148 | Hüseyin Bal
tedirler. Keza, daha da gerilere bakarak, vatandaşlar siyasal güçten mahrum
oldukları hâlde kiliseler, toprak sâhipleri, çiftçiler ve tâcirler arasındaki siya-
sal mücadelelerle karakterize edilen birçok modern öncesi yönetim sistem-
lerinin, demokratik olmaksızın çoğulcu olduklarını söylemek mümkündür.
Sorunun ikinci kısmına, yani demokratik sistemlerin zorunlu olarak ço-
ğulcu olup olmadıkları meselesine gelince, burada çoğulculuk kavramının ta-
nımı önem kazanmaktadır. Hatta biraz daha ileri giderek, sorunun cevabının
bu kavramın nasıl tanımlandığına bağlı olduğu bile söylenebilir. Hatırlana-
cağı üzere, Birch çoğulculuk kavramını, biri “coğrafî çoğulculuk”, diğeri “baskı
grubu çoğulculuğu” olmak üzere, iki şekilde tanımlamıştı. Dolayısıyla konuyu
bu iki tanım üzerinden giderek irdelemek gerekecektir.
Şüphesiz dünya üzerindeki bütün demokrasilerin temel özelliği, Madison
ve Hamilton’ın öngördüğü ve Amerika’daki durumun da resmettiği gibi, coğ-
rafî temele dayalı kesimsel çoğulculuk değildir. Aksine, Avrupa’da hüküm sü-
ren birçok demokratik yönetim sâdece daha küçük değil, aynı zamanda daha
homojendir de. Ayrıca, (İsviçre hâriç) bu ülkeler merkezî yönetim sistemlerine
sâhiptirler ve böyle sistemlerde sosyal grup ve kesimlerin siyasal sisteme
dâhil olabilecekleri giriş kanalları çok azdır. Oysa Truman’ın da işaret ettiği
gibi, Amerika Birleşik Devletleri’nde bu kanallar hayli çoktur. Mamafih, buna
bakarak İngiltere, Fransa, Almanya ve İsveç gibi ülkelerin Amerika Birleşik
Devletleri’nden daha az demokratik olduklarını söylemek pek de mantıklı de-
ğildir. Sonuç olarak, Birch’e göre çoğulculuk kavramı coğrafî veya bölgesel
terimlerle tanımlandığında, demokratik sistemlerin çoğulcu olmak zorunda
olmadıkları, coğrafî veya bölgesel açıdan çoğulcu olmayan toplumların da
pekâlâ demokratik bir siyasal sisteme sâhip olabilecekleri anlaşılmaktadır.
Öte yandan, çoğulculuk kavramı Truman ve Latham’ın ele aldığı gibi,
yani “baskı gruplarının hükümet kararlarını etkilemek için mücadele ettiği bir si-
yasal sistem” olarak tanımlanırsa, bütün modern demokrasilerin çoğulcu bir
tarafının var olduğu görülecektir. Baskı grupları bazı demokratik sistem-
lerde, diğerlerinde olduğundan daha fazla göze çarparlar ve örgüt yapıları,
kaynakları ve siyasî taktikleri açısından büyük farklılıklar arz ederler. Fakat
siyasal iletişim ve örgütlenme özgürlüğünün var olduğu sistemlerde, baskı
gruplarının varlığı kaçınılmazdır. Baskı gruplarının yürüttükleri faaliyetle-
rin kamu yararına olup olmadığı veya kamu yararı açısından ne derece ya-
rarlı veya zararlı olduğu meselesi ile ilgili hayli önemli pratik sorunlar var-
dır. Fakat bunları, genel ve yuvarlak cevaplarla geçiştirilemeyecek mevzî ve
özel sorunlar telâkki etmek en iyisidir. Meselâ, 1960’lı ve 1970’li yıllarda
sendikaların kullandıkları yetkilerin İngiliz ekonomisini zarara uğrattığı,
Demokrasinin Performans İmkânı Olarak Çoğulculuk (2) |
149
sanayi örgütlerinin İtalya’nın yeterli derecede çevre denetimi yapmasını
engelledikleri ve tarım çevrelerinin 1980’lerde Avrupa Toplumunda ürün
fiyatlarını gereksiz yere yüksek tuttukları, gayet ikna edici bir biçimde ifa-
de edilmiştir. Bazısı mâkûl, bazısı güdümlü olmak üzere, benzeri birçok ge-
nelleme yapılabilir ama bunların tümünün belli ölçülerde bir değer yargısı
ihtiva etmesi kaçınılmazdır. Aslında bu tarz sorunlar, kavramsal veya teo-
rik analizler yoluyla çözümlenebilecek sorunlar olmayıp, daha çok politik
yargılama ameliyesinin spesifik tatbikat sahalarıdır. Sonuç olarak, Birch’e
göre, çoğulculuk kavramı baskı grupları temelinde tanımlandığında, demok-
ratik sistemlerin çoğulcu tabiatlarının öne çıktığını, yani demokratik oldu-
ğunu iddia eden siyasal sistemlerin çoğulcu bir yapı ve karakter taşımaları
gerektiğini söylemek mümkündür.
Yukarıda ifade edilenlere şunu ilâve etmek gerekir ki, bazı demokratik sis-
temler diğerlerinden çok daha çoğulcudurlar. Birleşik Devletler bu açıdan uç
bir örnek teşkil etmektedir. Bunun nedeni sâdece onun coğrafî bölgeciliğin-
den ve merkezci olmayan yönetim sisteminden değil, aynı zamanda Washin-
gton’daki millî hükümetin yönetim organının diğer demokrasilerdeki mua-
dillerinden daha zayıf oluşundandır. Amerikan siyasal sisteminde kuvvetler
ayrılığı prensibi, zayıf parti disiplini ile yan yana geldiğinde, etkili grupların
muhalefeti, yürütmenin çalışmasını çok zorlaştırabilmektedir. Hatta Ameri-
ka’da yürütme organı, parlamenter demokrasilerin çoğunda deyim yerinde
ise “çantada keklik” sayılan yıllık bütçenin onaylanmasından bile emin de-
ğildir. Birch burada, Dahl’ın federal hükümetle ilgili kendisinin de hemfikir
olduğu bir değerlendirmesine yer verir: “Herhangi bir ortak faaliyeti yürütme
konusunda sayısal çoğunluk büyük oranda yetersiz kalır. İcraatı mümkün kılan
şey –sayısal çoğunluk değil-, sayısal çoğunluğun muhtelif bileşenleridir”.
34
Buraya kadarki yorumlar İngiltere, Fransa, Almanya, İsveç veya Avustral-
ya’nın ulusal hükümetleri için yapılmış değildir. Bu ülkelerde baskı grupları çok
etkilidir ve çoğu zaman da yönetime dolaysız olarak katılabilirler. Yine bu ülke-
lerde faaliyet yürüten bazı gruplar, siyasî arenada Amerika’daki muadillerinden
daha çok etkiye sâhiptirler. Fakat bu grupların baskılarının sonuçları parlamen-
todaki oylamalarda nâdiren karşılık bulur ve bunların parlamento çoğunluğuna
sâhip olan hükümeti, kendi kolektif aklının ürünü olan bir politikayı izlemekten
veya uygulamaktan alıkoymaları da çokça rastlanan bir durum değildir. Ameri-
kalı siyaset bilimcilerini çoğulculuk kavramına başka herhangi bir yerdeki mes-
lektaşlarından daha fazla vurgu yapmaya iten şey, onların teorik endişelerindeki
Dahl, R. A., A Preface to Democratic Theory, Chicaco, University of Chicaco Press, 1956, s. 146. Aktaran, Birch, a.g.e.,
s. 185.