Uygarlik tariHİ Server Tardlli


TÜRKİYE'DE DEMOKRATİK SÜRECİN DİYALEKTİĞİ



Yüklə 1,37 Mb.
səhifə30/46
tarix16.08.2018
ölçüsü1,37 Mb.
#63403
1   ...   26   27   28   29   30   31   32   33   ...   46

TÜRKİYE'DE DEMOKRATİK SÜRECİN
DİYALEKTİĞİ

Eski Atina bilgelerinden bu yana, demokrasi kavramı insan soyunun dilinden hemen hiç düşmedi. Her yeni kuşak, gelişim süreci içinde, demokratik özlemlere bir halka daha ekledi. 20. yüzyıl ise, giderek sona ermek üzeredir. Ama, demokrasi'nin öyküsü bitmiş olmak bir yana, daha belirli bir kesinliğe varabilmiş bile değildir. Büyük olasılıkla, demokratik oluşum süreci konusunda, en azından uygulama alanında bir somutluk sağlamak kolay da olmayacaktır. Toplumcu teoriye göre, bunun ana nedenlerinden birisi, kuram ile sosyal gerçeklikler arasındaki diyalektik bağlardır. Her tarihsel sınıf, şimdiye değin, ancak kendi konum ya da gerçekliğinin zorunlu kıldığı kadar demokrasi istemiş; ondan ötesinin adı ya anarşi ya da sosyal başkaldırı diye nitelenmiştir. Egemen sınıf ilişkilerine göre biçimlenen kısıtlı bir demokrasi ise, kuşkusuz, insan soyunun son ereği olan özgürleşmenin uzun süreli gereksinimlerini karşılayamazdı.

Demokratik hak ve özgürlüklerin soyut ve somut görünümleri arasındaki kaçınılmaz çelişkiler özellikle 80'li yıllara doğru, bütün Türkiye için ilginç boyutlara uzanıyor. Soyut olarak, demokrasi, yüz yılı aşkın süredir Türkiye gündemindedir. Cumhuriyetin ikinci çeyreğinden bu yana da hiçbir ülke parçası yoktur ki, "demokrasi" işlemleriyle çınlamamış bulunsun... Ne var ki, CHP sultasına karşı Demokrat Parti aracılığıyla sahneye çıkan o ilk yığınsal tepkilerden geride kalan, ancak iktidar olmak isteyen öncü kesimlerin, salt kendileri için önerdikleri bir sosyal çerçeveden ibarettir. Klasik demokrasi, tarih süreci içindeki amacını, herkes adına ortaya koymakla, hiç değilse, belirli bir haklılık elde edebiliyordu. Modern kapitalist üretim ilişkilerinin getirdiği derin sancıları çekmekte olan Türkiye'de ise, ege-

men ideolojik eğilimlerin bekledikleri demokrasi, çokluk kendi dünya görüşü dışındaki hiçbir sosyal gerçekliğe hak tanımak istememektedir. Başkalarına düşen şey, ezme tehditleridir ya da apaçık bir terör...

Demokrat olabilmek ile demokrat görünmek, birbirinden son derece farklı olgulardır. Tarihsel etkenler altında sosyal ve ekonomik gelişmeleri çok gecikmiş toplumlarda, var olan büyük gelişme uçurumu, demokrat olabilmeyi olağanüstü zorlaştırmaktadır. Sermaye açısından biricik önemli öğe, kendi büyüme zorunluluklarıdır. Belki, yeryüzünün pazar ve kaynaklar bakımından daha paylaşılmamış bulunduğu dönemlerde, ülke içindeki sermaye açığı, uluslararası sömürü aracılığıyla kapatı- labiliyordu. 20. yüzyılın ikinci yarısı, sömürge ve yarı sömürgeler bulma olasılıklarının da genç toplumlar bakımından olanaksızlığını simgelemektedir. Büyümenin dinamikleri, toplum içinde üretilecektir. Hem de, dış egemen ekonomiler, uluslararası fiyat mekanizması yoluyla, genç ülkelerin ulusal gelirlerinden önemli payları Batı metropollerine akıtmayı sürdürürlerken... Aslında, sermaye birikimi, böylece, kendi içinde daha da çelişkili bir yapı kazanmış olmaktadır. İçte öylesine yüksek ar- tıkdeğer düzeyleri yaratılmalıdır ki, bu değer hem dış sömürüye, hem de iç büyümeye yetsin.

Somut deneylerin öğrettiği ders, genç ülkelerde böylesine geniş ölçekli bir kapitalist modeli yeniden üretebilmenin hiç de kolay, hatta çoğu kez olası görünmediğidir. Türkiye'nin 1980'li yıllara yirmi milyar dolar yakınında bir dış borç yükü ile girmesini yalnız bir avuç politikacının beceriksizlik ya da yeteneksizliğine vermek, dünyayı bir bütün olarak anlamamak ve eşsiz bir yanılgıya düşmek demektir. Oysa, belirli araçları yaratan yine üretim ilişkilerinin ta kendisidir. Bir toplumda, model, belki politikacılar aracılığıyla işletilmiştir. Ama, bir başka toplumda modelin Bonapartist güçler eliyle uygulanmasının yarattığı sonuç da, daha aydınlık olmamaktadır. Eğer 20. yüzyıl sonu dünyasında, Latin Amerika'nın muz cumhuriyetlerinden, Asya'nın bürokratik despotluklarına kadar içtenlikle benimsene- bilecek bir tek düzen artık ortada kalmamışsa, bütün bu bunakların ardında yine aynı ortak yazgı yatar. Yığınların susturulduğu, demokratikleşmenin askıya alındığı bir düzende, etkin bir kalkınma umudu ıssız bir çöle dönüşmededir. Demokrat ola-

bilmek için, önce, üretim ilişkilerinin toplumsal bedeli konusunda açıklığa varmak gerekir. Gelişimi, yığınların gönüllü katkılarıyla başarabilmenin yolu, öncelikle politik arenayı yepyeni ve ileri örgütleniş biçimlerine açmaktır. Genç toplum güçlerinin, kendi sosyo-politik bilinç ve istemlerini yansıtamadıkları bir düzen, en sonunda, ancak bir başka iç ve dış talan ve çöküş alanı olmaya mahkûmdur.

Demokratik süreç, pratikte, dünyayı değiştirme eyleminin de ana dinamosudur. Modern çağ, bu anlamda, demokrasi ile üretimin toplumsal niteliği arasında somut bağlar kurmadadır. Bir zamanlar kan akmayan damarları bile canlılığa kavuşturan şey, yığınların bağrında serpilen toplumcu örgütler ve onların yeni bir geleceği dokuyan dünya görüşleridir. Türkiye için tarih bu anlamda demokrat olma sınavını, gündemin belki de en belirleyici görevine dönüştürmededir.

(Ali Gevgilili, "Türkiye ve... Demokrat Olmak",

Milliyet, 10 Ekim 1979)

SORULAR


  1. Türkiye'de, bugün egemen siyasal ideal nedir?

  2. Türkiye, demokratikleşme sürecine ne zaman ve nasıl girer?

  3. Batı'daki anayasacılık hareketleri ile Türkiye'deki anaya- sacılık hareketleri arasında temel farklılık nedir

  4. 1876 tarihli "Kanun-ı Esasi", nasıl bir devlet düzeni kurar? Bu Anayasa'nın İkinci Meşrutiyetteki değişiklikleri ne gibi yenilikler getirir?

  5. Türkiye'de, Milli Kurtuluş Savaşı dönemi, anayasacılık hareketleri bakımından niçin yepyeni bir aşamadır?

  6. "Kemalizm" nedir? Demokrasi bakımından nasıl bir anlayışı temsil eder?

  7. Türkiye'de tek partili yaşamdan çok partili yaşama geçiş, hangi iç ve dış etkenlerle olmuştur?

  8. Demokrat Parti, aslında hangi sınıf ve zümrelerin partisi olmuştur? Niçin?

  9. Türkiye'de 1945-1960 yılarının siyasal yaşamının tipik özelliği nedir? Bu bakımdan 1924 Anayasası ne gibi bir rol oynamıştır? Bu dönemde siyasal muhalefet hangi sorunlarla meşgul olmuştur? Niçin?

  10. 27 Mayıs hareketinin anlamı nedir? Bu hareket, niçin ve ne bakımdan “ilerici" bir hareket niteliği taşır?

  11. 1961 Anayasası'nm anlamı nedir? Bu Anayasa “içerik" bakımından ne gibi özelliklere sahiptir? Ve nasıl bir devlet düzeni kurmuştur? 1961 Anayasası'nm demokrasi anlayışının özelliği nedir?

  12. Türkiye'de 1960-1970 döneminin başlıca özellikleri nelerdir?

  13. Türkiye'de egemen sınıflar, 1970'lerin başlarında nasıl bir bunalım içine düşmüştür ve ne gibi bir çözüm getirmişlerdir bu bunalıma? "12 Mart Rejimi", 1961 Anayasası'nda ne gibi değişiklikler yapmıştır? Bu değişikliklerin sonunda ortaya çıkan tablo nedir? 12 Mart Rejimi, niçin "faşist" bir rejimdir ve ne yolla uygulamıştır bu faşizmi?

  14. 14 Ekim 1973 seçimlerinin, Türkiye'nin demokrasi tarihinde hangi bakımlardan kendine özgü bir yeri vardır?

  15. CHP-MSP koalisyonu, Türkiye'ye neler getirmiştir?

  16. Birinci ve ikinci MC hükümetlerinin, Türkiye'nin iktisadi, sosyal ve siyasal yaşamında açtığı yaralar nelerdir?

  17. 1977 yılında kurulan "CHP ağırlıklı hükümet" zamanında temel sorunlar nelerdi? Bu hükümet, o sorunlara ne ölçüde bir çözüm getirmiştir?

  18. 1979 Ekim seçimleri sonucunda kurulan "AP azınlık hü- kümeti"nin, Türkiye'nin iktisadi, sosyal ve siyasal sorunları karşısındaki tutumu ne olmuştur? Niçin?

DEMOKRASİMİZİN SORUNLARI VE GELECEĞİ

Demokratik hak ve özgürlükler, hiçbir zaman, egemen sınıfların bir ihsanı olmadı. Demokratik hak ve özgürlükler, yerleşmiş oldukları her yerde, uzun ve süreli mücadelelerle, emekçi kitlelerin inançlı, kararlı ve örgütlü çabalarıyla kazanıldı. İmrendiğimiz Batı demokrasisi de -bütün eksikliklerine karşın- yüzyılların köklü mücadele geleneğinin ürünü olmuştur.

Türkiye'de, demokratik mücadelenin -geniş ölçüde- kitlelere mal olmasının, öyle pek uzun bir geleneği yok. 60, 70 yıldan bu yana süren "özgürlük ve demokrasi mücadelesi", uzun süreler, -toplumun sosyal yapısı gereği- bir aydın azınlığın elinde kaldı. Bu yüzden de hep tepeden inme "demokrasiler" getirilmeye, yerleştirilmeye çalışıldı Türkiye'de.

Ve yine bu yüzden, demokratik hak ve özgürlüklerin verildiği gibi geri alınması da kolay oldu.

Ancak, bugün durum değişmiş görünüyor. Demokrasi mücadelesi, artık emekçi kitlelerin malı olma noktasına gelmiştir. Onların eline geçmeye başlamıştır. Ve bir kez bu noktaya gelindi mi, artık mücadele geleneği yerleşiyor, kökleşiyor, sağlamlaşıyor demektir.

Halk kitleleri, Türkiye'nin çok partili yaşamında, her türlü baskı ve sindirmeden daha da bilenmiş ve bilinçlenmiş olarak çıkmış ve demokratik istemlerini ve eğilimlerini dile getirmiştir.

Özetle, demokrasi ve demokratik mücadele sorunu, yaşadığımız yıllarda, Türkiye'de -büyük boyutlarıyla- topluma mal olmuştur artık.

Ve yaşadığımız yılların en büyük gerçeklerinden biridir bu.



Ne var ki, bu önemli gelişme, aynı zamanda çetin sorunları da birlikte getiriyor. Demokrasi için mücadelenin en etkili, en güçlü olabilecek biçimde örgütlenebilmesi, güçlerin birleştirilmesi, demokratik bir cephenin kurulabilmesi sorunları...

Bunun neden bir gereksinme olduğu ve bugün her zamankinden daha fazla önem taşıdığı ise ortada: Halkın demokratik bilinci ve demokratik istemleri geliştikçe, iç ve dış sömürücü güçler, zaman zaman baskı ve terörlerini artırmakta, giderek faşizm denemelerine girişmektedirler.

Böylece, demokratik mücadelede güç birliğine gidilirken, halkın bir an önce örgütlenmesi zorunluluğu da kendini dayatıyor. Ve eğer demokrasiye gerçekten inanılıyor, Batı demokrasisi sözü ediliyorsa, Batı demokrasisinin ön koşulunun toplumdaki bütün sınıf ve zümrelerin özgürce örgütlenebilmeleri olduğu da bilinmelidir.

Açık ve demokratik örgütlenme olanaklarının kısıtlı olduğu toplumlarda, demokrasi sözü ağıza alınamaz, alınmamalıdır da. Çünkü demokrasinin bir başka yönü olan düşünce özgürlüğü, ancak ve ancak kitlelerin özgürce örgütlenebilmeleriyle bir anlam taşır ve süreklilik kazanabilir. Birbirinden ayrılmaz bir bütündür bunlar.



141. ve 142. maddelerin birbirinden ayrılmazlığı ve her ikisinin demokrasiye karşıt şeyler oluşları da buradadır.

Halkımızın demokratik özlemlerinin su yüzüne çıktığı, demokratik mücadelenin halkan malı olmaya başladığı tarihimizin bu önemli yıllarında, demokratik mücadelenin bir güç birliği ve cephe mücadelesi olduğunu da unutmayalım.

Ne var ki, Türkiye'de, bugün, demokrasinin sınırlarının genişletilmesi, halkın demokrasi özlemleri, bu yolda atılmak istenen adımlar, demokratik hak ve özgürlüklerin -bir ölçüde de olsa- güven altına alındığı bir ortam, aslında halka karşı olan güçleri ürkütmektedir. Demokratik bir ortamda -başta işçi sınıfı olmak üzere- emekçi yığınların örgütlenmesinin, siyasete ağırlıklarını koymalarının, faşist bir yönetim altında olduğundan daha yaygın ve daha hızlı olabileceğini bilmektedirler. Ve yine onlar, Batı demokrasisinin ilk koşulu olan bu örgütlenmelerden -gelecek için- büyük bir kaygı duymaktadırlar.

Korktukları, ne sosyalizmdir bugün ne de komünizm.

Korktukları demokrasidir!

Ancak unutulmamalıdır ki, demokrasi, kendi kuralları içinde oynanırsa bir anlam taşır. Bu rejimde, belli başlı kurallar çiğnenemez. Çiğnenen her kural, sistemi demokratik niteliğinden uzaklaştırır. Eğer rejimin kaybı yalnızca birkaç alandaysa, toplumun bu yanlışları zaman içinde düzeltmesi, sistemin kendi kendini onarması olasıdır. Yok eğer sistem, hemen her alanda kuralların dışına çıkmışsa, kendi çözümünü kendisi yaratamaz. Ad olarak "demokrasi" varsa da, demokrasiden başka her şeye benzeyen bir garip rejim olur bu.

Unutulmaması gereken bir başka önemli nokta da, demokrasinin yukardan kararlarla biçimlendirilebilecek bir şey olmadığıdır. Demokrasiye yeniden biçimini verecek olan -son bir değerlendirmede- toplumun temellerindeki gereksinmeler ve maddesel güçlerdir.

Söz konusu olan, demokrasinin kurallarına, Anaya- sa'nın ruhuna ve rejimin özüne sahip çıkmaktır. Türkiye halkının çıkarı, zaten kuralları zedelenmiş, çoğulcu ve sivil özelliğinden kaybetmiş olan demokrasiyi büsbütün kural dışına zorlamakta değildir. Benzer çözümler, demokrasiden çekinen kimi çıkar çevresinin özlemine yanıt verebilir ya da bir bölüm aydın taslağının zümreci yeğlemelerine ve imgelemlerine denk düşebilir ama, halk kitlelerinin çıkarları -dün olduğu gibi bugün de- demokraside saklıdır.

DAHA ÇOK BİLGİ

Halit Çelenk, 141-142 Üzerine, Ankara, 1976.

M. Emin Değer, CIA-Kontr-Gerilla ve Türkiye, Ankara, 1977.

Mehmet Kemal, Celal Bayar Efsanesi ve Raftaki Demokrasi, İstanbul, 1980.

Çetin Özek, 141-142, İstanbul, 1968.

Murat Sarıca, Anayasayı Niçin Savunmalıyız? İstanbul, 1969.

Bahri Savcı, Demokrasimiz Üzerine Düşünceler, Ankara, 1963.

Bülent Tanör, TCK. 142. Madde, Düşünce Özgürlüğü ve Uygulama, İstanbul, 1979.

Bülent Tanör, Siyasi Düşünce Hürriyeti ve 1961 Türk Anayasası, İstanbul, 1967.

Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Sağsız Solsuz Demokrasi, İstanbul, 1973.

OKUMA

DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ NE DEMEKTİR?

Hükümet programı üzerindeki görüşmelerde de söz konusu oldu: Düşünce özgürlüğü Anayasayla sınırlı mıdır?

Adalet Partisi Genel Başkanı, "sokaklar yürümekle aşınmaz" gibi liberal görünümlü sloganların sahibi olmakla birlikte, yıllar yılı şu düşünceyi de inatla savunur: "Evet, Türkiye'de düşünce özgürlüğü vardır; ama bu özgürlük kimseye Anayasa'dan farklı düşünceleri yaymak hakkını vermez." Bu görüşe göre Anaya- sa'ya ters düşen düşünceler ancak kafalarda durabilir; bunların yayılması temel nitelikleri Anayasa'yla belirtilen Cumhuriyet'in yıkılması için propaganda yapmak demektir; dolayısıyla yasaktır.

Aslına bakarsanız, Anayasa Mahkemesi de, düşünce özgürlüğünü sınırlayan Tedbirler Kanunu'nun ya da Türk Ceza Ka- nunu'nun bazı maddelerim Anayasa'ya uygun bulurken bundan farklı bir temel gerekçeye dayanmıyordu. Acaba sanıldığı kadar doğru mu bu gerekçe? Ya da, doğruluğu kabul edilirse, işin sonu nereye varır?

Galiba tartışmaya Anayasa denen metnin öz niteliğiyle başlamak doğru olacak. Bu yapılırsa, "Anayasa'ya aykırı yasa" ile "Anayasa'ya aykırı düşünce" arasındaki fark açıkça ortaya çıkacak.

Anayasaların özelliklerinden biri de, bir çeşit "toplum sözleşmesi" anlamını taşımaları. Başka bir deyişle, Anayasa'yı benimseyen belirli bir toplum, tarihinin belirli bir döneminde, belirli bir metnin getirdiği temel kurallara göre yönetilmeyi, bu temel kurallar çerçevesinde yaşamayı kabul etmiş oluyor. Asıl kuruculuk yetkisini şu ya da bu yoldan kullanan ulus, Anaya- sa'yı yapmakla ya da onaylamakla, böyle bir toplumsal sözleşmeyi de benimsemiş oluyor. Genellikle kabul edilen başka bir ilke de şu: böylece benimsenen bir Anayasa'dan sonra artık, o toplumu yönetmek için çıkarılacak yasaların da Anayasa'daki kurallara uygun olması gerekiyor. Hatta, 1961 Anayasası'na göre, bu uygunluğu taşımayan yasalar Anayasa Mahkemesi'n- ce iptal edilecektir; çünkü yasalar, o sözleşmeye göre yönetilmeyi kabul etmiş olan toplumun bütününe uygulanır. Toplum, sözleşmenin dışına çıkan kuralların kendisine uygulanmasını istemez.

Düşünceler için aynı şeyi söyleyebilir misiniz? Kimseyi zorlayıcı bir niteliği var mıdır düşüncenin? Doğrudur, yanlıştır, beğenirsiniz, beğenmezsiniz; benimsersiniz, benimsemezsiniz. Ama, beğenmek zorunda olmadığınız gibi, beğenmeyişinizi, hatta sizi rahatsız edişini bir yasaklama nedeni haline de getiremezsiniz. Çünkü toplum sözleşmesi niteliğindeki Anayasa'nm kurallarından biri de, "herkesin düşünce ve kanaatlerini açıklama ve yayma özgürlüğüne sahip olması."

Anayasa, serbestçe açıklanabilecek olan düşüncelerin tavanı değil, tabanıdır. Anayasa tabanına, daha doğrusu Anaya- sa'daki düşünce özgürlüğü tabanına dayanılarak, onun güvencesi altında, her düşünce serbestçe açıklanabilecek. Nitekim,

Anayasa'nm kendi de, şimdilik kendisine ters gelen düşüncelerin toplumdaki belirli bir çoğunlukça benimsenmesi halinde, belirli kurallara uyularak değiştirilmeye açık.

Hem sonra, düşünceler için Anayasa'nm sınırını nerede çizeceksiniz? Hangi düşünce Anayasa'nm sınırları içinde, hangisi dışında sayılacak? Örneğin, Anayasa'nm temellerinden sayabileceğiniz mülkiyet hakkı, taksitli kamulaştırmalarda yirmi yıllık süreden fazlasını savunmayı yasaklamak hakkını verir mi size? Anayasa'nm öngördüğü yirmi yıllık süreden fazlasının mülkiyet hakkını zedelediğini, böylece Anayasa ötesi bir düşünceyi savunmak anlamına geldiğini, dolayısıyla yasaklanması gerektiğini söyleyebilir misiniz?

Tabii, düşünce özgürlüğünün sınırlanmasını isteyenler, hiçbir zaman, kendi çıkarlarının savunmasını yapar görünmek istemezler. Onlar, başka sınırlamalarda olduğu gibi, burada da Anayasa'nm değişik 11. maddesini imdada çağırıp, "Devletin ülkesiyle ve milletiyle bütünlüğünü, Cumhuriyeti, mali güvenliği, kamu düzenini, kamu yararını, genel ahlakı ve genel sağlığı" korumaktan söz edecekler, düşünce özgürlüğünün, özüne dokunmadan, bu nedenlerle sınırlanabileceğini söyleyeceklerdir.

Düşünce özgürlüğünün özünün düşünceden ibaret olduğunu unutarak.



Düşünce özgürlüğü, özle öz olmayanın ayrılamadığı bir özgürlük. Azıcık sınırlandığı zaman bütünüyle yok olan bir özgürlük bu. Çünkü, düşüncenin sınırı yok.

Kaldı ki, sınırsız düşünce özgürlüğünün kurulu düzeni yıkmaya varacağından korkanları teselli edecek çare de yine düşünce özgürlüğünde gizli. Tehlikeli sayılabilecek bir düşünce, başka bir düşünceyle çürütülebiliyorsa tehlikeli olmaktan çıkar.

Bakın, şunu da unutmayalım: Kendi dünya görüşünüzü doğru belleyip zor kullanarak başkalarına ağız açtırmamaya, kalem oynattırmamaya zorbalık derler. Kurulu düzendeki ekonomik çıkarlarla birleşince de bunun adı faşizm olur. Çıkıp bunun doğruluğunu da savunabilirsiniz. Ama, ne olur, demokrasi adına faşizmi savunmayın.

(Mümtaz Soysal, "Sınırlı Düşünmek", Barış, 7 Şubat 1974)

SORULAR


  1. Türkiye'de demokratik gelişim, bugün ne gibi sorunları gündeme sokmuştur?

  2. Düşünce özgürlüğü ne demektir? (Okuma parçasını da okuyunuz.) Düşünce özgürlüğünün, "kitlelerin özgürce örgütlenebilmeleri" özgürlüğüyle ne gibi bir ilişkisi vardır?

  3. Demokratik mücadelede güç birliği ve cephe mücadelesi niçin zorunludur?

  4. Türkiye'de, bugün, gerçek anlamıyla bir demokrasinin "dostları" ve "düşmanları" kimlerdir?



BÖLÜM IV

TÜRKİYE'DE SİYASAL PARTİLER

Türkiye'de, siyasal yaşam "çok partili"dir. Bu çok par- tililiğin "anayasal plan"daki görünüşünden -daha önce- bahsettik. Şimdi "sosyolojik plan"daki görünüşünü belirtmeye çalışacağız.

Önce, şu gerçekten hareket edelim: Siyasal partiler, aslında, toplumdaki çeşitli sosyal sınıfların ve kesimlerin siyasal iktidar için mücadele araçlarıdır. Sınıf gerçeği bir yana bırakılarak parti gerçeği anlaşılamaz. Siyasal partilerin "sınıfsal yapısı" bilinmeden de, bir toplumdaki siyasal yaşam ve onun içindeki siyasal iktidar mücadelesi hakkında doğru bir yorumda bulunmaya olanak yoktur.

Bu "sosyolojik" gerçekten hareket ederek, Türkiye'nin bugünkü siyasal yaşamına baktığımızda nasıl bir siyasal partiler tablosu ile karşılaşıyoruz.

SAĞ KANAT



"Sağ kanat" deyince, "yerleşik düzen"i, başka bir deyişle "kapitalizmi ve kapitalizm öncesi ilişkileri" savunan sınıf ve zümrelerin kuruluşları, en başta partileri anlaşılır.

Aşağıda, önce sağ kanattaki "partiler" den, sonra da bu partilere egemen "eğilimler" den bahsedeceğiz.



Sağ kanat partileri

Türkiye'de, bugün, bu nitelikteki partiler şunlardır: Adalet Partisi, Cumhuriyetçi Güven Partisi, Milli Selamet Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi.



a) Adalet Partisi

Adalet Partisi, 1961 yılında, 27 Mayıs Hareketinden sonra kapatılan Demokrat Parti'nin yerine kuruldu. Demokrat Partinin tabanına ve dağılmış olan örgütüne dayanarak, daha 1961 genel seçimlerinde 158 milletvekilliği kazandı. Ancak gerçek yolunu, 1965'te, Süleyman Demirci'm başkanlığa getirilmesinden sonra buldu.

1961'in AP'sinin DP'nin devamı olduğu söylenebilir. Ama 1965'in AP'si, DP'nin aynı sınıfsal özdeki, ancak 15 yılın ekonomik gelişmesine uygun olarak, bir başka düzeyden devamıdır. DP dönemi, tarım burjuvazisinin, genel olarak tarım çıkarlarının, büyük ölçüde sanayi, bir ölçüde de ticaret çıkarları aleyhine gelişmesi, büyük sermayenin tarım ve ticareti yeğlemesinin ağır basması olarak özetlenebilir.

DP'nin, yükselişi gibi düşüşü de böyle bir politikaya bağlıdır.

AP, hele 1965'te Süleyman Demirel'in genel başkanlığından sonra, tekelci kesimin, büyük ticaret ve sanayi çıkarlarının siyasal örgütü oldu. Büyük sermayenin, en geri sömürücü sınıflarla, tefeci, aracı, ağa ile olan geleneksel bağlaşıklığı, bu kesimlerin güdümündeki kitlelerin oylarını, dolayısıyla parlamenter rejimi de güvence altına alıyordu.

Ne var ki, 1965 sonrasındaki hızlı kapitalist gelişme sürecinde, sermaye içi çelişkiler kendini daha güçlü biçimde duyurmaya başladı:

AP döneminde izlenen sanayileşme politikası (çeşitli özendirmeler, sübvansiyonlar, kredi, yatırım indirimi), hele ikinci 5 yıllık plan döneminde, artık sanayiye yönelmiş olan büyük sermaye kesimine en büyük yararları sağlarken; "orta burjuvazi"nin çıkarlarını da zedeledi. Üstelik, büyük sermayenin eski ortakları olan tefeci-tüccar kesimi, geri sömürgen sınıflar da çıkarlarının sarsıldığını gördüler. Bu çıkar çatışması, 1969 yılında tekelci kesim yararına çıkarılan yeni kanun ve uygulamalarla büsbütün güçlendi.

Egemen sınıfların ve siyasal örgütlerinin bütünselliği sarsılmakta, çatlamalar kendini göstermektedir.

Çatlamanın ilk habercisi, Necmettin Erbakan olayı ve Milli Nizam Partisi'nin kuruluşu oldu. Erbakan, "büyük şehir tüccarı, komprador-mason azınlığa" karşı, "Anadolu tüccarının, Anadolu sanayiinin, küçük kent sermayesinin" muhalefetini dile getirmeye çalıştı ve AP taşra örgütünden önemli kopmalar sağlayabildi.

AP içinde daha önemli bir kopma, Demokratik Par- ti'nin kuruluşu ile oldu.

Bugün AP -"dışa bağımlı" da olsa- sanayiye yönelen sanayi burjuvazisinin örgütüdür. Büyük burjuvazi içinde, "tekelci kesim" de, kendisine en yakın kuruluş olarak AP'yi görmektedir.

AP konusunda, sapmalara yol açabilecek en önemli yanılgı, Demirel'in çizgisini "ilerici sanayi kesiminin çizgisi" olarak tanımlamak ve AP'yi üretici güçleri, yani kapitalizmi en hızlı geliştirecek siyasal örgüt olarak görmektir.

Halk kitlelerine, emekçilere ve özellikle işçilere karşı tekelci sermayeden yana olduğu için, AP'yi ilerici bir örgüt olarak nitelemek olası değildir.

Kaldı ki, çağımızda, üretici güçleri çok daha hızlı geliştirebilecek farklı toplum ve kalkınma modelleri vardır. AP'yi "ileri sanayi toplumunun önde gelen siyasal örgütü" saymak, "kapitalizmi" seçeneği olmayan tek ekonomik model, giderek en ileri sistem olarak kabul etmek demek olur.

Ki baş yanılgılardan biridir bu.

b) Cumhuriyetçi Güven Partisi

CHP'nin "ortanın solu" siyasetini benimsemesinden sonra, "partinin programından ve demokratik usullerden ayrılarak sosyalizm yoluna saptırıldığını" ileri süren 47 milletvekili ve senatörün, 1967 yılında CHP'den ayrılarak kurdukları bir parti bu.

1973 seçimlerinde sandalye sayısı 13'e düşen CGP, bugün parlamentoda grup kurma olanağını bile kaybetmiştir.

CGP -Cumhuriyet Halk Partisi'nin eski sağ kanadı olarak- hâlâ modası biraz geçmiş bir Kemalizm anlayışının

etkisindedir. Kemalizm'i, ileriye dönük biçimiyle değil de, kurulu düzeni sürdürmeye yarayacak biçimiyle benimser. Hatta, daha da ileri giderek, onu sol düşmanlığı için rahatça kullanılabilecek bir silah haline getirmiştir.


  1. Milli Selamet Partisi

14 Ekim 1973 seçimlerinden sonra en fazla tartışılan siyasal parti -kuşkusuz- Milli Selamet Partisi oldu. Bu siyasal partinin hangi sosyal sınıfların ve katların çıkarlarını temsil ettiği uzun uzun tartışıldı.

1971'de Anayasa Mahkemesi'nce kapatılan Milli Nizam Partisi'nin de başkanı olan MSP Genel Başkanı Necmettin Erbakan'ın 1969 Odalar Birliği seçimlerindeki tutumu, partinin sınıfsal yapısına ışık tutmak bakımından ilgi çekicidir. 1969'da Erbakan, Odalar Birliği'nde, "kompra- dor-mason azınlık, büyük kent tüccar ve sanayicisi" adını verdiği -uluslararası tekelci kapitalizmle bütünleşmiş- büyük tekelci sermayeye karşı mücadele ediyordu.

Kimler adınaydı bu mücadele?

"Anadolu tüccar ve sanayicisi adına" diye yanıtlıyordu kendisi.

MNP'nin devamı olan MSP'yi -ana çizgileriyle pek farklılaşmamış da olsa- bugün yalnızca Anadolu burjuvazisinin siyasal örgütü olarak görmek olası değil. Bu kesimin tarımcıları ve tacirleri, daha çok Demokratik Parti'yi desteklediler, sanayicilerin bir bölümü ise CHP'nin destekçisi oldu.

MSP'nin seçim propagandalarında ve Erbakan'ın konuşmalarında, dinci tema ve bir çeşit temelsiz İslam sosyalizmi teması hep ağır basmıştır. MSP'yi destekleyen seçmen kitlesi ise kırsal bölgelerin, küçük üreticiliğin yaygın olduğu bölgelerin küçük köylüsü, küçük üreticisi, kent küçük burjuvazisinin en geri ve dinsel ideolojinin etkisi altındaki kesimleri oldu.

Araya giren ve hâlâ etkili olan dinsel motif; en az uyanık ve en az bilinçli kesimlerin tekelciliğe karşı duygularına ve tepkilerine tercüman olan İslam sosyalizmi teması, servet düşmanlığı, Batı düşmanlığı gibi etkenler yüzünden, MSP'nin sınıfsal yapısının, öteki bütün partilerden daha ayrışık ve daha kaygan olduğu, henüz belli bir kesinlik kazanmadığı söylenebilir.

Bu bakımdan, MSP'ye -hemen olmasa bile zaman içinde- tabanını kendi kendine yitirecek bir siyasal kuruluş olarak bakmak doğrudur.


  1. Milliyetçi Hareket Partisi

Tl Mayıs'la kurulan Milli Birlik Komitesi'nden çıkarılarak yabancı ülkelerdeki temsilciliklerde danışman olarak görevlendirilen 14'lerden bazıları yurda dönünce (1963), liderleri Alparslan Türkeş ile birlikte, düşüncelerine en yakın buldukları Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'ne girdiler. Bunun üzerine, genel başkan Osman Bölükbaşı -bir kısım üyelerle birlikte- partiden ayrıldı.

1965'te genel başkanlığa Alparslan Türkeş seçildi.

Bu tarihten sonra, CKMP, yeni bir görünüş kazandı.

Yeni genel başkan, partinin görüşünü, Dokuz Işık adını verdiği birtakım ilkelerle belirledi. Bunlar, -kendi adlandırmalarıyla: 1. Türk milliyetçiliği; 2. Ülkücülük; 3. Ahlakçılık; 4. Özel teşebbüsçüllik; 5. İlimcilik; 6. Hürriyetçilik; 7. Köycülük; 8. Gelişimcilik ve halkçılık; 9. Endüstrici- lik ve teknikçilik.

Bu ilkelerle yeni bir hareket ve eylem programına kavuşan CKMP, 1969'da Adana'da yapılan genel kurul toplantısında Milliyetçi Hareket Partisi adım aldı.

Programı "totaliter" bir nitelik taşıyan MHP, orta sınıfın küçük bir kesimi ile -çok azınlıktaki- bazı gençlik gruplarınca benimsenmiştir.




Yüklə 1,37 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   26   27   28   29   30   31   32   33   ...   46




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə