergilenmekteydi. Onu, birkaç şempanze, Dinah adı verilen bir goril ve Dohung adı verilen bir orangutan ile birlikte aynı kafese koyarak, hepsini "insanın eski ataları" adı altında sergilediler.

Kafesinin önündeki tabelaya adeta bir hayvanı tanıtır gibi şunlar yazılmıştı:

Afrika Pigmesi, "Ota Benga"

Yaş: 23 Yıl

Boy: 1.49 metre

Ağırlık: 46 kg

Kasai Nehri, Kongo Özgür Devleti, Güney Orta Afrika'dan

Dr. Samuel P. Verner tarafından getirildi.

Eylül ayı boyunca her öğleden sonra sergilenecektir.

Ota Benga, burada maymunları kucaklayıp oynamaya ve orangutanlarla güreşmeye zorlanıyordu. Hayvanat bahçesinin evrimci müdürü Dr. William T. Hornaday, "bu sözde nadide ara geçiş formuna sahip olmanın kendisine verdiği gurur" hakkında uzun konuşmalar yapmış, ziyaretçiler de kafese konan Ota Benga'ya sıradan bir hayvan gibi davranmışlardı.

New York Times gazetesinin o dönemde yayınlanan bir nüshasında ziyaretçilerin tavrı şöyle aktarılıyordu:

Parkta 40 bin ziyaretçi vardı. Bu kalabalıktaki hemen hemen her erkek, her kadın ve her çocuk parktaki Afrikalı vahşi adamı görmek için maymun kafesini ziyaret ediyordu. Uluyarak, alay ederek, bağırıp çağırarak pigmeyi rahatsız ediyorlardı...1

New York Journal gazetesinin 17 Eylül 1906 tarihli nüshasında ise, bu uygulamanın evrimi kanıtlamak için yapıldığı, ancak büyük bir haksızlık ve zulüm olduğu şöyle vurgulanıyordu:

Bu insanlar düşüncesizce ve akılsızca bir maymun kafesinin içerisinde Afrika'dan getirilen küçük bir insanı sergilemişlerdi.

Onların düşüncesi muhtemelen evrimdeki bazı derin dersleri insanlara öğretmekti. Aslında başarılan tek sonuç, bu ülkenin beyazlarından, en azından sempati ve nezaketi hak eden Afrika ırkının, vahşet gösterilerine maruz kalması, ardından da hor görülmesidir.

Aynı güç tarafından yaratılan, hepimizi aynı yere yerleştiren, aynı hisleri ve aynı ruhu lütfeden Allah'a karşı ... bir insanı maymunlarla bir kafese kapatmak ve bunu alay konusu edinmek çok ayıp ve iğrençtir...2

Kısa sürede ziyaretçi rekoru kıran hayvanat bahçesi yönetimi diğer taraftan insan hakları savunucularının artan baskılarına dayanamadı ve Ota Benga'yı bir süre sonra serbest bıraktı. Serbest kalınca İngilizce öğrenip bir tütün fabrikasında iş bulan Ota Benga fiziksel olarak serbest olsa da zihninden yaşadıklarını atamadı ve 1916'da kalbine ateş ederek intihar etti.

Ota Benga, Kongo'da yaşadığı çevrede oldukça insan canlısı bir kişilik olarak tanınırdı. Kuşkusuz ki intihar, İngiliz derin devletinin getirdiği vahşi sisteme karşı başvurulacak bir yöntem değildir. Fakat bu örnek, Darwinist sistemin getirdiği vahşeti, dehşeti ve korkunç sonuçları görmek bakımından önemlidir.

İlginç olan bu trajedinin İngiliz derin devleti üzerinde hiçbir baskıya sebep olmamış olması ve zulmün bu olaydan sonra da yıllarca devam etmesidir. II. Dünya Savaşı'ndan sonra Avrupa'da insanat bahçeleri azaldı. Kalan son insanat bahçesi de 1958 yılında Belçika'da kapandı. Fakat zihniyet değişmedi. İngiliz derin devleti, korkunç Darwinist sahtekarlığı, sistematik olarak yaygınlaşmaya ve kitlelere empoze etmeye devam etti.

Bugün insanlar hayvanat bahçelerinde kafese kapatılmasalar da, bir kısım insanların "gelişmemiş" olduğuna dair ürkütücü zihniyet, kimi çevrelerde yoğun olarak devam etmektedir. Evrim teorisinin bir sahtekarlık olduğuna dair açıklamalarımız ve verdiğimiz bilimsel deliller, bu konuda pek çok zihni aydınlatsa da, bu konuda çabaların devam etmesi şarttır. Tüm insanların Yaratıcımız Allah tarafından yaratıldığı, evrim diye hayali bir sürecin asla yaşanmadığı ve her birimizin Hz. Adem (as)'ın çocukları olduğumuz gerçeği ısrarla ve bilimsel delilleriyle anlatılmalıdır. Farklı ırklar, Rabbimiz'in yarattığı çeşitliliğin bir parçasıdır ve bir güzelliktir. Allah, bu gerçeği ayetinde şöyle belirtmiştir:

Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin ayrı olması, O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, alimler için gerçekten ayetler vardır. (Rum Suresi, 22)

Bir başka ayette ise Rabbimiz, tüm insanların Hz. Adem (as) ve eşinden geldiğini belirtmekte ve çeşitliliğin, insanların birbirleri ile tanışması için yaratılan bir güzellik olduğunu belirtmektedir. Aynı ayette Allah, üstünlüğün ırk veya soya değil takvaya bağlı olduğunu belirtmektedir:



Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır. (Hucurat Suresi, 13)

1. Philips Verner Bradford, Harvey Blume, Oto Benga: The Pygmy in the Zoo, Canada, Ekim 1993, s. 269

2. Philips Verner Bradford, Harvey Blume, Oto Benga: The Pygmy in the Zoo, Canada, Ekim 1993, s. 267

İngiliz Derin Devleti ve Yeni Sömürgecilik

II. Dünya Savaşı yılları, dünyada dengelerin büyük ölçüde değiştiği bir dönemdir. II. Dünya Savaşı sonrasında İngiltere, savaştan zaferle çıkmış olsa da, ekonomik ve askeri yönden büyük bir kayba uğramıştır. Üstelik I. Dünya Savaşı'ndan beri sömürgelerde özgürlük mücadelelerinin başlamış olması, İngiliz İmparatorluğu'nun sıkıntı çekmesine neden olmuştur. İngiliz derin devleti sömürgeler üzerinde doğrudan yönetimin maddi ve manevi külfetinden kaçınmak, ancak kontrolünü de tamamen kaybetmemek gayesindedir. Savaş sonrası çökme noktasına gelmiş olan sömürgelerdeki ekonomilerin toparlanabilmesi için, ülkelerin kendi topraklarındaki ekonomilerin doğrudan İngiliz derin devleti yararına kullanılması planına başvurmuştur.

Dahası İngiltere, iki dünya savaşına katılmış bir ülke olarak, dünyaya "barış yanlısı" bir görünüm vermeyi tercih etmektedir. Gerçekleşen insanlık suçları ve Churchill'in idaresi, kapalı kapılar ardında büyük eleştirilerin konusudur. İngiliz derin devleti, artık zulüm sistemini gizleyememektedir. İletişim yolları gelişmiş, dünya küçülmüş ve "insan hakları" sorgulanır olmuştur. Artık farklı bir stratejiye geçme zamanı gelmiştir.

İngiliz derin devleti, 20. yüzyılın ortalarından itibaren, kendisini büyük ölçüde yer altına çekmiştir. Yasadışı uygulamalarını farklı piyonlar kullanarak gerçekleştirme stratejisine yönelmiştir. Savaşlar ve iç çatışmalarda ABD'yi ön plana çıkarmış, sömürü sistemlerinde ajanlarını ve yancılarını kullanmıştır. Ülkelerin finans sistemlerine "legal" görünümlü faiz kurumlarını kullanarak hakim olmuş; ülkeler içinde, genetiğiyle oynanmış hibrit üretimlere ağırlık vererek tarımı tüketmiştir. Eğitim sistemine el atmış ve sömüreceği ülkeler üzerinde ırkçılık, sınıf ayrımı gibi suni terimleri bilimsel bir kılıfa sokarak sosyal Darwinizm'i yaygınlaştırmıştır. Söz konusu eğitim sisteminin bir sonucu olarak milli bilinci yok etmiştir. Dejenerasyonu ve ahlaki çöküntüyü yaygınlaştırarak, din, maneviyat, aile gibi manevi değerleri gitgide toplumlardan uzaklaştırmıştır. İngiliz derin devletinin yeni sömürge stratejisi, toplumları temel değerlerinden uzaklaştırarak bozguna uğratma ve sonra himaye altına alma şeklindedir. Bunda da tam planladığı şekilde başarı sağlamıştır.

Bu yeni sistemin adı "Yeni Sömürgecilik"tir. Yeni sömürgecilik, "Özgürlük" ve "demokrasi" gibi göz boyayıcı bazı terimlerle birlikte ortaya çıkmış; fakat gerçekte bu terimleri kendi sinsi amacı için kullanmıştır. Özgürlük ve demokrasi, elbette toplumlar için oldukça önemli ve bir toplumun var olması için şart olan kavramlardır. Bu kavramlar daima savunulmalı, geliştirilmeli ve güçlendirilmelidir. İngiliz derin devletinin yeni sömürgecilik stratejisinde bu kavramlara başvurmasının amacı ise başkadır. İngiliz derin devleti, bu terimlerin ardına sığınarak, ülkeleri içten içe sömürmüş, özgürlük vaat ederek toplumları daha fazla pranga altına almıştır.

Askeri bir darbe ile devrilene kadar 10 yıl boyunca Gana'nın bağımsızlık sonrası dönemde ilk başkanlığını yapan Kwame Nkrumah da buna dikkat çekenlerdendir. Nkrumah, sömürgeciliği sürdürmek için yapılan modern girişimler ile eş zamanlı olarak "özgürlükler"den bahsetmeyi, yeni­sömürgecilik olarak kabul etmektedir.257 Bu yöntemle sömürülen ülkeler, özgürlük ve bağımsızlık kavramlarının altında sömürüldüklerinin farkında dahi olmamışlardır. İngiliz gazetesi The Guardian bu gerçeği, "İngiltere, Afrika'nın kaynaklarının soygununda asıl rolü oynuyor" diyerek açıkça dile getirmiştir.258

Gazetenin yayınladığı rapora göre, Afrika'ya giriş yapan ve Afrika'dan çıkan toplam kaynak miktarı ölçülmüş ve şöyle bir sonuç elde edilmiştir: Afrika her yıl 192 milyar Pound kaybederken, kıtaya sadece 134 milyar Pound giriş yapmaktadır. Bu da Afrika'da her yıl net 58 milyar Pound'un kaybedildiği gerçeğini ortaya koymaktadır.259

Burada ilginç olan, kıtanın özellikle yeraltı kaynakları ve bazı bölgelerdeki tarım alanları bakımından dünyanın en zengin anakarası olmasıdır. Afrika, tüm zenginliğine rağmen hala yoksulluk –hatta açlık– çekmektedir. Zengin kıtayı sömüren İngiliz derin devleti, bu sömürü sistemini çeşitli yöntemlerle de gizlemeye çalışmaktadır.

Yapılan gösteriş yardımları ve bu uğurda ön plana çıkarılan isimler, çoğunlukla senaryonun bir parçasıdır. The Guardian, 15 Temmuz 2014 tarihinde yayınlanan "Aid to Africa: Donations From West Mask 60bn Looting' of Continent" (Afrika'ya Yardım: Batı'nın Bağışları, Kıtanın 60 Milyar Dolarlık Yağmalanmasını Maskeliyor) başlıklı yazıda bunun nedenini şöyle açıklamaktadır:

STK'lara göre, İngiltere ve zengin devletler, şirketlerinin, Afrika'nın kaynaklarını yağmalamalarına izin verirken aynı zamanda yardımlarla yaptıkları cömertliklerinden zevk alıyor.260

The Guardian'daki yazıda bütün bunların İngiliz şirketlerince yapıldığı söylenirken, Health Poverty Action yöneticisi Martin Drewry İngiliz derin devletinin yaptığı "soygunun" merkezinin Londra olduğunu şöyle aktarmaktadır:

Genel anlayış, İngiltere'nin Afrika'ya yardımlarla "destek olduğu". Fakat gerçekte bu yardımlar, çıkarılan milyarlar için bir sis perdesi görevi görüyor. Hadi daha gerçekçi bir dil kullanalım: Bu yapılan şey çapulculuktur; cömertliğin tam tersidir. Şunu da kabul etmeliyiz ki uluslararası olarak işletilen bu finansal sistemin kalbi Londra'dır."

The Guardian'daki bir diğer yazıda ise İngiltere'nin kendisine "yoksulların kahraman koruyucusu" imajı vermeye çalıştığı belirtilirken durumun çok daha farklı olduğu şöyle aktarılıyor: "Gerçek şu ki: İngiltere, Afrika'ya yardımda verdiklerinden daha fazlasını ondan alıyor. Biz Afrika'ya değil, onlar bize para yatırımı yapıyor".261

İngiliz yazar Mark Curtis, The Great Deception: Anglo-American Power and World Order (Büyük Aldatmaca: Anglo-Amerikan Gücü ve Dünya Düzeni) isimli kitabında, İngiliz derin devletinin büründüğü "yardımsever" görünümü altında, Afrika ülkelerini nasıl sömürdüğünü şu cümlelerle anlatmıştır:



1967-69 tarihlerinde İngiltere'nin Yurtdışı Gelişmeden Sorumlu Bakanı görevini yapan Reg Prentice şöyle diyordu: "Yardım programımız, kendi yurtdışı pazarlarımıza bir yatırım olarak görülebilir. Bu durum tüm donör ülkeler için geçerlidir ... Şu anda global yardım akışının yüzde 7.5'ini biz sağlıyoruz ama gelişmekte olan ülkelerden ithal edilen mallar için gelişmiş ülkelerden gelen siparişlerin yüzde 12'sini biz alıyoruz. Yardım programımız ödeme dengemize yardımcı oluyor ... Dolaylı etkileri (yardımın ardından ticaret) ve diğer ülkelerin yardım programlarından aldığımız siparişleri düşününce son durum bizim lehimize oluyor. 1978-1984 arasında 1 milyon Pound'luk yardım 3.2 milyon Pound'luk ihracata yol açtı. 1982-91 arasında İngiltere'nin sağladığı her 1.00 Pound'luk yardım için, İngiliz şirketler 1.20 Pound aldı. Oxfam'ın bir raporuna göre Afrika, 1987'den beri 100 milyar dolardan fazla borç ödemesine rağmen borç seviyesi ¼ oranında arttı. 1995 yılında sadece İngiliz hükümeti (bankalar değil) gelişmekte olan ülkelerden borç servisi adında 262 milyon Pound aldı.262

Resmi rakamlara bakıldığında İngiltere, bütün bu ülkelere bağış ya da yardım adı altında para akıtan bir ülke gibi görünmektedir. Kuşkusuz hem İngiltere Hükümeti nezdinde hem de İngiltere'de sivil toplum kuruluşlarında bu yardımı vicdani bir görev olarak yapan ve gerçekten Afrika'nın ve diğer zorluk içindeki ülkelerin kalkınmasını isteyen kişiler çoktur. Ancak şu anki mevcut sistem, tüm iyi niyetli insanların çabalarına rağmen, İngiliz derin devletinin himayesinde işlemektedir. Bu sistemden İngiliz Hükümeti'nin kendisi dahi çıkamamaktadır. İngiliz derin devleti, her zamanki sinsi politikasını burada da uygulamakta, doğrudan sömüren taraf olarak görünmek yerine, Afrika'ya yardım sağlayan bir "dost" görünümünde ortaya çıkmaktadır. Rakamlara vurulduğunda ise durumun hiç de böyle olmadığı açıktır.

Elbette iyi insanların çabaları ses getirir. İyi insanlar, kendi vicdanlarına uyarak, şartlar ne olursa olsun, güç kimin elinde görünürse görünsün doğru olanı daima yapmakla yükümlüdürler. Fakat aynı zamanda iyiler, iyiliğin yaygınlaşabilmesi için İngiliz derin devleti gibi sinsi bir yapılanmayı da deşifre etmekle yükümlüdürler. Çünkü İngiliz derin devletinin gizli stratejileri, dünya çapında hala can yakmakta, bu mekanizmanın gizli kalması ise, zararı artırmaktadır. Deşifre ettikçe ve dünyaya hakim deccali yapının İngiliz derin devleti olduğu dile getirildikçe, bu sistemin de gücü kırılacak ve Deccal Komitesi, insanları aldatmanın bu kadar kolay olmadığını anlayacaktır.

Dünyada hiç kimse, acı ve yoksulluk çekmeye mahkum olarak bırakılamaz. Zavallı duruma getirilmiş her kişi ve her millet, vicdanlı insanların sorumluluğu altındadır. Hele ki bu insanlar, Deccal'in basit aldatmacaları sonucunda bu hallere düştüyse, bunu ortadan kaldıracak hamleler yapmak şarttır. Allah, iyilerin çabasını elbette görecek ve deccali sistemi ortadan kaldırıp, zayıf bırakılmışları refaha erdirecektir. Bunun için bize düşen, çaba ve duadır.



Yüklə 2,34 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   34




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə