Demokratik Modernite


Kürt Sorununa  Demokratik Çözüm Arayışı Ali Rıza Söylemez



Yüklə 26,73 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə69/89
tarix21.06.2018
ölçüsü26,73 Kb.
#50576
növüYazı
1   ...   65   66   67   68   69   70   71   72   ...   89

140
Kürt Sorununa 
Demokratik Çözüm Arayışı
Ali Rıza Söylemez
Son yüz yılı hariç, Kürt-Türk birlikteliğinin 
bin yıllık geçmişinde tam bir kader birliğinin 
olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Her 
ne kadar öncesinde her iki halkın karşılaşma-
ları gerçekleşmiş olsa da, Anadolu’nun kapıları-
nı Türk boylarının yerleşimine açan Malazgirt 
Savaşı bu kader ortaklığının ilk adımı olarak 
tarihte yerini almıştır. Yurt edinme arayışında 
olan Türk Boyları ile İşgalci güçlerin Kürdis-
tan’daki süren hâkimiyeti Kürtlerle Türkleri 
kader birliği içinde hareket etmelerine neden 
olmuştur. Her iki toplumun aynı dine inanması, 
bu kader birliğinde adeta harç rolünü oynamış-
tır. Sonraki yüzyıllar boyunca da, bu ilk ilişki-
lenmedeki ortak anlayış ve yaklaşımla hareket 
edilmiş, ortak vatanda birlikte yaşama temel 
yaklaşım olarak benimsenmiştir.
Bu kader tayin edici ilişkilenme dönemleri 
farklı zamanlarda da belirgin bir biçimde varlık 
bulmuştur. İmparatorluğun Afrika ve Avrupa’ya 
doğru yayılmasında Doğu sınırlarının Kürtlere 
dayanılarak koruma altına alınması buna örnek 
olarak gösterilebilir. Yavuz Selim’in Safevi Dev-
leti’ne karşı Kürt Güçleri’yle ittifak kurması, 
Doğu sınırlarını Kürtler yoluyla koruma altına 
alarak Afrika’ya, Avrupa’ya doğru açılımda bu-
lunmasını, imparatorluğun üç kıtaya yayılacak 
şekilde genişlemesini sağlamıştır. Cumhuriye-
tin kurulması sürecindeki ilişkilenmeler de aynı 
anlam ve içeriğe, hatta belki de daha önemli ve 
derin bir anlama sahiptir. Koca İmparatorluğun 
Anadolu’daki “küçücük” toprak parçasına sıkış-
mış olması, kurtuluş savaşının bu daracık top-
raklar üzerinde yürütülürken bile sonucunun 
ne olacağının bilinmemesi, bu ilişkiye derin bir 
anlam ve önem katmıştır. O nedenle Kürtlerle 
ittifak olmadan kurtuluş savaşının başarıyla ta-
mamlanması, Ankara Hükümeti’nin İstanbul 
hükümetini aşarak cumhuriyeti ilan etmesi
ulus-devlet anlamında bir devletleşmeye gitme-
si mümkün olamazdı. Erzurum ve Sivas Kong-
releri, 1920’de TBMM’nin oluşturulmasındaki 
yaklaşım, anayasa olarak tanımlayabileceğimiz 
1921 belgesi (anayasası), dönemin tüm değer-
lendirme ve yaklaşımları, bu dönem ilişkilen-
mesinin önemini gözler önüne sermektedir. Bu 
ilişkilenmenin mantığı, ortak vatanda birlikte 
yaşamaktır. Bu yaklaşımın çok önemli belge 
ve kanıtları vardır. Açılımına girmeden bir-
kaç noktayı ana başlıklar biçiminde belirtmek 
ortak vatan gerçeğini göstermeye yetecektir.
Her mahalli yapının kendi dili, kültürü ve 
özgünlükleriyle meclis çalışmalarına katılma-
ları gibi, Kürt Halkı’nın da kendi dili, kültürü 
ve kimliğiyle bu çalışmalara katılması; Lozan 
Konferansı’na katılan delegasyonun kendisini 
Türk ve Kürt halklarının ortak delegasyonu ola-
rak tanıtması; Musul Eyaleti’nde (Güney Kür-
distan) yaşayan Kürt Halkı’nın Türk Devleti’yle 
yaşamayı İngilizlere tercih etmesi (Lozan’da 
Türk delegasyonunun Güney Kürdistan’ın kime 
bırakılacağını plebisit yoluyla tespit edilmesini 
önermesi, İngiliz delegasyonunun bunu red-
detmesi); 1. Dünya Savaşı sürecinde yıkılan ve 
dağılan Osmanlı İmparatorluğu’na karşı Bal-
kanlar’da gelişen başkaldırılara Kürtlerin de 
katılmasını ve kendi bağımsız ulus-devletlerini 
kurmaları önerilerine, Ayan Meclisi başkanı 
gibi, oldukça önemli bir konumda olan Seyit 
Abdülkadir’in, “bu zor günlerinde Türklere 
karşı olmamız doğru olmaz” mealindeki değer-
lendirmeleri vb. ortak vatanda birlikte yaşama-
nın istek ve iradesinin ifadeleridir.
Cumhuriyetin kurucu kadrolarının yakla-
şımları da bunu tamamlar niteliktedir. Mustafa 
Kemal’in değişik tarihlerde basına yapmış oldu-
ğu açıklamaları, meclis tartışmaları, Kürdistan 
illerindeki idari amirliklere gönderilen belgeler 
ve cumhuriyetin ilk anayasası olarak kabul edi-
len 1921 Anayasası’ndaki tanım, ifade ve değer-
lendirmeler buna örnek olarak gösterilebilir. 23 
maddeden oluşan bu anayasanın 14 maddesinin 
mahalli muhtariyetleri düzenlemiş olması, ilan 
öncesi cumhuriyetin de birlikte yaşama “karar 
ve iradesini” göstermektedir. Kurtuluş Sava-
şı’ndaki ortaklık ya da birlikte mücadele (çokça 
anlatılan, Türk ile Kürd’ ün aynı mezarlıkta bir-
likte yattığı söylemi) de, bunun gerçekçi kanı-


141
tıdır. Ortak vatanda birlikte yaşam dışında, bu 
belirtilenlerin gerçekleşebilmesini gerektirecek 
geçerli nedenler gösterilemez.
Cumhuriyetin Kuruluşu 
İle Kürt’ün İnkârı Birlikte 
İlan Edilmiştir
Lozan Antlaşması’yla Kürdistan’ın Güney 
ve Güneybatısı’ nı İngiliz ve Fransız emperya-
lizmine bırakarak uluslararası alanda varlığını 
kabul ettiren ve bu temelde de yeni devlet ya-
pılanmasını güvenceye alan cumhuriyetin ku-
rucu kadrosu, elinde kalan Osmanlı bakiyesi 
topraklar üzerinde ulus-devleti yapılandırmaya 
yönelirken, bu topraklar üzerinde yaşayan Kürt 
Halkı başta olmak üzere (Batılı devletlerin ga-
rantörlüğü altına alınan Hıristiyan halklar ha-
riç) diğer halkların, toplulukların varlıklarını 
reddetmiş, inkâr ve asimilasyonu geçerli tek po-
litika olarak benimsemiştir. Cumhuriyetin ilanı 
inkâr, imha ve redde dayanan bu politikaların 
da ilanı anlamına gelmiştir. O zamana kadar 
birlikte yaşama ve varlıklarını tanıma belirgin 
ve temel yaklaşım olurken, bu tarihten sonra 
tekçi mantık öne çıkmış, diğer halkların, toplu-
lukların varlıkları yok sayılmaya başlanmıştır. 
1924 Anayasası bu zihniyetle ele alınıp yazıl-
mıştır. Kuşkusuz o zamana kadar ki yaklaşımın 
aldatmaca olduğunu söylemek, basit bir değer-
lendirme olur. Değişen mantık ve yaklaşımı 
üniter ulus devletin mutlakiyetçi ve egemenlikçi 
politikalarının bir sonucu olarak değerlendir-
mek daha doğru ve gerçekçi olacaktır.
1924 Anayasası ortak anlayışa dayanan tüm 
kazanımları ortadan kaldırmıştır. Anayasa, 
devleti ve toplulukları tekçi bir mantıkla ele 
almış, her şeyi Türklük-Türkçülük temelinde 
yorumlamıştır. 1921 Anayasası’nın diğer halk-
ların, toplulukların kendi kendilerini yönetme-
sini içeren “muhtari” yaklaşımlarını tamamen 
ortadan kaldırmıştır. Ankara merkezli devlet 
yönetimi geçerli tek yönetim olarak kabul edil-
miştir. Farklı dillerin, kültürlerin varlığı inkâr 
ve asimilasyonla yok edilme kıskacına alınmış-
lardır. Bir halkın dilinin, kültürünün “soykırım 
kıskacına” alınmasının ağır tarihsel ve toplum-
sal sonuçlarının olacağı, sıradan yaklaşımlar 
çerçevesinde de olsa, öngörü kapsamındadır. 
Bu yaklaşımın sorunlara, savaşlara, isyan ve 
başkaldırılara neden olacağının, cumhuriyetin 
kurucu kadrosunun da öngörüleri arasında ol-
duğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Buna 
rağmen uygulanan politika, inkâr ve imhaya da-
yanan kültürel soykırım politikaları olmuştur.
Osmanlı İmparatorluğu’nun bünyesinde 
kendi kimliğiyle yüzyıllarca yaşayan Kürt hal-
kının, cumhuriyetin ilanıyla birlikte maruz 
kaldığı inkâr politikaları, varlığını, kimliğini ve 
kültürünü koruma temelli tepkileri beraberinde 
getirmiştir. Bu tepkilerin gelişmesi kaçınılmaz-
dı. Hiçbir halk kendisine dayatılan yok sayılma, 
asimilasyon ve kültürel soykırım karşısında 
tepkisiz ve sessiz kalıp, onaylayıcı olamaz. Kürt 
halkı da isyan olarak yorumlanan, ama özün-
de kendi kimliğini koruma yaklaşımları çerçe-
vesinde direnişler geliştirmiştir. Bu direnişler 
1920’li yılların başından 1938 Dersim katliamı-
na kadar sürmüştür.
Cumhuriyetin kurucu kadrolarının, Kürt-
lerin uygulanan politikalar karşısında sessiz 
ve tavırsız kalmayacaklarını bildikleri, ortamı 
provoke edip isyana yönlendirdikleri, kültürel 
soykırımın ancak ezilen yapı üzerinde uygula-
nabileceğini bilerek hareket ettikleri çıkarılan 
yasaların içeriklerinden bellidir. 1924 Anayasa-
sı’nın ırkçı karakteri kadar, uygulamaya dönük 
Şark Islahat Planı, Takrir-i Sükûn Kanunu ve 
benzeri kanunlar bu anlayışın varlığını kanıt-
lar. Devlet her ne kadar Dersim Katliamı’yla 
Kürt Halkı’nı tamamen susturduğunu, “hayali 
Kürdistan’ı mezara gömdüğünü”, dolayısıyla 
bir daha Kürtlerin varlıklarını sahiplenmeye-
ceğini iddia etmiş olsa da, bu bir yanılgıydı. 
28’incisi olarak değerlendirilen Dersim “isya-
nı” nın bastırılması, Kürt kültürünün soykırım 
kıskacına alınmasında, ulus devlet politika-
larının başarısı açısından ciddi bir sonuç ya-
ratmış olsa da, bu kesinleşmiş bir son değildi. 
Son sözü söyleyecek olan; hakikatiyle halkın 
kendisi olacaktı. O nedenle Büyük savaş ya da 
söylendiği biçimiyle “29’uncu isyan” sıraday-
dı ve kendi zamanının gelmesini bekliyordu.
Türkiye Cumhuriyeti, ulus-devlet yapı-
lanmasını Kürt gerçekliğinin inkârı üzerine 
oturtmuştu. Soykırım kıskacına alınan Kürt 
Kültürü’nün imhası da, bu amaca ulaşmayı sağ-
layacaktı. Bundan dolayı da devlet aklının ve 
idaresinin inancı, Dersim katliamıyla birlikte 
isyanın son bulduğu, “kıskaca alınan Kürt Kül-
türü’nün soykırımının” da tamamlanma aşa-
masına gelmiş olduğuydu. 1970’li yıllara gelin-
diğinde, Kürtlük adına yaşananlar devleti buna 


Yüklə 26,73 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   65   66   67   68   69   70   71   72   ...   89




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə