142
motivasyon sorununu “Rasyonel kişiler, üzerinde uzlaşılmış sınırlamalara niçin tabi
olsunlar?” sorusu ile ortaya koyar. Ona göre ahlâklı olmamızı gerektiren nedenler,
ahlâkî yargıları ortaya koymamızı sağlayan yöntem konusundaki uzlaşımızdır. Bu
yöntem, bireysel çıkarlarımızı da gözetir. Ancak ahlâk, bireysel çıkarlar elde etme gibi
bir amaçtan ziyade menfaatler elde etme konusunda bazı rasyonel sınırlamalar getirerek
âdil davranış kurallarını ortaya koymayı amaçlar. Bireysel çıkarlar, bu amacın bize
bahşettiği doğal sonuçlardır. Ahlâk yargıları âdil bir yöntemden çıkan âdil ilkeler
oldukları için insanlar bunlara uyarlar. Bunlara uymanın bize sağlayacağı çıkarlar,
ayrıca bizi ahlâkî davranışa motive eder.
383
Gerekçelendirme ve motivasyon ayrı
sorunlardır. Gauthier’in bu yaklaşımla amacı, deontolojilerdeki motivasyon eksikliğini
gidermekti.
Sonuççu teoriler, çok farklı bir yaklaşım ortaya koyarlar. Bizi ahlâklı
davranmaya iten nedenler, ahlâkî davranışı gerekçeleyen nedenlerle aynıdır. Burada
motivasyon sorunu, tamamen bir gerekçelendirme sorunudur. Başka bir ifade ile antik
çağdan günümüze tüm sonuççu yaklaşımlar, motivasyon teorileridir. Bu yüzden
epistemolojide doğru inancı bilgi yapan unsur olan gerekçelendirme, ahlâkta bir yargıya
uygun davranmak için yeterince motivasyon sağlayan unsurdur. Epistemolojide
gerekçelendirme, bir inancın doğru olduğunu ispatlayan/gösteren kanıtlarla olur; ahlâkta
ise bir arzu ve isteği tatmin etmenin uygunluğunu gösteren nedenlerle olur.
Ahlâk, her türden bireysel amaçları ulaşmanın bir aracı değildir; sadece belirli
türden amaçların gerçekleştirilmesinin aracıdır. Duygu teorileri, farklı yöntemler
kullanarak yapılması ahlâkî olan veya yapılmasında herhangi bir sakınca bulunmayan
ahlâkî davranışları belirlemeye çalışmıştır. Liberal sonuççuluğun ilk temsilcileri sayılan
David Hume ve Adam Smith gibi düşünürler, bunu “ahlâkî duyu teorisi” adı verilen bir
yöntemle belirlemeye çalıştılar. Daha sonra Bentham ve Mill; yakın zamanlarda Shelly
Kagan, David Brink ve Derek Parfit, ne tür amaçların ahlâkî olduğunu “faydacılık”
adını verdikleri bir ahlâkî yönteme başvurarak belirlemeye çalıştılar. Bu yaklaşımlar,
yukarıda bahsedilen inanca dayalı bir anlayış sunan deontolojilerden farklı; birey
merkezli bir gerekçelendirme geliştirdiler. Daha temelde sonuççu gerekçelendirme
biçimleri inanç gibi bilişsel bir tavırdan (cognitive attitude) hareket etmek yerine arzu,
istek
gibi bilişsel olmayan bir tavırdan hareket ettiler.
384
Ancak birçok düşünür, ahlâkî
gerekçelendirmeden bahsederken bu ayrımı göz önünde bulundurmaksızın (i) inanç
temelli ahlâk anlayışlarındaki içselcilik ve dışsalcılık ayrımını sonuççuluğu da içine
383
Gauthier, Morals by Agreement, ss. 9, 328-9.
384
David O. Brink, “Moral Motivation”, Ethics, sayı 108, 1997, s. 5.
143
alacak şekilde genişlettiler veya (ii) motivasyon sorunu şeklinde ifade edilen sorunu,
aynı zamanda deontolojinin bir sorunu gibi gördüler.
385
Meyers, Hume’a göre ahlâkî
davranışlarımıza nedenler sağlayan şeyin, arzu ve tutkular; Kant’a göre ise akıl
olduğunu
386
vurgulamasına rağmen bunun aynı türden gerekçelendirme biçimleri
içerisinde değerlendirilmesinin hatalı olacağını düşünmedi. Ona göre Kant ve Hume
içselci idi.
387
Alan Gewirth ise gerekçelendirme sorunu ile motivasyon sorununun
birbirinden ayrı olduğunu ileri sürdü. Her iki düşünürün tutumu da dışsalcı bir
gerekçelendirmeyi savunuyor olmalarından ileri gelir. Gewirth’a göre (i) inancın doğru
olduğunu gösteren nedenlerle (ii) o inanca uygun davranmayı sağlayan nedenler
birbirinden farklıdır. O, Hume’un “neden/akıl, kendi başına yetersizdir” sözüne atıfta
bulunarak motivasyon nedenini inancın doğruluğunu gösteren nedenden ayırmıştır.
388
Oysa Hume, bu tür bir ayrımı yersiz görür; çünkü ona göre ahlâkî yargıların
doğruluğundan bahsedilemez.
Michael Smith de Hume’un arzu ve inançları motivasyon nedenleri olarak
aldığını ileri sürer.
389
Oysa Hume’a göre inançlar, bizi sadece amaç-araç düşüncesi
içinde “arzuların belirlemesi” ile davranışa sevk edebilir. Akıl, arzuların kölesidir. O
bize ne yapmamız gerektiğini söyleyemez.
390
nançlar, davranışların seyrini belirleme
konusunda bize yardımcı olabilirler. Örneğin, zehrin öldürücü olduğu konusundaki bir
inancımız/bilgimiz ondan uzak durmamıza; birkaç saat sonra kar yağacağı ile ilgili
tahmin, inanç ve bilgimiz
391
arabamızla yola çıkmamamıza neden olabilir. Ancak biz
bunları zehir içmememiz gerektiğinin kanıtı veya yola çıkmamız gerektiğinin kanıtı
olarak sunamayız. “Zehir öldürür; o halde içmemeliyim.” iki ayrı modalitenin birbirine
neden yapıldığı bir kullanımdır ve Hume’un da belirttiği gibi ikinci modaliteyi; yani
değer kipini doğrudan birinciden değil, onun dışında bizim hayata dair
beklentilerimizden, duygu dünyamızdan kattığımız bir ilave anlamdan çıkarırız.
392
Bu
anlamda duygu temelli ahlâk teorileri, bilişsel ve bilgiyle ilgili unsurları dışlamaz;
393
385
Bu hataları şu eserlerde gözlemlemek mümkündür. Meyers, age., s. 4; Daniel Guevara, Kant’s
Theory of Moral Motivation
, Westview Press, Boulder, 2000, s. 5; Alan Gewirth, age., s. 195.
386
Meyers, age., s. 215.
387
Age., s. 4.
388
Gewirth, age., ss. 190-6.
389
Michael Smith, “The Humean Theory of Motivation”, Mind, 96/381, 1987, s. 37.
390
Nick Zangwill,”Externalist Moral Motivation”, American Philosophical Quarterly, sayı 40, 2003,
s. 152. Zangwill, ahlâkî dışsalcılığı savunuyor.
391
nanç, bilgi, zan, tahmin gibi terimler, doğrulamaya ve yanlışlamaya açık, önermesel tavırları ifade
eder; bu yüzden bunların epistemik statüleri aynıdır. Bunları birbirinden ayıran şey, doğruluk
dereceleri veya doğruluklarını gösteren kanıtlar ve bu kanıtların niteliğidir. Ben genel olarak bu
epistemik veya aynı anlama gelen önermesel tavrı ifade etmek için “inanç” terimini kullandım.
392
Hume, nsan Doğası, s. 408.
393
Ayer ve Stevenson gibi duygucuların farklı bir tutum aldıklarını birinci bölümde zikretmiştim.
Dostları ilə paylaş: |