144
ancak onları ahlâkın temeline de koymaz; onlar arzuları uygun bir şekilde tatmin
etmenin araçları olabilirler.
Meyers, bilişçiliğin (onun ifadesi ile bilişçi içselciliğin) Hume’un motivasyon
teorisi ile uyuşmayacağını söyler. Çünkü Hume, der o, tüm motivasyonların zorunlu
olarak konu ile ilgili bir takım arzuları gerektirdiğini ve inançların bizi kendi başlarına
eyleme sevk edemeyeceğini söyledi. Eğer içselcilik, ahlâkî yargıların zorunlu olarak
harekete geçirdiğini; bilişçilik de ahlâkî yargıların tam anlamıyla inançlar olduğunu
iddia ediyorsa o zaman bilişçi içselcilik, inançların (en azından bazen) kendi başlarına
motivasyon için yeterli olabileceğini iddia etmesi gerekir.
394
Motivasyon ile gerekçelendirme arasındaki bu ilişki, deontoloji ile sonuççuluk
arasındaki ayrımı da belirginleştirir. Motivasyon, duygusal bir anlamı içinde
barındırdığı için deontolojiler için uygun değildir. Nitekim “motivasyon” terimi,
ngilizce “motive” kelimesinden gelir. Bu kelime, Türkçede “davranış için neden
sağlayan şey, süjeyi harekete geçiren şey, isteklendirme, güdü, dürtü” ile karşılanır.
Hareket ettiren anlamına gelen “Motive” ile duygulandıran anlamına gelen “emotive”
kelimeleri, Latince “movēre” kelimesinden ( ngilizcede “move”) gelir ve bu iki kelime
ortak bir köke sahiptir.
395
Deontolojiler, daha önce de sıkça vurgulandığı gibi, ahlâkî
gerekçelendirmede duyguya dair her şeyi dışarıda tutarlar.
396
Her ne kadar dışsalcılar,
duygusal ve psikolojik unsurların ahlâk içinde bir motivasyon unsuru olarak yeri
olduğunu savunuyor olsalar da bunları ahlâkın doğasına ait temel ve belirleyici unsurlar
olarak görmezler. Onların yaklaşımı daha ziyade “doğru olan zaten faydalıdır”
ş
eklindedir ve onu ahlâkî yargıyı geçerli yapan ahlâkî gerekçelendirmeden farklı bir şey
olarak telakki ederler. Bu anlamda motivasyon sorunu, birçok deontolojinin iddia
ettiğinin aksine
397
deontolojiye değil sonuççuluğa ait bir sorundur.
Deontoloji açısından gerekçelendirme, ahlâkî yargının ve inançların
doğruluğunu göstermeye yarar. Onun doğruluğunun, faili eyleme sevk etmede yeterli
olduğu düşünülür. Sonuççuluk açısından ise gerekçelendirme, doğrudan eyleme geçmek
için nedenler sağlar. Eyleme geçme nedenleri, hem bir eylemi yerine getirmenin
gerekçelenebilir olmasına hem de onu yapmak için bir motivasyona işaret eder. Meyers,
ahlâkî inançların zorunlu olarak motivasyonu gerektirdiğini ileri sürerek Kant’ın
ardından gider. Ona göre ahlâkî doğruluk, eyleme nedenlerine gerekçe sağlar. Meyers’a
Onlar, her türlü gerekçelendirme düşüncesine baştan karşı çıktılar.
394
Meyers, age., s. 4.
395
Bkz. Webster’s Dictionary, 1996, “emotion” ve “motive” maddeleri.
396
Örneğin Kant, Ahlâk Metafiziği, s. 24. Hatta Kant, ahlâkta duyu ve duyguları kullanmayı patoloji
olarak değerlendirir.
397
Örneğin bkz. Guevara, age., s. 12; Meyers, age., s. 215.
145
göre ahlâkî bir inanca sahip olma, davranışı haklı çıkaracak bir neden vermeyeceği gibi
bir motivasyon da vermez. Aynı şekilde ahlâkî doğrular, kendi başına bizi zorunlu
olarak harekete geçirmez. Bu yönüyle o, Kant’tan ayrılır ve arzunun motivasyon için
zorunlu olduğunu savunur.
398
Bu anlamda Meyers’ın yaklaşımı, dışsalcı bir inanç
teorisidir.
“ nsanların, ahlâk ilkelerine uymalarını sağlayan şey nedir?” sorusuna
verilebilecek iki tür cevap vardır. (i) Ahlâkî yargının doğru olması, ona uyulması için
insanları sorumlu yapar. (ii) Ahlâkî yargılar, başkalarına zarar vermeyecek şekilde
(faydacılık) veya başkalarının tasvibinden geçmiş olarak (ahlâkî duyu teori) beklentileri
karşıladığı ve bireylerin iç dünyasında olumlu bir duygu bıraktığı için onlara uyulur.
Kant, birincisini zihnin harekete geçirmesi şeklinde nitelerken ikincisini bir amaç
nedeniyle harekete geçme veya dürtüler aracılığıyla harekete geçme şeklinde niteler ve
bu ikincisini ahlâka uygun bulmaz. Ona göre özgür eylemin mutlak iyiliği, insanların
ortak amaçlarından türetilir. Ortak amaçlara hizmet edecek ahlâkî yargı, a priori olarak
zihnimizden çıkar.
399
Kant’ın da ifade ettiği gibi bu, aynı zamanda deontolojilerde
istekle/arzuyla sorumluluk ilişkisini de ortaya çıkarır. Sorumluluktan dolayı yapılan
eylem, bizim beğenimizle uyuşmayabilir. Fakat ahlâkî yargıların zorunluluğu, istek ve
beğenilere uymasa da onu yapmayı zorunlu kılar.
400
Sonuççulukta ise beğeni ve haz
düşüncesi, onları elde etme dürtüsü ile bizi harekete geçirir.
401
Bu anlamda sonuççuluk
açısından sorumluluk, bir duyguyu (sorumluluk duygusu) ifade ederken, deontolojide
duygu karşıtı (arzu etmesem de sorumluluğum bunu yapmayı gerektirir) bir anlamı
ifade eder.
Meyers, deontoloji ve sonuççuluk ayrımına bağlı kalır; fakat içselcilik ve
dışsalcılık sınıflaması yaparken, daha önce de bahsettiğim gibi, sonuççuları da bu
sınıflamaya dâhil eder. Ona göre Mill dışsalcı, Hume ise içselcidir.
402
Meyers, Hume’a
göre ahlâkî yargıların başkalarına açık olmasından veya bu yargıların başkaları için
erişilebilir
olmasından dolayı onun teorisinin içselci olduğunu ileri sürer. Bu yaklaşım,
bir hatadan kaynaklanır. çselcilik, neden ve kanıtların başkaları için rasyonel bir
ş
ekilde erişilebilir olması gerektiğini ön koşul sayar; ahlâkî yargının her zihin için
erişilebilir olması zorunludur.
Oysa Hume, herkesi tarafsız gözlemci sıfatıyla ahlâkî yargıların alınmasında
398
Meyers, age., ss. 6, 8.
399
Kant, Ethica, ss. 24, 28.
400
Age
., s. 28.
401
Hume, nsan Doğası, 495. Burada kastedilen bencil haz duygusu değildir. Hume, EPM’de ne tür
haz ve beğenilerin ahlâkî olduğunu ayrıca tartışır.
402
Meyers, age., s. 4.
Dostları ilə paylaş: |