Uygarlik tariHİ Server Tardlli


"Sermaye piyasası" üzerindeki tartışmaların özü nedir?



Yüklə 1,37 Mb.
səhifə26/46
tarix16.08.2018
ölçüsü1,37 Mb.
#63403
1   ...   22   23   24   25   26   27   28   29   ...   46

"Sermaye piyasası" üzerindeki tartışmaların özü nedir?

  • Sanayide "teknoloji getirilmesi" ve "atıl kapasite" sorunları deyince ne anlaşılır?

  • Sanayide "satma" sorunu ne demektir? Bu sorunun çözümü Türkiye bakımından niçin yaşamsaldır? Ve ne gibi engeller vardır çözümün karşısına dikilen?

    TARIM KESİMİ

    Türkiye'de, 1960'lardan başlayarak, tarımın ulusal gelir içindeki payı -sanayi lehine- gitgide düşmüş ve bugün ekonomide birinci kesim olma niteliğini yitirmiş olmakla beraber, tarım kesimine ilişkin sorunlar ve tartışmalar,

    gündemde önemlerini korumaktadırlar. Şaşmamalı da buna. Çünkü, tüm sosyal değişme ve gelişmelere karşın, toplam nüfusun büyük bir çoğunluğu (% 61,2) hâlâ kırsal kesimde oturmakta ve geçimlerini tarımdan sağlamaktadır.

    Tarımdaki kapitalistleşme ve yapısal değişimler

    Tarımdaki sorun -çokça sanıldığı gibi- salt "adil bir toprak dağılımı" sorunu değildir. Tüm toplum ve ekonomiyi ilgilendiren başka önemli sorunları da karşımıza çıkarmaktadır. Ve çoğu, kapitalistleşmenin doğurduğu, tarımdaki yapısal değişmelerin ortaya çıkardığı sorunlardır bunlar.

    Gerçekten, Cumhuriyet'in ilk yıllarından 1950'lere değin olan sürede, Türkiye'nin iktisadi yapısına damgasını vuran kesim tarım kesimi olmuştur. Kapitalist ilişkilerde, 1950'lerden başlayarak görülen hızlı gelişme, tarımı da etkiler. 1950'den başlayarak -özellikle ilk dört yılda- tarım kesiminde kendini gösteren önemli üretim artışı -başka nedenlerin yanı sıra- yeni toprakların üretime açılması, tarımda ileri girdilerin kullanılmaya başlanması, doğal koşulların tarımsal üretime elverişli gitmesiyle ilgilidir.

    1948 yılında 13,9 milyon hektar olan tarım topraklarının genişliği, 9 milyona yakın bir artışla, 1956 yılında 22,5 milyon hektara ulaşmıştır. 1948-1960 arası ekilen topraklardan ortaya çıkan 10 milyonluk artışın, onda biri kadarı devletin dağıtımıyla, geri kalan bölümü ise Ha- zine'den ve köy orta mallarından yapılan "özelleştirmelerle" ilgilidir. Bu gelişmelere bağlı olarak, tarımın ulusal gelire katkısı 1950'den 1960'a değin % 54,8 oranında artmıştır. Aynı dönemdeki tarımsal mallar üretimindeki artış daha da yüksektir. 1950'de 7,8 milyon ton olan tahıl üretimi, on yılda iki katına yakın bir artışla, 1960 yılında 15,2 milyon tona ulaşmıştır. Kapitalizmin gelişmesi gereği, sınai bitkilerdeki artış, tahıl üretimine oranla daha da hızlı olmuştur. Türkiye tarihinde on yıllık hiçbir dönem yoktur ki, tarımda böylesine hızlı bir gelişmeye tanık olunmuş olsun.

    Tarım kesiminde kendini gösteren bu gelişmeler, diğer kesimleri de etkilemiş, sanayi ve hizmet kesimlerinde de önemli gelişmeler olmuştur. Bu değişme ve gelişmelere bağlı olarak nüfusun niteliği de değişmiş, kırsal nüfusun payı -görece- azalırken, kentli nüfusun payı artmaya başlamıştır. Pazar için üretim yaygınlaşmış ve köylülerin pazarla olan ilişkileri büyük düzeylere ulaşmıştır.

    Tarımdaki kapitalistleşme bir gerçek olmakla beraber, 1960'lardan sonra Türkiye'nin iktisadi yapısını -"dışa bağımlı" da olsa- tarımdan sanayiye dönüştüren gelişmenin bir sonucu olarak, tarımın ulusal gelir içindeki payı -sanayi lehine- gitgide azalmaya başlayacaktır. Bugün ise, sınai üretim toplamı, tarımsal üretim toplamını aştığı gibi, sanayi kesiminin ulusal gelire katkısı tarımı geçmiş ve gelir açısından tarım birinci kesim olma niteliğini yitirmiştir.

    Ekonominin yapısal açıdan nitelik değiştirmesi, sosyal ve siyasal yapıda da önemli değişme ve gelişmeleri beraberinde getirmiştir. 1970'ler Türkiyesi'nin sosyal yapısında güçler dengesi ve ilişkiler, 1960'lardakinden hayli farklıdır. Egemen sınıflar arasındaki ilişkiler -geniş ölçüde- değişmiştir. 1960'lara değin siyasal iktidara damgasını vuran ticaret burjuvazisi, bu yerini büyük oranda kaybederken, sanayi burjuvazisi ve mali burjuvazi güçlenmiştir. Toprak sahipleri de siyasal plandaki güçlerini geniş ölçüde yitirmişlerdir. İşte 1970'ler Türkiyesi'nin böylesine değişik yeni ortamında, tarım kesimine ilişkin sorunların nasıl çözümlenmesi gerektiğine herhalde sanayi burjuvazisi karar verecektir.

    Fakat nedir o sorunlar?

    Tarım kesiminin ana sarımları

    Türkiye'de, tarım kesiminin çözüm bekleyen sorunları, -belki- sayılamayacak denli çoktur. Bunların içinde en önemlileri şunlar olsa gerek:

    - Önce, tarım kesiminde önemli gelişmeler olmasına karşın, üretim hâlâ doğal koşullara bağlıdır büyük oranda. Bundan ötürü, üretim ve dolayısıyla gelir düzeyi, hem çok düşük ve hem de yıllara göre büyük dalgalanmalar göstermektedir. Çeşitli tarımsal ürünlerin hektar başına verimleri, dünya ölçülerine göre oldukça düşüktür. Bunu doğuran en önemli neden de, ileri girdilerin Türk tarımında henüz yeterince kullamlmamasıdır.

    Örneğin, Türkiye tarımında bin hektara düşen traktör sayısı, İtalya'dan 15, Belçika'dan 31, Lüksemburg'dan 45 ve Batı Almanya'dan 60 kez daha küçüktür. Keza gübre kullanımı, Ispanya'dan 5, Yunanistan'dan 8, Fransa'dan 18 ve Hollanda'dan 70 kez daha azdır.

    Geri kalmış bir ülke ekonomisi için, hızlı gelişmenin temel gereklerinden biri tarımın açılmasıyla ilgilidir. Kapitalist mantık içinde sanayileşme tarımsız düşünülemez. Tarım, kentli nüfusun gerek duyduğu besin maddeleri ile, sanayi için gerekli yatırım mallarının dışardan satın alınabilmesi, büyük ölçüde tarımsal ürünlerin dışsatımının ar- tırılabilmesine bağlı bir durumdur.

    Bugüne değin tarımın bu görevlerini gereğince yerine getirdiği söylenemez. Eğer yerine getirebilmiş olsaydı, sanayileşme çabaları için dış kaynaklara gerek duyulmaz ve -belirli ölçüde de olsa- ekonomi dışa bağımlı bir hale gelmezdi. Bugünkü durumuyla, tarım kapitalist mantık içinde hızlı büyümeyi köstekleyecek bir niteliktedir.

    -- Ayrıca, tarım topraklarının, gerek mülkiyet ve gerekse işletme büyüklüğü açısından dağılımı, büyük bir dengesizlik göstermektedir. Çeşitli tarımsal işletmeler, fazla sayıda ve dağınık parçalardan oluşmakta ve bu durum, olumsuz yönde etkilemektedir üretimi.

    Aslında, kapitalist üretim koşullan altında, toprakların ve buna bağlı olarak da üretimin çiftçi aileleri arasındaki dağılımının adaletsiz olması doğaldır. Hatta, kapitalist ilişkiler geliştikçe gelir dağılımı daha da adaletsiz bir durum alacaktır. Kapitalist üretimin değişmez bir yasasıdır bu. Türkiye tarımında bu dengesizlik yeterince vardır ve gelir paylaşımına olduğu gibi yansımaktadır: Tarımda en az gelirli ailelerin % 2Ü'si toplam gelirin % 6'sını alırken, son dilimdeki % 20'si tarımsal gelirin % 49,6'sını ele geçirmektedir. Başka bir deyişle tarımcı ailelerin % 80'i, yani 3 milyon 200 bin çiftçi ailesi toplam tarımsal gelirin ancak % 50,4'iine sahip olurken, % 20'yi oluşturan öteki 800 bin çiftçi ailesi toplam gelirin yarısını denetleyebilmektedir.

    Bu durumdaki tarım kesiminin klasik bir toprak reformuyla dertlerinden kurtulacağı, hele ekonomik gücünü artıracağı pek söylenemez. Büyük işletmelerin elinde 10 milyon dönüm kadar toprak bulunmaktadır. Bunun tümünün devletleştirildiği düşünülse bile, en az verimlilik koşulları göz önünde tutulduğunda, yararlanacak aile sayısı 100.000'i geçmez. Oysa yalnız topraksız aileler, 1963 sayımına göre, 300.000'den fazladır. Geçmişteki artış temposuna bakılarak 1970 yıllarında 500.000'e vardığı söylenebilir. Toprağı kendine yetmeyen, ortakçılık, yarıcılık yapan, cüce işletmelerde günübirlik yaşayan aile sayısı ise milyonun üzerinde hesaplanmaktadır. Böylece, klasik çerçevedeki bir toprak reformu Türkiye'de ancak siyasal amaca hizmet edebilir: Kasaba eşrafıyla köy ağasının geleneksel egemenliğini kırmakta yardımcı olabilir. Bu açıdan, önemli ve gereklidir. Yoksa, üretimin artması ve yığınların daha yüksek bir düzeye erişmeleri için, bu reformun, güçlü bir sanayileşmeyle ve kooperatifçilikle beraber gerçekleşmesi şarttır.

    - Tarım kesiminde çözüm bekleyen önemli sorunlardan birisi de, Türkiye'nin temel sorunlarına sıkı sıkıya bağlı olan tarımsal nüfusla ilgilidir. Türkiye'de son yirmi yıldır, kentleşme olayında büyük mesafeler alınmasına karşın, tarımda yaşayan nüfusun sayısı hâlâ kabarık bir yekûn tutmaktadır. Çoğu kez, gizli ve açık bir biçimde işsiz olan bu kesim, önemli bir istihdam sorunu olarak karşımızda durmaktadır.

    Sonuç olarak, kapitalist mantık içinde sanayileşme olayının gerçekleştirilebilmesi, büyük oranda, tarımla ilgili bir durumdur. Tarımda bu anlamda gündemde bekleyen sorunlar çözümlenmeden, hızlı büyümeye ilişkin amaçların gerçekleşmesi oldukça güçtür.

    DAHA ÇOK BİLGİ

    S. Aksoy, Türkiye'de Toprak Meselesi, İstanbul, 1969.

    B. Akşit, Türkiye'de "Azgelişmiş Kapitalizm" ve Köylere Girişi, Ankara, 1967.

    Cavit Orhan Tütengil, Kırsal Türkiye'nin Yapısı ve Sorunları, İstanbul, 1975.

    OKUMA


    KÖYDEN KENTE GÖÇ

    "Köyün iticiliği"nin ağır bastığı, "olanaklar/rahatlıklar ve umutlar" dünyasını simgeleyen "kentin çekiciliği"nin de yer aldığı "köyden kente göç", bir "geçiş" döneminin bunalımlarını yaşayan 1970'ler Türkiyesi'ni bütün boyutlarıyla gözler önüne seren, çok yanlı bir olaydır. Sanayileşme ile atbaşı yürümeyen, sağlıksız, başka bir deyişle "demografik" nitelikleri ağır basan azgelişmiş kentleşmemiz, kırsal bunalımın kente taşınmasının ötesinde bir oluşumu ortaya koymaktadır: Bu oluşum, "köy- lü"lerin "kentlileşmesi" olarak adlandırılabilir.

    "Mevsimlik göç"lere bağlı "köylü-işçi tipi"nden sonra, şimdi de sürekli yerleşmeye dayalı "ne köylü ne kentli" yeni kuşaklar aşamasında bulunan köyden kente göç olayı, "geçiş" dönemi sona erince "yeni" bir toplumu önümüze koyacaktır.

    Ana çizgileriyle ufukta belirmeye başlayan "yeni toplum" şu nitelikleriyle dikkatimizi çekecektir:

    • Toplumsal tarihimizde ilk kez, nüfusumuzun çoğunluğu "köy" yerleşmeleri yerine "kent" yerleşmelerinde oturacaktır.

    • Sanayi ve hizmetler kesiminde çalışanların oranı büyük bir artış gösterecektir.

    • Laik düşünce, rasyonel dünya görüşü, işbölümü ve uzmanlaşma, yatay ve dikey örgütleşme bizim toplumumuzun da temel öğeleri olacaktır.

    • Kırsal yerleşmelerde yeni bir düzenleme ve iş organizasyonu zorunlu hale gelecektir.

    • Artan sosyal refah ve dengeli dağılım, bölgelerarası dengesizlikle kır /kent yerleşmelerindeki nitelik farklarını nicelik farkları haline getirecektir.

    • Demokratik yönetimin koşulları yaratılmış bulunacaktır.

    • Toplıımumuz başka toplumlara öykünme dönemini geride bırakarak, yeniden yaratıcı ve yapıcı olma niteliklerini kazanacaktır.

    • Tarım toplumundan sanayi toplumuna geçiş aşaması tamamlanacak, devlet-vurttaş ilişkilerinde sevgi egemen olacaktır.

    Görüldüğü gibi, toplumumuzun büyük oluşumunu somutlaştıran "kentleşme" kırsal etkenlerden kaynaklanmaktadır. Geçiş döneminin bunalımları içinde yaşayan bizler, çoğu kez, gül yerine diken üzerinde durup düşünüyoruz. Elbette, gülün dikeni olduğu gibi, kentleşmenin de olumsuz yanlan vardır. Ne var ki, kentleşmeden doğan sakıncalar, en sağlıklı biçimde, yine kentleşme ile ortadan kaldırılabilir. Öte yandan, eğer olaylar bizim önümüze geçmişse, bundan olayları sorumlu tutarak işin içinden çıkamayız. Toplumumuzun iç dinamiklerince yaratılan olayları düzenlemek, yönlendirmek ve sakıncalarını gidermek bize düşer. Köyden kente göçü, buna bağlı olan "kentleşme" ve "kentlileşme" sürecini toplumumuza aydınlık getiren bir umut ışığı saymak gerekir.

    (Cavit Orhan Tütengil, Kırsal Türkiye'nin Yapısı ve Sorunları, İstanbul, 1975, s. 226-227)

    SORULAR


    1. Tarım kesiminin, bugün Türkiye ekonomisindeki yeri nedir? Tarım kesimi ile ilgili sorunlar niçin çok önemli sorunlardır?

    2. Türkiye'de, tarımın kapitalistleşmesi süreci ne zaman başlar, öncelikle hangi dönemde hızlanır ve ne gibi sonuçlar doğurur?

    3. "1970'ler Türkiye'sinde, tarım kesimine ilişkin sorunların nasıl çözümlenmesi gerektiğine herhalde sanayi burjuvazisi karar verecektir" derken anlatılmak istenen nedir?

    4. Türkiye'de tarım kesiminin ana sorunları nelerdir?

    5. Toprak mülkiyetinin dağılımındaki dengesizlik hangi önlemlerle giderilebilir? Bu önlemler içinde, özellikle toprak reformunun bugünkü değeri hakkında ne düşünüyorsunuz?

    6. Türkiye'de köylerden kentlere göçün iktisadi ve sosyal nedenleri nelerdir? Bu olay, giderek "kentleşme", Türkiye'ye nasıl bir gelecek hazırlıyor? (Okuma parçasını okuyunuz.)

    KAPİTALİZMİN SORUNLARI VK OELECEĞİ

    Gelişmeler ve hedefler

    Türkiye'de 1950'den ve özellikle 1960'lardan sonraki gelişmenin rakamlarla ifadesi şöyledir:

    ~ 1963'te 108,7 milyar lira dolayında olan gayri safi ulusal hasıla % 65 artarak 1971'de 179,3 milyar liraya yükselmiştir.


    • Tanmın ulusal gelirdeki payı % 41,7'den 1971'de % 28,1'e düşmüş, sanayininki ise % 16,9'dan % 22,6'ya çıkmıştır.

    • Bu dönemde kişi başına gelir 3.640 liradan 4.901 liraya yükselmiştir.

    -1963-1971 döneminde, dışalım ortalama yılda % 8,7, dışsatım ise % 7 dolaylarında bir hızla artmış, böylece 1963'te 1,05 milyar dolar civarında olan dış ticaret hacmi 1971'de 1,85 milyar dolara ulaşmıştır.

    • Aynı dönemde yatırımlar -1971 fiyatlarıyla- yılda ortalama % 8,6 dolaylarında bir hızla artarak, 16,7 milyar liradan 32,4 milyar liraya yükselmiştir.

    Bütün bunlara karşın, Türkiye'nin sanayileşme sorununu büyük ölçüde çözümlediğini söylemek hayli güçtür. Türk kapitalizmini önümüzdeki yıllarda güç ve karmaşık sorunlar beklemektedir.

    Önce, toplumun önümüzdeki yirmi yılda ulaşmak istediği hedefler nelerdir?

    Devlet Planlama Teşkilatı'nın "Yeni Strateji" adıyla yayımladığı belgede, toplumun önümüzdeki yirmi yılda ulaşmak istediği hedefler şöyle gösteriliyor:


    • 1995'lerde 65 milyonluk bir nüfus kitlesine ulaşacak olan Türk toplumu, yaklaşık 27 milyon kişiye iş olanakları bulabilecek bir gelişmişlik düzeyini kendisine hedef almak zorundadır. Bunun anlamı, bugüne oranla hem 13-14 milyon kişiye ek iş olanağı yaratılacak ve hem de -günümüzün koşullarında- gizli ya da açık bir biçimde işsiz olanlara çalışma olanakları sağlanacak demektir.

    • Bütün bunların gerçekleşebilmesi, 1995'lere gelindiğinde, ekonominin çeşitli kesimlerinde belli büyüklüklere ulaşabilmiş olmasına bağlıdır: 1) Kişi başına bugünkünün 4 katı dolayında bir gayri safi ulusal hasıla; 2) Gayri safi yurtiçi hasılada, yaklaşık olarak tarımın payının % 10, sanayinin % 40, hizmetlerin % 50 oranında yer tuttuğu bir ekonomik yapıya ulaşılmış olmalıdır. Bu hedeflerin gerçekleşmesi için ise, yılda -ortalama olarak- gayri safi ulusal hasılada % 7,9, tarımsal hasılada yılda ortalama % 3,7, sanayide % 11,2 ve hizmetlerde % 7,7 dolayında artış hızına ulaşmak gerekmektedir.

    • Bu hedeflere ulaşabilmek için, sanayide bazı önemli malların üretiminde 1970'ten 1995'e şu gelişmelerin olması amaçlanmaktadır: 1970'te 1,5 milyon ton olan demir-çe- lik üretiminin 1995'te 20 milyon tona; kâğıt üretiminin 151.000 tondan, 4 milyon tona; elektrik üretiminin 8,5 milyar Kw/saat'dan 125 milyar Kw/saate; plastik üretiminin 17,6 bin tondan 1 milyon tona çıkarılması gerekmektedir.

    Günümüz Tiirkiyesi, "kapitalist üretim biçimi"nin egemen olduğu bir toplumdur ve önümüzdeki yıllara ilişkin büyük önerileri kapitalist mantık çerçevesinde ele alınmaktadır. Ne var ki, öngörülen hedeflerin gerçekleştirilebilmesi için bazı önemli -önemli olduğu kadar da çetin ve karmaşık- sorunlar gündeme girmiştir. Aslında, bütün bu sorunlar, Türkiye'de kapitalizmin gelişmesini engelleyen sorunlardır. "Yapısal" bir nitelik taşımaktadırlar çünkü.

    Önce nedir bu sorunlar?

    Ve niçin kapitalizmin gelişmesine engel olmaktadırlar? Çeşitli sorunlar

    Bugün ekonomimizin karşı karşıya bulunduğu üç önemli sorun vardır. Bunlar, işsizlik, enflasyon ve döviz kıtlığıdır.

    Şimdi her birine kısaca bakalım ve işsizlikten başlayalım önce:


    • Bilindiği gibi, ülkemiz, bağlı olduğu kapitalist dünya sistemiyle birlikte -bu sistemin yinelenen bir hastalığı olan- bir ekonomik bunalım dönemine girmiş bulunuyor. Dışsatımımız azalmış, yatırımlar duraklamış ve bazı üretim faaliyetlerinde gerilemeler olmuştur. Öte yandan, dünyadaki bunalım ve işsizlikten ötürü, dışarıya işçi gönderme olanağı da kalmamıştır.

    Bütün bunlar, -aslında ciddi olan- işsizlik sorununu, bütün bütün çeşitlendirici yönde etki yapmaktadır. Üstelik bu seferki ekonomik bunalım -öncekilerden farklı olarak- fiyat artışlarıyla (enflasyon) bir arada bulunmaktadır. Oysa, bilindiği gibi, enflasyon ve ekonomik durgunluk, yani işsizlik, birbirinin zıttı olan hastalıklardır. Birini iyileştirecek ilaç ve önlem ötekini azdırır. Bu durum çözümü daha da güçleştirmektedir. Çünkü işsizliği azaltmak için yatırımları ve genel olarak harcamaları artırmak gereklidir. Ama bu yapılınca enflasyon daha da kışkırtılmış olur. Bunun tersi de doğrudur: Enflasyonu önlemek için harcamaları kısmak gereklidir. Ama bu yapıldığı zaman işsizlik daha da artar.

    -Enflasyona gelince... Türkiye'nin 20. yüzyılın son yirmi yılma yılda % 50 düzeyinde bir enflasyon hızıyla adımını attığı, resmî çevrelerin yadsımasına karşın, bir gerçek. Batı'nın tanık olduğu enflasyonun da korkunç biçimde üstüne taşan bir hızdır bu. İktisadi açıdan kendi başına stratejik kaynak, birikim, dağılım ve kullanım sorunları getiren enflasyon olayı, sosyal yönden de bütün sınıfsal yapıyı altüst eden gelişmelere öncülük ediyor.

    Bugün, Türkiye'deki enflasyon, tam bir gelir çekişmesi, yani bir gelir dağılımı sorunu halini almıştır. Bundan ötürü de, kendi kendini iteleyen, kendi kendini besleyen bir nitelik kazanmıştır. Her gelir grubu, her sınıf ve tabaka, fiyat artışlarının altında ezilmemek için, kendi gelirini (ücretini, maaşını, taban fiyatını, kâr haddini, aldığı kirayı) artırmaya çaba göstermektedir. Bir gelir dağılımı dengesine ulaşılamadıkça, bu uğraşlar ve onun sonucu olarak da enflasyon sürecektir.

    - Ekonomimizin karşı karşıya bulunduğu bir başka önemli sorun, döviz birikimimizin yetersizliği sorunudur.

    Bilindiği gibi, Türkiye sürekli bir döviz sıkıntısı çekmiştir. Kalkınmamızı frenleyen darboğazların en önemlilerinden biri, hep bu döviz kıtlığı olmuştur. Gerçi, son yıllarda dışarda çalışan işçilerimizin gönderdikleri dövizler sayesinde bu darboğazdan zaman zaman çıktığımız olmuştur. Ancak, yine son yılların dış ticaret açığı bu döviz rezervlerini silip süpürmüştür.

    Bütün tarihimizde görülmemiş oranda ve miktarda bir ticaret açığıdır bu. Hele, 1981'in dışalım-satım açığı, 4,5 milyar dolarla, Cumhuriyet tarihinin rekorunu kırmıştır.

    Ufukta durumun düzeleceğine dair bir işaret de yoktur. Kapitalizmin bunalımı sürdükçe, dışsatımımızı artırmamız söz konusu değildir. Turizm ve işçi dövizleri için de geçerlidir aynı yargı. Bu iki kaynaktan gelen dövizler de kapitalist dünyadaki bunalım sürdükçe artmayacak, hatta azalacaktır belki de.

    Açıktır ki, bu konuda alınabilecek bir önlem de yoktur. Daha doğrusu alınacak önlemlerin bir etki yapmaları söz konusu değildir. Hele 24 Ocak Kararlarıyla uygulanmaya başlanan salt parasal önlemlerle çıkmazlardan kurtulmak hiç söz konusu değildir.

    Yapısal açıdan çarpık bir sanayileşmenin ceremesini çekiyoruz. Tam anlamıyla "kökü dışarda" bir sanayi bahis konusudur. Bugün, Türkiye sanayii, getirdiği dövizin üç buçuk katını yutmaktadır. Böylesine çarpık bir düzende dışsatımı ne denli artırmaya uğraşsak, dışalım daha büyük oranda yükselecek ve dış ödeme zorlukları yoğunlaşacaktır. Plansız, programsız, önceliksiz, sonralık- sız dışsatım özendirmeleriyle pompalanacak "ihracat patlaması" bazı çevreleri zengin edecek; ama dengeli bir ekonomi kurmak için yeterli olamayacaktır.

    Özetle, bu her üç sorunun da, kapitalist düzen içinde sürekli ve doyurucu bir biçimde çözümlenmesinde zaten temelli güçlükler vardır. Üstelik şu sırada, bunlar kapitalizmin ekonomik bunalımı ile de bağlantılıdırlar. Bundan ötürü, her üç sorun da, daha bir süre -ve belki daha da şiddetlenerek- süreceklerdir.

    Türkiye'de kapitalizmin gelişmesini sınırlayan sorunları daha da çoğaltmak olası. Aslında, -planda belirtilen ve savunulanın tersine- Türkiye'de kapitalizmin gelişmesini sınırlayan temel neden, yine bizde çarpık gelişen kapitalizmin kendisidir. Yani toplumdaki üretim biçiminin niteliğidir. Soruna, dünya kapitalist sisteminin bütünlüğü, geri kalmış ülkeler için uyguladığı politika açısından baktığımızda, kapitalizmin iktisadi kalkınmamızda ne dereceye dek yöntem olabileceği daha açık bir biçimde ortaya çıkacaktır.



    Kapitalizm, Türkiye'nin kalkınmasını gerçekleştirebilir mi?

    Bilindiği gibi, dünya kapitalist sisteminin ekonomik yönetimi, tekelci kapitalist (emperyalist) aşamaya gelmiş olan devletler ve çokuluslu ortaklarca yürütülür. Bu yönetim esası, kapitalist sistemin egemen olduğu dünya kesimine, buradaki ülkelere, belli bir işbölümünü kabul ettirmek ve buna uygun bir finansman ve ticaret ağı kurup işletmektir.

    Emperyalizmin dayattığı bu uluslararası işbölümünde, Türkiye gibi azgelişmiş ülkelerin yeri az kâr, az gelir getiren işleri yapmaktır. Tarım, madencilik, turizm ve basit imalat sanayii böyle işlerdir. Emperyalizm, bir ülkenin söz konusu işbölümünde kendisine ayrılmış olan alanlarda gelişmesine engel olmaz, tersine buna yardım bile eder. Çünkü yönetici durumda olan büyük tekelci sermayenin büyüyebilmesi, ancak sistemin de bütünüyle büyümesine bağlıdır. Bu da, açıktır ki, sistemi oluşturan bütün ülkelerin her birinin kendisine düşen işi daha iyi yapmasıyla gerçekleşir.

    Şunu belirtmek gerekir ki, tekelci kapitalizmin planlamış olduğu uluslararası işbölümünde bir yapaylık ve -alelade anlamda- bir zorbalık söz konusu değildir. Kapitalizmin işleyiş kurallarına göre, böyle bir işbölümü doğaldır. Örneğin, çok büyük araştırma giderleri ve kuruluş sermayesi isteyen ağır sanayi dallarına, Amerika, İngiltere, Almanya, Japonya gibi Zengin, gelişmiş ülkeler dururken bizim el atmamız -kapitalizmin mantığına göre- ekonomik bakımdan yanlıştır. Böyle olunca, bu alanların onlara bırakılması ve bizim de daha basit -dolayısıyla daha az gelir sağlayan- işlerle uğraşmamız gerekmektedir.



    Yüklə 1,37 Mb.

    Dostları ilə paylaş:
  • 1   ...   22   23   24   25   26   27   28   29   ...   46




    Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
    rəhbərliyinə müraciət

        Ana səhifə