Örgütleme
167
kimselerdir. İşte o zaman Allah’ın emrine ve Rasûlü’nün sünne-
tine isyan olmayan hususlarda onlara yapılacak itaat, Allah’a
ve Rasûlü’ne itaatin bir çeşidi olur. Baş tarafını kaydettiğimiz
âyetin sonunda şöyle buyurulmaktadır: “Eğer Allah’a ve ahi-
ret gününe inanıyorsanız, herhangi bir hususta anlaş-
mazlığa düşerseniz onu Allah’a ve Rasûlü’ne götürün.”
72
Çünkü tarafımızdan beğenilerek seçilen ve bizden olan emir
sahiplerine rağmen görüş ayrılıkları sebebiyle anlaşmazlık orta-
ya çıkabilir ki, o zaman işi, Allah’a ve Rasûlü’ne döndürmemiz
emredilmiştir.
Cemaatin bütün yürütme gücü, birey ve gruplar olarak
karar almaya ve kabul edilmiş olan öndere itaat etmeye dair
sahip olduğu güç ve kudrettir. Hatadan korunmuş Rasûl sal-
lallahu aleyhi ve sellem dönemi ile raşit halifeler döneminde
imam (yönetici), en sağlam kulpa sımsıkı yapışmıştı. İtaat ise
tarihçilerin, “tarihî bir mucize” adını verdikleri bir düzeydey-
di. Sonra yöneticiler yavaş yavaş doğru yoldan uzaklaştılar
ve aramızda olan emir sahipleriyle ilgili kesin itaati isteyen
Kur’ânî emri kötüye kullandılar. Kör itaat, nasihat etme ve ön-
derlere itirazda bulunma hakkına galip geldi ve her iki hakkı
da unutturuverdi. Böylelikle çobanlık zihniyeti ve donukluk
iyice yer etti. Ancak erken bir tarihte -iki imam, Hüseyin bin
Ali ve Abdullah bin ez-Zübeyr zamanından itibaren- bazı ilim
adamlarımız, safları arasında bizden olan emir sahiplerinin ve
bizden olmayanların kim olduklarını birbirlerinden ayırt et-
mişlerdir.
İtaat etmek göreviyle nasihat ve istişare görevi birbiriyle
çatışacak olursa ya otoritenin baskı kefesi ağır gelir ve bu
durumda bir kişi veya bir zümre emri elinde tutup ümmeti
72
Nisâ 4/59.
Nebevî Yöntem
168
oyuncak eder ya da halk kefesi ağır basar, bu durumda nasi-
hat bir anarşi, istişare de bir çözülme hâlini alır.
Müslümanlara, dinleyip itaat etmek ve cemaate bağlı
olmak ile ilgili hadislerin yanlış yorumlanarak sulandırılması
Müslümanların belini kırmıştır. Bu yorumları, ısırıcı ve zorba
(diktatör) yöneticiler ile onlara hizmet eden saray âlimleri ya
da okuyucuların alıştıkları tabir ile kötü âlimler (ulemâi’s-
sûi), “ilk ve son söz ve onlar bizdendir” diye takdim ettiler.
Bizler, miras alarak Müslümanlara yönetici olanlar arasında
güzel takva sahibi kimselerin bulunduğunda şüphe etmiyo-
ruz. Müstesna bir kişilik olan Ömer bin Abdulaziz örnek olarak
yeter. Fakat hevasından konuşmayan o yüce zatın sözleriyle
Kur’ân-ı Kerîm’in korunmuş lafızları üzerinde, onlara yakışan
ilmî ölçüler çerçevesinde duracak olursak; bu husustaki sahte
yaklaşımın temeli ortaya çıkacaktır: “Sizden olan emir sahip-
leri.” Burada “sizden” kısmilik ifade eden bir tabir olup emir
sahibinin mutlaka ümmetin bedeninden bir parça ve hakta
ümmetin acı çekmesine sebep olan şeylerden dolayı acı du-
yan bir aza olmasını gerektirir. “Sizden” çıkan, kaynaklanan,
o hâlde bizden çıkmayan, aramızdan değildir. Eğer onu biz
seçmemişsek, ona biat etmemişsek, ona şart koşmamışsak
bizden değildir. “Sizden” istişaresi itibariyle sizden olmalıdır.
Bizi dışarıda tutarak tek başına karar alan (istibdatçı) ve bizim
akıbetimizin ticaretini yapan kimse bizden olamaz.
İtaat görevi ile nasihat ve istişare görevi birbiriyle çatı-
şabilir. Başkanlık makamı, bizim işimizi yönetenleri oyuncak
hâline getirebilir ve biz onun organik olarak kaynak ve istişa-
resi itibariyle bizden olmadığına kesinlikle emin olmayabiliriz.
Bu durumda yapılanma ya da devlet, emirin ayakları altın-
da hizmetçiler topluluğu hâlini alır. Onun lehine itaat âyet ve
hadisleri okunur, onun da tuğyan azgınlığı artar. Etrafındaki
Örgütleme
169
hizmetkârların onun önünde zilletle eğilmesi daha da artar. Ve
neticede Allah’ın dışında ona ibadet edilecek hâle gelinir.
İslâmî yapılanma ve İslâm devletinin, işleri yürütme gü-
cüne sahip güçlü bir beden olması istenir. İtaat ise sevgi ve
istişare ile birlikte işin tamamen temelini teşkil eder. Herhangi
bir iş hakkında anlaşmazlığa düşecek olursak, onu Allah’a ve
Rasûlü’ne havale ederiz.
Allah’ın Kitabı’ndaki ve Rasûl’ün sünnetindeki emir, sü-
butu kesin, delaleti de açık olup farklı ihtimaller taşımıyorsa,
emire itaat, doğrudan Allah’a ve Rasûlü’ne itaatten gelir. Bu,
ibadet ve hükümlerle alakalıdır.
Bizden öncekilerin, hakkında içtihat ettiği hususlardan
olup da o meselede iki ve daha fazla görüş varsa ve bunlar-
dan birini uygulama imkânı ile birlikte bu görüş ümmetin işine
de yarıyorsa bu durumda imamın tercih hakkı vardır.
Eğer durum başka türlü ise, şer’î siyasetin gereği olarak
hâkimin (yöneticinin) şeriatın sınırları içerisinde -isabet etsin
ya da hata yapsın- içtihat etmesi söz konusu olur.
İmam Hasan el-Bennâ, - Allah ondan razı olsun- Yirmi
Esas adlı risalesinde beşinci kaideyi ifade ederken şunları söy-
lemektedir: “Hakkında nas bulunmayan mürsel maslahatlar
hususunda imamın ve naibinin görüşü şer’î bir kural ile çatış-
madığı sürece, gereğince amel edilir. Şartlar, örfler ve gelenek-
ler gereği değişiklik arz edebilir. İbadetlerde aslolan ise ma-
nalara iltifat etmeksizin taabbüddür. Geleneklerde ise aslolan,
sırlar, hükümler ve maksatları göz önünde bulundurmaktır.”
Itaat ve Heybet
Bizler, yapılanma içerisinde itaatin payından söz ettik.
Onun içerisinde terbiyenin (eğitimin) payına gelince yani
Dostları ilə paylaş: |