Uygarlik tariHİ Server Tardlli



Yüklə 1,37 Mb.
səhifə31/46
tarix16.08.2018
ölçüsü1,37 Mb.
#63403
1   ...   27   28   29   30   31   32   33   34   ...   46
Parti, özellikle 1969'dan sonra gençliğe büyük önem verdi. Hazırladığı özel programda gençliği, kurmak istediği düzenin ana hazırlayıcısı saydı. Halk arasında ve basında üyelerine komando adı verilen gençlik kollarını (Ülkü Ocakları) kurdu. Bu gençleri silahlı eğitimden geçirdikten sonra parti hizmetinde kullanmaya başladı.

Partinin, zaman zaman adı değiştirilen bu "yan kuruluşları", terörün başta gelen öğeleri olacaktır.

1973 seçimlerinde oy sayısını % 3'ten (1969) % 4'e çıkaran MHP, 1977 seçimlerine değin, Parlamento'da üç mil- letvekilince temsil edilmiş; bu seçimlerde ise temsilci sayısını 16'ya çıkarmıştır.

1965'ten sonra grafiği gitgide yükselmeye başlayan terörün içinde yer alan MHP, özellikle 1977 seçimlerinden sonra sağ terörün başta gelen odağı olmuş; düşüncesi, örgütlenmesi ve eylemi bakımından, faşist bir parti niteliğini -kuşkuya hiç yer bırakmayacak biçimde- ortaya koymuştur.

Sağ kanattaki eğilimler ve gelişmeler

1975 yılından başlayarak, Türkiye'de, sağ kanat partilerin -birkaç istisnasıyla- aralarında birleşip bir hükümet kurmaları dikkatleri topluyor. Gerçekten, CHP-MSP Ko- alisyonu'nun bozulmasından sonra -DP dışında kalan- dört sağcı parti (AP, CGP, MSP, MHP), "Milliyetçi Cephe" adı altında bir hükümet kurmuş; aynı ortaklık 1977 seçimlerinden sonra yinelenmiş; son olarak, 1979 Ekim seçimlerinin ertesinde AP'nin kurduğu hükümet, MHP'ce "kayıtsız şartsız" ve MSP'ce -"kerhen" de olsa- sonuna değin desteklenmiştir.



"Komünizmle mücadele" gerekçesinin yanı sıra, "istikrarlı hükümet" kurma gerekçesine de dayanan bu ortaklıklar, çeşitli bakımlardan, üzerinde önemle durulması gereken bir olaydır.

- Önce şu noktayı belirtelim: "İstikrarlı hükümet" sorunu, Türkiye'de, genel olarak burjuva iktidarının gelip dayandığı noktaya ilişkindir. Türkiye, artık Batı'daki birçok ülke gibi istikrarsız, güçsüz hükümetler dönemine girmiştir. Nedeni de, "sosyal yapıda"dır bunun. İktisadi ve sosyal sorunlara, artık, kapitalizm çerçevesinde ve burjuva iktidarlarınca geçerli ve sürekli bir çözüm getirilememektedir. Üstelik, geri ve dışa bağlı kapitalizmin yarattığı sorunlar gittikçe büyüyor ve büyüyecek; dar boğazlar daha da daralıyor ve daralacak. Genel bir deyişle, Türkiye'de üretim güçleriyle üretim ilişkileri çelişkisi keskinleşiyor. Ve bunun sonucu, halk kitlelerinin ve işçi sınıfının



mücadelesi hızlanıyor, yayılıyor.

İstikrarsız hükümetlerin birinci nedeni bu.

Sermaye sınıfları arasındaki çekişme ve sürtüşmelerin yarattığı "iktidar boşluğu", istikrarlı ve süreli hükümetlerin kurulmasını önleyen bir ikinci neden.

- Aslında, sağ kanatta böyle bir birleşmeyi, başta büyük sermaye çevreleri istemektedir. Bunun gibi, kapitalizmin dünyanın üçte birini sosyalizme kaptırarak daralmış olan alanının daha da daralmasını ve bu arada Türkiye'nin sola kaymasını önlemeye kararlı Amerika da böyle bir birleşmeyi ister.

Sağ kanattaki bütünleşmenin ilerde daha da yoğunlaşacağı bir gerçektir. Gelişmelerin, sağcı partileri tek bir parti çatısı altında birleşmeye götürmesi de uzak bir olasılık değil. Egemen sınıfların kendi içindeki sürtüşme ve çekişmelerin temel, uzlaşmaz çelişkiler olmadığım da unutmamak gerekir. AP, MSP ve MHP arasındaki ayrımlar kesin ve derin değildir. "Komünizmle mücadele", "mukad- desatçılık" ve "ırkçılık" arasında uzlaşamayacak ne vardır? Böylece, egemen sınıfların birbirinden ayrı görünen eğilimleri, giderek bir potada eriyip kaynaşarak daha açık ideolojik ve siyasal bir bütünleşmeye yönelebilir ya da biri ötekilere egemen duruma gelebilir.

Önemli olan, böyle bir gelişme karşısında, ilerici demokrat ve devrimci güçlerin durumu, onların bilinç, örgütlülük ve gelişme düzeyidir.



DAHA ÇOK BİLGİ

Abdi İpekçi, Liderler Diyorlar ki (röportajlar), İstanbul, 1969.

Kerem Noyan, Faşizmin Yalanları, İstanbul, 1978.

Muzaffer Sencer, Türkiye'de Partilerin Sosyal Temelleri, İstanbul, 1971.

Erdoğan Teziç, Siyasi Partiler (Partilerin Hukuki Rejimi ve Türkiye'de Partiler), İstanbul, 1976.

Tarık Zafer Tunaya, Türkiye'de Siyasi Partiler, İstanbul, 1952.

SAĞ, MİLLİYETÇİLİKTEN NE ANLIYOR?

Ağızlarda en sık dolaşan etiket olarak en sık kullanılan "Milliyetçilik" kavramını alalım. Hepsi milliyetçidirler ama, hepsinin milliyetçiliği aynı mıdır?

Adalet Partisi, milliyetçiliği, eskiden beri bir "Kalkınma coşkunluğu" ve kalkınmada aranması gereken bir "Milli heyecan" olarak almıştır. Barajlar, yollar yapıldıkça, fabrika bacaları yükseldikçe, Türk ulusu da yükselecektir. Kalkınmanın özel girişimle gerçekleştirilmesi ve kullanılan yöntemlerin özel çıkarlara yaraması bu heyecanı azaltmaz, tersine artırır. "Her mahalleye bir milyoner" felsefesidir bu. Adalet Partisi'nin milliyetçiliğinde bir yabancı düşmanlığı, içteki azınlıklara karşı bir burukluk, toplum adına devleti ön plana çıkarma yönünde bir eğilim bulamazsınız. Ama bütün bunlar, Milliyetçi Hareket Partisi'nin milliyetçiliğinde vardır, hem de fazlasıyla vardır. Coşku, Türkiye sınırlarını aşar, uzaklardaki bir "Büyük Türkiye" hayaline ulaşır. Disiplinli toplumculuk, nerdeyse sermaye düşmanlığına kadar varan bir planlı devletçilikle karışıktır. Yine bu anlayışa göre Türk, kendine dönüp titreyince, azınlıklara da piliyi pırtıyı toplayıp gitmek düşecektir.

Aynı çelişkileri Cumhuriyetçi Güven Partisi'nin ya da Milli Selamet Partisi'nin milliyetçilik anlayışlarını deştiğiniz zaman da görürsünüz. CGP, Cumhuriyet Halk Partisi'nin eski sağ kanadı olarak, hâlâ modası biraz geçmiş Kemalizm anlayışının etkisindedir. Kemalizm'i, ileriye dönük biçimiyle değil de kurulu düzeni sürdürmeye yarayacak biçimiyle benimser. Hatta, daha da ileri giderek, onu sol düşmanlığı için rahatça kullanılabilecek bir silah haline getirmiştir. Ama CGPTilerin "Atatürk Milliyetçiliği" dedikleri şey bile, MSP'nin "Milli görüş"ünden fersah fersah uzaktır. Orada, din ve dolayısıyla "Ümmet" düşüncesi ön plana geçer. Milliyetçilik, bu anlayışla bağdaşabildiği ölçüde vardır. Onunla çatışmaya başladığı andan itibaren, MSP de milliyetçilikle külahları değiştirmeye hazırdır.

Milliyetçilik konusundaki nüansları, hatta nüanstan da öteye, bir çatışma noktası olarak ortaya çıkan başkalıkları daha artırabilirsiniz.

Bunlar daha da artabileceği içindir ki, Cephe partilerinin konuyu öbür ucundan alıp "Anti"ler üzerinde, "Olumsuzluklar" çevresinde bir yakınlaşma aramalarından daha doğal bir şey olamaz. Başka bir deyimle, milliyetçiliğin tanımlanması konusunda vakit kaybedeceklerine, "Sola karşı olmak"la işin içinden çıkmaları daha kolaydır.

...Birbiriyle çatışmamak için bir şey "yapmak"tan kaçınan ve sadece "karşı olmak"la yetinen partilerden kurulu bir Cephe, "sola karşı siper kazıyorum" derken, kendi çukurunu da kazmış olur.

(Mümtaz Soysal, "Cephe Gerisi", Milliyet, 3 Mayıs 1975) SORULAR

  1. Türkiye'de siyasal yaşamın niteliği nedir?

  2. Siyasal parti deyince, sosyolojik planda ne anlaşılır? Siyasal partilerle bir toplumdaki sosyal sınıflar arasında bir ilişki var mıdır? Varsa, nasıl bir ilişkidir bu?

  3. "Sağ kanat" derken ne anlaşılır? Türkiye'de sağ kanat partileri hangileridir?

  4. Adalet Partisi, ne zaman kurulmuştur ve hangi sosyal sınıf ve zümrelerin temsilcisidir? Türkiye'de, büyük burjuvazi içinde egemenliğin ticaret burjuvazisinden sanayi burjuvazisine geçişi AP içinde ne gibi gelişmelere yol açmıştır? Bunun gibi, AP konusunda sapmalara yol açabilecek en önemli yanılgı hangisidir?

  5. Cumhuriyetçi Güven Partisi, niçin ve nasıl kurulmuştur? Bu partinin Kemalizm anlayışındaki özellik nedir?

  6. Milli Selamet Partisi, ne zaman kurulmuştur ve hangi sosyal sınıf ve zümrelerin partisidir?

  7. Milliyetçi Hareket Partisi, ne zaman ve nasıl kurulmuştur? Bu parti, "ideoloji" ve "eylem" planında, öteki sağcı partilerden farklı olarak ne gibi özelliklere sahiptir?

  8. Türkiye'de, sağ kanattaki son eğilimler ve gelişmeler nasıldır? Sağ kanattaki partiler, milliyetçiliği nasıl anlatmaktadırlar? (Okuma parçasını okuyunuz.)

SOSYAL DEMOKRASİ

14 Ekim 1973 ve -onu izleyen- 9 Aralık seçimlerinde elde ettiği umulmadık sonuçlar, Cumhuriyet Halk Parti-

si'nin yapısı, nereden nereye geldiği, ne gibi bir sınıfsal değişme geçirdiği ve bugün de hangi sınıfların temsilcisi olduğu sorularını gündeme getiriyor. Gerçekten de, 1950, hele 1960 sonrasında hız kazanan kapitalist gelişme, en çok CHP'yi etkilemiş görünüyor.

1923'ün Halk Fırkası, 1943'ün Cumhuriyet Halk Partisi ve 1972'nin yeni CHP'si -aynı çizginin devamı olmakla birlikte, sınıfsal dayanakları bakımından- birbirinden oldukça farklı siyasal kuruluşlardır. Bu farklılık, doğrudan doğruya, toplumun geçirmekte olduğu ekonomik ve sosyal değişmeye bağlıdır.



CHP'nin doğuşu

Halk Partisi'ni, 1923'te Atatürk, "bir sınıfın değil bütün ulusun partisi olacağı"nı bildirerek kurdu. Bu ülkenin temelinde, Türkiye'de farklı sınıfların var olmadığı görüşü yatıyordu. Ama, sosyal gerçek bu muydu? Halk Fırkası, gerçekten de bütün bir ulusun partisi miydi? Olabilir miydi?

Halk Partisi'nin kuruluşundaki sınıf dayanaklarının incelenmesi, aslında Türkiye'de 1908'lerde başlayan ve 1923'te gelişen "burjuva demokratik devrimi"nin incelenmesi anlamına gelir. Burada son derece önemli olan bu konuyu bir yana bırakarak, Kurtuluş Savaşı'nm ve 1923 hareketinin -kendine özgü koşullar içinde gerçekleşen- bir "burjuva demokratik devrimi" olduğunu söylemekle yetinelim.

Ancak, 1923 burjuva demokratik devriminin mutlaka belirtilmesi gereken tarihsel özelliği, devrimin temel sınıfı olan burjuvazinin güçsüzlüğüdür.

Burjuvazinin bu tarihsel güçsüzlüğü, asalaklığı ve bağımlılığı, devrimin fiilî gücü haline gelen küçük burjuva bürokratlarına, asker-sivil aydınlara ulusal burjuvazinin görevlerini de yüklemiştir.

Böylece Halk Partisi, -ana çizgileriyle- güçsüz burjuvazinin ve onun güçsüzlüğü yüzünden burjuva demokratik devriminde burjuvazinin görevlerini üstlenmiş olan küçük burjuva bürokrat kesiminin siyasal örgütü olarak doğmuştur.



Hdlk l’artisi'nin ideolojisi, devrimin yapısına uygun olarak bir "burjuva ideolojisidir": Halk Partisi'nin altı okunu oluşturan ilkeleri yani cumhuriyetçilik, laiklik, milliyetçilik, inkılapçılık ve -özel koşulların zorunlu sonucu olan- halkçılık ve devletçilik, devrimini gerçekleştirmeye çalışan burjuvazinin klasik ilkeleridir.

Halk Partisi, bu sınıfsal yapısıyla, 1950'lere -hatta bir ölçüde- 1970'lere değin, ikili bir dengeyi içinde barındırmıştır: Bir yanda, ulusal burjuvazinin görevlerini yüklenen bürokrat küçük burjuva kesimi, öte yandan uluslararası kapitalizmle bütünleşmekte ve komprador burjuvazinin yerini almakta gecikmeyen dışa bağımlı burjuvazi.



Halk Partisi'nin tarihindeki, "Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası" (1924) ve "Serbest Fırka" (1930) muhalefetleri, dışa bağımlı büyük sermayenin, ulusal burjuvazinin görevlerini yüklenen küçük burjuva bürokratlarına karşı tepkisinin ve iktidara ağırlık koyma mücadelesinin örnekleridir.

Kısaca özetlenecek olursa, Kurtuluş Savaşı ve sonrası -genel çizgileriyle- bir burjuva devrimi olarak nitelenme- lidir. Cumhuriyet döneminin bütün uygulamaları, burjuvaziyi güçlendirmeye ve kapitalist toplumu kurmaya yönelmiştir. 1930 sonrasının iç ve dış koşullarının zorladığı bir uygulama olan "ekonomik devletçilik", yani "devlet kapitalizmi" de güçsüz burjuvaziyi güçlendirmeyi, yerli sermaye için koruyucu bir şemsiye görevini görmeyi amaçlamaktadır.



İktidardan muhalefete

II. Dünya Savaşı ve sonrası, Türkiye tarihinde olduğu gibi, CHP tarihinde de bir dönüm noktasıdır. Savaşın başladığı yıllarda, CHP ve iktidar içindeki ikili denge varlığını sürdürmekle beraber, devletçi kanadın siyasal ağırlığı ve etkinliği tartışılmaz. Ancak, II. Dünya Savaşı'nın sonuna doğru -özellikle savaş koşullarının gerektirdiği- ola-

ğanüstü önlem ve sınırlamalar, CHP'ye karşı hoşnutsuzluğu artırmıştır. Savaş yıllarında ortaya çıkan spekülatif servetler, karaborsa kârları, kapkaççı sermayeler, küçük burjuva köktenciliği ve CHP'nin devletçiliği karşısında güçlü bir cephe oluşturmuştur.

1945 yılında CHP, bir yandan ezilen ve baskı altında tutulan halk kitlelerinden, bir yandan da sermaye kesiminin büyük bir çoğunluğundan, özellikle de uluslararası kapitalizmle ortaklık içindeki büyük sermaye kesiminden, tüccardan, tarımcıdan, sanayiciden gelen tepkilerle karşı karşıyadır.

Bu tepkilere, II. Dünya Savaşı sonrasında totaliter rejimlerin yıkılışı ve demokrasilerin üstünlüğü de eklenmiştir. Türkiye, 1945'te -uluslararası kapitalizmin ve yerli ortaklarının da isteğine bağlı olarak- kapitalist dünyanın bir parçası olma, giderek Amerika ile sıkı ilişkiler kurma yolundadır.

Genel çizgileriyle burjuvazinin siyasal örgütü olan CHP içinde, uzun süreden beri devam eden ikili yapı, 1945'te artık çatlama noktasına gelmiştir. Demokrat Parti, işte bu çatlamanın sonunda, dışa bağımlı büyük ticaret sermayesinin ve toprak sahiplerinin temsilcisi, siyasal örgütü olarak doğar, gelişir ve 1950'de iktidara gelir.

iktidara geldikten sonra, büyük sermayeye ve toprak sahiplerine borçlarını -bol bol- ödeyen DP, -daha önce anlattığımız nedenlerle- 1960'ta, 27 Mayıs hareketiyle iktidardan indirilir.

27 Mayıs hareketini izleyen günlerde, artık planlı ve sanayiyi ön sıraya koyan bir kapitalistleşmeden yana olan sermaye kesimi, CHP'nin -İnönü'nün başkanlığında- yeniden ağırlık kazanmasına engel olmadı. Böylece, bir yandan küçük burjuva bürokratlarını tatmin etmiş, öte yandan da kırk yılın sermayeye yontan "devletçi" si İsmet Pa- şa'yı bu kez de tekelci kesimin planlı gelişmesinin vasisi durumuna getirmiş oluyordu. Giderek CHP, 1960 sonrasında -ve en son arınmanın gerçekleştiği 1972'ye değin- bürokrat küçük burjuvazinin, öteki bazı küçük burjuva



kesimlerinin ve "sanayiciliği ağır basan" bir bölüm tekelcinin partisi oldu.

1960-1970 arası, istatistik verilerin büyük bir açıklıkla gösterdiği gibi, sanayinin tarım ve ticarete üstün geldiği; sanayi çıkarları ön plana geçerken, tarım çıkarlarının ve bir bölüm ticaret çıkarlarının zedelendiği, kemirildiği bir dönemdir. Bu dönemde ekonomide sanayi kesiminin payı artarken, uluslararası tekelci kapitalizmin ortağı tekelci kesimin zorunlu yeğlemesi de sanayi doğrultusunda olmuştur.

1965 seçimlerine doğru İsmet Paşa'nm "ortanın solu" sloganını atması, bir yandan Türkiye İşçi Partisi oylarını bölmek için bir taktik olarak görülebileceği gibi, sanayiye yönelen tekelci kesimin uzun vadeli siyasal çıkarlarının gerçek güvencesi olabilecek bir sosyal demokrasi adımı olarak da görülebilir. "Ortanın solu" sloganının parti içinde yarattığı büyük çalkantıya ve gruplaşmalara karşın, büyük sermayenin CHP içinde kalan sözcüleri partiyi terk etmek gereğini duymamışlar, hatta "ortanın solu" sloganını savunmuşlardır.

1970'ler, sanayiye yönelen büyük sermayenin yeni bunalımlarla karşı karşıya olduğu bir dönemdir. Tekelci kesim, bir yandan öteki sermaye kesimlerine karşı, öte yandan da 1961 sonrasının -görece- demokratik ortamından yararlanarak gelişen ve bilinçlenen işçi sınıfına, yoksul köylülüğe, küçük burjuvazinin bürokrat ve teknokrat bölümlerine karşı iktidarını pekiştirmek zorundadır. Bu zorluğun sonucu olan 12 Mart olayı ve sonrası, CHP içindeki en büyük dönüşüme yol açmıştır.



  1. sonrası, Türkiye'de bütün baskılara karşın, sınıf farklılaşmasının en fazla keskinleştiği ve çeşitli toplum kesimlerinin tekelci sermayenin gelişmesinin etkilerini en açık biçimde duydukları bir dönemdir. CHP içindeki büyük sermaye kanadıyla, küçük burjuva ve tekelci olmayan sermaye kanatlarının birbirinden kopması, tam bu döneme rastlar.

  2. yılında gelişen olaylar, tekelci kesimle diğer toplum kesimleri arasında derinleşen uçurum ve artan çelişkiler, CHP içinden yeni ve kesin bir kopmayı da birlikte

getirir böylece. Ve -İnönü de idinde olmak üzere- büyük sermayenin temsilcileri partiyi terk ederler.

CHP, bugün hangi sınıfların temsilcisidir?

  1. seçimlerine, CHP, bu anlamda arınmış olarak girmiştir.

12 Mart sonrasının ve üç yıllık olağanüstü dönem uygulamasının koşullarından da yararlanarak, -o sıralarda kendi siyasal örgütlerine sahip bulunmayan ve hızla bilinçlenmekte olan işçiler başta olmak üzere- bütün demokratik güçlerin ve tekelciliğe karşı kesimlerin oylarını da toplamayı bilmiştir. En fazla oy aldığı ya da oy artırdığı bölgelerin incelenmesi bu yargıyı doğrulamaktadır.

CHP nedir, ne değildir?

Programına bakılırsa, CHP ne işçi sınıfı ideolojisini benimsemiştir, ne de dünya görüşü sınıfsal bir mantığa oturur. Bilimsel sosyalizm ile CHP arasındaki kesin sınır böylece oluşur.

CHP, "sosyal demokrat" olmak sayındadır ve "Sosyalist Enternasyonal"e üyedir. Ne var ki, Batı'daki sosyal demokrat partilerden ayrı nitelikleri vardır CHP'nin. Batılı sosyal demokrat, çağımızda tekelci kapitalizm ile bütünleşmiştir. Programında kapitalizme karşı "demokratik devrim" den söz açan CHP gibi bir örgütle, Batılı sosyal demokratlar arasında derin bir çelişki vardır.

CHP'nin çıkmazı buradadır!

Böylece, Türkiye'deki demokratik sol parti emperyalizmin örgütlerine boyun eğdikçe, hem uluslararası kapitalizme bağımlılaşır, hem Türkiye'de komprador kapitalizmiyle bütünleşir; hem programına ve halka ters düşer, hem de "demokratik devrim" yolunda yaya kalır. CHP'nin 22 aylık hükümet deneyimi, bu gerçeği acı bir biçimde gözler önüne sermiştir.

CHP, bu çemberi kırabilir miydi?

Ne yazık ki, CHP hükümet döneminde, ülkenin içine düştüğü çemberi parçalayacak bir strateji ve taktik sapta- yamamıştır. Parti içi muhalefetin görüşleri ise -"sol kanat- çılar" da içinde olmak üzere- bir türlü berraklaşmamış;

sen-ben kavgasından ileriye geçememiştir. Böyle bir ortamda, Ecevit'in kişiliği, yine tek toparlayıcı ağırlık olarak kalmıştır.

CEIP için, bugün artık salt birtakım genel doğruları söylemekle kalan bir "orta sol" parti görünümüyle yetinme dönemi sona ermiştir.

Bugünkünden çok daha iyisini ve ilerisini isteyen bir Türkiye'de, CHP de dün önerdiklerinden daha sağlıklı, daha tutarlı ve ileri dönük olanları ortaya koyma zorunluluğundadır. Üstelik, ilk deneyin acılığı açık seçik öğretmiştir ki, sözler ve sloganlar da bazen tek başına hiçbir anlam taşımayabilirler. Partiler, ancak toplumun "değişime açık" sosyal güçleri ya da sınıfları arasında yaptıkları seçimler, kurdukları bağlantılarla, "çağdaş" ve "inandırıcı" olabilirler.

1970'lerin kanlı arenasında olanlar bitmiştir.

Şimdi, bütün bunların arasından, demokratik atılımla- ra ve derlenişlere yönelmiş bir başka CHP'yi yaratma savaşına girişilmesi gereken günler başlamıştır.

DAHA ÇOK BİLGİ



Muammer Aksoy, Sosyalist Enternasyonal ve CHP, İstanbul, 1977.

Bülent Ecevit, Ortanın Solu, 7. Bası, İstanbul, 1975.

Bülent Ecevit, Sömürü Düzeninde Yeni Aşama, 2. Bası, Ankara, 1980.

Bülent Ecevit, Türkiye'nin İktisadi Kalkınmasında Sosyal Adalet ve Demokratik Devletçilik, İstanbul, 1963.

OKUMA


TÜRKİYE'DE SOSYAL DEMOKRATLIĞIN
ANLAMI


Alman Sosyal Demokrat Partisi (SPD) lideri Willy Brandt, CHP Genel Başkanı Ecevit'in gezisi nedeniyle bir demeç vererek iki parti arasında geniş bir işbirliği önermiştir. Brandt'm bu konudaki sözleri ilginçtir:

Geniş alanlarda benzer amaçlara yönelmeleri, birbirleriy-

le bağlar kurup danışmaları, ilerdeki politikalarıyla yönelecekleri yeni biçimler açısından bir işbirliğini geliştirmeleri, her iki parti bakımından yerinde olur..."

Alman Sosyal Demokrat Partisi, tarihsel kökleri geçen yüzyıla uzanan bir kuruluştur. Bugün Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde, İngiltere, Fransa, İsveç vb, birbirine benzer sosyal demokrat partiler vardır. Bu örgütlerin geçmişleri ve bugünleri arasında ortak yanlar bulunabilir. Ama Ecevit'in CHP'si ile Brandt'ın SPD'si arasında ne geçmiş ne bugün ne de gelecek bakımından bir benzerlik bulunduğunu sanıyoruz. Gerçi SPD ile CHP arasında bir işbirliği çeşitli açılardan yararlı olabilir ama, işbirliğini yaratan nedenlerde yanlışa düşmemek yerinde olur.

SPD, 1860'larda Marx ve Engels'in devrimci ilkelerinden esinlenerek kurulmuştu. Zaman içinde bazen yeraltında, bazen yerüstünde çalışan parti, bir süre sonra devrimci niteliğini yitirdi. Kapitalizmin yedeğinde ılımlı işlevini sürdürmeye başladı. Parlamentoda güçlü bir orta direk olan SPD'nin bugünkü durumu artık belirgindir:

Amerika'ya bağlı bir Avrupa kavramında ve yüksek düzeyde bir kapitalizmde sosyal adaleti gerçekleştirmek...

Bazı sivri dilli eleştiriciler, Avrupa sosyal demokratlarının sermaye sınıfının aşırı kârlarından doğan rüşvetle yaşadıklarını ileri sürerler. Belki insafsız bir suçlamadır bu; ama yeryüzü emekçileri göz önüne alınırsa, Alman işçilerinin burjuvalaştı- ğını söyleyebiliriz. Düşünmeliyiz ki, Federal Almanya'da çöpçülük yapan bir Türkün ücretiyle Türkiye parlamentosundaki bir milletvekili maaşının arasında pek fark yoktur. Bunun yanı sıra Alman Sosyal Demokrat Parti'nin gündeminde şu üç sorun bulunmamaktadır:

  1. Yüklə 1,37 Mb.

    Dostları ilə paylaş:
1   ...   27   28   29   30   31   32   33   34   ...   46




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə