Fəlsəfə və sosial-siyasi elmlər – 2016, № 2
- 126 -
nekleri verilebilir) şu veya bu şekilde bu aşkın kaynağın kendini bildirme-
siyle, vahyetmesiyle, Tanrı’dan kaynaklandığı, normal insani bilme yolla-
rından farklı bir kaynaktan çıktığı kabul edilir.
Dini çeşitliliğe dair yaklaşımları tasnif ederken başvurulan iki soruya
verilen cevabın ne kadar tutarlı olduğu ve iki sorunun
da bizi birer insan ola-
rak aynı düzeyde ilgilendirip ilgilendirmediği sorulabilir. Yani inançların
doğruluğu ile kimlerin kurtuluşa ereceği sorularının ikisini de biz cevaplaya-
bilir miyiz veya cevaplamamız gerekir mi? Burada iki katmanlı bir yapı gö-
rülebilir. Birinci katmanda (1) kutsal olanın varlığına ve âlemle ilişkisine
dair tamamen bizim âlem içindeki insanî tecrübemize dayanarak erişebilece-
ğimiz inançlar bulunmaktadır. Bu türden, birinci katmandaki inançlara da-
yanarak, belli bir din tesis eden birinin bildirdiği inançların ilke olarak aklî-
liği gösterilebilir, yahut bu tür inançlar aklen temellendirilebilir. Ancak mu-
ayyen bir dinin vazʿ ettiği müsbet dini inançlara eşdeğer türden inançlar bu
katmanda değildir, zira bunlar insânî-aklî bilme melekemizin ötesinde gö-
rünmektedir. İkinci katmanda ise (2) bir dinde dini tesis eden, dini otoritenin
Tanrı’ya veya aşkın olana dair, bizimle ilişkisine dair bildirdiği müsbet
inançlar bulunmaktadır. Bir dini tesis eden dini otoriteden yahut kaynaktan
geldiği kabul edilen öğretiler içinde, birinci katmanda kabul ettiğimiz inanc-
lara eşdeğer inançlar olabilir. Ancak ikinci katmandaki inançlar özellikle
âleme veya insan tecrübesine nisbetle Tanrı ve onunla ilgili varabileceğimiz
dini inançların ötesinde olan inançlar ihtiva eder. Bu inançlar, aşkın olanın
ne olduğuna ve bizimle ilişkisinin ne olduğuna, bizden ne istediğine dair,
harici nitelikler veya bu niteliklerle ilişkili bildirimler değil, aksine Tanrı’ya
yahut âlemden aşkın olana ait dâhilî nitelikler ve bunlarla ilişkili müsbet hü-
kümlerdir. Mesela, “Tanrı’nın peygamberler gönderdiği,” “Tanrı’nın beden-
lendiği,” ve “Tanrı’nın insanları kendisine ibadet etsin diye yarattığı” gibi
inançları böyle kabul edebiliriz. Tamamen aklî muhakeme yoluyla Tanrı’nın
bizi niçin yarattığını veya bizden bir şey isteyip istemediğini tamamen akla
dayanarak tayin etmemiz mümkün görünmektedir.
Birinci katmandaki hükümler (inançlar) ile ikinci katmandaki hüküm-
ler arasındaki farkı biraz daha belirginleştirmek uygun görünüyor. Kutsalın
ne olduğuna veya bizimle ilişkisinin ne olduğuna dair sorular—ki “kimler
Din fəlsəfəsi
- 127 -
kurtuluşa erecektir?” sorusu bu guruba dâhildir—yani, cevabı Tanrı’nın
dâhili niteliklerini ihtiva eden müsbet anlamdaki muayyen dini öğretiler
olan sorular ancak dini olarak cevaplandırılabilecek sorulardır. Bu sorulara,
ikinci katmandaki dini inançlar şeklinde verilmiş
cevaplar,
aklen değerlendi-
rilebilir, kabul edilebilir veya reddedilebilir. Ancak, bu soruları belli bir dini
esas almadan tamamen akılla cevaplamak, Tanrı hakkında, onu doğrudan
tecrübe ettiği, ondan vahiy aldığı ve böylece onun hakkında bilgi verdiği ka-
bul edilen şahısların ortaya koyduğu yahut da ilan ettiği dini öğretilere eşde-
ğer bir iş görecektir. Bu ise aslında tuhaf bir şekilde, hem Tanrı’nın aşkın ol-
duğunu, normal insânî tecrübe ve bilgi sınırlarını aştığını kabul etmek hem
de Tanrı’nın dâhilî nitelikleri hakkında tamamen akla dayanan bilgi iddia-
sında bulunmaktır.
1
Dini çeşitlilik meselesi bağlamında konuştuğumuz için, hassaten vur-
gulamak gerekirse, kimlerin kurtuluşa ereceğine dair inançlar da bu ikinci
katman içine dâhil olan inançlardandır diye düşünüyorum. İnsanın niçin var-
olduğu, Tanrı’ya veya nihâî gerçekliğe nisbetle insanın hayatını nasıl yaşa-
ması gerektiği soruları, Tanrı’nın veya nihâî gerçekliğin ne olduğuna dair
muayyen bir tasavvura göre, yani kısaca Tanrı’nın dâhili niteliklerine göre
cevaplanabilecek sorulardır. Mesela, Tanrı’nın insanları ve olup bitenleri
sonsuz bir döngü süreci olarak yarattığını kabul edersek, bu mecburi akışın
zevkini çıkarmak insanî ideal olarak sunulabilir.
2
1
Bu noktada, Immanuel Kant’ın “akıl dini” ve “vahiy dini” terimlerini kullanımını
hatırlatmak yerinde olacaktır. Ben burada, dini öğretiler hususunda iki katmanlı bir model
teklif ediyorum. (1) Tamamen aklî bir düzlemde bilinebilenler ve (2) ancak belli bir dini
kaynağa dayanarak bilinebilenler. Anladığım kadarıyla, Immanuel Kant, böyle bir ikili ya-
pıdan ziyade akıl dini ve vahiy dini ayırımı yaparken birbirine eşdeğer olacak şeylerden
bahsediyor. Kant’ın mevzisi Aydınlanma Dönemi’nin akla tanıdığı yetkinin önemli bir gös-
tergesidir ve bugün din felsefesindeki tartışmalarda da genellikle sorgulanmaksızın kabul
edilen zemin durumundadır. Bu konuda Allen Wood’un “Kant’ın Deizmi” makalesine
bakılabilir (Wood, 2011: 327-347). Ayrıca bkz. (Runzo, 1991: 22 vd.)
2
Günümüzde din felsefesinde dini çoğulculuk savunulurken, başvurulan muhakeme
biçimi “olandan olması gerekeni” çıkarmak şeklindedir. Acaba “olandan olması gerekeni”
çıkarabilir miyiz? Mesela dünyada pek çok savaş, katliam vs. olmaktadır. Dolayısıyla, sa-
vaşlar, katliamlar olması gereken, yapılması gereken şeylerdir diyebilir miyiz? Dini çoğul-
culuğun yirminci asırdaki muhtemelen en önemli müdafii olan John Hick’in teorisinde bu-
nu rahatlıkla görmek mümkündür. Hick’e göre, dinlerde iyi görülen insanlar, güzel ahlak
sahibi sevilen insanlardır. Dinler kurtuluş vadettiklerine göre bütün belli başlı dünya dinle-